6 Ocak 2013 Pazar

Ermeni acısı ve Ermeni milliyetçiliği -Ermenileri anlamak-Tehcir çağı-Taha Akyol

Ermeni acısı ve Ermeni milliyetçiliği
Kirkor Zohrab, İttihat ve Terakki’den Osmanlı mebusu... Hukukçu, sigortacı, zengin bir insan... Meşrutiyet ilan edildiğinde, 31 Temmuz 1908’de İstanbul Taksim meydanındaki mitingde “Meşrutiyet şehitleri” için konuşma yapıyor:

“Ey Osmanlı şehitleri! Sizin kabrinizin üstüne diz çöküp dua etmek bize vacipti... Kabirleriniz kalbimizin, vicdanımızın içindedir. Heykelleriniz taştan değil nurdandır!..”

Hocalarla papazlar kucaklaşıyor, İttihatçılar Ermeni komiteleriyle dostane bir işbirliği yapıyor, “Osmanlı vatanseverliği” tutmuş gözüküyordu.

Fakat... Yedi yıl sonra, 21 Mayıs 1915 günü Zohrab Efendi, milletvekili olduğu halde, yine milletvekili Varteks ile birlikte tutuklanacak, Urfa civarında “Çerkez Ahmet Çetesi” tarafından feci bir şekilde öldürülecekti.

1915’in 95. yıldönümünde, Haydarpaşa Garı’nda bir grup aydının taşıdığı “katliam”da hayatını kaybeden Ermenilerin fotoğrafları arasında Zohrab Efendi’ninki de vardı.

Ne olmuştu da Osmanlı vatanseverliği böyle bir boğazlaşmayla noktalanmıştı?
Bugünkü Türk-Ermeni geriliminin çözümü, bu sualin cevabını araştırmaya bağlıdır.

Talat’ın arkadaşı Zohrab

Zohrab Ermeni milliyetçisidir, Sadrazam Talat Paşa ise Türk milliyetçisi.
Osmanlı maalesef savaşa girmiştir. Talat, bazen kendi evinde bazen Zohrab’ın evinde defalarca Ermeni milletvekilleriyle görüşür:

- Savaştayız, Ruslarla işbirliği yapmayın, ülkenize sadık kalın, istediğiniz reformu beraber yapalım!
Fakat Talat, Zohrab ve arkadaşlarını ikna edemez. Hatta Osmanlı istihbaratı, Zohrab ve arkadaşlarının Rusya’yla temas kurduğunu, Rusya’yı Doğu Anadolu’yu işgale teşvik ettiklerini öğrenir.

Talat, bunları Zohrab ve arkadaşlarına anlatır. Balkan ülkelerinin ayrılmasına özenmemelerini, şartların çok farklı olduğunu, Doğu Anadolu’nun ayrılamayacağını izah eder.
Fakat nafile...

Bu konuda dönemin Amerikan Büyükelçisi Morgenthau’nun “The Secrets of Bosphorus” adlı kitabıyla, hükümetin yayımladığı “Ermeni Komitelerinin Âmal ve Harekâtı İhtilaliyesi” adlı belgesel kitapta ayrıntılı bilgi vardır. Milliyetçi Ermeni tarihçisi Dadrian da bunu doğrular.

Çerkez Ahmet faktörü

Ermenilerin önemli bir bölümü, Ermeni milliyetçiliğinin Rusların işgal edeceği Doğu Anadolu’da Ermenistan kurmak fikrini benimsemişti. Meşrutiyet’in ilanındaki kardeşlik havası sona ermiş, yollar ayrılmıştı. Sarıkamış faciası, ardından Çanakkale savaşı ve Kanal Harekâtı sürerken Rus ordusunun taarruzları, Ermeni alayları, Van isyanı...

Ve tehcir...

Zohrab ve Varteks’i katleden Çerkez Ahmet, Talat Paşa’nın onayı ve Cemal Paşa’nın takibiyle, bu cinayetten dolayı Divan-ı Harp kararıyla idam edilmiştir. “Çerkez” kavramına dikkat! Kafkasya’dan “tehcir” edilmiş olan Çerkezlerde müthiş bir nefret duygusu oluşmuştu. 
Bu konularda benim “Ortak Acı 1915” adlı kitabımda özet bilgiler mevcuttur.

Acıların hepsini görmek!

Ermeni tehcirinin bir facia olduğu, kurunun yanında ‘yaş’ pek çok masum insanın, kadın ve çocuğun feci şartlarda hayatını kaybettiği, sadece salgın ve açlıktan değil, saldırılarda da facialar yaşandığı bir gerçektir.

İki milliyetçiliğin Birinci Dünya Savaşı gibi bir felaket ortamında çatışması iki taraflı büyük acılara yol açtı.

Acıları hissetmeliyiz, hafifletmenin yollarını aramalıyız. Ama bu sadece Türk tarafını suçlayarak ve siyasi bir kampanya olan “soykırım” iddiasını dayatarak olmaz.

1915 olaylarının yıldönümünde “hepimizin acısı”nı anma amacıyla İstanbul’da eylem düzenlenmesini anlıyorum. Ama eylemlerde mesela “Azerbaycan topraklarındaki işgale son” diye bir ifade gerekmez miydi?! “Topraklarından sürülmüş 1 Milyon Azerinin acısı”nı da hatırlatmak gerekmez miydi?

Korkarım ki, tek taraflı tavırlar, Erivan’da Türk bayrağını yakıp kin ve nefret kusan Taşnakçı Ermeni milliyetçiliğini büsbütün besleyeceği gibi, Türklerde de tepkisel bir milliyetçiliği körükler.
Milliyetçilikleri yeniden çatıştırarak değil, karşılıklı anlayışı ve Karabağ’da çözümü destekleyerek barışa ulaşabiliriz.


Ermenileri anlamak

ERMENİ meselesi 2015’e doğru daha da ağırlaşacak gözüküyor. Bir çözüm geliştirmenin ilk adımı, meseleyi “anlamak”tır.Evvela, “Ermeni” diye sabit, tekil bir tip yoktur. Farklı duygu ve beklentilere sahip Ermeniler vardır ve Ermenilerin hepsinde 1915 olaylarının yarattığı derin bir ıstırap mevcuttur. 1915’te neler olduğuna dair ansiklopedik bilgilere sahip olmak bizim bu ıstırabı bir Ermeni kadar hissetmemize kâfi gelmez; ateş düştüğü yeri yakar çünkü...

Bu ıstırabı tanımadan ne insani davranışlar geliştirmek, ne de soykırım kampanyalarına karşı siyasi çözümler üretmek mümkündür

Bizim Ermenilerimiz

Burada 1915 olayları üzerinde durmayacağım. Pek çok kitap yayınlanmıştır. Ben de “Ortak Acı, Türkler ve Ermeniler” adıyla bir kitap yayımlamıştım. Hürriyet’te de “1915’te ne oldu” diye bir makale de yazmıştım. (22 Aralık)

Şunu ilgili herkes görmelidir: Ermenilerin hissettiği derin ıstırap, bir kısmında insani beklentilere yol açıyor: Istırabın tanınmasını, saygı gösterilmesini, yarayı saracak davranışlar ortaya konulmasını arzu ediyorlar. Türkiye Ermenileri böyledir. Diğer kısmı ise Diaspora Ermenileridir, intikamcıdırlar.

Bizim Ermenilerimizin örneği Hrant Dink’tir. Ermenilerin ıstırabına sözcülük yapmıştır; istemiştir ki toplum ve devlet bu ıstırabı tanısın, saygı göstersin, jestler yapsın...

Hrant, Patrikhane ve bütün Türkiye Ermenileri, Diaspora’nın intikamcılığını kınamışlardır. 26 Kasım 2004’te Marsilya’da toplanan Uluslararası Ermeni Konferansı’nda Hrant Dink ve Etyen Mahçupyan, Diaspora sözcüleriyle çatıştılar. Dink, Diaspora sözcülerini “Ölüler üzerinden siyaset yapıyorsunuz” diye eleştirdi. Mahçupyan “Diaspora Ermenileri katı ve hastalıklı bir tutum içindeler” diye konuştu.

Ermenistan Ermenileri

Ermenistan Ermenilerinin duyguları karışık; bizim Ermenilerimizden de Diaspora’dan da farklı. Kayseri Erciyes Üniversitesi’nden Birol Akgün ve arkadaşlarının önemli bir araştırması var: Ermenistan Ermenilerinin yüzde 95.5’i, neredeyse tamamı “tarihte yaşanan olaylar”ı bugün iki ülke arasında dostane ilişkiler geliştirilmesine engel görüyor; tarihe bu kadar yapışıklar!

Bu oran Türklerde yüzde 36.8, yani ilişkilere biz daha açığız.
Fakat sınırı açıp Türkiye ile ticari ilişkiler kurulmasını isteyen Ermenistan Ermenilerinin oranı yüzde 60’tır!

Çünkü iktisadi ilişkilerin gelişmesinde “daha iyi bir gelecek” umuyorlar. Diaspora Ermenilerinin Türkiye ile ilişkileri geliştirmekten bir beklentileri yok, geçmişe gömülü yaşıyorlar, intikam ateşini körüklüyorlar.

Görüyor musunuz tek “Ermeni” yok, en azından üç tane var; birey olarak yeryüzünde bilmem kaç milyon.

Osmanlı Ermenileri

İnsani yaklaşım, empati, Karabağ meselesini gözden kaçırmadan Ermenistan’la ilişkiler, Türkiye’de izinsiz çalışan 100 bin Ermeni’nin “tarih”in tecridinden kurtulup Türkiye’de “bugün”le ve “gelecek”le  tanışması son derece önemlidir ve geleceğe ışık tutan bir örnektir.

Türkiye’ye siyasi bir saldırı olan soykırım iddiasını göğüslemenin yollarından biri de bu tür insani ve sosyal ilişkileri geliştirmektir.

Bizim Ermenilerimizi seviyorum. Ermenistan Ermenilerinde, hele bir de “Sivaslıyım, Tokatlıyım, Yozgatlıyım” dediklerinde, bu topraklardaki bin yıllık beraberliğimizi hatırlıyorum.

Öyle ya bu topraklardaki bin yıllık beraberliğimizde kanlı çatışmaların tarihi 15-20 yıldır, en fazla 70 sene. Ben uzun tarihe ve büyük geleceğe önem veriyorum.


Tehcir çağı

TÜRKİYE 1850’lerden itibaren bir Türkleşme ve İslamlaşma sürecine girdi, toprak kayıpları, tehcir ve göçlerle Hıristiyan vatandaşların oranı bugün yüzde bire indi. Bu “homojenleşme” İttihatçı ve Kemalist rejimlerde zirveye ulaştı.

Şimdi bu süreçle yüzleşiyoruz.

Bu yüzleşmeyi yararlı buluyorum çünkü kimlik çatışmalarının bütün dünyada yükselişe geçtiği çağımızda, geçmişte bu çatışmalarda yaşanmış büyük acıların öğrenilmesinde yarar var.

İtirazım, sadece Türklerin ve Türkiye’nin bunu yapmış gibi gösterilmesinedir.

Tarihi bütün olarak incelemek ve dersler çıkarmak başkadır, sadece bizim tarihimizi suçlamak başka...

Dönemin tarihine baktığımızda Balkanlar’da ve Kafkaslar’da yapılan katliam ve tehcirlere karşı bir tepki olarak Türk milliyetçiliğinin doğduğu görülecektir.

Kafkasya ve Balkanlar

Osmanlı “tehcir, etnik temizlik, homojenleştirme” denilen olguyla ilk defa, 1856’da Şeyh Şamil’in mağlup düşmesi üzerine Kafkasya’da yapılan Müslüman tehcir ve katliamıyla tanıştı: Kuzey Kafkasya’nın Ermenileştirilmesi ve Ruslaştırılması o zaman başladı. Dr. Tuncay Öğün’ün “Vilayât-ı Şarkiye Mültecileri” adlı araştırmasına göre, 1897’de bugünkü Ermenistan’da bile Erivan dışında Ermeniler azınlıktaydı! Bugün Ermenistan nüfusunun yüzde 98’i Ermeni’dir. Kafkas topraklarından 1.6 milyon Müslüman Anadolu’ya tehcir edildi, bunların yüzde 44’ü yollarda öldü, öldürüldü.

Osmanlı’nın yaşadığı ikinci şok, 1877 harbini izleyen Rumeli tehcir ve katliamlarıdır. Kemal Karpat “Osmanlı Nüfusu 1830-1914” adlı kitabında, 1877 savaşını takiben 300 bin Müslüman’ın katledilerek ve 1 milyon Müslüman’ın Anadolu’ya tehcir edilerek Tuna vilayetinde Müslüman varlığının sona erdirildiğini belgelerle ortaya koyar.

Bunu 1912 Balkan Harbi’ndeki büyük katliam ve tehcir faciası izledi. Sırp bölgesi hariç, kaybedilen toprakların nüfusu 2.9 milyondu, bunun 1 milyon 508 bini Müslüman’dı. Buraları ele geçiren Yunan ve Bulgar ulus devletleri Müslüman nüfusu adeta sıfırladı. Kendilerinden olmayan Hıristiyan ahaliye karşı da etnik temizlik yaptılar; Selanik’teki Osmanlı Yahudilerini de yok ettiler.

Anadolu’ya göçler

Karpat’a göre, 1856-1926 arasında 7 milyon Müslüman Kafkasya ve Balkanlar’dan Anadolu’ya tehcir edildi.

1912-1922 arasında yaşları 20-40 olan nüfusumuzun yüzde 40’ını savaşlarda, katliamlarda, açlık ve salgın hastalıklarda kaybettiğimizi de belirtmek gerekir.

1914 Osmanlı nüfusu hakkında Orhan Sakin’in “Osmanlı’da Etnik Yapı” adlı eserini önemle tavsiye ederim. Bu acılı göçmen nüfus bozkır Anadolu’ya sebze ve bahçe tarımını, şehir kültürünü getirdiler, Anadolu nüfusu yüksek oranlarda İslamlaştı, Türkleşti... Ve bir şey daha getirdiler: Yaşadıkları faciaların beslediği milliyetçi öfke!

Tehcir sırasında Ermenilerin maruz kaldığı korkunç acılarda bu öfkeli göçmen nüfusun payı birinci derecede önemlidir.

Lozan’da yapılan nüfus mübadelesinin de arkasında bu yüzyıllık faciaların duyguları vardır; birbirimizi kesmektense ayrılalım düşüncesi... Ancak unutulmamalıdır ki mübadele, Milletler Cemiyeti temsilcisi Dr. Fridtjof Nansen’in teklifi olarak masaya gelmiş ve taraflar bunu kabul etmişti.

Tarih tekerrür etmesin

1850’lerde başlayan bu uzun ve acılı tarih ister istemez İttihatçılarda ve ardından Kemalistlerde de homojen nüfus arayışına yol açtı.Hatta Gökalp’in 1924’teki ölümünden sonra, Prof. Zafer Toprak’ın gösterdiği gibi, sosyolojik milliyetçilikten maalesef etnik milliyetçiliğe sapıldı!

“Tehcir çağı” dediğim o uzun ve korkunç acılarla örülmüş tarihi kesitte, bütün ülkelerde nesiller “farklı” olanı “öteki” olarak gördüler. Bugün o acılı tarihi tekrarlamayıp ders alacaksak, dahası, tekerrürünü önleyeceksek, o acıları bilmeliyiz, yüzleşmeliyiz. Bugünkü küreselleşme döneminde yükselen yeni kimlik çatışmalarının nelere yol açabileceği konusunda bir vizyon sahibi olabilmeliyiz.Onun için yüzleşmeye evet, evetten öteye, lazımdır bu...

Fakat sadece Türkleri suçluymuş gibi göstermek, sadece bizim tarihimizi suçlamak!.. Hem tarihin gerçeklerine aykırıdır hem vicdanım isyan ediyor bu yeni cereyana..

Hiç yorum yok: