23 Ocak 2013 Çarşamba

Sürdürülebilir Kampüsler*Prof. DR. B. Gültekin ÇETİNER


70 civarındaki üniversite sayısı son birkaç yılda neredeyse 170 rakamına ulaştı. Kendi Yağıyla Kavrulabilen Sürdürülebilir Kampüs Modelleri de önem kazandı.
Pek çok ülkede devlet tarafından üniversitelere gereğince finans tahsis edilmesi gittikçe daha güç hale gelmektedir. Bu yüzden üniversiteler belli eğitim standartlarını karşılayabilmek ve dünyadaki diğer üniversitelerle yarışabilmek için daha çok zorlanmakta ve bütçelerini dengelemeye çalışmaktadırlar.
Tahminlerimize göre dünyada pek çok üniversite veya kampüs devasa alanlarıyla, yurtlarıyla, spor faaliyetleriyle, maliyetli yaşam tarzlarıyla artık çok daha zor ayakta kalır hale geleceklerdir. Hatta pek çok özel üniversitenin kapanacağını ya da hastane, otel gibi işletmeler veya konutsal yapılara dönüşeceğini söylemek kehanet olmasa gerek.
Şu andaki eğilimler değişmezse 2020 yılına kadar özel eğitimin yarısından çoğunun çevrimiçine dönüşerek uzaktan eğitimin ağırlıklı öğrenme yöntemi olacağı tahmin edilmektedir.
Ülkemizde, bir zamanlar 70 civarında olan üniversite sayısı son birkaç yıl içinde hızla artarak neredeyse 170 rakamına ulaşmıştır. Bunların içinde kısıtlı bütçelerle ayakta kalmaya çalışan pek çok vakıf üniversitesi bulunmaktadır.
Yeni açılan çok sayıda devlet üniversitelerine gelince; bünyelerindeki öğrenci ve personel başta olmak üzere gittikçe artan nüfus ve sayılarıyla, yeni kampüs alanları bulunarak inşa edilecek kampüs ve diğer yatırım çalışmalarıyla önümüzdeki yıllarda üniversitelere ayrılan kaynakların oluşturacağı sıkıntıdan sıkça bahsedilmesi beklenmektedir.
Öte yandan 1,700 bin civarında sınava giren öğrenciye baktığımızda pek azının yükseköğretime geçiş yapabilmesi, onların içinde de istediği alanlarda öğrenim görme imkânı bulunanların azınlıkta olması yeni üniversiteler açılmasını zorunlu kılmaktadır.
Türkiye’de yükseköğrenime devam etmek isteyenler için henüz yeterince arz oluşturulamamıştır. Yani mevcut üniversite veya yükseköğrenim kurumları sayısı yetersizdir.
Devletimiz genç nüfusu bir an önce eğitmek ve bu amaçla yükseköğretime erişim oranını kısa sürede yükseltmek zorundadır. Hatta, “2023 için yükseköğretim vizyonu” yazısında bahsedildiği üzere yükseköğretimi parasız gerçekleştirebilecek tedbirleri de alacak şekilde üniversite sayısını arttırmaya devam etmelidir.
Peki, bunca değirmenin suyu nereden gelecek? Yeni açılmakta olan üniversitelere akademisyen yetiştirilmesi bir tarafa buralarda çok sayıda akademisyen nasıl istihdam edilecek? Araştırmacı ihtiyacı nasıl karşılanacak? Yeni yatırım giderleri yanında akademik ve diğer personel ücretleri başta olmak üzere araştırma yapabilmek için gerekli laboratuarların açılması, yönetimi, sürekli yeni cihazların alınması gibi harcamalara nasıl kaynak ayrılacak?
Daha yeni kurulmuş, kampüs hayatına geçmemiş sadece 2-3 bin öğrencili mütevazi bir üniversitenin yalnız elektrik ve ısınma giderleri bile yıllık 500 bin lirayı buluyor. Çok sayıdaki bu durumda olan üniversite kısa sürede asgari 10-20 bin gibi öğrenci rakamlarına ulaştığında ne olacak?
Kendi Yağıyla Kavrulabilen Sürdürülebilir Kampüs Modelleri
Yeni kurulan/kurulacak üniversiteler tüm bu soruların cevabını şimdiden araştırarak kendilerini sürdürülebilirlik çerçevesinde yapılandırmak suretiyle devlete bağımlılıklarını asgariye indirmeyi amaçlamalıdırlar.
Bu hamur çok su kaldırsa da aşağıdaki birkaç hususun sürdürülebilir kampüslerin nasıl oluşturulabileceği konusuna ışık tutacağını umuyoruz.
Şüphesiz sürdürülebilirlik dendiğinde akla ilk olarak yeşil kampüsler gelmektedir.
Yeşil kampüsler dünyanın pek çok yerinde artan şekilde konuşulmaktadır. Özellikle gelişmiş ülkelerde köklü üniversitelere ait mevcut kampüs alanlarını yeşil kampüs haline dönüştürme, yenileri tamamen yeşil kampüs ilkeleriyle oluşturma fikri ve faaliyetleri oldukça revaçtadır.
Bu tür kampüsler söz konusu olduğunda sadece sürdürülebilirlik değil, üniversiteler için bunun bir sosyal sorumluluk görevi şeklinde anlaşılması gerektiği açıktır.
Bilgiyi üreten ana kurumlar olarak üniversiteler endüstrideki pek çok teknolojinin üretilmesine zemin hazırlamışlardır. Bu teknolojiler sayesinde de mevcut küresel ısınma, ozon tabakasının incelmesi, doğal kaynaklar ve biyolojik çeşitlilikteki azalma, hava kalitesinin bozulması ve diğer pek çok kritik çevre sorunları ortaya çıkmıştır.
Tabiattaki dengeyi bozan bu durum üniversitelerin öncülüğüyle oluşturulacak sürdürülebilirlik şuuru, toplumsal bilgilendirme ve en önemlisi rol modelliği sayesinde düzeltilebilir.
Yapılanmalarını tasarruf ve gelir üretme gibi iki temel üzerine oturtmaya çalışan bu tür sürdürülebilir yeşil kampüsler konunun genişliği nedeniyle ilerideki bir yazıya bırakıldı.
Uluslararasılaşma, üniversitelerin finansal sorunlarını azaltmada diğer bir faktör olabilir. Yabancı öğrencilerpek çok gelişmiş ülkede yükseköğretimi finans etme açısından önemli bir kaynak olarak değerlendirilmektedir. Yabancı öğrencilerin harçlarının yerli öğrencilere göre çok daha yüksek olması ve diğer başka nedenlerle yabancı sayısını artırmak için dünyada büyük bir küresel rekabetin olduğu görülmektedir.
Bazı üniversitelerde yabancı öğrencilerin harçları normal öğrenci harcına göre 10 katına hatta daha fazlasına çıkmaktadır. Pek çok üniversitenin ana gelir kaynaklarının başında öğrenci harçları olduğunu düşünürsek; Pareto prensibi çerçevesinde olay incelendiğinde, %20’sinin yabancı öğrencilerden oluştuğu bir üniversite finansal açıdan diğerlerine oranla %80 gibi bir finansal iyileşme sağlayabilir. Kısa vadede uluslararasılığı sağlamamız ve eğitim ihraç eden ülkeler seviyesine çıkmamız zor gözükse de şimdiden milli bir planlama yapmak gerekmektedir.
Üniversite sanayi işbirliği yıllardır söylenegelen ama halâ yeterince başarılı olamadığımız konusunda pek çok kimsenin mutabık olduğu bir husustur. Bunun önemli nedenlerinden birisi kanaatimizce YÖK’ün ve üniversitelerin yükseltme kriterleri arasında sanayide yapılan çalışmaların pek ehemmiyet arz etmemesidir.
“A” kalite dergide yapılan yayına verilen puanı sanayide çözülen bir problemle (özellikle mühendislik gibi alanlarda) eşdeğer kabul etmedikçe kopukluk devam edecektir. Pek çok fikrin daha ürüne dönüştürülmeden uluslararası dergilerde yayımlanmasının teşvik edildiği ve yükseltilmeler için en önemli kriterlerden sayıldığı yükseköğretim sisteminde üniversite ve sanayi arasında işbirliği geliştirmenin zor olduğunu düşünmekteyiz.
Üniversiteler, bulunduğu yerlerde etkileşimli şekilde toplumu dönüştürücü ve geliştirici bir rol oynamaktadırlar. Buna rağmen örneğin rektör seçimlerinde yereldeki önemli kişi ve kuruluşların her hangi bir söz söyleme hakkı bulunmamaktadır.
Üniversitelerin yerel diğer kurumlarla stratejik işbirlikleri yapması sayesinde dönüştürücü ve geliştirici rolünü kullanarak sürdürülebilirliği sağlaması daha kolay olacaktır. Hemen hemen tüm üniversitelerde bulunan sürekli eğitim merkezleri de bu sayede daha işler hale gelecektir.
Bunlar ve sürdürülebilirlik çerçevesinde geliştirilecek diğer fikirlerin uygulanmasıyla üniversiteler kendi ayakları üzerinde durabildikleri ölçüde özgür olabileceklerdir.
Özellikle yeni kurulmakta olan üniversiteler devlete bağımlılıklarını ne kadar aza indirgeyebilirlerse, yani kendi yağıyla kavrulabilecek hale gelirlerse, ileride o derece diğer üniversitelerle rekabet etme şansına sahip olabileceklerdir. İşin henüz başında olmaları nedeniyle yapılanmalarını sürdürülebilirlik çerçevesinde gerçekleştirirlerse diğerlerine göre önemli bir üstünlük sağlayacaklardır.

Hiç yorum yok: