16 Mayıs 1982'de yani 30 yıl önce yüzlerce Lübnanlı Faşist Hıristiyan militan İsrail askerinin de desteği ile Beyrut'un Sabra ve Şatilla kamplarını basarak katliama başladı. Üç gün süren bu katliamda farklı rakamlara rağmen yaklaşık iki bin Filistinli kadın, çocuk, yaşlı ve genç baltalarla, süngülerle, makineli tüfeklerle paramparça edildi ve dönemin İsrailli Savunma Bakanı Şaron müthiş haz aldı. 19 Eylül günü o kamplara giren ilk gazeteciler arasında ben de vardım. Vahşetin görüntüleri uzun süre gözlerimin önünden gitmedi.
O günden sonra izlediğim bir çok savaşta daha kötüsünü gördüm ama Sabra ve Şatilla'yı asla unutmadım. Ben unutmadım ama bugün bu olayı hatırlayanların sayısı o kadar az ki İsrail ve onun arkasındaki ABD bildiğini yine okuyor. Nasıl olsa bizim gibi toplumlarda insanlarımızın en belirgin özelliği ya da hastalığı unutkanlık. Bunun nedeni ya 'vurdumduymazlık' ya da 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın' anlayışıdır. Belki de bu nedenle Osmanlı 'Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür' demiş. Örneğin bugün Mavi Marmara olayını bile neredeyse herkes unutmuşa benziyor. Hadi onu da unuttuk. Üç ay öncesinde neredeyse savaşa neden olacak olan Suriye'nin düşürdüğü uçak konusunu bugün hatırlayan yok. Unutmak isteyenlere ya da unutmaya müsait olanlara bir şeyleri hatırlatmanın yararı yok. Ama bildiğim bir gerçek vardır ki; bize acı veren olayları unuttuğumuz sürece çok daha büyük acıları hakederiz, ediyoruz.
Yani Mehmet Akif'in deyimi ile ' ..ders alınsaydı tekerrür eder miydi tarih ?'. Tarih ise ya yaşanarak ya da okunarak öğrenilir. Bizim gibi toplumlar neredeyse hiç okumuyor. Magazin içeriksiz tarih kitaplarına ilgi çok az. Katıldığım kitap fuarlarında insanlar daha çok 'kolay ve yüzeysel duygu yüklü' kitapları tercih ediyor. Televizyon tartışmalarının klasik seyircilerinin büyük bölümü kendi önyargı ve kanaatlerine göre ekrana bakıyor ve program bittiğinde de belleklerinde ya hiç ya da çok az şeyin kaldığını görüyorlar. Yaşadığımız dijital çağ bize yardımcı olması gerekirken çoğunluk bu çağın avantajlarını farklı alanlarda aptalca işlerde kullanmayı tercih ediyor.
Örneğin farklı kentlerde verdiğim konferanslardan edindiğim izlenimlere göre gençler dahi internet üzerinden herhangi bir konuyu araştırma ve bilgilerini zenginleştirme zahmetine katlanmıyor. Ama sosyal medya üzerinden tartışmalara katılanlar cehaletlerine bakmaksızın sağa-sola saldırıp duruyor. Oysa dijital çağın en yoğun yaşandığı toplumlarda insanlar internet ya da televizyona takılmak yerine hep kitap okuyor. Kitap, gazete, dergi ve benzeri malzemeleri okumayan insanlar belki dinazorlar gibi kocamanlaşabilirler ama beyinleri giderek küçülür. Bu tip insanlardan oluşan toplumların yönetilmesi, yani kandırılması çok daha kolay olur. Kandırılarak yönetilen toplumların ise cahil olması ya da kalması özellikle istenir ve hedeflenir. Çünkü bu tür toplumlar giderek lümpenleşir ve iki cümlelik sloganlarla istenilen yöne çekilir, sağa-sola fırlatılır ya da savrulur. Bu toplumların dönek kontenjanı ise oldukça fazladır.
Çünkü dönek olanlara yakın ya da uzak geçmişleri hatırlatıldığında 'hatırlamıyoruz' diyeceklerdir. Doğrudur çünkü beyinlerinde hatırlayacakları çok fazla bir şey yoktur ve hiç bir zaman olmamıştır. Tehlikeli olanlar da bu tiplerdir. Yani kendilerini bilge sanan kara cahillerdir. Bunlardan bizim gibi toplumlarda çokça bulabilirsiniz. Çok oldukları için de bizim toplumların sorunları bitmiyor, bitmeyecektir. Çünkü bu tiplerin hemen hemen hiçbir öngörüsü, yorumu ya da analizi doğru değil ve olamaz. Çünkü onlar için her şey 'tamamen duygusaldır'. Oysa tarih hep kan, acı, emek ve özveri ile yazılır. Bu sözcüklerin anlamını derinlemesine kavramayanlar hiçbir şeyi hatırlamaz. Çünkü onlar gönüllü Alzheimer hastasıdır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder