9 Ağustos 2013 Cuma

Bir Vatan Pazarlığı- Ahmet Anapalı

LOZAN: MASADA KAYBEDİLEN VATAN
Tüm yan unsurlara rağmen İngiltere, Lozan masasına hakimâne ve tarihi İngiliz küstahlığı ile oturduğunda esasında çok kötü ve yılgın bir vaziyetteydi. Nitekim bu durum İngiliz askerî ve politik arşiv belgeleri ve o günün savaş bakanlığının raporlarında açıkça belirtilmiş ve “içinde bulunduğumuz bu zor durumu çaktırmayın”6  denmiştir. Bunun yanı sıra İngiliz heyetinin başkanı Lord Curzon, Türkiye’nin içinde bulunduğu zor durumu çok iyi okudu ve kullanmayı başardı.
AHMET ANAPALI

İmzalanmasının üzerinden tam 90 sene geçmesine rağmen o günden bugüne Lozan üzerine çok söz söylendi, çok yazı yazıldı. Bugünlerde bile bir muzafferiyet mi? yoksa bir hezimet mi? olduğu hâlâ konuşulur. Üç beceriksizin gençlik hevesi ve maceraperestliği uğruna yanlış saflarda girdiğimiz büyük cihan savaşından mağlup olarak çıktıktan ve dört senede “evet sadece dört senede” bir milyon ikiyüzbin metrekarelik “yani bugünkü ölçümlerle söylenmesi gerekirse birbuçuk Türkiyelik” toprak kaybettikten sonra, Mustafa Kemal Paşa’nın Sultan Vahideddin Han’a tavsiyesi ve ısrarı üzerine antlaşma masasına oturmak ve Osmanlı haklarını korumak için Limni Adası’nın Mondros Limanı’na gönderilen Rauf Orbay’ın imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması’nın o berbat maddeleri mucibince, Anadolu toprakları karış karış işgal edilmiş ve düşman çizmeleri tarafından ezilmiştir.


Osmanlı Genelkurmayı’nda bulunan üst düzey paşalarla aynı fikirde olan son hükümdar Sultan Mehmed Vahideddin Han kararını vermiştir. Bütün orduları dağıtılmış, tersanelerine el konuşmuş, postanelerine girilmiş, silahları elinden alınmış limanları işgal edilmiş bu aziz toprakları düşman istilasından kurtarmak için olağanüstü yetkilerle donatılmış bir paşanın paravan, göstermelik bir görevle Anadolu kıtasına gönderilip onun başkanlığı ve yönetiminde saray-hükümet-halk-bürokrasi-ordu işbirliği ile başlatılan bir milli mücadeleden sonra İstanbul’dan kurtarılamayan mukaddes vatanın kurtarılması sağlanacaktı. Nitekim dört senelik çetin ve zor bir ölüm-kalım mücadelesinde sonra kurtarıldı da… Sıra, cephede kanla, terle, duayla, maddeyle, manayla, sabırla, kazmayla, kürekle, tırnakla kazanılan bu zaferin masada imzalanacak diplomatik bir antlaşma metni ile taçlandırılmasına gelmiştir. Tarihler 1922 senesinin Ekim ayını gösterir. Savaşın mağlupları olan İngiltere-Fransa-İtalya-Yunanistan şer bloğu Osmanlı İmparatorluğu topraklarının ve Sultan-halifenin haklarını korumak için namus ve şereflerinin üzerine yemin edenler tarafından oluşturulan Ankara’daki TBMM meclisine bir davetiye gönderirler. Bu davetiyenin içeriği nerede olacağı kendileri tarafından belirlenen bir Avrupa semtinde bir Barış Antlaşması yapılacaktır.
Görüşme Yerini Biz Belirleyemiyoruz
TBMM haklı olarak kazanmanın verdiği baskın duygularla bu antlaşma görüşmelerinin İzmir’de yani düşman işgalinden kurtarılan son Osmanlı toprağında yapılmasını taraflara teklif etti. Etti etmesine de bu teklif Avrupalı muhatapları tarafından ciddiye alınıp üzerinde görüşme bile yapılmadı. İngiltere’nin İstanbul Yüksek Komiseri Rumbold, 11 Ekim 1922’de Savaş Bakanlığı’na yazdığı bir telgrafta, Türklerin yalnızca Yunanlılar’a değil tüm müttefiklere karşı zafer kazandığı yolunda halk arasındaki yaygın inanca dikkat çekti. Ve şu bilgi bakanlığına sundu;
“…Bu izlenim, eğer konferans bir Türk şehrinde gerçekleşirse daha da güçlenecektir. Bu öneriyi kabul etmek, Türklerin sadece Yunanlıları değil tüm müttefikleri yendiğini kabul etmek demektir. Eğer Türk tarafının konferansı bir Türk şehrinde yapma teklifi kabul edilirse, bir heyet üyesi Türk, konferans başkanlığı talebinde dahi bulunabilir.”1
Lozan’daki İngiliz heyetinin başkanı Lord Curzon, Rumbold tarafından dile getirilen bu sakıncalara tamamıyla katılıyordu ve bu nedenle Türk topraklarında bir barış konferansı toplanması fikrini hiç düşünmeden reddetti. Bu tür öneriler “kesinlikle kabul edilemezdi.” Çünkü bu durum Yunanistan Devlet Başkanı Elefterios Venizelos’un duygularını incitebilirdi.2  Bir haftalık görüşmeler neticesinde İngilizler İzmir’i kabul etmedi ama Türkiye İsvçire’nin Lozan kentinde görüşmeyi kabul etti. Türk orduları tarafından tartışmasız bir şekilde kazanılan bir savaşın neticesinde yapılan barış konferansının nerede, ne zaman yapılacağı ve neden orada yapılacağı meselesi bile İngilizler tarafından psikolojik savaş ayrıntıları olarak görülüyor ve bu yüzden her şartı Türk heyetinin aleyhinde olması için uğraşılıyordu. İşte bizi Lozan’da temsil eden bizimkilere örnek diplomasi ve diplomatik kişilik örneği…
Misak-ı Millî Namus ve Şerefti
Ankara’dan Lozan’a gönderilen görüşme heyeti, başkan İsmet İnönü, 1.başkan yardımcısı Dr. Rıza Nur ve 2. Başkan Yardımcısı Hasan Saka önderliğinde kalabalık bir grup olarak 13 Kasım 1922’de Lozan’a ayakbastılar. Ankara’dan ayrılmadan önce bu heyete dikkat etmeleri gereken hususlarla ilgili olarak üç-beş sayfalık not verdiler. Bu notların başında ise ne olursa olsun, çiğnemeyeceklerine dair hem İstanbul’daki Meclis-i Mebusan üyelerinin hem de Ankara’daki TBMM üyelerinin namus, şeref ve haysiyetleri üzerine yemin edilen ve uğruna ölmekten çekinmeyeceğiz denilen “Misak-ı Millî”den “Milli Yemin”den taviz verilmemesidir. İyi ama vatan uğruna can vermeyi göze alan yiğitlerin şereflerinin üzerine yemin ettikleri ve canlarından aziz bildikleri bu Misak-ı Millî de nedir?
Misak-ı Millî; İstanbul’da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak 1920’de oybirliği ile kabul edilmiş ve 17 Şubat’ta kamuoyuna açıklanmıştır. Buna göre; Suriye’de Azez, Cerablus, Rakka ve Deyrizor (Fırat Vadisi); Irak’ta Sincar, Musul, Altınköprü, Erbil, Kerkük ve Süleymaniye Misak-ı Milli sınırları içindedir. Doğuda ise “Vilayet-i Selase (Kars, Artvin ve Batum)” Ege’de Adalar, Batı Trakya, Hatay, Akdeniz’de Kıbrıs ve 30 Ekim 1918’de Türk ordularının kontrolündeki (Türklerle meskûn) Ahıska aynı şekilde Misak-ı Milli’ye dâhildir. İstanbul Hükümetinin kabul ettiği bu “millî and”ı aynen virgülüne bile dokunmadan Ankara’daki meclis de kabul etmiştir.  Lozan’a giden heyet’i Mustafa Kemal Paşa, bu sınırlara hassas olunması…… noktasında İnönü ve ekibini…… uyardığı tarihî kaynaklardan anlaşılmaktadır.
Lozan’da karşımıza 8 Devlet çıktı: İngiltere, Fransa, Amerika, İtalya, Japonya, Romanya, Sırbistan Ve Yunanistan!..
Toplantı Bir Hafta Ertelendi Ama Türkiye’ye haber verilmedi
Toplantı günü 13 Kasım olarak kararlaştırıldı ve tüm ülkelere davet mektupları gönderildi. Gönderildi ama İsviçre, bu toplantı için yapması gereken gerekli hazırlıkları yapmadığı ve İngiltere ile İsviçre’de genel seçimler olduğu için toplantı ilan edildiği tarihten bir hafta sonraya ertelendi. Fakat toplantının bir hafta ertelenmesi haberi Türkiye’ye söylenmedi. İsterseniz skandal olarak adlandırılması gereken bu hadiseyi baş aktöründen yani İsmet İnönü’nün hatıralarından takip edelim; “… İsviçre’ye gelir gelmez karşımıza çıkan ilk mesele İsviçre’yi tamamıyla boş bulmamızdır. Müttefiklerden hiç kimse hiçbir heyet İsviçre’ye gelmemişti. Yalnız biz gitmiş bulunuyorduk. Bunun sebebi İsviçre’de ve İngiltere’de yeni seçimlere gidilmiş olmasıdır. O günler bu ülkelerde seçim günleri idi. İngiliz heyeti İngiltere’deki seçimlerden sonra gelebilecek ve konferans başlayacaktı. Ben İstanbul’da General Harrington ile görüşmüştüm. O bana bu konuda bir şey söylememişti. Gerek İstanbul’da gerek İstanbul’dan ayrıldıktan sonra yolda veya herhangi bir yerde bana konferansın bize söylendiği gibi ayın 13’ünde toplanmayacağını, bir hafta ertelendiğini bildirmemişti.”3   Ne acı, toplantı tarihi erteleniyor ama Türk heyetine haber vermek tenezzülünde dahi bulunulmuyor. İşin daha fenası bizim ekip bunu uluslar arası bir skandal haline getirip Türkiye’nin haklarını aramıyor.

Lozan’da Türkçe Konuşmak Yasaktı
Yapılan görüşmeler neticesinde Fransızca, İngilizce ve İtalyanca resmi dil kabul edildi. Başka dil yasaktı!... Halbuki masaya galip bir devlet sıfatı ile oturan taraf olarak TÜRKÇE’nin de olması gerekirdi. Böylece Anlaşma’nın TÜRKÇE aslı elimizde olurdu... Hâlbuki şimdi sadece antlaşma metninin sonraki senelerde yapılan tercümesi var. Düşünmek bile insanı derinden üzüyor. Vahşi kapitalist Avrupa’yı her cephede yenerek Galip olarak oturduğumuz ve esasında patronu olmamız gereken masada Türkçe konuşmak yasaktır...4
Heyet büyük bir merasimle İsviçre Lozan’a gönderilir. Ama Türk Heyeti Lozan’a tamamen hazırlıksız gitmiştir. Yanlarına hiç bir dosya almamıştır!.. Bütün verilen, “10 maddelik bir Bakanlar Kurulu talimatı” idi!..
Ülkelerin Temsilcileri Tanıtılıyor
Tüm cephelerde rakip ve düşman ülkelerin ordularını diz çöktüre çöktüre galibiyetimizi beyinlerine ve dünyanın idrakine kazıya kazıya kazandığımız millî mücadelemizin neticesinde muzaffer taraf olarak masaya oturduğumuz Lozan’ın tüm ülkelerce kabul edilmiş görüşmelerin başındaki ülke temsilcilerinin takdimi bile o masada ne durumda olduğumuzun esasında bir göstergesidir. Lozan’a katılan ama aslında mağlup tarafın temsilcisi sıfatı ile o masada oturan temsilcilerin sıfat ve isimleri şaşaalı bir biçimde sunulurken, galip tarafın temsilcileri sıfatı ile Lozan’da o masada o masanın patronları olan, daha doğrusu olması gereken İsmet Paşa ve ekibi sade bir vatandaş gibi takdim edildiler. İşin vahim tarafı İsmet Paşa bu durumdan, daha sonra yazdığı hatıralara bakacak olursak hiç rahatsız olmamış. Hâlbuki paşanın bu duruma itiraz edip kazandığı savaşları ve aldığı madalyaları saydırması daha asil bir davranış olurdu. Şöyle takdim ediliyor katılımcılar;
…Haşmetli Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Devletleri kralı ve Hindistan İmparatoru Hazretleri’nin İstanbul’daki Yüksek komiseri, soylu Sir Horas Jorj Montegü Rumbold
…Fransa Büyükelçisi, Cumhuriyetin doğudaki en yüksek komiseri, lejyon dönor ulusal nişanının, Grand ofisiye rütbesinin sahibi, Ferik General, Mösyö Maurice Pele
…Senato Üyesi, İtalya Büyükelçisi, İstanbul’da en yüksek komiser, Sen Moris, Sen Lazar ve Kuron d’itali nişanlarının Grand Kruva rütbesinin sahibi, soylu Marki Camile Garoni
…Atina’da en yüksek temsilci, orta elçi, Sen Moris ve Lazar nişanlarının, komandatör, Kuron d’itali nişanının Grand ofisiye rütbesinin sahibi Mösyö Jül Sezar Montanya
…Sulay Luvan nişanının birinci rütbesinin sahibi, Roma’da en yüksek temsilci, büyükelçi Mösyö Kintaro Oçiyai Juzamimi
…Bakanlar Kurulu eski başkanı, Sovyör nişanının Grand Kruva rütbesinin sahibi, Mösyö Elefterios Kirye Venizelos
Görüldüğü üzere savaşta mağlup ama masada galip tarafın temsilcileri en tumturaklı halleriyle ve en havalı pozisyonlarıyla dünya kamuoyuna sunulur. Sıra savaşın galibi olması hasebiyle masanın da patronu konumunun tabii sahibi Türkiye’nin temsilcilerine gelir. Aynı ağdalı ve süslü sıfatlarla dolu isimlerinin okunmasını bekliyorsunuz değil mi? Beklemeyin
zira durum hiç de öyle olmayacaktır. Şöyle takdim edilir Türk delegasyon heyeti;
…Dış İşleri Bakanı, Edirne Milletvekili İsmet Paşa
…Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Doktor Rıza Nur
…Eski Bakan Trabzon Milletvekili Hasan Hüsnü Saka Bey5 Bu tür bir acziyetin acaba dünya kelime literatürlerinde mantıklı ve iyimser bir açıklaması var mıdır?... Bu hitap şekli nedense bana Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Fransa Kralı Fransuva’ya gönderdiği mektubun başındaki hitap ve taltif cümlelerini hatırlatıyor. Ne demiş koca Süleyman Fransa Kralı’na hitaben;
“…Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç giydiren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi. Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Azerbaycan’ın ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki Fransa vilayetinin kralı Fransuva’sın…”
Komisyon Başkanlıklarına
Türkler Getirilmedi
Görüşmelerin başından sonuna kadar oluşturulan komisyonların hiçbirinde Türk heyetinden birine komisyon başkanlığı verilmedi. İngiltere-Fransa ve İtalya komisyon başkanlıklarını sonuna kadar ellerinde tuttular, işin tuhaf olan tarafı ise bu duruma bizimkilerden güçlü bir itirazın gelmemesidir.
Bizim Heyet Asker,
Karşı Taraf Bürokrat Kökenli İdi
Müzakereler boyunca dikkat çeken en mühim husus şu idi ki; karşımızda hasım olarak duran devletlerin temsilcilerinin tamamı, siyaset, tarih ve maliye bürokratları iken, bizim heyetimizin başında İsmet İnönü yani bir asker vardı! İngiltere’nin başını çektiği rakip ülkelerin her biri, sanattan eğitime, arkeolojiden, tarihe, ekonomiden belediye hizmetlerine kadar pek çok uzman ve bilim adamı getirmişken bizim heyet başkanları 150 kişilik asker kökenli yaver ve yardımcı getirmişti.
İngiltere’nin Zor Durumda
Olduğunu Anlamadık
Tüm bu yan unsurlara rağmen İngiltere, Lozan masasına hakimâne ve tarihi İngiliz küstahlığı ile oturduğunda esasında çok kötü ve yılgın bir vaziyetteydi. Nitekim bu durum İngiliz askerî ve politik arşiv belgeleri ve o günün savaş bakanlığının raporlarında açıkça belirtilmiş ve “içinde bulunduğumuz bu zor durumu çaktırmayın”6  denmiştir. Bunun yanı sıra İngiliz heyetinin başkanı Lord Curzon, Türkiye’nin içinde bulunduğu zor durumu çok iyi okudu ve kullanmayı başardı.
İngiliz İstihbaratı
Türk Telgraflarını Deşifre Etti
Görüşmeler boyunca hemen hemen her gün Türk Heyeti gelişmeler hakkında Ankara’yı telgraflarla bilgilendiriyordu. Ve Ankara’dan da cevabî olarak telgraflar geliyordu. Fakat ortada ciddi bir sıkıntı bulunmaktaydı, bu telgraflar daima İngiliz yetkililerince kontrol ediliyor ve  bazıları da okunmadan imha ediliyordu… işte biz Lozan’da konuya bu kadar hakim değildik!..
Batı Trakya ve Trakya Sınırı
Yunanlıların İstediği Gibi Belirlendi
Batı Trakya, Lozan Konferansında ilk görüşülen konulardan biri olmuştur. Bu konu, Türkiye’nin Avrupa yakasındaki sınırlarının çizilmesi sırasında ortaya çıkmış ve tartışmalar birinci komisyonun 22 Kasım 1922 tarihli ilk toplantısında başlamıştı. Bu konuda yapılan görüşmelerde pek hazırlıklı olmadığı anlaşılan İsmet Paşa, birinci komisyon başkanı Lord Curzon’un sorularına konuya ve coğrafyaya hâkim olmadığından dolayı verdiği tereddütlü ve erteleyici cevapları nedeniyle çok şey elde edebileceğimiz bir konuda, en azla yetinmemize neden olmuştur. Örneğin Curzon’un, İnönü’ye; “Batı Trakya’ya tamamen sahip olmayı isteyip istemediği” şeklindeki sorusuna İnönü “Kesinlikle böyle bir taleplerinin olmadığını, sadece bölgede halkın oyuna başvurulmasını istediklerini” belirtmiştir.7
Lozan’da Ne Kazandık Ne Kaybettik?
1- Lozan’da savaşta kazanmamıza rağmen toprak kaybettik.
2- İngiltere’ye parası peşin verilmiş ama alınamamış gemilerimizi bıraktık
3- Osmanlı’nın borçlarını üstlendik. Hatta Osmanlı’dan kalma son borcu Turgut Özal ödemiştir. Ama başka ülkelerin bize olan borcunu sildik.
4- Azınlık meselesi karşı tarafın istediği gibi karara bağlandı. Yunanistan’daki Türkler azınlık, Türkiye’deki Yunanlılar ise vatandaş kabul edildi.
5- Yunanistan sınırımız hariç hiçbir ülke ile sınırımız belirlenemedi. Yunanistan sınırı da Yunan tarafının istediği gibi oldu.
6- Boğazlar meselesi Sevr Antlaşmasındaki maddenin aynısı şeklinde kabul edildi.
7- Başta Yunanistan olmak üzere hiçbir ülke elindeki Türk esirlerini vermedi. Türk tarafı da bu esir Türk askerlerinin akıbetlerini sormamayı ama bunun yanısıra elindeki esir askerleri vermeyi kabul etti. Yunanistan’ın Türkiye’ye kendisine iade etmesi için verdiği esir Yunanlı askerler eğer Anadolu’da bulunamazsa onların da neden bulunamadığı öldürüldülerse kim tarafından, ne zaman, niye ve nerede öldürdüğünü de bulup aydınlığa kavuşturma vazifesi tabi ki Türkiye’nindir. Bu sözleşmede şu veya bu şekilde savaş ortamında kaybolan Rumların araştırılmasından ve isim isim tüm kayıp Yunanlıların bulunmasından söz edilirken, Yunanlıların mezalimine uğrayarak kaybolan, mesela Yunan askerlerinin Aydın Karatepe Köyünde camiye doldurularak yaktığı yüzlerce sivil köylüden hiç söz edilmemesi, Yunan iddiasına karşılık Türk heyetinin bu gibi katliamları masaya getirmemesi ve Anadolu coğrafyasının tüm bölgelerinde yaşanan bu tür sivillerin maruz tutulduğu toplu katliamların hesabının sorulmaması gerçekten çok gariptir
Yunanlılar isim isim Anadolu’ya talan, yağma ve binbir çirkinlik yapmak için gelen asker ve vatandaşlarının öldürülmesinin hesabını Türkiye’ye utanmadan, sıkılmadan sorarken, buna karşılık Türk heyetinden bir kişinin bile çıkıp köylerde yapılan binbir çirkinliğin ve toplu yakmaların, katliamların hesabını ne yazık ki kimseye sormamıştır. Bu duruma bir isim vermek gerekirse acaba ne demek gerekir?
8- Türk Hukuk ve İktisat sistemlerinin belli bir süre Avrupalı gözlemcilerin yönetiminde işlemesini Türk tarafı kabul etti.
9- Türk şirketlerine borçlu olan Avrupalı şirketlerin borcu silindi ama Avrupalılara borçlu olan Türk şirketlerinin borçlarının silinmemesi kabul edildi.
10- Suriye’deki Fransız işgali resmen tanındı ve legal hale getirildi.
11- Irak, Kerkük, Musul, Süleymaniye gibi Türk ve Müslüman toprakları üzerindeki  İngiliz işgali resmen tanındı ve bu işgal legal hale getirildi.
12- Heyete sonradan Atatürk tarafından baş müşavir sıfatı ile katılan İstanbul
Yahudileri Başhahamı Haim Naum ikili oynadı ve Türk heyetinden aldığı bilgileri karşı tarafa verdi.8
13- Görüşmeler esnasında Düşman devletler arasında çatışma ve fikir ayrılıkları çıktı ama Türk tarafı bu durumu lehte kullanamadı,9 “Yani masada Abdülhamidin zeka ve siyasetinden eser yoktu.”
14- Hatay göz göre göre Fransa’ya terk edilmiştir.
15- Kıbrıs’taki egemenlik hakkımızdan ebediyen vazgeçildi.
16- Türkiye’de bulunan ve işgal günlerinde İşgal askerlerince el konulan Türk ev ve arazileri üzerinde Türk tarafı hak talep etmemesi kabul edildi.
17- Türk tarafı, Milli Mücadele yıllarında bölücü propaganda yapan Rum Patrikhanesi’ni yurt dışına çıkartmayı başaramadı.
18- Başdanışmanımız Yahudi Haim Naum tarafından İngiltere’ye Hilafeti kaldıracağımıza dair söz verildi.
Sayfamızın bize yaptığı ihtardan dolayı Lozan Hezimeti hakkında verdiğimiz devede kulak denecek kadar küçük olan bu bilgi Lozan’da aldığımız politik mağlubiyetimizin toplu iğnenin ucu nispetinde küçücük bir kısmıdır ve bu netice Başkan İsmet İnönü hariç hiç kimseyi memnun etmemiştir. Atatürk’ü bile…

Sonuçtan Atatürk Bile Memnun Kalmadı
Lozan’dan gelen bu vahim netice Mustafa Kemal Atatürk’ü ziyadesiyle rahatsız etmiş ve neticeden memnun kalmamıştır. Nitekim, 1933’te Ankara’ya gelen Amerikalı General Mc. Arthur’a hitaben;
“…Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve Ege Adalarını geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya’yı Türkiye Hudutları içine geri katacağım”10 cevabını vermiştir.
Görülüyor ki, Lozan’daki yenilgimiz bizzat devrin baş sorumlusu olan Atatürk’ün ağzıyla da vurgulanmaktadır.  Lozan’da en büyük yarayı alan Misak-ı Millî, milletimizin gelecek nesillerine bütün İstiklâl şehit ve gazileri gibi Mustafa Kemal’in de rüyası olarak devredilmiştir. Şimdi oturup bir daha düşünelim galip olarak oturduğumuz bu masadan bu kadar taviz vererek kalkan Türk Heyeti için bu durum zafer midir? Yoksa hezimet mi?..
KAYNAKLAR:
  1. İngiltere Savaş Bakanlığı, 106/1426, No. 865, 11 Ekim 1922, Rumbold’dan Savaş Bakanlığına
  2. İngiliz Dışişleri Bakanlığı, 371/7903/E11024/27/44, 13 Ekim 1922, Curzon’dan Harding’e
  3. İsmet İnönü, Lozan Antlaşması 1, Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul, 1998, s. 63-64
  4. Sevtap Demirci, Belgelerle Lozan, Alfa Tarih, Birinci Baskı, İstanbul, 2011, s. 43
  5. Hüseyin Avni Çavdaroğlu, Öncesi ve Sonrası ile Lozan, Yeditepe Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul, 2011,s. 153-54
  6. Joseph C.Grew, Turbulent Era. A., Kırk Yıl 1904-1945 Diplomatik Kaydı, Londra, 1953, s.486     
  7. http://www.elitegitim.com/lozan%E2%80%99da-bati-trakya-meselesi.html
  8. Rauf Orbay, Rauf Orbay’ın Hatıraları, Yakın Tarihimiz, 2. Cilt, İstanbul, !962, s.53
  9. 16 Ocak 1923, Curzon’un Tutanakları, Curzon Evrakı.
10. General Mc. Arthur, Anılar, Sf; 98

Hiç yorum yok: