21 Ocak 2013 Pazartesi

Bir zihniyet problemi olarak namus cinayetleri-Taha Kılınç


"Hatice D., iki kuzeninin tecavüzüne uğradıktan sonra, aile meclisinin kararıyla öldürülerek cesedi Batman Çayı'na atıldı. Dedesinin azmettirmesiyle öldürüldüğü belirlenen Hatice'nin cenazesi, ailesi sahip çıkmadığı için bir grup kadın tarafından defnedildi." 

Türkiye için artık oldukça sıradan bir haber bu. Öyle ki, televizyonlarda hızlıca gösterildikten sonra, gazetelerde uzun uzadıya yer bulamadı bile kendisine. Bugüne kadar onlarcasına şahit olduğumuz, bugünden sonra da olacağımız faciaların bir benzeriydi yalnızca. 

Namus cinayetleri olgusu sadece Türkiye'nin sorunu değil. Ortadoğu'da Ürdün başta olmak üzere Filistin, Suudi Arabistan, Irak ve diğer birçok ülkede kadınlar, "ailelerinin namuslarını kirlettikleri için" öldürülüyor. Ürdün'de her yıl 50'ye yakın namus cinayeti işlenirken, Filistin'de işlenen cinayetlerin üçte ikilik bir kısmında anahtar kelime "namus". Şehirlerde nispeten daha nadir rastlanan bu durumun, kırsal alanlarda tırmanışa geçtiği görülüyor. 

Avrupa ve ABD'de kayda geçen az sayıdaki vakanın hepsinde de faillerin Asya kökenli olmaları dikkat çekici. Asyalı ve Ortadoğulu Müslümanlar, gittikleri Batı ülkelerine kendi cehalet ve sığlıklarını da götürerek, o ülkelerin küresel namus cinayeti endeksine girmelerine yol açıyorlar. 

Namus cinayetlerinde kadınların kurban seçilmesinde, namus kavramının sadece kadına ihale edilen bir zorunluluk olarak anlaşılmasının payı büyük. Yaşanan korkunç olayların neredeyse tamamında "namusu kirletilen" kadınlar öldürülürken, onları kirleten erkeklerin herhangi bir soruşturma ve kovuşturmaya uğramaması düşündürücü. Namusu kirlettiği düşünülen fiiller kadınlar için "yüz karası" olarak değerlendiriliyor, ancak erkek için bu en fazla "elinin kiri". Erkekler de ellerine bulaşan o "minik" kiri, kadınları öldürerek temizleyiveriyorlar. Ya da öyle zannediyorlar. 

Vakıalar üzerinde derinlemesine düşünüldüğünde, meselenin İslam anlayışında düğümlendiğini ve aslında bir zihniyet problemi olduğunu tespit etmek mümkün. İslam'ın ilk dönemlerinde, daha önce hiç olmadığı kadar yüceltilen ve kendisine değer verilen kadın, daha sonra hızlı bir şekilde toplumun geri saflarına itildi. Ulema sınıfı, egemen güçlerin kadınlar hakkında verdiği hükümleri dini olarak temellendirebilmek için ellerinden geleni yaptılar. Kadın önce camilerden, daha sonra sokaklardan ve nihayet toplumun karar mekanizmalarının hepsinden fiilen çekilmek, kalın duvarların ardına saklanmak zorunda kaldı. 

Bu trajik sosyal parçalanmanın en vahim sonuçlarından biri, kadını "utanılması ve sakınılması gereken bir varlık" olarak telakki eden tasavvurun Müslüman zihinlere yerleşmesi oldu. İslam'ın kadınların örtünmesine dair emirlerini bile "Kadının saçlarından erkeklerin tahrik olması" olgusuna indirgeyen bu sapkın zihniyet, elbette namusu da sadece kadınların sırtına vurulmuş bir yük ve taşımaları gereken bir ağırlık olarak görmekte gecikmeyecekti. Nitekim öyle oldu da. 

Dışarıdan bakıldığında, İslam toplumlarının "kadın karnesi"nin kırıklarla dolu olması, Müslümanların hadd-i zatında utanç duymaları gereken bir konu. Müslüman erkeklerin kendi zevklerine göre istismar ettikleri çok evlilik meselesi, kadınların zalimane nedenlerle dövülmesi, çalışma haklarının 'İslami gerekçelerle' ellerinden alınması, ikinci hatta üçüncü sınıf varlık muamelesi görmesi gibi konular, mutlaka yüzleşilmesi gereken acil problemleri oluşturuyor. Bunlar makul, insaflı ve İslam'ın öngördüğü ölçüler çerçevesinde çözüme kavuşturulmadığında, Müslüman toplumların yaşadığı travmaların derinleşmesi kaçınılmaz. Müslüman erkekler, "günah"ları kadınların omuzlarına yıkarak ve her şeyde onları günah keçisi ilan ederek toplumsal problemlerin sadece artmasına ve çeşitlenmesine hizmet etmiş olurlar. 

İslam dünyasında geleneklerin yoğun baskısı, erkeklerin zalim iktidar hırslarıyla birleşince, ortaya bugünkü acınası tablo çıkıyor. Kendini "İslam devleti", "Şeriat devleti", "İslami yönetim" vb. vasıflarla adlandıran ülke ve oluşumlarda kadınların hep acı çekiyor oluşu, hep bastırılmışlık ve itilmişlikle imtihan edilişi İslam'ın yanlış anlaşılmasına hizmet ettiği gibi, bu baskılara muhatap olan kadınların da çok daha hızlı bir şekilde çözülmesine yol açıyor. Böyle toplumlarda hedeflenen "ahlaki seviye"nin bir türlü tutturulamamasında, bu fıtrat dışı baskıların rolü mutlaka göz önüne alınmalı. Örneğin ülkelerinde zorla başları örttürülen İranlı ve Suudi kadınların, yurtdışına adım atar atmaz örtülerinden "kurtulmaları", herhalde İslam'ın hedeflediği bir manzara değil. 

Özetle, İslam dünyası yüzyıllardan beri kadın mevzuunda hala kafasını netleştirememiş olmanın perişanlığını yaşıyor bugün. Kafalar net olmayınca, ortaya çıkan pratikler de haliyle sakatlıklarla dolu oluyor. Kadına uygulanan her türlü baskı ve zulüm, bunun acıklı birer yansımasına dönüşüyor. Mecburen. Maalesef. 

Hiç yorum yok: