25 Ocak 2013 Cuma

Sivas’ta o gün-MUHSİN ÖZTÜRK - İBRAHİM DOĞAN - AYŞE TOSUN


4 Temmuz 2011 / MUHSİN ÖZTÜRK - İBRAHİM DOĞAN - AYŞE TOSUN
Size kozmik odalarda saklanan, çelik kasalarda korunan bir raporu açıklamayacağız. 18 yıl önce  ‘o gün’ bir şekilde orada olan insanlar gördüklerini anlatacak. Üzerinde çok gizli yazan bir belgeye ihtiyaç var mı? Her şey göstere göstere yaşanmadı mı? Birinin ‘kral çıplak’ demesi gerekiyor sadece.


‘Olaydan bir gün önce gece çalıştım. Ertesi gün sabah 10-11’de kalkıp işe döndüm. Öğleden sonra olay çıkınca vali konağının önüne gittim. Grup hareket hâlindeydi ve slogan atıyordu. Bir süre sonra otele fiziki taciz başladı. Vatandaş sayısı gittikçe arttı. Akşamüstü oteldeki yangın çıkmadan önce en kritik zamanda etkili olması gereken bazı emniyet müdürleri, yağmur gibi taş yağarken ortadan kayboldu. Gizli bir el onlara ‘kaybolun, müdahale etmeyin’ dedi. Birileri emir verdi, bazı şube müdürleri apoletlerini söküp sıradan polisin içine karışıp kayboldu. Görenler var… Apoletlerini niye söktükleri, niye saklandıkları ortaya çıkarsa iş çözülür. Onlar kimden talimat aldı, bir karanlık el varsa kaçan müdürler biliyor.” Konu Madımak, Saim Ece de mahkeme tutanaklarında ismi geçen o günün Sivas Emniyeti’nde haberleşmeden sorumlu şube müdürü. Tanık tutanaklarında isminin sıklıkla geçtiğini fark etmemiz üzerine kendisini Sivas’tan ve meslekten uzakta, sakin emeklilik hayatı içinde buluyoruz. Ona göre 10 polisle bile 300 kişilik o kalabalık dağıtılabilirdi; ama yapılmadı.
Ece, 37 kişiye mezar olan Madımak yangınından iki üç gün sonra Alevilerin oturduğu Alibaba Mahallesi’nde yaşadığı bir olayı anlatıyor. “Olaylar var, taşlar yağıyor, bir iki el silah patladı. Bir kadının, Alibaba Mahallesi’nde kadınların çok olduğu yerden polise doğru ateş ettiğini gördüm, bizimkiler döndü. Onu takip ettim ve yakaladım. Askerin birisi (er) G-3’ü göğsüme dayadı, ‘Bize ateş eden bu’ dedim. ‘Bırak’ dedi. Aynı diyalog tekrar etti. ‘Namluyu bırakmazsan ateş ediyorum’ dedi. Benim aldığım sanığı bıraktırdı. Sırtında sahra telsizi vardı. Bunun üzerine tugay komutanına gidip anlattım. O askerin boyunu bosunu da tarif ettim ama hiç işlem yapılmadı. Mahalle kadını değildi, terörist tipindeydi. Bunlar zapta geçmedi. Olayın takibi yapılmadı.”
Madımak olaylarının 18. yıldönümünde tanıklar ve aktörler ‘O Gün’ü anlatıyor. “Erdal Bey’e araç telefonuyla ulaştığımda ve Sivas’taki olayları aktardığımda sanıyorum ilk defa benden duydu.” diyen Ziya Halis, SHP merkezinden olayları izliyor. Parti yöneticisi ve Sivas Milletvekili Halis, Sivas’ta patlak veren hadise ile ilgili kendisine akan bilgileri,  durumun vahameti artmaya başladığı anda henüz yeni başbakan seçilen Tansu Çiller’le paylaşmaya karar veriyor. Halis, şehrin yapısını iyi biliyor ve ulaştığı kişiler olayların hangi yönde seyrettiğini kendisine dakika dakika aktarıyor. Meydanda asıl aktif olan çekirdek grubun 300-400 kişi olduğunu; cop, gaz, havaya ateş açmak suretiyle grubun dağıtılabileceğini söyler Çiller’e. Tıpkı 10 bin kişilik kalabalığın içinde 300 kişinin taş attığını söyleyen o dönemin emniyet amiri Sami Ece gibi. Çiller bunun üzerine, “O topluluğu dağıtırsak, Alevilerin yaşadığı Alibaba Mahallesi’ne saldırabilirler. Ayrıca o topluluğu dağıtmak için yeterli güvenlik kuvvetimiz yok.” diyor. Halis söylediklerinde ısrar edince, Çiller’den, “Bendeki bilgiler daha farklı, orada binlerce insan var, istersen sen bilgilerini teyit et, bana geri dön.” cevabını alır. Halis, teyit ettiği bilgilerle tekrar Başbakanlık konutuna ve makamına döndüğünde Çiller’e bir daha ulaşamaz. “O yıllarda Meral Hanım diye biri çıktı telefona. ‘Başbakan’ın danışmanıyım. Kendileri konuta gitti’ dedi, orayı aradığımda yine o çıktı, ‘Lavaboda’ dedi ve beni görüştürmedi.”
Halis ardından, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’i de arar ama ne telefona çıkan ne de geri dönen olur. Facianın ertesi günü SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, Doğan Güreş ve kuvvet komutanlarını taşıyan askerî uçakta Halis de vardır; tahliye ve defin işlemleriyle ilgilenecektir. Madımak olayı sonrasında, Alibaba Mahallesi’nde yükselen tansiyonu düşürmeye çalıştığını ve diğer Sünni bir mahalleye misilleme yapma girişimlerine karşı koyduğunu anlatırken, ‘O gün anamdan emdiğim süt burnumdan geldi’ diyor. Halkın galeyana getirilip olayı bu noktaya taşımanın ancak derin ilişkilerle mümkün olacağını söylüyor. Genelkurmay’ın, askerlerin işe müdahale etmesinin engellendiğini iddia ediyor: “Mustafa Kul’un (eski milletvekili, SHP) içinde olduğu bir heyet gidip herkesi dinlemişti. Görüşmelerden çıkardığı sonuç; generalin ilgisizliği ve bu işte şüpheli bir pozisyonu olduğu yönündeydi.”
Sonraki zamanlarda Tansu Hanım’ın müdahale etmemesinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in telkinlerinin etkili olduğunu düşünmüş Halis. Demirel’in askerin kullanılması suretiyle o grubun dağıtılmasına karşı çıktığını, askerle toplumun karşı karşıya getirilmemesi telkininin müdahale zaafında etkili olduğunu görmüş. “Bu telkinin Çiller’in nezdinde benim o temasımı boşa çıkardığını anlıyorum. Süleyman Bey’in bir şekilde bu olaya dahli oldu. Silahlı kişiler değillerdi, rahatlıkla bitirilebilirdi. Genelkurmay’ın orada 6 bin askeri var, oraya yığsaydı yine olay olmazdı. Asker tedbir almıyor. Hükümet, 8 saat boyunca tedbir almıyor. Burada pasif tutum sergileyen devletin rolü var. Olay önlenebilirdi; ama niye önlenemedi?”
Sivas’ta yaşanan faciaya tanıklık edenler olayı kendi bulundukları yerden ve şahitlikleri üzerinden çoğu da ilk defa olmak üzere konuşuyor. Bakan ve milletvekili, gazeteci, devlet adamı, emniyet müdürü, Alevi, Sünni, sivil toplum önderi, otelden kurtulan, siyasi parti temsilcisi, yazar, dava avukatı vs. Vali Ahmet Karabilgin, protestolara konu teşkil eden Pir Sultan Abdal etkinliğini Sivas’a alan ve bütün riskini üstlenen ama gereğini yerine getiremeyen mülki amir. Aynı zamanda Erdal İnönü’nün eski danışmanı. Bazıları olay sırasında onun ne kadar korktuğundan, masanın altından çıkardıklarından, bazıları da iyi niyetli çabasına rağmen bir şey yapamaz hâle getirildiğinden söz ediyor. Sıklıkla askerlerle ilgili ‘toplumsal olaylara müdahale etmede yatkın değillerdi’ cümlesini kullanıyor Vali Bey, konuşmamızda. O gün ağırlıklı güvenlik kuvvetlerinin bir ihbar üzerine Zara tarafına yönlendirilmiş olduğundan söz ediyor. Güvenlik ekiplerinde kaç asker vardı, ne kadarı acemi, ne kadarı usta; her şeye rağmen olay anında kullanılabilecek sayıda askerin olduğunun farkında olarak konuşuyor. Genelkurmay Başkanı ile iki defa görüşüyor, sonunda da telefonu tugay komutanına vererek ‘Siz kendiniz söyleyin’ diyor. ‘Emredersiniz, emredersiniz’ diyerek komut alan tugay komutanı yine olaylara müdahale etmiyor. Askerin hangi zamanda ve miktarda devreye gireceğine dair mülki amir olarak bilgisi ve yetkisi olmadığını söylüyor. Karabilgin anlatıyor: “O dönemde askerler sivil yönetimin bu tür işlerine müdahale etmeme, izleme yaklaşımı içindeydi. Çorum, Maraş olayları da hep bu şekilde yaşandı. Mülki yönetimlerde asker toplumsal olaylarda sözlü olarak ‘emrinizdeyiz’ diyor ama geri planda kalmayı, uygulamada izlemeyi seçiyor. Asker topluluğun gerisinde kaldı ve seyretti Sivas’ta. Otel yangını başladığında o vakte kadar hem Genelkurmay’dan hem de İçişleri Bakanlığı’ndan beklediğimiz yardım gelmedi. Olaylar bittikten sonra sokaklar askerle doldu.”
TBBM Sivas Olaylarını Araştırma Komisyonu’na ifade veren Tugay Komutanı Ahmet Yücetürk ise elindeki kuvveti gönderdiğini iddia ediyor. Hâlbuki 5-6 bin kişilik tugaydan gönderdiği asker sadece 100 civarında. Onu da parça parça ve olay mahallinden uzak yerlere gönderiyor. Ancak tugay komutanı valiyi ve emniyet müdürünü nerelerde tedbir alınması gerektiğini bilmemekle suçluyor. Tugay komutanı hükümet meydanının emniyete bırakılmasını da istemiş. “Otel yanmaya başladıktan sonra bana kuvvet talebi gelmiştir.” diyor. Bunun böyle olmadığı biliniyor. Yücetürk, Ankara’daki komutanlar ve onların emriyle ilgilendiğini söylüyor: “Devamlı en üst komutanlarla temas hâlindeyiz. ‘Şunu yap, bunu yap, bu şekilde hareket et’ şeklinde hep diyaloğu devam ettirdik.”
Sivas’la ilgili haber ve belgesellerde tugay komutanının topluluğu yararak meydanın ortasına kadar geldiği, ancak “En büyük asker bizim asker, asker Bosna’ya” nidalarıyla gerisin geriye dönüp gittiği görülüyor; tam da yangın çıkmadan 1,5 saat önce. Emniyet Müdürü Doğukan Öner, Meclis Araştırma Tutanakları’na geçen ifadesinde Vali’yi teyit ediyor: “Saat 17.00’ye kadar en az üç dört defa asker istendi. Jandarmanın az sayıda gücüyle kültür merkezinde beraberdik, yalnız tugaydan yardım alamadık.” Pir Sultan Abdal Derneği etkinliğinin sunuşunu yapan Ali Balkız (etkinliğin organizatörlerinden) meydana ve otele ait iki şey söylüyor: “Tugaydan gelen askerler ve başlarındaki komutan otelin önüne kadar yaklaşınca taş kesildi ve durdular. Hangi kuvvet onları durdurdu ve geri aldı. Otelin yanmasına çok az kala üç kasklı toplum polisi içeri girdi. Yukarı çıkıp ‘Burada polis var mı?’ dediler ve çıktılar. Subay geldi ‘Asker var mı?’ dedi, bizzat ben ‘yok’ dedim. Çıktı gitti. Sonrasında otel yakıldı. Yakılmadan ortamı temizlemek mi istediler, bilemiyorum!”
Madımak meselesinde güvenlik güçleri ve ‘asker’ meselesi video kayıtlarıyla tespit edilmiş açık gösterge niteliğinde. Ancak hem o dönem hem de ileriki yıllarda konunun ve sorumluların yeterince sorgulanmadığına hatta olayın üstünün kapatıldığına inanılıyor. Madımak’ı konuşmak zannedildiği kadar kolay değil. Konuşmak için başvurduğumuz her kapı açılmadı, bazıları sertçe kapandı. Otelin içinde kardeşini kaybeden bir kişi ‘Ben sağ basına konuşmam!’ diyerek kestirip attı. Elbette yaşanan acılar buna yol açtı. Bir de, cuma namazından çıkan bir grup ‘dincinin’ Cumhuriyet’in temel dinamiklerine, laik sisteme ve onların temsilcilerine bir başkaldırısı tezi söz konusuydu! Onlarca hayatın sönmesi bu yargının yerleşmesi için kullanıldı. 18 yıl sonra Susurluk ve Ergenekon davalarının gündeme gelmesiyle Sivas’taki derin provokasyon daha iyi görünür oldu. Nihayet insanlar küçük harflerle de olsa işin esasına dair konuşma isteğindeler. Ergenekon davasına ve muhafazakâr kesimlere mesafesiyle bilinen Rıza Zelyut’un Madımak’ı ‘bir Ergenekon operasyonu’ olarak nitelemesi, konunun Alevilikle, Sünnilikle alakası olmadığını söylemesi kayda değer. ‘Devletin içindeki kimi unsurlardan’ ‘derin ilişkilere’, Ergenekon’dan ‘devlet’e kadar bir sorgulama söz konusu. Şimdiye kadar ‘Devlet neredeydi?’ diye soranlar şimdi ‘Devlet oradaydı!’ diyor, kısık sesle de olsa. 
Ancak kimliğini açık eden, net biçimde konuşma iradesi gösterenler bile bir süre sonra “Siyasi bir güç ve savcılık iradesi olursa anlatırım, benden daha büyük bir kahramanlık beklemeyin.” dercesine duraklıyor. O gün güvenlik bürokrasisinin önde gelenlerinden birine müracaat ettiğimizde ‘konuşamayacağım’ cevabını alıyoruz. Gerekçesi manidar: “Olayın arkasında kimin olduğunu biliyorum; ancak konuşmak için ortam uygun değil. Soruşturma açılırsa gidip anlatırım. O zaman herkes üzerine düşeni yapsaydı sorun olmazdı. MİT, ‘emniyete haber verdik’ dedi. Ama bunun muhatabı bir polis memuru değil, validir.” Meclis Sivas Araştırma Komisyonu tutanaklarına göre Sivas’ta görevli üç MİT görevlisi var. Bölge Müdür Yardımcısı Y.K, cuma günü saat 11’de vali ve Aziz Nesin’e karşı protesto olacağı şeklinde ciddi bir duyum aldıklarını, bunu terör şubesinden polis memuru Ramazan’a şifahen bildirdiklerini söylüyor. Ve MİT görevini yapmış oluyor! Aynı görevli şehre yönelik ciddi bir PKK provokasyonu olacağı duyumunu aldıklarını anlatıyor.
Saat 13.30’da başlayan olaylara 7,5 saat boyunca müdahale edilmedi. Polisin yasal olarak olayları engellemek için silah kullanma yetkisi vardı; ancak bu yetki kâğıt üzerinde kaldı. Ne itfaiye aracından kalabalığa su sıkıldı, ne havaya ateş açıldı… Olayların merkezi konumundaki Madımak Oteli’nin önünde güvenliği sağlayanlardan Sami Ece, “Yağmur gibi taş yağıyordu.” diyor. O esnada kalabalığın otele saldırısını engellemeye çalışan Sivas Emniyet Müdürü Doğukan Öner’e yaptığı “Müdahale edelim, emir verin dağıtalım, yoksa zapt edemeyiz!” teklifine karşılık “Sen gençsin, sabret, sakin ol.” cevabını almış. “Son ana kadar oradaydı, yüzünden kan aktığını gördüm; ancak müdür bey yanlış hesap yaptı. Polisin silah kullanma şartları oluşmuştu. Zamanında müdahale edilseydi mevcut potansiyelimiz yeterliydi.” diyor Ece.
Aziz Nesin’i şehre davet eden ve etkinliği düzenleyen Pir Sultan Abdal Derneği Başkanı Murtaza Demir’e göre asıl failler bugün elini kolunu sallayarak dışarıda dolaşıyor. “Sivas ve Başbağlar gibi katliamlarda o dönemde görünen faillerin derdest edilip alınmasına rağmen arkasında duranların, teşvik edenlerin, o zihniyeti harekete geçirip organize edenlerin kim olduğu biliniyor. Ve onlar serbest. Bunlara dokunulursa bugün itibarlı saydığımız çok sayıda insanın yargılandığını göreceğiz. İşte o zaman Türkiye gerilimlerini yenmiş, itibarlı bir devlet olacak ve nefes alacak.” Demir’e göre Erdal İnönü başta olsa da olmasa da fark etmiyor, katliamlar sürüyor. “Derin devlet demek istemiyorum, o zaman ya sulanıyor ya da anlaşılmaz oluyor. O gün devleti kim yönetiyorsa o sorumludur; Çiller, Mehmet Gazioğlu, Mehmet Ağar, Doğan Güreş… Kalıbımı basarım ki Güreş’in bu olaydan bilgisi var. Katliamdan sonra Genelkurmay Başkanı iken görüştüm. Bir telaş ve sahte yakınlık içindeydi. Suçüstü yakalanmış gibi…”
Murtaza Demir ve Ali Balkız Sivas vakasının önemli figürü ve şahitlerinden. Aynı zamanda Pir Sultan Abdal Şenliği’nin Sivas’a alınması ve Aziz Nesin’in Sivas’a getirilmesindeki rollerinden dolayı eleştiri odağındalar. Olayın göbeğinde olmaları sebebiyle şahitliklerine kulak verelim. Demir, 2 Temmuz’un puslu öğleden sonrasında Turizm Müdürü Vahap Bey’le Madımak Oteli’nden ‘otel müşterisi’ tavrıyla çıkıp valiliğe gittiğinde karşılaştığı manzarayı şöyle özetliyor: “Devlet adına resmen görünenlerin acizliğini ama esas devlet edenlerin de muktedirliğini gördüm. Konuşmayan bir asker var, tavırlarıyla mimikleriyle benim tavırlarıma şiddetle tepki gösteren esas muktedir… Vali Bey, devletin temsilcisi ama eli kolu bağlı, aciz. Vali Bey’e bağlı olması gereken emirlerini itirazsız yerine getirmesi gerekenlerin onu dinlemediklerini gördüm. Valinin hiçbir şey yapamayacağı belliydi. Bizim kaderimize terk edildiğimizi orada anladım…”
Belki saflık, belki öngörememe, belki de açık provokasyona giden yolda taş döşemek; haftalar öncesinden yapılan uyarılara ve kışkırtmalara rağmen Pir Sultan Abdal Şenlikleri Sivas’a alınıyor. Madımak’tan kurtulanlardan biri, “Eğer valiliğin ve Kültür Bakanlığı’nın himayesinde gerçekleşmeseydi ve Fikri Sağlar’ın geleceği haber edilmeseydi bu etkinliğe katılmazdım.” diyor. Dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın birkaç defa etkinliklere katılacağı, daha sonra ise katılmaktan vazgeçtiği şeklindeki yazıların eski Kültür Müdürü Mehmet Talay’a ulaştığı iddia ediliyor. Sivas’a gelenler devlete güvenmişti, fakat devletin ihmaliyle can verdiler.
Sivas’a yeni atanan Vali Ahmet Karabilgin’in ilk icraatlarından biri Banaz’da düzenlenen 3. Pir Sultan Abdal şenliklerine katılmak oluyor. Bir yıl sonra gerçekleşen şenliklerin Sivas’a taşınmasının temelleri burada atılıyor. Hürdoğan Gazetesi’nin sahibi Sirer Doğan’a göre de vali bu kararı almak zorunda bırakılıyor. DYP-SHP hükümetinin ilan ettiği ‘demokratikleşme’ retoriğine uygun bu hareket, bütün demokratikleşme süreçlerini ortadan kaldıran bir olaya zemin sunuyor. Sirer Doğan’ın aktardığına göre, 1 Temmuz akşamı valinin de katıldığı programda sol eller havaya kaldırılmış ve devrim marşı okunmaya başlanmıştır. Üstüne Atatürk’ün ismi de anılmayınca Karabilgin “Bunlar ne yapmak istiyor!” diye çıkışır.
SHP İl Sekreteri Cuma Türkoğlu, etkinliğin Sivas’a alınma aşamasında hiçbir kurum ve toplumsal kesimin sürece dâhil edilmemesini başlı başına sorunlu görüyor. Ona göre, halkta valiye ve savunduğu değerlere karşı bir alerji oluşmuştu. Türkoğlu, Aziz Nesin davet edilirken bile tertip komitesinden 3’e 2 karar çıktığını söylüyor; bıçak sırtı bir etkinlik olduğu biliniyordu aslında. Bu yüzden Aziz Nesin’e Komiser Mehmet’in başında olduğu bir koruma ekibi veriliyor. Madımak Oteli’nin önüne de küçük bir çevik kuvvet ekibi dikiliyor. Cuma sonrası camilerdeki güvenlik tedbirleri artırılıyor. Madımak Oteli’ne çok yakın parti binasından gelişmeleri izleyen Türkoğlu’na göre, profesyonelce yapılmış bir işten söz ediyoruz. “Bu olaylarda askerin tutumu manidardır. ‘En büyük asker bizim asker’ dendikten sonra askerin geri çekilmesi inanılır gibi değil. Devletin asıl gücünü elinde tutanlar asıl suçlulardır. Devlette görev yapanlar da yargılanmalı. O meydandaki insanlar birden 5 bin kişi olmadı ki. 6 saat boyunca peşrev çektiler. Asıl faillerin hâlâ dışarıda olduğunu düşünüyorum.”
Sirer Doğan, 1 Temmuz tarihli kendi gazetesinde (yerel) ‘Sivaslı dikkatli ol, tahriklere kapılma’ başlıklı bir yazı kaleme alır: “Son günlerde devlete ve hükümete karşı başlatılan eylemler için bazı karanlık güçler Sivas’ı merkez olarak seçmiştir. Bunun Sivas’ta ilk denemesi de yapılabilir. Bu nedenle halkımızın herhangi bir yönden gelecek tahriklere kapılmaması gerekir.” 2 Temmuz günü gazetesi “Sivas’ta ne yapılmak isteniyor?” sürmanşetiyle çıkar. Şehirdeki yeni suretler, bazı hareketlilikler, dağıtılan bildiriler, provokasyona açık etkinlikler onda bu fikri doğurur. Erdoğan ‘o gün’ü en yakından izleyen, askerin meydana girişini gösteren videoyu ve Aziz Nesin’in merdivenlerden indirilişini çeken Hürdoğan Gazetesi’nin sahibi. Oğlunun son andaki hamlesiyle yangınlar başladığı anda dört bir taraftan gelen kurşunlara hedef olmaktan kurtulduğunu söylüyor. Otelin içinde olup biteni çeken Kültür Bakanlığı’na ait bir kameranın mahkeme kayıtlarına ‘kayıp’ olarak geçse bile ortaya çıkarılması gerektiğini söylüyor. Otelde kâtip olarak çalışan kapıcının oğlunun vurularak öldürüldüğünü; ama otopsi raporlarına ‘boğulma’ diye geçtiğini söylüyor. Bu arada ölen 37 kişiden pek çoğunun otopsi raporunun kayıp, geri kalanının da sahte olduğu söyleniyor. Meclis Araştırma Komisyonu kayıtlarına göre, o günün asayiş müdürü otelde bir kişinin silahla öldürülmüş olduğunu söylüyor. İki kişinin şahitliği silahlı ölümlerin sadece otel dışında gerçekleştiği savını çürütüyor. Sirer Doğan yangın başladığında polis kıyafetli kişilerin havaya ve topluluğa ateş açtığını, bazı kişilerin ‘düştüğünü gözleriyle gördüğünü, yaralanan pek çok kişinin de hastaneye gitmediğini söylüyor. Yangın çıktıktan bir süre sonra 20.30 sularında binlerce silah sesi duyduğunu söylüyor. Erdoğan’ın ‘ben duydum’ dediği silah sesleri, sanatçı Arif Sağ’ın devrilen arabasından dökülen kurşunların yangın yüzünden patlaması olarak biliniyor. “Pek çok kişi kurşunla öldürüldü” diyen gazeteci tanık sık sık gündeme gelen otelin içindeki bazı kişilerin boğularak değil kurşunlanarak öldüğü tezine güç katıyor. Otopsi raporlarının vahameti, ölümlerle ilgili kasıtlı yanlış bilgilendirme olabileceği ihtimalini yükseltiyor.
Sirer Doğan’ın bir başka iddiasına göre, iki gün önce Doğu’dan Ankara’ya gitmek üzere 24 otobüs insan Sivas’a geldi ve burada sendikal yürüyüş yaptılar (haberi, fotoğrafları var); ancak bu otobüsler Ankara’ya boş döndü. “Bir kısmı Alibaba Mahallesi’nde, bir kısmı da yurtlarda kaldı. 2 Temmuz günü o kalabalığın içinde olanların bir kısmı da o yolculardı” diyor Erdoğan. 1 Temmuz’u 2 Temmuz’a bağlayan gece hiçbir etkinlik programında olmamasına rağmen Kültür Merkezi’nin yanına gece yarısı dikilen Pir Sultan Abdal heykeli ertesi günü 7 saatlik protestonun sembolü oluyor; kalabalığın daha da kışkırtılmasına bahane sunuyor. Zira heykel yerinden sökülerek 300-400 metre sürüklenerek Madımak’a kadar getiriliyor. Meydana yakın okulun önündeki Atatürk büstü yerinden oynamasına ve yere düşmesine rağmen hemen korumaya alınıyor. Fakat bu olay televizyonlarda ‘Büstün gözü oyuldu’ denilerek Cumhuriyet’e yönelik kalkışmanın ana malzemesi yapılıyor. Birkaç gün sonra düzeltilse bile atı alan Üsküdar’ı geçiyor.
Gazeteci Tayfun Talipoğlu, olay günü Sivas’a ilk gidenlerden. Meslekte yıldızının, Sivas’tan yaptığı canlı yayınlarla parladığını söylüyor kendisi. Talipoğlu, olay günü saat 21.00’de Sivas’a ulaşır. Otel yanmış, soğutma çalışmaları yapılmaktadır. Elinde fenerle otele girer. Gördüğü manzara dehşet vericidir. Odalar isten kapkara olmuştur. Yıllar sonra “Akıl alacak bir olay değil. Keşke biri çıksa itiraf etse de hepimiz aydınlansak.” diyor. Yaşananları ise Menemen’deki Kubilay olayına benzetiyor ve ekliyor: “Yıllar sonra yine aynı taktik.”
Bir ay Sivas’ta kalmış Talipoğlu. Fakat konuşacak bir devlet yetkilisi bulamamış. Bu yüzden her şeyin “Devlet o gün orada niye yok?” sorusunda gizli olduğunu söylüyor. Halkla konuştuğunda ise “Ben o görüntülerde otelin önündeki 4-5 kişiyi anca tanıyordum.” cevabını almış. Olaylardan sonra gece gündüz polislere sürekli “Şurada cami kundaklandı, burada cami yakıldı.” gibi asılsız ihbarlar geldiğini anlatıyor. Olayı ‘devletin içinde bir gücün işi’ olarak tanımlayan Talipoğlu, bunun birtakım güçler için iyi bir fırsat olduğunu, değerlendirildiğini, örtbas edildiğini belirtiyor: “Vali 7 saat odasından çıkmadı. Hâlbuki ‘durun’ diye engellemeye çalışsa olay büyümezdi. Kimseye ulaşılamıyor. Sanki birileri işi orada körüklüyor. İki el ateş edilse millet dağılacak. Ölebilirsin ama çık konuş, hayatında bir delikanlılık yap.”
Tayfun Talipoğlu, Madımak’ın senaryo olduğunu söylüyor: “Ben bu senaryoyu 5 Temmuz Başbağlar katliamını duyunca anladım. Madımak yandı tutmadı, ‘cami yakıldı’ dediler tutmadı. Sonra Başbağlar’ı devreye soktular. Hayatımda bu kadar üzüldüğüm çok az olay vardır. Zavallıların hiçbir şeyden haberi yok. Ne Madımak’tan haberleri var, ne Sivas’tan. ‘Toplanın’ demişler, öldürülmek akıllarında bile yok. Meydana topluyorlar, silahla tarayıp öldürüyorlar. Benim aklım, mantığım almıyor.”
2 Temmuz sonrasında milletvekili heyetiyle Sivas’a giden Algan Hacaloğlu da olayı bugün daha iyi değerlendirdiğini düşünüyor; o da ‘derin provokasyon’ olduğu kanaatinde. Olayı laiklik ekseninden çıkarıyor. “Hesap soracağız” diyenlere de “Neyin hesabını soracaklar, hesap mahkemede sorulur.” cevabını veriyor. Ona göre olay üç beş kişinin ‘Kâfirleri öldürelim’ tepkisi değildi. Eylemlerin organizatörleri kimdi, onlara karşı neden tedbir alınmadı: “Demirel’in bir sözü var; ‘askeri halkla karşı karşıya getirmeyin’. Bu talimat nereye gitti? Daha sonra Erdal Bey’in (İnönü) bana söylediği şeyler çok kaçamaktı, ‘askere yaptırtamadım’ gibi şeyler... İnönü’nün şöyle bir anlayışı vardı; ‘Devlet yanlış bir şey yapmaz. Asker muhakkak sağduyulu, gereğini yapacak.’ Polisin engellemesi mümkün değildi. Bunun MİT’i var, istihbaratı var, güvenliği var. Olacak şey değil. Daha evvel Kahramanmaraş’ta, Çorum’da bu tarz olaylar yaşanmış. ‘Geliyorum’ diyen bir olay, 7-8 saat sürmüş. İdarenin bu olaya müdahale etmek için bütün yeteneklerini yitirdiğini gördük. Atılmış bazı adımlar akim bırakılmış; ama niye? Asker imkânı olduğu hâlde yapması gerekeni yapmamıştır.”
Madımak Oteli’nde yangın çıktıktan sonra otelin içinde olanlar yan binalara geçmeye çalışıyordu, bu binalardan biri de Büyük Birlik Partisi il başkanlığıydı. Meclis Araştırma Komisyonu tutanaklarında anlatıldığına göre BBP’liler önce bu grubun içeri girmesine izin vermemiş, il başkanı olayı görünce bütün sorumluluğu üzerine alıp 31 kişiyi kurtarmıştı. Olaylar daha alevlenmeden önce BBP İl Başkanı Ahmet Yıldız, grubun dağılması için bir konuşma yapmış, bu esnada ona “İn oradan!” diye bağıranlar olmuş. Konuşmadan rahatsız olan birisi il başkanına vurmaya çalışınca Yıldız kolundan tutup “Ben Sivas’ın yerlisiyim, seni hiç tanımıyorum. Nereden geldin?” demiş. Bunun üzerine o kişinin birden aptallaştığını, etrafında da toplananlar olduğunu görmüş: “Tanımadığım insanlar çoğunluktaydı. Madımak Oteli’nin önünde üç grup vardı; olayları çıkarıp kışkırtan, eylem ve sloganlarla bunlara destek olan grup.” Yıllar sonra yaşanan gelişmelerle Tayfun Talipoğlu da bunun Alevi-Sünni meselesi olmadığını, provokatörlerin dışarıdan geldiğini düşünüyor.
O gün öğleden sonra gerçekleşecek Alevi ozanları konserini izlemek niyetinde olan yazar Ahmet Turan Alkan daha üniversiteden gelirken meydandan geçen dolmuşta fark eder olup biteni. İner, bir süre olayları izler ve gider. Daha sonra hadiselerin yatışmış olacağını düşünerek tekrar meydana gelir, bankalar caddesinde otelin yandığını görür. “Eyvah rezil olduk” der ve Paşa Camii’nde namaza gider. Ardından hastanenin karşısındaki evinden gelip gidecek ambulansları gözler; bir hareketlilik göze çarpmaz. 22.00 haberlerinde 30 kadar ölü olduğunu duyduğunda ‘eyvah’ diyecektir pek çok kişi gibi. Sivas halkının polisin dediğini yapacağını söylüyor: “Polis hep seyretti. Ben hiçbir şey anlamadım. Provokatörlerin olduğu kalabalığa 6 saat müsaade edildi. Bu hadiseye zemin teşkil etmek Olan biteni o an öğrenecektir. Sivaslılar için utanç vericidir. Bir trafik kazası 1-2 saniyede olur. Bu 6-7 saatlik taammüden trafik kazasıdır. Polis herhangi bir anında engelleyebilirdi, engelleyecek güçleri vardı. Devlet bu işin içinde. Dolmuşla geçiyorum, bakıyorum o gün sabah hiç olmayan bir heykel dikilmiş. Niye benden saklıyorsun bunu?”
Madımak’tan sonra kamera kayıtlarından ve çoğunluğu emniyet görevlilerinin şahitliğine dayanan suçlular işaret edilir ve bulunur. Ankara DGM’de görülen davada tahrik yönü ve suçluluk derecesi hesaba katılarak en önde gelenler hakkında 5 ile 15 yıl arasında mahkûmiyet kararı verilir. Bu karar Yargıtay’ca esastan bozulur ve sanıkların ‘Anayasal devlet düzenini zorla bozmaya kalkışmak’tan yargılanması sağlanır. Yeni mahkemenin başkanı daha 2000’li yıllarda Danıştay cinayetinin mahkeme başkanlığını yapacak olan ve açık delilleri bile izleme lüzumu hissetmemesiyle ün salan Orhan Karadeniz olacaktı. Bu yargılama sonrasında 33 kişiye idam cezası çıkıyor. Sirer Doğan ‘kısasa kısas’ yapıldı diyor, kararla ilgili. O olayları izleyen bir tanık da “Ceza alanların belki 5-6 kişisi suçluydu, kalanın bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum.” diyor. Otel dışında kurşunla öldüğü söylenen iki kişi ve otel görevlisi iki kişi çıkartılır, 33 kişiden söz edilir. Üç gün sonrasında Sünni köyü Başbağlar’da 33 kişinin katledilmesi, yıllar süren bir davanın nihayetinde 33 idam cezası çıkması bir tesadüf olamaz herhâlde.
Otelde hayatını kaybeden insanlar ve yakınları biliniyor ve Türkiye bunun üzüntüsünü yaşıyor yıllardır. Sivas’ta yaşanan dramın diğer yüzü sanık avukatı Muhammed Emin Özkan’ın ‘suçu üç beş garibana yıktılar’ cümlesinde gizli. Olaylardan sonra Sivas halkının içinden ihbarla toplanan daha 17’sinde 20’sinde gençlerin aileleri artık gerçek faillerin bulunmasını istiyor. Müebbet hapisle cezalandırılan Faruk Ceylan’ın eşi Gülten Ceylan kocasının yıllardır hapiste suçsuz yattığını söylüyor. Gülten Hanım, yaşanan olayları şöyle anlatıyor: “Faruk Ceylan iki erkek kardeşiyle gözaltına alındı. Olay günü işteydi. Olaylar olunca merak etmiş, iki saat oralarda durmuş. Kardeşleri Ethem ve Metin evde televizyondan öğrendi otelin yakıldığını. Hatta otelden çıkan dumanları pencereden izlediler. Ethem ve Metin önce serbest bırakıldı, sonra ceza aldı. İkisi de firar etti. O günden beri haber alamıyoruz. Olaylar yaşandığında 11 aylık evliydik. 15 günlük oğlum babasız büyüdü. 17 yıldır hayatım altüst oldu. Belirsizliklerle ömrümüzü mahvettiler. Çocuğumu yokluk içinde tek başıma büyüttüm. Beni en çok üzen şey ise eşimin Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp yerine şeriat devleti kurmaktan yargılanması. Eşim ne şeriatı ne de Aziz Nesin’i bilir. Biz yıllardır Alevi komşularımızla kardeşçe yaşadık. Yaşadığımız travma anlatılacak gibi değil. 15 günlük çocuk, delikanlı oldu. En çok sıkıntıyı o çekti. Kim verecek bunun hesabını?”
Müebbet hapse mahkûm olan Ekrem Kurt ise olaylar sırasında daha 20 yaşındaydı. Baba Cafer Kurt, oğlunun olaylar sırasında arkadaşlarıyla top oynadığını söylüyor. Buna arkadaşlarının da şahit olduğunu, oğlunun olay yerinden dumanlar geldiğini görünce bakmaya gittiğini ifade ediyor. Olay yerinin ablukaya alındığını görünce Madımak Oteli’nin yakınına bile gidemeden geri döndüğünü belirtiyor. Yıllarca oğluna hapishanede baktığını, çok zor durumlar atlattıklarını dile getiriyor: “Oğlum o yaşta Aziz Nesin dünyayı yoldan çıkarsa anlayacak idrakte değildi. Şimdi 37 yaşında. 17 yıldır, rüyalarımda bile uğradığımız iftirayı görüyorum. Şimdi ufak bir olay olsa Müslüman kardeşlerimize mal olacak diye diken üstünde yaşıyorum. Oğlum suçlu olsa, birine zarar verse insan içine çıkamazdım ama benim alnım ak. Hâlâ bir umutla oğlumun beraatını bekliyorum. Sivas’taki o acı gün derin güçlerin senaryosudur. Bugün birçok karanlık olay Ergenekon davasıyla aydınlatıldı. Artık gerçekler ortaya çıksın ve bunun için devlet büyükleri harekete geçsin.”
Madımak, ‘geliyorum’ diyen ve gelen bir felaket oldu. Türkiye bunu özel televizyonlar sayesinde canlı canlı izledi. İhmaller ve kasıtlar sonucu bir avuç insanın otel köşesinde hunharca öldürülmesine göz yumuldu. Sivas’ta yaşayan siyasilerden gazetecilere pek çoklarının ‘ilk kez gördük’ dediği kişilerin öncülüğünde şehir bir faciaya ev sahipliği yaptı. Madımak’ta ortaya çıkan travma hâlen sürüyor. Cumhuriyet mitinglerini dolduran Alevi yurttaşların bir kısmının korku saikiyle ulusalcı bir siyasete savrulmalarında Madımak’ın büyük etkisi var. Böylesine acı bir olayın bazı kitleler de dâhil edilerek gerçekleştirilmesi toplumsal yarılmayı derinleştirdi. Şimdi bu yarılmayı gidermenin yolu gerçekte ne olduğunun ortaya çıkmasına bağlı.



Sivas Davası Avukatı
Muhammet Emin Özkan:

SUÇLULAR, ORADAN BURADAN TOPLANMIŞ GARİBAN ÇOCUKLAR!

Sivas olaylarında 124 kişi yargılandı. Yaklaşık 5 bin kişinin içinden el yordamıyla devşirilmiş insanlardı. Aksini ispat edecek hiçbir delil bulunamaz. Mahkemelere dışarıdan polis geliyordu. 124 sanığı ‘bu bu vardı’ diye tespit ediyordu. Ben itiraz ettim. ‘Böyle teşhis olmaz’ dedim ama nafile.
O dönemde devletin örgütlenip suç işleyebileceğine dair en ufak bir şüphe, tereddüt yoktu. Kendi insanına komplo kurması gibi bir durumu tahmin edemezdik. Sanıklara kendimizi yakın bulduğumuz hissi vardı. Bunu hiçbirimiz inkâr edemeyiz. Şimdi şimdi anlıyoruz ki o çocuklar fakir fukara; ya minibüs şoförü, terzi çırağı ya ayakkabıcı, kahveci. Bir tek düşünerek hayatını yaşayan aklı başında kimse yoktu. Hapsi oradan buradan rastgele derlenmiş çocuklardı. Sanki bir taraf sağcı, bir taraf solcuydu. Bunlar da mazlum, biz de Allah rızası için bunları savunmak zorundayız gibi bir yanılgımız vardı. Ama yaptığım savunmayı okuyorum. ‘Ben bu savunmayı ölenlere ithaf etmek isterim, onlara daha fazla üzülüyorum, acısını yüreğimde hissediyorum.’ diye her yerde söylüyorum. Susurluk olayından sonra bu işin içinde devlet çete ilişkisi var, bunu ortaya çıkarmamız lazım.
Mahkeme ilk kararında ölüme sebebiyet vermekten ceza verdi. Bu 124 sanığın bir kısmı asli fail, bir kısmı da yardım eden ferî fail olarak ceza aldı. Yani araba şoförüyle camdan ateş eden aynı cezayı almadı. Aziz Nesin’in konuşmaları çok ağırdı. 4 Aralık 1994’te mahkeme Aziz Nesin’in şeytan ayetlerini tercüme etmesini ve şenlikteki konuşmasını tahrik saydı. Cezaya 15 yıl indirim yaptı. Yargıtay bu kararı bozdu, 146 var dedi. Yani burada adam öldürme yok, devleti yıkma var dedi. Biz de buna çok makul bir gerekçeyle itiraz ettik. Mahkeme, Devlet Güvenlik Mahkemesi, savcı, Cumhuriyet savcısı, tanıklar, devletin polisi bu yüzden kararın doğru olmadığını söyledik. Buna karşılık ölenlerin akrabaları, Önder Sav, rahmetli Özok gibi avukatları da ‘Burada adam öldürme yok, devleti yıkma var.’ diye bağırıyordu. Ben de her duruşmada ‘Bari siz avukatlar olarak ölenlerin hukukunu, haklarını savunun’ dedim. Devleti yıkmaktan ceza verildi. 5 günlük tespit için Sivas’a gittim. Sivas’ın çok güzel bir Cumhuriyet Meydanı var. Bütün resmî binalar, tesadüf, aynı meydanda. Adliye, Kolordu Binası, Valilik, Belediye Binası, İdare Mahkemesi, medrese aynı yerde. Olay günü hiçbirinin camı kırılmamış.
Madımak Oteli de ara sokakta bir yerde. Devleti o otele yerleştirdiler, sıkıştırdılar. ‘Bu otele yapılan taarruz devlete yapılmış sayılır, devlet bu oteldir.’ dediler. Ama tek polise bir şey olmamış, daha sonra gelen jandarmaya görevini yapma konusunda engelleme olmamış. Yargıtay sadece valiye karşı atılmış sloganları devlete karşı olduğunun delili saydı. Oysa vali de ihmalkârlığından dolayı görevinden alınmış bir validir. Vali görevini tam yapsaydı olayların seyri değişik olacaktı belki. Görevini yapmamış bir valiye lisanen yapılan hakareti, cinayeti, ölümü, öldürmeyi, otelin yakılmasını devleti yıkmanın sebebi saydı.


Güneş Gazetesi Yazarı Rıza Zelyut:

ERGENEKON’U SİVAS’TA ARAYIN!

Sivas’taki şenliklere Pir Sultan Abdal Derneği Başkanı olan arkadaşım Murtaza Demir davet etmişti ama ben katılmadım. O günlerde Türkiye’nin ve Sivas’ın gerginliğini biliyordum. Sivas’ın belediye başkanı Refah Partili biriydi. Sivas merkezde yapılacak bu etkinlikte oranın yerel yönetiminin de yer almasından yanaydım. Demir’i arayıp sordum. Kendisi ‘Hayır’ gerek görmedik’ dedi. Ben ona bir şey demedim ama ‘Orada çoğunluğu oluşturan bir kesim var. Bugüne kadar böyle bir etkinlik olmamış ve gidiyorsunuz. Bu olaylara sebep verebilir.’ diye düşündüm.
İkinci olarak o sırada emniyet müdürü olan Doğukan Öner benim kayınbiraderimdir. Onunla konuştum. ‘Şehrin atmosferi nasıl?’ dedim. Ondan aldığım bilgiler ortamın iyi olmadığını, bir çatışma ruhunun hasıl olduğunu, bir grubun “Biz bunu yapacağız” karşı tarafın “Yaptırmayız. Aziz Nesin şöyledir, böyledir” dediğini iki kesimde de politize bir ruh hali olduğunu öğrendim. Ben 1960’tan beri siyaseti takip eden bir insanım. Siyaseti yönlendiren birtakım derin güçlerin Alevilerin üzerinden provokasyon yaptıklarını bilerek ihtiyatlı davrandım. “Burada bir olay çıkabilir. O nedenle gitmek yerine gitmemek daha hayırlıdır” diye düşündüm. Korktuğumdan değil, olayların bir parçası olmak istemediğimden gitmedim. Çünkü o sıralar PKK ile ilgili eleştirilerim nedeniyle tehdit alıyordum. Kendimi de tehlikede görüyordum. Kalabalığın içinde kim vurduya gidebilirdim. Öyle bir korku da vardı bende.
Maalesef benim tahmin ettiğimden çok daha acı olaylar meydana geldi. Türkiye’de siyasete kendine göre yön vermeye çalışan güçler eskiden beri halkı etkileyecek kışkırtmalar yapıyor. Bunda Kürtler ve Aleviler kullanılıyor. Özellikle Kürtler içinde ayrılıkçı fikirleri öne çıkartarak, isyan hâline getirerek yapılan operasyonlar vardır. Öbür yandan da Alevileri kullanmaya çalışıyorlar. Onların da üzerinde eskiden beri toplumda var olan Alevi karşıtlığını, Alevileri kötü gören zihniyetin bilinçaltındaki tortuları harekete geçirerek, onları da bir tehlike unsuruymuş gibi, devleti yıkmaya çalışan güçmüş gibi gösteriyorlar. Böylelikle hem Alevilerin toplumsal özlemini battal etmeye çalışıyorlar hem de Sünni kesimdeki meselenin özünü bilmeyen, aydınlanmamış insanları buna karşı kullanıyorlar.
Bu açıdan Sivas olayları 1990’larda Türkiye’de siyasi gücü elinde tutmak isteyen, bırakmak istemeyen, toplumu da istediği gibi yönlendirmeye çalışan derin gücün bir operasyonudur. Benim elimde belgelerim yok ama bu kesindir. “Bunu kim yapabilir, buradaki amaç ve oluşturulmak istenen sonuç nedir?”diye düşününce sonuç şuna varıyor: Evet RP var. Söylemleri keskin, laik kesime meydan okuyan, kavgayı teşvik eden bir üslup içinde. Rahmetli Erbakan da, belediye başkanları da böyle bir ruh hâli içindelerdi. Ama bu olay onları aşacak boyuttaydı ve onların amacına hizmet edecek nitelikte değildi. Bu güçler öyle kurnaz ki o tarafın bilinçaltındaki yanlış duyguları kışkırtmak suretiyle orayı kullanıyor, bu tarafa da başka şeyler söylüyor: “Onlar gericidir, yobazdır, tehlikelidir. Cumhuriyet elden gidiyor.”
Bugün Ergenekon soruşturmasıyla gündeme getirilen soruşturmalar işin çevresinden dolanıyor. Asıl önemlisi Sivas Olayı ardından Gazi olaylarıdır. Bunlar sorgulanmadan Türkiye’nin bu gayrimeşru yapılarla mücadelesi eksiktir. Madımak ve Gazi’yi es geçtiğiniz takdirde olayın özüne, ikide bir demokrasiye karşı darbe yapan bu darbecilerin altyapısına ulaşamazsınız. Ergenekon soruşturmasının Sivas ve Gazi’yi kapsama alanına almasını istiyorum. Buraları kapsama alanının dışında bırakırsanız faillerin bir kısmını saklıyorsunuz.
O gün orada PKK’lıların olduğu tespit edildi ama bu olayı PKK yapmadı. Bu olay PKK’nın boyutunu aşar. PKK tarafından yapıldı demek oradaki derin ve kışkırtıcı güçlerin üzerini örtmektir. 1979’da Çorum’u kim yaktıysa, Kahramanmaraş’ta 110 kişinin katline kim sebep olduysa Sivas’ta da insanları yakan güç aynıdır. Bundan kesinlikle eminim. Bunların isimleri değişebilir ama bir yapı oluşturulmuştur. Bu yapı korkarım ki hâlen de devam etmektedir.
Başbakan Erdoğan’ın bu sene bir mesaj vermesi gerekiyor. Sivas’ta meydana gelen bu olayın provokasyon olduğunu, devletin er geç bunlardan hesap soracağını ortaya koyması lazım. Aynı zamanda Başbağlar’da gariban, suçsuz köylülerin katledilmesinin de aynı vahşetin devamı şeklinde olduğunu ve hesabının sorulacağını söylemesi barışın tesisi bakımından çok önemlidir. Kemal Kılıçdaroğlu da hem Sivas’a hem Başbağlar’a gitmeli.
Sonuç olarak bu olay 1970’lerde başlayan komplonun devamı idi. Devletin üst kademelerinin, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in bilgisi dâhilinde olmadan böyle bir provokasyon yürütülemez. Sivas’ın ardından Başbağlar Katliamı var. PKK ile Alevilik arasında hiçbir benzerlik yoktur. Bir tarafı Şafi inancının temellenmesidir. Kodları çok farklıdır. Ne oluyor da PKK’ya, Alevilerin intikamını almak için Başbağlar’a gidiyor? Kurt dumanlı havayı sever. Alevilerin gözüne girmek için böyle bir eylem yaptılar. Çok yazıklanacak bir eylemdir.
Türkiye enerjisini iç çatışmaya harcadığı takdirde büyük devlet olamaz. Darbeci kim olursa olsun hesabı sorulmalı.

Hiç yorum yok: