Cumhuriyet’in öyküsü Osmanlı’dan başlar. Sadece öyküsü değil, idari yapılanması, fikri hareketleri, siyasi kamplaşması dahil bütün süreçler yıkılan imparatorluğun mirasıdır. Cumhuriyet’i kuran kadrolar; asker ve münevverleri de malum, neticede Osmanlı kadrolarıdır. Hatta birçoğu siyasi düşünce olarak kendilerini Osmanlı’dan ayrıştırmış da değillerdi. İmparatorluğu kurtarma fikri uzun bir süre Cumhuriyet kurma fikrinin de önündeydi.
Resmi tarih, devamlılık ve siyasal mirası reddetme takıntısıyla yazıldığı için Cumhuriyet’ten öncesi yok sayılmıştır. Oysa bütün bunlar da hem tarihsel hem de siyasal açıdan gayet tabii süreçlerdir. Kompleks ve takıntı yapılacak şeyler de değildir. Rejim değiştiren birçok başka ülkede de aynısı yaşanmıştır. Bugün sayısız kamu kuruluşu vardır ki Cumhuriyet’ten iki ya da üç kat daha yaşlıdırlar. Ve yine hem merkezi hem de mahalli idare düzenine dair sayısız fikir vardır ki Cumhuriyet kadroları daha doğmadan yazılmış ve tartışılmıştır.
Bir noktada Mustafa Kemal’in siyasi liderliği devreye girmiş ve İstiklal Harbi’nin devamında sürdürülemez yapının yerine Cumhuriyet kurulmuştur.
Yine tabii olarak Cumhuriyet kadroları içinde, imparatorluğu yıkıma götüren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) pek çok üyesi yer almıştır. O sırada, Talat, Enver ve Cemal paşalar dahil olmak üzere İTC’nin lider kadrosu ülkeyi terk etmişti. Geride kalanlar içinde etkili isimler elbette vardı ama Cumhuriyet projesine katılan İttihatçılar’ın çoğu ikinci ve daha aşağı seviyede isimlerdi. Nitekim, bir üst seviyede sayılabilecek, Doktor Nazım, Cavit Bey ve Kara Kemal gibi dişli İttihatçılar dahil 19 kişi de 1926 İzmir Suikasti Davası’nı takip eden günlerde idam edilmiştir.
Atatürk, subaylığı döneminde İTC’ye girmiş olmasına rağmen başta Enver Paşa’yla arasındaki malum çekişme olmak üzere bazı nedenlerden dolayı parti içinde etkili olamadı, Cemal Paşa hariç onlar da kendisiyle pek ilgilenmediler. Özellikle, İstiklal harbi döneminden başlayarak İttihatçılar’ı pek sevmediği, onlardan endişe duyduğu ve sonra da onların geride kalan son önemli kadrolarını tasfiye ettiği bir gerçektir.
Ne var ki, “İttihatçı” zihniyet Osmanlı’nın son döneminde nasıl hakimiyet kurmuşsa Cumhuriyet’te de aynı hakimiyeti sürdürmüştür. Hatta, bir Osmanlı partisi olmasına rağmen bu anlayışın ömrü ve tesiri Cumhuriyet döneminde daha da uzun olmuştur. Tek parti CHP’si döneminden sonra da askeri darbelerle kurumlarını kurmuş ve güçlendirmiş ve siyasal hakimiyeti bugüne kadar devam etmiştir.
Siyasetten ekonomiye, sosyal hayattan diplomasiye kadar güçlü iktidar alanları yaratmış ve siyasal iktidarlara rağmen ülkenin sevk ve idaresini ustalıkla sürdürmüştür. Yakın zamana kadar toplumun üzerinde korku rüzgarları estiren ve siyaset dizaynına yarayan “irtica, rejim, laiklik vs.” gibi propaganda kelimeleri aynı zihniyetin ürünüdür. Hikmet-i hükümet felsefesiyle, toplumu şekillendiren; insanlara kendinden menkul, inanç, ideoloji ve kılık kıyafet biçen anlayıştan söz ediyoruz... Daha az demokrasi ve daha çok denetime dayalı, mümkün olduğunca ülkenin dışa ve dış denetime kapalı olduğu bir düzen tesis edilmiş ve bu düzen tehlikeye girdiğinde de askeri darbelerle tahkim edilmiştir.
Ulusalcılık formuyla bir toplumsal hastalık halini alan ırkçı fikirler ve mesela misyonerlik korkusu ya da farklılıkları düşmanlaştırma yaklaşımı da bu zihniyetin modern uzantılarından başka bir şey değildir.
Rejimin devamını sağlamak adına hikmet-i hükümet babında suikast tertip etmek de... Yakın dönemden geriye doğru, birçok sansasyonel cinayet vak’asında bu zihniyetin izleri apaçık görünür. Denilebilir ki, modern İttihatçılar’ın gözü ve vicdanı otantik İttihatçılar’dan daha da karadır. Birçok tezahür bunu teyid etmektedir.
Bundan dolayıdır ki, Türkiye’nin yolu bu zihniyeti hukuk ve demokrasiyle mağlup etmek ve bir daha geri dönmemek üzere bu bahsi kapatmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder