12 Kasım 2012 Pazartesi

Osmanlı 98 yıl önce dünya savaşına girmişti! Abdullah Muradoğlu


Osmanlı 98 yıl önce dünya savaşına girmişti!



  • Osmanlı Devleti, 'felaket çağı' olarak anılan 20. yüzyılın ilk dünya savaşına 98 yıl önce, 11 Kasım 1914'te girmişti. Avrupa'da başlayıp ve yine 1914 Noeli'nde Avrupa'da biteceği zannedilen savaş, sömürgeci güçler arasındaki çelişkiler nedeniyle küresel bir savaşa dönüşmüştü.
  • Yaygın bir kanaatin aksine, başta Enver Paşa olmak üzere İttihatçılar 1. Dünya Savaşı'na koşar adımlarla girmedi. İttihatçılar, Osmanlı'nın savaşa girmemesi için her iki tarafta yer alan güçler nezdinde inanılmaz gerilimli bir diplomasi yürüttüler, ancak başaramadılar.

    Birinci Dünya Savaşı 28 Temmuz 1914 günü, Avusturya-Macaristan'ın Sırbistan'a saldırmasıyla başlamıştı ama Osmanlı Devleti üç ay kadar sonra savaşa dahil olmuştu. Kasım ayının ilk haftasında önce Rusya ve arkasından İngiltere ve Fransa Osmanlı'ya savaş ilan etmişti. Osmanlı Devleti ise 11 Kasım'da her üç devlete savaş ilan ederek karşılık vermişti. Böylece Osmanlı, 20. yüzyılın ilk dünya savaşına girmiş olıuyordu.
    Yaygın bir kanaatin aksine İttihat ve Terakki hükümeti savaşa koşar adımlarla gitmemişti. Kazım Karabekir Paşa 'Her içtimai hadise gibi harbe girişimiz dahi, bir tek insan iradesinin eseri değil, birtakım girift amillerin muhassalasıdır' derken haksız değildi.
    Matthew Smith Anderson'ın 'Doğu Sorunu: 1774-1923' başlıklı kitabında belirttiği gibi Osmanlı Devleti'nin Almanya ile yakın ilişki içerisinde olması bir an önce Mihver Devletleri'nin (Almanya, Avusturya) yanında savaşa girmeye hazır olduğu anlamına gelmiyordu. Matthew'e göre Cemal Paşa gibi bazı liderler hala İngilizlerin başını çektiği İtilaf Devletleri'nden yanaydı. Kabine ve halkın büyük bir bölümü tarafsızlıktan yanaydı.
    Ağustos ve eylül ayında hükümet her iki tarafla da flört etmiş ve geri dönüşü olmayacak bir biçimde taraf tutmaktan kaçınmıştı. Yine yaygın bir kanaatin aksine, bu oyalama siyasetinin kahramanı Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın kendisiydi. Dr. Mustafa Aksakal, 'Harb-i Umumi eşiğinde Osmanlı Devleti son savaşına nasıl girdi' başlıklı kitabında (doktora tezi) şimdiye kadar bildiklerimizi gözden geçirmemizi gerektirecek bilgilere yer veriyor.
    OSMANLI SON KALEYDİ
    Osmanlı hükümeti ağustos başlarında Almanya ile gizli bir ittifak anlaşması yaptıkları halde, üç ay boyunca tarafsız kalmayı başarmıştı. Avrupa'da savaşın 1914 Noelinde sona ereceği zannediliyordu. Bu yüzden kısa bir savaş uman İttihatçılar 'silahlı tarafsızlık' durumunu devam ettirmekte kararlıydılar. Dr. Mustafa Aksakal kitabının girişinde bakın ne diyor:
    'Elinizdeki kitap Osmanlı liderlerinin 1914'te imparatorluğu parçalanmaktan ve yabancı denetimine girmekten kurtarabileceğine inandıkları yegane kararı aldığını savunmaktadır. Aslında Ortadoğu'nun yakın gelecekte tümüyle yabancı denetimine gireceğini tasavvur etmek fazla bir hayal gücü gerektirmiyordu. 20. yüzyılın başında Avrupa'nın yeryüzündeki denetim alanı, Sanayi Devrimi'nin de yarattığı araçlar sayesinde yüzde 85'e ulaşmıştı ki, bu da Osmanlı İmparatorluğu'nu direnen son kalelerden biri haline getirmişti. Osmanlılar açısından uluslararası bakımdan güvenli bir konumda olmaya giden yol, Büyük Güçler'den biriyle ittifaka gitmekten geçiyordu. 1914'e gelindiğinde bu kanaat etrafında –uygulanması üst düzey yetkililer arasında kişisel anlaşmazlıklara ve rekabete yol açmış olsa bile– genel bir oydaşma oluşmuştu. İleride açıklanacak sebeplerden ötürü, müttefik tercihi Almanya'dan yana kullanıldı.'
    Dr. Aksakal, Enver ve Talat paşaların, Almanlara kendilerinin ve diğer nazırların savaşa girmeye hazır olduklarını, ancak bunun gerçekleşmesi için Bulgaristan'ın İttifak'a kazanılması gerektiğini ileri sürmüşlerdi. İttihatçılar Bulgaristan'ın belirsizliğini ortadan kaldırmak için canla başla çalışıyorlardı. Aksakal'a göre İttihatçıların girişimleri samimi değildi ve Osmanlı'nın silahlı tarafsızlığının devam etmesi yönündeki tercihini gizlemeye yarıyordu.
    RUSLARA İTTİFAK ÖNERDİLER
    Enver Paşa bir taraftan Almanya'yı oyalarken diğer taraftan Rusya'ya da ittifak önermişti. Aksakal'ın Rus belgelerine dayanarak verdiği bilgilere göre, Rusların Osmanlı ile ittifakı kabul etmeleri halinde Enver Paşa Alman subaylara 'artık bizim düşmanımızsınız ve gitmenizi istiyorum' demekte bir an bile tereddüt etmeyecekti.
    Enver Paşa, Rus askeri ataşesi Leontiyef'i Osmanlı'nın tarafsız kalmakta kararlı olduğuna ikna etmeyi başarmıştı. Ancak Rus Dışişleri Bakanı Sazanof ile İngiltere Dışişleri Bakanı Grey Osmanlılara toprak tavizi verilmesi fikrine karşı çıkıyordu. Grey, Osmanlı yerine Yunanistan ile ittifakı daha tercih edilebilir buluyordu.
    Enver Paşa ve arkadaşları Almanlara sürekli olarak gerekçeler ileri sürüyorlardı. Osmanlı'nın savaşa girmesi için Almanların Avrupa cephesinde bir takım önemli askeri başarılar göstermesini, yanı sıra Bulgaristan'ın İttifaka kazanılmasını, Romanya'nın belirsizliğinin de ortadan kaldırılmasını istiyorlardı.
    Enver Paşa, Osmanlı'nın silahlı tarafsızlığı sayesinde Rusların Avrupa cephesine sevkedecekleri askeri birliklerini Kafkasya'da tutmak zorunda kaldıklarına dikkat çekiyor, aynı durumun Mısır'daki İngiliz kuvvetleri için de geçerli olduğunu savunmuştu. Eğer Berlin bunları takdir etmiyorsa askeri heyetini İstanbul'dan geri çağırabilir ve Osmanlı Ordusu da seferberliğe son verebilirdi.
    BERLİN'İN ŞANTAJI BASKIN ÇIKTI!
    Bulgaristan ve Osmanlı hükümetleri 19 Ağustos'ta bir dostluk ve ittifak antlaşması yaptıkları halde hala İstanbul için savaş ufukta görünmüyordu. Dr. Aksakal, Enver Paşa'nın bu kez de Almanların dikkatini Çanakkale Boğazı'nın İtilaf Devletlerinden gelecek bir saldırıya açık olması konusuna yöneltmeye başladığını kaydeder. Dr. Aksakal, Enver Paşa ve arkadaşlarının Almanya siyasetini şöyle özetliyor:
    'İstanbul'daki Alman temsilcilerle Ağustos 1914'ten Ekim 1914'e dek süren müzakereler Osmanlı liderliğinin savaşa katılmayı kabul edilebilir, fakat muhtemelen kaçınılabilir bir politika olarak gördüğünü, savaşa girmeyi olabildiğince uzunca bir süre ertelemeye çalıştığını ortaya koymaktadır. Hedef hiç kuşkusuz, Osmanlı'nın kaynaklarını tüketmeden, kanını fazla dökmeden Alman ittifakını ve daha da önemlisi savaş sonrasında Alman yardımını garanti altına almaktı.'
    İttihatçılar her türlü manevraya karşın, 'İtilaf Devletleri'nden bekledikleri ilgiyi görmemişlerdi. Bu yüzden 'son çare' olarak Almanya tarafında savaşa girmişlerdi. Dr. Aksakal kitabını şu sözlerle tamamlıyor:
    'Enver Paşa da askeri yükümlülüklerini yerine getirmeksizin ittifakı koruma girişimine doğrudan dahil olmuştu. Ekim 1914 gibi geç bir tarihte Alman meslektaşlarıyla yaptığı toplantılarda ittifak devletlerinin Boğazlar'ın kapanmasından sağladığı yararları birer birer saymıştı. Fakat önce ittifakı lağvetmek tehdidinde bulunan, daha sonra ise itilaf devletleriyle Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalara ayıracak bir anlaşma yaparak savaşı sonlandırma benzeri bir şantajı mütrefikine karşı kullanan Berlin baskın çıktı.'
    Sonrası malum.
    Savaşı 'Kara el' suikasti başlatmıştı!
    Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı'nın kıvılcımını bir Sırp milliyetçisi olan Gavrilo Princip'in Saray-Bosna'da sıktığı kurşunlar tutuşturmuştu. 1911'de kurulan 'Birlik ya da Ölüm' yahut 'Kara El' olarak anılan terörist bir Sırp örgütü Bosna-Hersek'te gizli faaliyet içindeydi.
    Sırbistan Genelkurmay İstihbaratının şefi Albay Dragutin Dimitrievich tarafından planlanan suikastin tetikçisi olan Princip 28 Haziran'da Saraybosna'da Franz Ferdinand ve eşini vurarak öldürdü. Princip'in çaktığı kıvılcım, zaten bir barut fıçısı olan Balkanları patlatmış ve ardından 20. yüzyıla damgasını vuran ilk dünya savaşını başlatmıştı.
    Avusturya Macaristan İmparatorluğu'nun veliahdi Arşidük Franz Ferdinand ve karısı 28 Haziran'da Saraybosna'yı ziyaret etmişti. 28 Haziran tarihi, Sırplar açısından önemliydi. Zira Osmanlı Ordusu Sırpları 28 Haziran 1389'daki Birinci Kosova Savaşı'nda büyük bir yenilgiye uğratmıştı. Dolayısıyla 28 Haziran Sırp milliyetçileri için 'kara bir gün' idi.
    Avusturya-Macaristan daha önce Osmanlı egemenliği altındaki Bosna-Hersek'i, 1908'de de ilhak etmişti. Franz Ferdinand, Avusturya Güney Slavları'na (Hırvatlar, Sırplar) bir takım haklar verilmesinden yanaydı. 'Büyük Sırbistan' hayali içinde yaşayan Sırp milliyetçileri ise Ferdinand'ın reform yapmasını istemiyorlardı. Zaten Princip de yargılandığı mahkemede 'Geleceğin hükümdarı olarak birliğimizi engelleyebileceği ve çıkarlarımıza aykırı bazı reformlar gerçekleştirebileceği' için Ferdinand'ı öldürdüğünü söyleyecektir.
    Bütün Avrupa'da lambalar sönüyor!
    Pek çok tarihçi 20. yüzyılı 'Felaket çağı' olarak tanımlamıştır. Felaket çağını başlatan olay ise 1914'te başlayıp 1918'de son bulan Birinci Dünya Savaşı idi. Müteveffa tarihçi Eric Hobsbawm ise bir kitabında 'Kısaca 1914, katliam çağını başlattı' tabirini kullanır.
    Hobsbavm 'Aşırılıklar Çağı: Kısa Yirminci Yüzyıl 1914-1991' başlıklı kitabının 'Topyekun Savaş Çağı' başlıklı birinci bölümüne şu sözlerle başlıyordu:
    'Büyük Britanya(İngiltere) Dışişleri Bakanı Edward Grey, 1914'te Britanya ile Almanya'nın savaşa girdikleri gece (Londra'da hükümet binalarının bulunduğu cadde) Whitehall'un ışıklarına bakarak, 'bütün Avrupa'da lambalar sönüyor' dedi. Viyana'da büyük hiciv ustası Karl Kraus, 'The Last Days of Humanity (İnsanlığın son günleri)' ismini verdiği 792 sayfalık olağanüstü bir röportaj-dramada savaşı belgelemeye ve kınamaya hazırlanıyordu. İkisi de dünya savaşını bir dünyanın sonu olarak gördüler ve bu konuda yalnız değildiler.
    28 Temmuz 1914'te Avusturya'nın Sırbistan'a savaş ilan etmesi ile 14 Ağustos 1945'te Japonyanın –ilk nükleer bombanın patlamasından dört gün sonra– kayıtsız şartsız teslim olması arasında geçen otuz yıllık dünya çatışması sırasında, her ne kadar bazı kritik anlar olduysa da, insanlık sona ermedi. Dindar insanların, içindeki her şeyle birlikte dünyayı yarattığına inandıkları Tanrı ya da tanrıların bu işi yaptıkları için pişman olabilecekleri anlar yaşandı. İnsanlık varlığını sürdürdü. Bununla birlikte ondokuzuncu yüzyıl uygarlığının büyük evinin dayanakları çöktü ve her yanı dünya savaşının alevleri içinde kaldı. Bu dikkate alınmadan Kısa Yirminci Yüzyıl anlaşılamaz. Savaş bu yüzyıla damgasını vurdu. Silahlar sustuğunda ve bombalar artık patlamadığında bile dünya savaşının şartları içinde yaşandı ve düşünüldü. Yüzyılın tarihi ve daha özgül olarak onun baştaki çöküş ve felaket çağının tarihi, otuz bir yıl süren dünya savaşının tarihiyle başlamalıdır.
    (..) Birinci Dünya Savaşı bütün büyük güçleri ve aslında İspanya, Hollanda, üç İskandinav ülkesi ve İsviçre dışında bütün Avrupa devletlerini kapsadı. Dahası, denizaşırı dünyadan askeri birlikler ilk kez kendi bölgelerinin dışına savaşmaya ve faaliyet göstermeye gönderildiler. Kanadalılar Fransa'da savaştılar, Avusturalyalılar ve Yeni Zelandalılar kendi ulusal bilinçlerini Ege'deki bir yarımadaya –onların ulusal miti haline gelen 'Gelibolu'– işlediler ve daha önemlisi, Birleşik Devletler, George Washington'ın 'Avrupa'nın karışık işleri' konusunda yaptığı uyarıyı reddetti ve yirminci yüzyıl tarihinin biçimlenişini belirleyecek şekilde oraya savaşmak için asker gönderdi. Hintliler Avrupa'ya ve Ortadoğu'ya gönderildiler. Çinlilerden oluşan çalışma birlikleri Batı'ya geldiler, Afrikalılar Fransız ordusuyla birlikte savaştılar.
    (..) Savaş bir yanda Fransa, Britanya ve Rusya'nın oluşturduğu Üçlü İttifak, öte yanda 'Merkez Güçler' denilen Almanya ve Avusturya-Macaristan, birine Avusturya'nın (savaşı fiilen başlattı) ve ötekine Almanya'nın (Alman stratejik savaş planının bir parçasıydı) saldırmasıyla savaşa çekilen Sırbistan ve Belçika arasında, esas olarak bir Avrupa savaşı olarak başladı. Türkiye ve Bulgaristan kısa süre içinde merkez güçlere katılırlarken, öteki tarafta Üçlü İttifak aşamalı olarak çok geniş bir koalisyon halinde inşa edildi. İtalya'ya rüşvet verildi; Yunanistan, Romanya ve (daha çok ismen) Portekiz savaşa sokuldu. Japonya, Uzak Doğu'daki Alman mevzilerini devralmak için hemen devreye girdi, ancak kendi bölgesinin dışında herhangi bir şeyle ilgilenmedi ve –daha önemlisi– ABD, 1917'de savaşa girdi. Aslında ABD'nin müdahalesi belirleyici olacaktı.'
  • Hiç yorum yok: