11 Eylül terör saldırısından hemen sonra çıktığım bir televizyon programında bunun bir terör eylemi olamayacak kadar sofistike bir eylem olduğunu ve dünya üzerinde küresel sermaye ile ulus devletler arasındaki çatışmanın işaret fişeği olduğunu söyledim. Bana göre süreç ulus devletlerin kazanmasıyla sonuçlanacak ve küresel sermaye tasfiye edilecekti. Çünkü küresel sermaye dünyayı yönetmek istemekteydi. Parayla ifade edildikleri için herhangi bir coğrafyaya bağlı değillerdi ama bir ülke sınırları içinde yer alan üretici sermayenin hasmı haline gelmişlerdi.
Ekonomik krizin, komploculukla itham edilmeyi göze alarak, kendiliğinden oluşmuş bir süreç olmadığını, küresel sermayenin tasfiye operasyonu olduğunu düşündüm ve söyledim. İlk tasfiye Rusya’da gerçekleşti ve oligarklar ekonomiden uzaklaştırıldı, yerlerine ulusalcıların adamları getirildi. Renkli devrimlerle küresel sermayenin kontrolüne giren ülkelerdeki yönetimler değiştirildi.
Bir yazımda bu mücadelenin sonucunu belirleyecek meydan savaşının Türkiye’de olacağını yazdım ve ülkemizin yerinin henüz belirlenmediğine ve tarafların varlıklarını sürdürdüğüne işaret ettim. Ulus devletlerin kazanması AB’nin dağılmasını gerektiriyordu. Çünkü küresel sermaye onu kontrol etmeyi planlıyordu ve sürecin aracısı küresel sermayenin merkezi konumuna gelen İngiltere idi.
Önümüzdeki dönemde ülkemiz sadece içeriden kaynaklanan sorunları çözmek ve daha güçlü olmak için mücadele etmekle yetinemez. Yeniden şekillenen dünyada önemli bir rol oynayacağı için bu oluşumun gereklerini yerine getirmek zorundadır. İç politikada yaşanan şokların, kasetlerin, ekonomik gelişmelerin dış boyutlarını da izlemek ve uygun bir tavır sergilemek zorundadır. Büyük olmak sadece kas gücüyle ölçülmez. Büyük bir aklın hükmetmediği kaslar kendi yenilgisinin sebebi olabilir. İktidar kendisini basit konulara hapsetmiş olan muhalefetin bu büyük mücadelede rol almayacağını bilmek ve büyük bir aklı temsil etmek zorundadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder