18 Şubat 2012 Cumartesi

Fransız Devrim ideolojisi, Aydınlar üzerinden İnsanlığa atılan en büyük kazıktır!-Fransız Devrimi Aydınların ihanetidir. CHP’nin üç oku Fransız, üç oku Rus’tur.-Aaa… Fransız Devrimin şeyi gözüktü! Devrim bir ihraç malzemesidir. Nasıl yani? -Devrimler, “Yahu ver şunu da biraz da biz ölelim! Değişimidir-canmehmet.com


Fransız Devrim ideolojisi, Aydınlar üzerinden İnsanlığa atılan en büyük kazıktır! (1)

Fransız Devrim ideolojisi, Aydınlar üzerinden İnsanlığa atılan en büyük kazıktır! (1)

Osmanlı ile ilgili konuşmadan evvel ilgili dönemde Asya-Avrupa ve Afrika haritalarına birlikte bakılmalıdır.

Fransız devrimini bir cümle ile tanımlamak gerekirse bu herhalde, insanların kendilerinin Din değil, Hukuk kuralları’na göre yönetilmelerini istemeleridir. Bu elbette gerçek değil resmi tanımıdır. Devrimin vitrini olan Fransızlar, devletleri önceden parçalayarak sömürdüler. Şimdi de, BOP ve AB örneğinde görüldüğü gibi birleştirerek sömürmenin peşindeler.
Aramızda kaç kişi Fransız devrimlerini ve devrimleri getirdikleri sonuçları ile sorgulamıştır?
“Aydınlanma Çağı’nın sloganı, sorgulamak değil midir?
Öyle ise, sorgulanmayan bir düşünce ve eylemin doğru olduğunu nasıl anlarsınız?
'Kavun gibi dibini koklayarak' mı?
Biz, Newton, Rousseau, Voltaire gibi ustaları, öğütlerini yerine getirerek sorgulayalım...
...
-“İlk defa 18. yüzyıl sonlarına doğru Fransız Devrimi (1789) kilise karşıtlığı ile birlikte ulusalcı ideolojilerin ortaya çıkmasını sağladı.
-“Fransız Devrimi’ni körükleyen kilise karşıtı aydınlanmacı ideoloji, insanı evrenin merkezine yerleştirerek aklı yüceltti. Kilisenin, dinin kaderciliğine başkaldırdı...
-“Dinlerden bağımsız oluşan ideolojilerin ve laik düşüncenin yavaş yavaş gelişmesiyle en azından bir takım kişiler, kendilerinin bu dünyadaTanrının çizdiği kader çizgisi içinde yönetilmediklerini bunun yerine iktidarı eline geçiren güçlülerin adil olmayan bir şekilde yönettiği piyonlar olduklarını görmeye başlayacaklardı...”
...
-“Maximilien Robespierre liderliğindeki bu kişiler, karşı devrimlerin ancak devletin zor rolünü gerçekleştirmesiyle ortadan kaldırılabileceğini savunmaktadır.
-Amaçları bir dönemlik dikta yönetimi sonrası "Aydınlanma Çağı" felsefecilerinin öngördükleri doğal düzene ulaşmaktır.
...
“Jakobenizm, ideolojisini genel kitle ideolojisinden daha yeğ gören ve dikte yolu ile bu ideolojiyi kabullendirmeyi amaçlayan politik akım... Jakobenizm bir ideoloji değil yöntemdir.
-“İdeolojisini topluma benimsetmek isteyen herkes jakoben olabilir. Fransız Jakobenler ideolojilerini benimsetmek için devrimi tercih ettiklerinden karşıtları tarafından dayatmacılıkla suçlanmışlardır.
Fransız Jakobenlerin ideolojisi aristokrasi yerine cumhuriyettir.
...
“M.Kemal Atatürk, Türk Devrimi için altı okun üçünü Fransız İhtilalinden almıştır. Nedir onlar?
-Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik  (Ulusçuluk) ve Laiktir. Diğer üçü de Bolşevik devriminden alınmıştır. Onlar da;
-Halkçılık, ekonomide Devletçilik ve İnkılapçılık; yani Devrimcilik'tir.”
...
-“Hatırlatırım, dünya çapında şöhret salmış Harvard Üniversitesi’nde bir iktisat profesörü söylemişti: “
-Otuz yılımı yatırım, istihsal ve iktisadi gelişme meselelerine verdim ama sonunda şunu anladım ki bütün bu meseleler bir toplumun sosyal yapısı ile orada çarpışan fikirlere, karşılıklı menfaatlerle karşı karşıya gelince hiçbir sonuç vermez.
Bizim ekonomik dediğimiz meseleler aslında sosyal ve kültüreldir. (1)
...
Fransız devrim anlayışından beslenerek boy veren aşağıdaki akımlar hakkında da bilgi verilmektedir.
-“ Çağdaşlarının çoğu gibi Çar da, Paris’te Avrupa’daki bütün devrimci hareketlere esin kaynağı olan ve devrimci hareketleri kontrol eden merkezî bir örgüt olduğuna inanıyordu.” Sbornik Imperatorskogo Russkogo Istoricheskogo Obshchestva, III, 269. (2a)
-“Panslavizm, (Rusya'nın, özellikle Çarlık döneminde uyguladığı, Slav ırkından olanları kendi hakimiyeti altında toplama siyasetidir.) sözcüğünün ilk olarak Rusya’da değil, Slovak bilim adamı Jan Herkel’in 1862’de basılan, lingustik üzerine bir eserinde kullanılması da anlamlıdır. (2b)
-“Pantürkizm, (Turancılık, dünya üzerindeki tüm Türkleri tek millet olarak kabul edip tek bayrak altında birleştirme ülküsü.) Bu düşünce akımı,  Rusya'da 1905 Devrimi'nden önceki günlerde Azeri ve Tatar aydınları tarafından ortaya atılmıştır.
Bu akımın öncülerinden olan ve “Üç Tarzı Siyaset” adlı makalesi Türkçülük akımının manifestosu kabul edilen Yusuf Akçura, Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarına karşıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün çalışma arkadaşı olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kültürel yapısının oluşmasında katkıları olmuştur.
Akçura’nın, Paris’te devam ettiği Siyasal Bilgiler Okulu'nda Türkçülük fikirleri olgunlaşır. Okulda, Albert Sorel gibi ulus öğretisinin üzerinde ısrarla duran profesörlerden ders almıştır.
1925 yılında Ankara Hukuk Mektebi’nde siyasi tarih dersleri vermeye başlayan Yusuf Akçura, Mustafa Kemal’in kültür ve politika danışmanı olarak çalışmaktaydı. (3)
Akçura,  “Kemalizmin İdeoloğu” olarakta anılmaktadır.
...
“Fransız Devriminin ardından hızla yayılmaya başlayan Ulusçuluk fikri Osmanlı'nın sonunu getirir.
Ulusçuluk akımı sanki,  Çok dilli, çok dinli, çok kültürlü ve çok uluslu Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak için yazılmış  özel bir senaryodur.
Yakın tarihe meraklı olanlar hatırlayacaktır. Rusların ve Avusturya’nın kışkırtmasının yanında Fransız devrimi ile körüklenen milliyetçilik akımları, Balkanlar’da önce Sırplarla başlar, Yunanlı ve Bulgarlarla devam eder...(4)
Osmanlı bir tarafta Balkanlardaki halkların isyanları, diğer taraftan da Rusların açtıkları nedensiz savaşlarla uğraşır... Rusların o dönem sıkı dostları olan Fransızlarda boş durmaz,  onlarda Mısır valisi, Mehmet Ali Paşa’yı silah, para  ve subayları ile destekleyerek Osmanlıları meşgul ederler.(a.g.e)
Özetle, Avusturyalılar Sırpları, İngilizler Yunanlıları, Ruslar Bulgarları, Fransızlar Mısırlıları Osmanlıya karşı büyük desteklerle kışkırtırlar...
Gerçeğinde bir savaş, maliyet ve getirdiği yıkımlar nedeniyle bir devleti birkaç yıl geriye götürmektedir.
Osmanlının aşırı borçlanmasının, kalkınamamasının altında bunları da aramak gerekmektedir.
Tüm bunlara, içeride de uzun yıllardır kalkınma hamlelerine  "İstemezük" diyen Yeniçeriler ile yerleşik düzenden beslenenleri de eklemek gerekir.
Bu nedenlerle söylenmiş olsa gerek, "biz içeriden siz dışarıdan, şu Osmanlıyı üçyüz yıldır yıkamadık!
Bunlar Osmanlıyı sona götüren yola döşenen taşlardır.
Acaba, Fransız ihtilalinin başkaca yıkımına, parçalanmasına neden olduğu bir devlet  var mıdır?
Çok ilginçtir, ancak yok gibidir.
Sanki Anası Fransız ihtilalini Osmanlılar için doğurmuştur!
...
-“8 Ocak 1918 Tarihinde ABD Başkanı Wilson, Mecliste konuşmaktadır. “Her halk kendini yönetmelidir.”
Biz burada mızıkçılık yaparak, ABD’ye sizin; İran, Afganistan, Irak, Şili, Arjantin, Vietnam, Afrika Ülkeleri, Birmanya ve Türkiye gibi özellikle gelişmekte olan ülkelerde ne işiniz vardı, darbelerle neleri hedeflemiştiniz? Demeyelim...
...
Oyunun adı, bazen Devrim, bazen  özgürlük, hürriyet, bazen de kimilerini diktatörlerinden kurtarmaktır...
Yazılanların ışığı altında, "Arap baharı"nı değerlendirebilirsiniz.
Devrimler bugün çiçek açmış, sahte baharların müjdesini vermektedir!
(1)“Osmanlı’dan günümüze kimlik ve ideoloji”, Prof. Dr. Kemal H. Karpat
(2)“Doğu Sorunu, Uluslararası İlişkiler Üzerine Bir İnceleme”, Prof. Matthew Smith Anderson
(4) “Büyük oyun”, Prof. Niyazi Karaca. "Doğu Sorunu", Prof. Matthew Smith Anderson,

Fransız Devrimi Aydınların ihanetidir. CHP’nin üç oku Fransız, üç oku Rus’tur.(2)

Fransız Devrimi Aydınların ihanetidir. CHP’nin üç oku Fransız, üç oku Rus’tur.(2)

Oh be! Futbol ve Tango ile nükleer çağı yakaladık!
İnsan olmak farkında olmaktır. Bilmiyor, bilmediğini de bilmiyorsa at çöpe! Fransızların haklı olarak şikâyet ettiği Kilise ile Cami’nin nasıl bir benzerliği vardı ki, 7 gün 24 saat, “Laik kalacağız! Şarkısını söyledik? Kilise, insanları yakıyor, soyuyor, devletin adeta yönetilmesine izin vermiyordu. Bu elbette onlar adına doğru olan tespitlerdir.
Osmanlı-Türkiye’nin çağdaşlarına göre kalkınamamasının, geride kalmasının nedeni Kilisenin bizdeki karşılığı olan Cami midir?
Veya Cumhuriyet yönetiminin olmaması, saltanat mıdır?
Bunları bugüne kadar doğru örnekleri ile anlatan bir babayiğit akademisyen veya bir araştırmacı neden çıkmamıştır?
-Bilinen böyle bir araştırma yoksa, ihtimaldir ki, bize dışarıdan, “yaramıza merhem olacak!” anlayışı ile gelenleri de bizi hala neden kalkındıramadığı, bilgi toplumu yapamadığının da, sorgulamadığımız için farkında değiliz.
Meselelerimizi, eksiklerimizi gidermek adına neden sorgulamıyoruz?
Örneğin, harf devrimini yapınca, daha mı çok okuduk veya yeni bir teknolojimi geliştirdik?
Bu durumda neden haklı olarak Osmanlıyı eleştirdiğimiz gibi bu değişiklikleri getirenleri de eleştirememekteyiz?
Düzene yaranmak, sistemin adamı olmak adına halktan gerçekleri saklamak ihanet değil de nedir?
Geri kalmamızın nedenlerinden birisi olarak matbaanın geç gelmesi gösterilir.
Bu büyük bir aldatmacadır.
Kitapların çoğaltılması için elbette matbaalar şarttır.
Ancak bunları okuyacak bir halk yoksa kitap ne işe yarayacaktır?
Salonları süslemeye, zeytin, helva sarmaya mı?
Burada basit bir örnek vermek gerekirse; Nüfusumuz yaklaşık 73 milyon, gelişmiş batılı devletlere göre okumamız gereken yıllık kitap sayısı, 120 milyon adettir.
Diğer ifadesi ile, aile başına okumamız gereken kitap sayısı yılda, 6-7 (altı-yedi) adet olmalıdır.
Nüfusu yaklaşık 6 milyon olan Norveçlilerin okuduğu kitap sayısı yıllık, 25 milyon adet;
Bizlerin özümseyerek okuduğu değil, okur gibi! Yaptığı kitap sayısı ise, yaklaşık, 18-20 milyon adettir.
Okuduğumuz gazetelerin sayısı da ortadadır.
Ülkede yaklaşık 17-18 milyon aile olmasına karşılık, okunan gazete sayısı günlük,  utanmadan söyleyebilecek,  3-5 milyon adet kadar dahi yoktur.
Al sana matbaa...
Al sana gazete...
Al sana kitap...
Al sana dergi...
Bir örnek daha, büyüklere hitap eden dergilerin satışını toplarsak yüz bin adet bile etmeyecektir..
Bunu da biz utanarak söyleyelim...
18 milyon aile var, bunların yüzde biri bir dergi okumuş olsaydı, 180.000 (yüzseksenbin) adet dergi satılacaktı.
Okuyan olmadıktan sonra al matbaa makinelerini başına çal!
...
Kuran, ilk emir olarak ne emretmektedir?
-“Oku... Düşün...”
Hz. Muhammed (sav) ne demektedir?
“İlim Müslümanın yitik malıdır. Onu nerede görürse almalıdır.”
Kuran ve peygamber daha ne yapsın?
Akşam uyurken yatağımızın başında kitap mı okusunlar?
...
Sekiz ve dokuzuncu asırlarda İslam âlimleri, Antik Yunan bilginlerinin eserleri, Arapçaya tercüme ederek ve geliştirerek bir İslam Medeniyeti kurdular.
İnkârcı batılılarda bu ilmin üzerine hem Rönesans hareketini hem de sanayi devrimi inşa ettiler.
Bu ilmi Müslümanlardan aldıklarında, ne Müslümanların kullandıkları  harflerini aldılar, ne kıyafetlerini, ne de yaşam şekillerini...
...
İlim insanlığın ortak ürünü, malıdır.
İlim, Ne İslam’ın, Ne Hıristiyan batılıların, Ne de Çinlilerindir...
İlim, insanlık anıtının tuğlalarıdır.
Çalışanlar, bu insanlık anıtını yüceltirler...
Yüceltme sırası batıdan bize gelince, biz herhalde,
At sırtından dolaşmayı sevdiğimizden olacak, okumayı, çalışmayı sevmiyor,
-“Gavur malı!” diyerek nazlanıyoruz...
Gözü kör olmasın emi?
-Uçağa, otomobile biner, ampule ışık verirken “Gavur malı” olmuyor da,
Sıra okumaya, çalışmaya geldiğinde mi, "gavur malı" oluyor? 
...
Sultan III. Ahmet, devlette hiç adet olmamasına rağmen, “Matbaa yaşasın” diye, hazineden matbaa için para veriyor, ancak kitaplar satılmadığı için İbrahim Müteferrika yine de iflas ediyor.
Okunsun diye din adamları fetva da çıkarıyorlar, o da para etmiyor...
İşte bize anlatılan masallar, işte en basit tanımı ile gerçeklerimiz...
Okumuyor, okuyan, farkında olanları da, “Hain” etiketi ile damgalıyoruz.
Sonra mı?
Biz sömürülenler, tango yaparak! Sağ, ülkeyi ağız tadı ile sömürenler de selamet!
CHP’nin anlayışında Fransız devrimi...

Aaa… Fransız Devrimin şeyi gözüktü! Devrim bir ihraç malzemesidir. Nasıl yani? (3)

Aaa… Fransız Devrimin şeyi gözüktü! Devrim bir ihraç malzemesidir. Nasıl yani? -3-

Bugünün küçükleri yarının büyükleri...

Dede! Biz şapka devrimi yerine neden sanayi devrimi yapmadık?” Onu da sen yaparsın. Bizimle ilgili yazılan bir senaryo adım adım uygulanır. Bu oyunlara bir daha düşmemek için oyunun şifreleri aşağıda verilmektedir. Ve yakın tarihimizi, Mısır ve İran’la birlikte değerlendirmeyenlerin büyük tabloyu görme şansları asla olmayacaktır.
Okuyanı sıkmamak için hakkımızda yazılan senaryonun içeriği kısa notlar halinde verilecektir.
...
-O günlerde yoğun olarak Mısır ve “Arap Baharı!” gündemdedir.11 Şubat 2011 Tarihinde  ABD Demokrat Parti Silahlı Hiz. Kom. ve İstihbarat Komitesi üyesi Senatör Udall  bir düşüncesini dile getirmektedir;  
-"Türkiye'nin 100 yıl önce gördüğü gibi, gerçekten -Mısır’da- bir Atatürk'e ihtiyacımız var.” Bence Türk ordusu, Mısır ordusunun bu durumda oynayabileceği rol için iyi bir örnek" dedi.(1)
...
-"18 yy. da Avrupa'da iki büyük sömürgeci güç vardır: İngiltere ve Fransa. Ve bunlar birbirleriyle amansız rekabet halindedir. O dönemde İngiltere, Fransa'yı Hindistan’dan kovmuş ve Hindistan'ı adeta tek başına  yağmalarcasına sömürmektedir. Fransa, kendisi için büyük bir gelir kaynağından mahrum kalınca yeni oyunlar ve plânlar peşinde koşmaya başlar. Hem Hindistan'ı ezelî düşmanlarının elinden almayı hem de Hindistan'ın giriş kapısı olan tahıl ambarı Mısır'ı alıp İngiltere'ye darbe vurmayı planlar.  
Bu gaye ile Fransa hükümeti 5 Mart 1798’de I. Napolyon Bonapart'ı vazifelendirerek hazırlıkları çok gizli bir şekilde yürütmesi emrini verir...
“Bu görev, şöhret düşkünü Napolyon'u çok sevindirir. Napolyon kendisini "Büyük İskender" rolünde görmekte ve İstanbul'u da bu "Yeni İskender İmparatorluğu’nun başkenti olarak düşünerek hayallerini Hindistan'a kadar uzatmaktadır. (2)  
Ve böylece Mısır'ın, sık sık isyanlara sahne olacak olaylarının hikâyesi 213 yıl evvelinden başlar...
-“Napolyon 400 parçalık donanması ile 1798'de denize açılır. İskenderiye sahillerine inen Napolyon'un maiyetinde; 40.000 asker, 40 general ve sadece askeri alanda değil, Mısır'ın kültür varlıklarının sömürülmesi ve ahlâken sukût ettirilmesi (ahlaken çökertilmesi ) için de 100 kadar bilim adamı, ressam ve artistine kadar zengin bir kadro bulunmaktadır (3).
"Sefer en ince teferruatına kadar hesaplanmış ve propaganda için Arapça matbaa dahi getirilmiştir. (4) 
"Napolyon bu arada Fransız ihtilali'nin fikirlerini yerleştirmek ve Fransız kültürünü tabana yayabilmek için Kahire'de bir Fransız mektebi ve tiyatro açar. Daha sonra da matbaa kurup gazete çıkartır.
Yazılanlardan anlaşılan, Fransız devrimi bir ihraç malzemesidir.  Ve devrim sömürünün bir aracı olarak kullanılacaktır. İlerleyen dönemde Fransızların yaptıkları çalışmalar bakınız, hangi baharlarda, hangi çiçekler açacaktır!
...
-“Doğu Sorunu, 18. Yüzyıl sonlarından itibaren Avrupalı Büyük Güçler’in, başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere Yakındoğu’da uyguladıkları emperyalist siyasetin diğer adıdır.
Modern anlamda uluslararası diplomasinin ortaya çıkışını hazırlayan bu siyaset biçimi, hassas dengeleri gözeten gizli antlaşmaların, uzun vadeli çıkarların ve hepsinden önemlisi hırslı politikacıların ortak ürünü olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu, 1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Doğu Sorunu’nun merkezindeki yerini alır. İngiltere, Fransa, Avusturya ve özellikle Rusya, modernleşme süreci içinde büyük bir çöküş yaşayan Osmanlı İmparatorlugu’nu siyasî ve ekonomik açıdan kıskaca almaya başlamışlardır, imparatorluk topraklarına milliyetçilik tohumlarının ekilmesi, bunun sonucunda patlak veren ayaklanmalar,  asıl amacı Sevr Antlaşması’yla gün ışığına çıkacak olan Doğu Sorunu’nun, Osmanlı toplumuna ödettiği çok ağır bir fatura olmuştur. (5)
...
Ünlü uluslararası siyaset tarihçisi olan hoca ne demektir?
-İmparatorluk topraklarına milliyetçilik tohumlarının ekilmesi sonucunda patlak veren ayaklanmalar ve bu şekildeOsmanlı toplumuna  ödettirilen fatura çok ağır olmuştur.
...
Biz Ermeni ve Rumlarla bin yıldır bir arada, üstelikte kültürlerin zenginliği ve güzelliği içerisinde yaşadık.
Kürt kardeşlerimizde öyle...
Dün Ermeni ve Rumlara tarifi imkânsız acılar yaşatanlar, bu oyunları bugün Kürt Kardeşlerimizin üzerinde denemektedirler.
Bakınız Ermeni meselesinin aslı nedir?
Konuyu dağıtmak pahasına da olsa önemli olduğu için burada onların tarihçilerinin kaleminden veriyoruz.
“19. yüzyılın sonunda Osmanlı yönetimi altında yaklaşık bir milyon Ermeni yaşıyordu. Ermeniler, İstanbul ve birkaç şehirde önemli koloniler oluşturuyorlardı, ancak nüfusun büyük bir çoğunluğu Doğu Anadolu’da Türkler ve Kürtlerle karışık bir biçimde yaşıyordu, dolayısıyla Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu’nun hiçbir vilayetinde çoğunluğu oluşturmuyordu.
Kendi anavatanlarında yaşayan, bastırılmış bir azınlık grubu oluşturuyorlardı. Dinleri nedeniyle, Osmanlı mahkemelerinden adil sonuçlar elde etmeleri de mümkün değildi, vergiler büyük ölçüde Ermenilerin aleyhine işliyordu.
Nefret edilen kışlak vergisi, Kürt göçerlerin kışları Ermenilerin evlerinden yararlanmasını sağlıyordu,  buna karşılık Kürtler de söz konusu bölgelerin Osmanlı valilerine veya askerî kumandanlarına toplu para veriyorlardı.
19. Yüzyılın ikinci yansına kadar Ermeniler, Osmanlı idaresi altında kayda değer ölçüde uyumlu davranmışlardı, ama 1850’lerden itibaren ağırlıkla Amerikalı misyonerlerin Ermeni bölgelerinde yürüttüğü eğitim faaliyetlerinin etkisi ve Batı Avrupa’da (Burada kastedilen Fransa olmalı)  eğitim gören Ermenilerin sayısının artması, siyasî amaçlar ve milliyetçi duyguların ortaya çıkmasına yardımcı olmuştu.  (6) “Doğu Sorunu”, s.264)
...
Uluslararası siyaset tarihçisi ne demektedir?                 -
“1850’lerden itibaren ağırlıkla Amerikalı misyonerlerin Ermeni bölgelerinde yürüttüğü eğitim faaliyetlerinin etkisi ve Batı Avrupa’da ( Fransa olmalı )  eğitim gören Ermenilerin sayısının artması, siyasî amaçlar ve milliyetçi duyguların ortaya çıkmasına yardımcı olmuştu.  
...
Şİmdi de, aşağıda “Milliyetçilik” maskesi altında başımıza örülen çoraplardan bir demet!
“1856-1876 döneminde 500 Bulgar Rusya’da eğitilmişti (B. H. Sumner, Russia and the Bal 1870-1880, Oxford, 1937, s. 112). Öte yandan Bulgarların ulaşabileceği en önemli Batılı eğitim kurumu olan İstanbul’daki Robert Kolej ise 1878 yılında 45 Bulgar eğitmişti. C. E. Black, “Influence of Western Political Thought in Bulgaria, 1850-1885”, American Historical Review, XLV111 (1942-1943) s. 508. (7)
Şimdi, “Milliyetçilik ve yeşertildiği eğitim konusu biraz daha aralanmaktadır.
“Amerikalılar, "Bulgar devlet adamlarının yetiştiği yer Robert Kolej ise, bu ulusun moral önderlerinin yetiştiği yer de Samokov'daki misyoner okullarıdır"  diyorlar.
Kral Boris III, "Bulgaristan'ın en iyi devlet adamları ilk eğitimlerini İstanbul ve Samokov'daki okullarda almışlardır. Ulusal uyanışlarının ilk yıllarında Bulgarlara kendi dillerinde İncil'i veren Amerika'nın çocuklarıdır. Halkımın Amerika'nın iyi niyet ve dostluğuna her zaman sarsılmaz güveni olmuştur"diyor ...
...XIX. yüzyılın sonuna gelindiğinde, Bulgaristan ve Makedonya'ya yönelik çalışmaları örgütlemek amacıyla, yönetim merkezi İstanbul olan ve bu kentten başka Manastır, Filibe, Samokov ve Selanik'de istasyonları, 48 ayrı yerleşmede üç istasyonları bulunan, yılda 44.000 Dolar (10.000 Osmanlı Lirası) para harcayan bir misyoner dizgesi oluşmuştu.
Bu örgütlenmenin tek başına ne Bulgaristan'ın kültürel ve sanatsal uyanışını sağlayabilmesi, ne de bu ülkenin bağımsızlığını gerçekleştirebilmesi beklenemezdi.
Ancak XIX. yüzyılın son çeyreği ile XX. yüzyılın ilk on yılı içinde bu yörede olup bitenleri dünya kamuoyuna aktarmakta, bu misyoner örgütlenmesinin oldukça başarılı sonuçlar aldığı söylenebilir.
Amerikalılar (özellikle misyonerler) modern Bulgaristan'ın oluşmasına başlıca üç mekanizma ile katkıda bulunduklarını ileri sürerler. Bunlardan;
-Birincisi yöredeki Amerikan misyonerleri,
-İkincisi Samokov'daki Amerikan okulları ve
-Üçüncüsü de İstanbul'daki Robert Koleji'dir.
Şimdi kısaca Robert Koleji'nin bu bağlamdaki öyküsüne değinelim.
Robert Koleji (*) ve "Bulgaristan Meselesi (çok kısa bir özet olarak)
-Robert Koleji'nin Bulgaristan'daki gelişmelerle başlıca iki yönden ilgisi olduğu söylenebilir. Bir kere bu okul kuruluşundan itibaren bir elit Bulgar gençlik grubunun öğretim ve eğitimine katkıda bulunmuştur.
İkincisi, belirli dönemlerde Bulgaristan'a ilişkin her türlü gelişmeyi Batı dünyasına aktaran bir tür istihbarat ve enformasyon merkezi görevi yapmıştır.
Kuruluşunun ilk kırk yılında (1863-1903) Robert Koleji 195 Bulgar gencini mezun etmiştir ki, bu aynı sürede okulda eğitim gören en büyük ulusal grubu oluşturmaktaydı . Bulgar gençlerinin Robert Koleji'ne yoğun ilgi göstermelerinde Methodist misyoner Albert Long'un büyük etkisi olmuştur .
Aynı zamanda okulda doğa bilimleri dersi okutan Dr. Long, I858 yılından itibaren Bulgaristan ve Makedonya'da yoğun faaliyet göstermiştir. Önceleri Bulgar gençlerinin Robert Koleji'ne kanalize edilmesini sağlayan Dr. Long daha sonraki yıllarda da Dr. Washburn'la birlikte olayların Avrupa ve Amerikan kamuoyuna yansıtılmasında baş rolü oynamıştır.
Robert Koleji'nin kurucusu ve ilk müdürü Cyrus Hamlin'in damadı olan George Washburn, kayınpederinden sonra okulun yönetimini üstlenmiş ve bu görevi sırasında Bulgaristan'ın bağımsızlık davasına hizmet etmeyi önde gelen görevlerinden birisi saymıştır.
Robert Koleji'nde öğrenim görmüş Bulgar gençlerinin sonraki yıllarda önemli siyasal ve yönetsel görevlere geldikleri dikkat çekmektedir.
1871 yılı mezunları bu konuda çarpıcı bir örnektir. Söz konusu yıl verilen altı mezundan beşi Bulgar uyrukludur.
--Geşov, Panaretov, Stoilov, Slaveikov ve Tapçileştov adlı öğrenciler ilerki yıllarda,
-Bulgaristan'a belediye başkanı, parlamento üyesi büyükelçi, bakan ve başbakan olarak hizmet etmişlerdir.
-Bulgar bağımsızlık modeli, çeşitli silahlı kalkışmalara Osmanlı Devleti'nin tepkisini davet ederek olayları tırmandırmak ve büyük devletlerin müdahalesiyle bağımsızlığı kazanmak stratejisine dayandığı için, Bulgaristan'da olup bitenlerden "medeni dünya"nın haberli kılınması büyük bir önem taşıyordu.
İşte bu önemli işin üstesinden gelinmesinde Robert Koleji çok önemli bir rol oynamıştır.
1875 yılı Temmuz'unda Hersek'de ayaklanma başgöstermesi üzerine, Bulgar ihtilalcileri de faaliyetlerini artırdılar ve 1876 Nisan-Mayıs'ında Türk yönetiminin tepkisini kışkırtmak amacıyla 200 kadar Müslüman görevliyi öldürdüler. Osmanlı yönetiminin gösterdiği tepki, değişik kaynaklara göre farklı biçimler alarak dünyaya yansıtıldı.  (8)
Olaylar birbirleri ile o kadar cin fikir ve ince ilişkilerle örülmüşki, "daldan dala!" misali konu kolaylıkla başka bir olaya kayabilmektedir. 
www.canmehmet.com 
(* ) "Okul,  (Rahip) Cyrus Hamlin ve Christopher Robert adında iki Amerikalı tarafından kurulmuştur. Robert Koleji ve 1871’de kurulan kardeş okulu Amerikan Kız Koleji, Amerika Birleşik Devletleri sınırları dışında kurulan ilk Amerikan okullarıdır."
(1) Bakü, 11 Şubat, 2011, Salam News.) 
(2) Kocabaş. Şakir; Tarihte Türkler ve Fransızlar. Vatan Yay. İst/90, s. 134.  
(3-4) Kutay, Cemal Türkiye Hür. Ve Mücadele     
(5-6-7) Prof. Matthew Smith Anderson, “Doğu sorunu,” ProfAnderson 20. yüzyılın önde gelen siyaset tarihçilerindendir 
(8) http://www.egitim.aku.edu.tr/kocabasoglu.htm)

Devrimler, “Yahu ver şunu da biraz da biz ölelim! Değişimidir. (4)


Devrimler, “Yahu ver şunu da biraz da biz ölelim! Değişimidir. (Son)
Zorla güzellik olur mu? Bunun cevabını kedicik vermelidir...

İngiliz ve Fransız Devrimlerinden sonra değişenler sadece ülkede geliri paylaşanlar olmuştur. Bizde?  Bizde mi, isterseniz bunun cevabını vermeyelim!  Deseler ki, “Ülke geliri, 3-5 aile arasında paylaşılmış.” Buna kargalar bile güler! Her doğru söylenmezmiş! Bu da aramızda sır olarak kalsın.
Ne denilmişti? Devletin yönetim anlayışını oluşturan CHP felsefesinin altı okundan üçü Fransız,  üçü de Rus devriminden alınmıştır.
Bir partinin programı bir ülkenin Anayasasına girebilir mi?
Girerse bu Ana-yasa mı, olur Parti-yasa mı?
Konuyu biraz açalım...
Şimdi yeni bir anayasa yapılacaktır.
Partilerimiz bu konuda ne demektedir?
“Halkın tüm kesimleri, renk ve beklentileri ile yeni yapılan anayasada yer almalıdır.”
Bu doğru bir istek, doğru bir ifadedir.
Halk, kendi renk ve anlayışlarının saygı gördüğü ve korunduğu bir anayasa istemektedir.
Neden?
Onlar, bu ülkenin toprağını işlemekte, ektikleri ve diktikleri ile ülkeyi bir gelin gibi süslemekte, üreterek, hizmet ederek devletini zenginleştirmekte, güçlendirmektedir.
Bunları yapanlar olarak anayasada kişisel ve topluluk haklarının teminat altına alınmasını istemeleri doğal haklarıdır.
Şimdi desek ki iktidardaki ABC Partisi kendi program ve hedeflerine göre bir anayasa yaptı ve bu anayasa halk meclisinde bir şekilde kabul edildi-ettirildi...
Olur mu?
...
Şimdi küçük bir hikâyemiz var...
1924 Anayasası, Kaynak; (http://www.anayasa.gov.tr/)
TEŞKİLÂTI ESASİYE KANUNU
Kanun Numarası : 491.....Kabul Tarihi : 20/4/1340 (1924)
BİRİNCİ FASIL
Ahkâmı esasiye
Madde 1.- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
Madde 2.-(Özgün hali) Türkiye Devletinin dini, Dini İslâmdır; resmî dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir.
Madde 2.- (İlk Değişiklik : 10/4/1928 - 1222 S. Kanun/md. 1)
Türkiye Devletinin resmî dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir.
Madde 2.- (Son Değişiklik : 5/2/1937 - 3115 S. Kanun/md. 1)
Türkiye Devleti,Cümhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır. Resmî dili Türkçedir. Makarrı Ankara şehridir.
Madde 3.- Hâkimiyet bilâ kaydü şart Milletindir.
...
Görüleceği üzere CHP’nin parti programı anayasaya girmiştir.
...
“CHP'nin altı oku anayasaya nasıl girdi?
Zamanın Başbakanı İsmet (İnönü) Paşa’nın 120 arkadaşıyla birlikte Meclis'e getirdiği teklif B.B.M'nin 9 Nisan 1928 günkü toplantısında görüşülmüş ve kabul edilen 1222 sayılı kanunla Teşkilat-i Esasiye Kanunu'nun (Anayasa’nın) bazı maddeleri değiştirilirken, ikinci maddedeki "Türkiye devletinin dini, din-i İslamdır" maddesi Anayasa'dan çıkarılmıştır ama 27 Mayıs 1960 hareketine (darbesine) karışan Cemal Madanoğlu’nun işbu değişiklikten haberi yoktur!...
Madanoğlu, 1961 Anayasasını hazırlayan ve "yüksek ilim ve hukuk heyeti" Diye anılan heyetin önüne günün birinde dikilmiş ve şu teklifte bulunmuştur:
-“Anayasadaki "Türkiye devletinin dini,din-i Islamdır" maddesinin hemen altına"Ezan Türkçe okunur"maddesini ilave ediniz.”
Anayasa'daki 1923 ( 1928 olmalı) değişikliğinden haberi olmayan Madanoğlu, hükmü ile bazı dini tabirler Anayasa'dan çıkarılmış ve bu tarihten dokuz yıl sonra, ayni madde bir değişikliğe daha uğramıştır. Madanoğlu,
-"Anayasa'yı ihlal ettiler" diye 27 Mayıs’ta Demokrat parti iktidarının bir darbe ile devirenler arasındadır!.
İkinci madde, bu kere yine İsmet’in 153 arkadaşıyla birlikte Meclis'e getirdiği bir takrir (önerge) ile ele alınmış ve teklif kabul edilerek Anayasa’nın maddesi su şekilde değiştirilmiştir:
-"Türkiye Devleti cumhuriyetçi, halkçı, devletçi laik ve inkılapçıdır. Resmi dil, Türkçedir. Başkent Ankara’dır"
5 Şubat 1937'de kabul edilen bu değişiklik, merhum Ali Fuat Başgil'e göre:
 “Anayasa bir parti programı değildir, bir milli (sözleşme-yemin) misaktır.Yalnız muayyen bir partinin mensuplarına ve yalnız, yaşayan nesille hitap etmez. Milletin her ferdine ve kanun olarak kaldıkça, her nesile hitab eder.
“Bir parti için yerinde ve münasip olan bir fikir, devlet için ve devletin kanunu olan Anayasa için münasip değildir.”diyen Ali Fuad Hoca, başka bir yazısında meseleyi daha geniş bir şekilde ele alıyor:
“Devletçilik nedir? Laiklik ve milliyetçilik nedir? İnkılapçılığın zaman içindeki hududu nedir? Bizde bunlar ne Anayasa'da ne de başka bir tatbikat kanununda tarif edilmemesi, hiçbirinin hududu ve şümulü gösterilmemiştir.
Meselâ, devletçilik şahsi temayüle göre değişik, hatta zıt mana olan bir tabirdir.
“Bizde bu prensibin kanunlarımızda bir tarifine rastlanmadığı gibi, hukukçularımız arasında da ilmi bir izahı yapılmış değildir.”
Laiklik de böyledir. Garp ilmine sorarsanız, laiklik din ve vicdan hürriyetinin teminatıdır ve laik olmayan bir devlette bu hürriyetin teminatı yoktur.
Bize gelince, maziyi yasayanlar bilirler ki, bizde laiklik sol ve sağ temayüller arasında bocalamış, iktidar adamlarının içtihadına göre mana almıştır.
Acı olan şudur ki, bu içtihat memleket realitesinden ziyade yanlış görüşlere saplanmaktan doğmuştur.
Şu da acıdır ki, Üniversitelerimiz, bu hususta efkârı aydınlatacak bir görüş vermemesi ayni fakülte hocaları bile bir anlayış birliğine varamamıştır.(1)
...
Fransız devrimi ile başladı, anayasa ile tamamladık.
Eğer, devlet yönetimlerinde, halk ve adına devlet dediğimiz kurumun gücü arasında bire bir denge yoksa, halk yöneticilerin insafına terkedilmiş demektir.
Biz bunu çok yaşadık.
Devlet, Kanun, asker-polis gibi yaptırım; kredi-ihale gibi yönlendirici unsurlarına sahiptir.
Halk, bu güçlü devlet kurumu karşısında, bağımsız medya ve yargı, güçlü sivil toplum kuruluşları-sendikalar ile seçim sandıklarına sahip olmalıdır. Ki, ezilmesin, horlanmasın...
...
Bizde yakın zaman kadar yapılan her şey dayatma ve korku-baskı unsuru altında yapılmış, adına da halk için halkın yararı için denilmiştir.  
Bir taraftan halk yönetimi diyor, diğer taraftan dayatıyoruz..
Neden?
-“Halk cahil!”    
O cahiller...
-Düşmanı kazma ve balta sapları ile kovalayanlar mı?
-Bebeğinin kundağına taşıdığı mermiyi ıslanmasın diye saranlar mı?
-Bir tanecik gözbebeğinin, kınalı kuzusunun alnına kına yakarak şehit olmaya gönderenler mi?
-Ekenler, sürenler, biçenler, vergi ödeyenler ve şehit olanlar mı?
(1) Mustafa Müftüoglu, Yalan söyleyen tarih utansın, cilt: 10, s. 220-221, İstanbul, 

Hiç yorum yok: