26 Ocak 2013 Cumartesi

Fransa elçimiz operaya "acayip sanatlar" demişti-Erhan Afyoncu


Başbakanımızdan 289 yıl önce Paris'te opera seyreden Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Paris'te ilk defa gördüğü operayı "acayip sanatlar" olarak nitelendirmişti
Başbakanımız önceki hafta Paris'te Türk Mevsimi'nin kapanışında Versay Sarayı içindeki opera binasında sahnelenen "Müsenna" adlı gösteriyi izledi. Başbakanımızdan 289 yıl önce Fransa'ya elçi olarak giden Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Paris'te ilk defa gördüğü operayı "Acayip Sanatlar" olarak nitelendirmişti.
18. yüzyılın başlarından itibaren Avrupa ile temasların sıklaşmasıyla birlikte birçok Osmanlı bürokratı Batı'yı daha yakından tanıma imkânı buldu. Osmanlı devlet adamları, imparatorluğun haşmetli yıllarında dikkatlerini çekmeyen Avrupa'yı durumun tersine dönmeye başladığı bu yıllarda daha yakından tanımak istediler. Değişik Avrupa şehirlerinde daha önce hiç görmedikleri Batı'ya mahsus sanatlarla karşılaştılar. Bu durumu kimi hayranlıkla, kimi de hayret ve şaşkınlıkla tasvir etti.
ACAYİP SANATLAR      
1721'de Fransa'ya elçi olarak giden Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi, elçiliği sırasında gördüklerini kaleme aldı. Hatıralarında, Paris'te ilk defa gördüğü operayı "Acayip Sanatlar" başlığı altında şu şekilde anlatır:                                                                                          
"Paris şehrine mahsus bir eğlence var imiş ki, opera derler. Acayip sanatlar gösterilir, çok kalabalıklar toplanır. Şehrin ileri gelenleri, kral naibi ve kral da oraya gelirmiş. Biz dahi onu seyrettik. Kral tarafından bir araba gelip adamlarımızla bizi aldı, gittik. Kral naibinin sarayına yakın bir yere vardık. O yer operaya mahsus olarak yapılmış ve her sınıfın kendisine mahsus oturacak yeri vardı. Bizi kralın oturduğu yere götürdüler, kırmızı kadife ile döşenmiş idi. Kral naibi de gelmiş yerine oturmuştu. Bina devlet büyükleri ve kadınlarla doluydu. Akşama bir saat vardı. Birkaç yüzden fazla balmumu yanmış ve billur avizelerde de sayısız mumlar yanmıştı. Opera çok ihtişamlı yapılmıştı. Bütün tırabzanları, sütunları, duvarları ve tavanları altınla süslenmişti. Kadınlar mücevher içinde olduklarından mum ışıklarından öyle bir parlaklık meydana gelmiştir ki anlatılamaz. Önümüzdeki sazendelerin olduğu yerde nakışlı büyük bir perde asılı idi. Sazendelerin hepsi yerlerine yerleştikten sonra birden perde yukarı doğru kalktı ve arkasından koca bir saray zuhur eyledi. Sarayın ortasında oyuncular özel kıyafetleri ile ve yirmi kadar peri yüzlü kız, mücevherli elbiseleri ile topluluğu şaşaayla doldurduktan sonra sazları da hep birden şarkıya başladılar. Bir miktar dans ettikten sonra opera denilen oyun başladı. Bunun aslı bir hikâyeyi aynıyla göstermek. Her hikâyeyi bir kitap yapıp basmışlar, hepsi otuz kitap olmuş. Her birinin adı var, her gösterimde bir padişah var imiş, başka bir padişahın kızına aşık olmuş ve onu istemiş ama kız da başka bir padişahın oğluna aşık imiş. Aralarında geçen hadiseleri aynıyla gösterirler. Mesela, padişah kızın bahçesine varacak oldu, gözümüzün önünde duran saray bir anda kaybolup yerinde bir bahçe zuhur etti ki limon ve turunç ağaçları dolu idi. Bir vakit oldu ki kiliseye dua etmek için varacak oldu, o bahçenin yerinde hemen koca bir kilise ortaya çıktı. Türlü türlü sihirler gösterilip, hokkabazlıklar yapıldı. Atlı ve piyade askerleri ile cenkler gösterdiler. Gökten bulut ile adamlar inip yerden adamlar uçurdular. O kadar hayret veren şeyler gösterdiler ki anlatılacak gibi değil. Şimşek ve gök gürültüsü gösterdiler ki görülmedikçe inanılmaz. Acayip ve garip şeyler seyredildi. Hele aşıkları o derece anlatırlar ki gerek padişahın, gerek kızın ve şehzadenin tavırlarına bakıldıkça insanın yüreği acırdı."
DEVLET ADAMLARINA KENDİNE DİKKAT ET DENİLİR
1792'de Viyana'ya elçi olarak giden Ebubekir Ratib Efendi ise oyunlarda devlet adamlarının ikaz edildiğini söyler:
"Opera hayal ile çengi oyunlarından tertip olunmuş olup komedilerden ve çoğunluğu seven ve sevilene dair hikâyeler ve geçmiş zamanlarda olan olaylardan ibaret olup, eğer kral, general ve devlet ileri gelenlerinden birisinin bir ayıp ve kusuru dahi olursa, oyun ve hikâye aralarında bazı fıkralarda ve ima ve manalı konuşmalar ile ikaza dahi ruhsatlı olmalarıyla, şehirlerde haftada iki gece ve üç gece bu oyunlardan birisi oynanır."
KRAL GÜCENMESİN DİYE OPERA SEYRETTİ    
1748'de Viyana'ya elçi olarak giden Mustafa Hattî Efendi, opera seyretmek istememiş, kral gücenince mecburen seyretmişti. Operayı şöyle anlatır:
"Devletlerinde opera ve komedya demekle birer eğlenceleri ve mükemmel bir şekilde hazırlanmış olan dört beş katlı oyun evleri olup, Cuma günlerinden gayri her gün ikindiden sonra devlet ileri gelenleri aileleri ile ve çoğunlukla kral ve kraliçeleri gelip kendilerine mahsus olan localarda Nemçe'nin (Avusturya) cilveli kızları ve delikanlıları kendilerine mahsus yaldızlı ve rengarenk elbiseleri ile kâh raksederek acayip sanatlar meydana getirdiler, kâh şarkı söyleyerek garip işler eylediklerini ve kâh İskendername ve sair aşk ve muhabbete dair şamatalı hikâyeler ile sona erer. Eğlencelerini seyretmek adetleri olmağla, kral ve kraliçe buluştuktan sonra bizim için dahi zikrettiğimiz yerde odalar tahsis eyledikleri kral tarafından bildirilmiş ve davet eylemişler idi. Tarafımızdan o kadar rağbet olmadığından gücenik olduklarını ifade eylediklerinde, zorlamalarına binaen davetlerine icabet olunup varıldığında, tahsis ettikleri odalar, kralın locasına karşı olmağla, oyun evinin sonunda olan bir büyük yerde icra eyledikleri sanatları seyrettik."

Hiç yorum yok: