1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) Ve Sonuçları, Kıbrisı ve Balkanları Nasıl Kaybettik
93 Harbi’nin en önemli nedenleri arasında Rusya’nın Balkanlar’da yaşayan Ortodoks dinine bağlı Osmanlı vatandaşları (Rum, Bulgar, Sırp, Ermeni ve Romen) üzerindeki etkisini arttırma amacı sayılabilir. İngiltere ve Fransa Rusların güçlenmesini istemediklerinden dolayı bu savaşta Osmanlıları desteklediler.
Osmanlı hazinesi Sultan Abdülmecit’in döneminden beri yapılan aşırı harcamalar sonucu Avrupa’ya karşı ağır bir şekilde borçlanmıştı ve bu borçları ödeyebilmek için Balkanlardaki vergileri yükseltmişti. Bu ağır vergiler Balkan halkları arasında hoşnutsuzluk yarattı. Ayrıca Kafkaslar’dan Ruslar tarafından Çerkes Sürgünü sonucu göçe zorlanan Çerkez ve Abhaz gibi Müslüman gruplar Balkanlar’da yerleştirilmiş; bu göçmenlerle Balkanlar’ın yerlisi olan Hristiyanlar arasında büyük bir düşmanlık ortaya çıkmıştı. Nisan 1876 yılında ortaya çıkan Bulgar isyanları bu Müslüman göçmenlerin yardımıyla bastırıldı ama isyanların bastırılması sırasında ölen Bulgarlar için Avrupa’da büyük bir sempati oluştu. İsyanlar sırasında ölen Müslümanların sayısını hiçe sayan Avrupa basını Osmanlı Devleti’ne karşı çok olumsuz bir kamuoyu yarattı. Bu kamuoyunun baskısıyla Osmanlı Devleti’ni Bulgarlar, Sırplar ve Romenlere daha geniş bir özerklik vermeye zorlamak için İstanbul’da bir konferans toplandı.
Tersane Konferansı adı verilen bu konferansın kararlarını yumuşatmak için tahta yeni çıkmış olan II. Abdülhamit konferansın toplandığı 23 Aralık 1876 günü alelacele I. Meşrutiyet’i ilan etti. Ama gene de konferans Osmanlı Devleti’ne karşı çok ağır kararlarla sonuçlandı. Bu kararların Osmanlı Devleti’nce reddedilmesi üzerine Rusya, Paris Antlaşması’nın (1856) Karadeniz’de tersane ve savaş gemisi bulundurulmayacağına ilişkin hükümlerini tanımadığını bildirdi. Ardından da Ortodoks uyruklarına söz konusu antlaşmadaki hükümleri uygulaması için Osmanlı Devleti’ne baskıda bulunmaya başladı. Bu sırada İngiltere, Rusya’nın Osmanlılara savaş ilan etmesini önlemek amacıyla Londra Konferansı’nın toplanmasına önayak oldu. Ama Osmanlılar konferansta hazırlanan protokolü içişlerine müdahale sayarak reddettiler. Ülkedeki Panslavist akımların etkisiyle protokolün reddini bir savaş nedeni sayacağını önceden bildirmiş olan Rusya 24 Nisan 1877′de Eflak ve Boğdan’a girerek Osmanlılara savaş açtı. Osmanlılar, Kafkasya ve Tuna olmak üzere iki cephede, kendilerinden üstün durumdaki Rus ordusuna karşı zorlu bir savunma savaşı vermek zorunda kaldılar.
Kafkas Cephesi
Kafkasya’da Rus ordusunun 75,000 askeri Rusya’nın Kafkasya valisi Grandük Mihail Nikolayeviç’in komutasında idi. Nikolayeviç’in emrindeki alt düzeydeki komutanlar ise çoğu Ermeni asıllı olan Beybut Şelkovnikov, Mihail Tarieloviç Loris-Melikov, İvan Davidoviç Lazarev ve Arşak Ter-Gukasov idi. Osmanlı ordusu ise Ahmed Muhtar Paşa’nın komutasındaki 20.000 askerden oluşuyordu. Ruslar’ın kendi geliştirdikleri top mermileri bulunuyordu. Osmanlı’da ise İngiliz yapımı toplar mevcut idi.
Kafkasya cephesinde Ahmed Muhtar Paşa komutasındaki Osmanlı birlikleri, General Loris-Melikov komutasındaki Ruslara karşı uzun süre direndi. 27 Nisan 1877′de Doğubeyazıt, 17 Mayıs’da ise Ardahan Ruslarca işgal edildi. Ama Halyaz ve Zivin’de Rus orduları yenilgiye uğradı. Gedikler (25 Ağustos) ve Yahniler (4 Ekim) çarpışmaları Osmanlıların zaferiyle sonuçlandı.
15 Ekim’deki Alacadağ Muharebesi’nde Ruslar takviye ile Osmanlı savunma hattını arkadan çevirdi ve Osmanlı’nın 5-6,000 ölü ya da yaralı ile 8,500 savaş esiri kaybı oldu.[4] Kafkas cephesindeki Osmanlı kuvvetleri çözülmeye başladı. Kasım 1877′de Kars’ı ele geçiren Rus Orduları Erzurum’a yöneldi.Ahmed Muhtar Paşa Kars-Erzurum arasında kurduğu savunma hattında kış koşullarını iyi değerlendirerek üstün bir savunma savaşı verdi. Nene Hatun ve diğer Erzurumlu vatandaşların Aziziye Tabyası’nda büyük bir cesaretle yaptıkları savunma 93 Harbi’nin unutulmayan anlarını oluşturdu. Erzurum Rusların eline geçti. Savaşın bitmesinden sonra Rus ordusu Erzurum’dan geri çekildi ama Kars, Ardahan, Rize, Artvin ve Batum Berlin Antlaşması’yla Rusya’ya bırakıldı. Bu şehirler, yeni Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Sovyetler Birliği ile 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’na kadar Rusya’nın elinde kaldı.
Balkan Cephesi
93 Harbi başladığında Çırpanlı Abdülkerim Nadir Paşa Rumeli Ordusu başkomutanı olarak Balkanlardaki bütün Osmanlı birliklerinin en üst düzeydeki komutanı durumundaydı. Bölgedeki Osmanlı kuvvetleri Rusçuk, Silistre, Şumnu ve Varna arasında bulunan Ahmed Eyüb Paşa’nın komutasındaki Doğu Tuna Ordusu, Vidin’de üslenen Osman Nuri Paşa’nın komutasındaki Batı Tuna Ordusu ve ikisinin arasında yer alan Süleyman Hüsnü Paşa’nın komutasındaki Balkan Ordusu olmak üzere üç ordudan oluşuyordu. Balkanlardaki Rus birliklerinin en üst düzeydeki komutanı ise Grandük Nikolay Nikolayeviç idi. Ancak Tuna nehrinin Romanya tarafında konuşlanan Rus birliklerine General İosip Gurko komuta ediyordu.
Tuna Cephesindeki muharebeler Rusların 21 Haziran 1877′de Tuna nehrini Romanya tarafından Bulgaristan tarafına geçerek Osmanlı topraklarına girmesiyle başladı. Rus ordusu 26 Haziran’da Ziştovi Muharebesi ve Niğbolu Muharebesini kolayca kazandı. Savaşın başındaki bu başarısızlıktan dolayı Abdülkerim Nadir Paşa görevden alındı ve 18 Temmuz’da yerine Mehmet Ali Paşa getirildi. Tırnova ve Niğbolu’yu alan Rus birlikleri 19 Temmuz’da stratejik açıdan büyük önemi olan Şıpka Geçidini ele geçirdiler. 2 Ekim’de Mehmet Ali Paşa da başkomutanlık görevinden alınarak yerine Süleyman Hüsnü Paşa getirildi. Osmanlı birlikleri Şıpka Geçidi’ni geri almak için çarpışırken General Yuri Şilder-Şuldner komutasındaki Rus birlikleri Osmanlı ordusunu Plevne’de abluka altına aldılar. Plevne Kalesinin komutanlığını Osman Nuri Paşa üstlenmişti. Kuşatmaya Rus generalleri Mihail Skobelev ve Nikolay Kridener ve Kral I. Carol’un emrindeki Rumen askerleri de katıldı. Osman Nuri Paşa’nın 145 gün boyunca cesaretle sürdürdüğü Plevne Savunması ezici bir sayı üstünlüğü bulunan Rus ve Romen orduları karşısında 10 Aralık 1877′de başarısızlıkla son buldu. Plevne’nin düşmesinden sonra Sırplar da Osmanlılara karşı yoğun saldırıya geçtiler.
Hızla ilerleyen Rus orduları Kazanlık, Samokov, Yeni Zağra, Çırpan, Tırnova ve Filibe’yi aldıktan sonra Meriç Nehri’ni geçti. 20 Ocak 1878′de Edirne düştü. Ruslar Silivri’yi de alarak Ayastefanos’a (Yeşilköy) kadar ilerlediler. Osmanlılar barış istemek zorunda kaldılar. Osmanlılara karşı ağır koşullar içeren Ayastefanos Antlaşması imzalandı. Ama Avrupa’da dengenin Rusya lehine bozulduğunu gören Avusturya, İngiltere, Fransa ve Almanya bu antlaşmaya karşı çıktılar. Berlin’de uluslararası bir konferans toplandı ve 13 Temmuz 1878′de imzalanan Berlin Antlaşması’yla savaş sona erdi.
Savaşın Sonuçları
93 Harbi, Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecini başlatan ilk önemli olaylardan biri sayılır. II. Abdülhamit’in, yenilgiden sorumlu tuttuğu Meclis-i Mebusan’ı süresiz tatil ederek Kanun-i Esasi’yi askıya alması, ayrıca savaş sonrasında Balkanlar’la Kafkasya’dan Anadolu’ya gelen 1 milyonu aşkın göçmenin yol açtığı toplumsal ve ekonomik bunalım öbür önemli sonuçlarıdır. Başlangıçtaki başarılara karşın ordunun donatım eksikliği ve teknik yetersizlikleri, özellikle Tuna cephesindeki komutanlar arasında görülen geçimsizlik savaşın Osmanlı aleyhine sonuçlanmasına sebep olarak görülebilir.
Ayastefanos Antlaşması
93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) sonunda imzalanan barış antlaşmasıdır.
93 Harbi olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlı Devletinin yenilgisiyle sonuçlandı. Rus ordusu, batıdan Yeşilköy’e (eski adı Ayastefanos), doğudan Erzurum’a kadar geldiler. Osmanlı Devleti, barış istedi. Rus orduları başkomutanı Nikolay, barış esaslarının mütarekeyle birlikte görüşülmesi şartıyla bu isteği kabul etti ve 3 Mart 1878’de İstanbul’un Yeşilköy semtinde ağır koşullar içeren bu antlaşma imzalandı. Buna göre;
- Osmanlı Devleti’ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a uzanacak.
- Bosna-Hersek’e iç işlerinde bağımsızlık verilecek.
- Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek.
- Kars, Ardahan, Batum ve Doğubeyazıt Rusya’ya verilecek.
- Teselya Yunanistan’a bırakılacak.
- Girit ve Ermenistan’da ıslahat yapılacak.
- Osmanlı Devleti Rusya’ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti.
Ancak bu antlaşma ile Rusların bölgede tamamen hakim bir konuma gelmeleri Batılı devletleri telaşlandırdı. Zira Rusların, Bulgaristan yolu ile sıcak denizlere inmeleri, İngilizlerin Hindistan siyasetine ve Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakına set çekmiş olacaktı. Osmanlılar bu tepkilerden yararlanarak Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye bırakmak koşuluyla Berlin’de yeni bir antlaşma (Berlin Antlaşması) zemini elde etmeye başardılar. Ayastefanos’un feci şartlarını hafifleten bu antlaşma ile Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki hayatı, bir müddet uzadı. Bu antlaşma Osmanlı Devrinde Sevr Antlaşması gibi kâğıt üzerinde kalan bir antlaşmadır.
10 Soruda 93 Harbi
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde gerçekleşen en büyük felaketlerden birisi, ’93 Harbi’dir. Bu savaş, Osmanlı İmparatorluğu’na toprak ve itibar kaybettirdiği gibi, yeni filizlenmeye başlayan Meşrutiyet’in de sonunu getirmiş ve İmparatorluğu, büyük bir göç dalgası ile karşı karşıya bırakmıştır. Bu yazımızda, 93 Harbi’ni tartışmaya çalıştık.
1. Bu savaşa neden ’93 Harbi’ denildi?
2. 93 Harbi’nin nedenleri nelerdi?
3. 93 Harbi’nde hangi cephelerde savaşıldı?
4. Plevne Müdaafası’nın 93 Harbi’ndeki yeri nedir?
5. 93 Harbi’nde büyük devletlerin tutumu nedir?
6. Osmanlı, savaşı niçin kaybetti?
7. 93 Harbi’nin sonundaki göç, nasıl oldu?
8. Meclis-i Mebusan niçin kapatıldı?
9. 93 Harbi sonunda hangi antlaşmalar imzalandı?
10. 93 Harbi’nin etkileri neydi?
1 – Bu savaşa neden ’93 Harbi’ denildi?
Osmanlı-Rus Savaşı, (1877-1878), miladî takvimle 24 Nisan 1877′de başlamıştır. Hicri takvimle ise savaşın başlangıcı, 1294 yılıdır. Ancak bu dönemde mali işler için kullanılan Rumî takvime göre, savaşın başlangıcı 1293 yılına rastladığı için, ‘Doksan üç Harbi’ diye adlandırılmıştır.
2 – 93 Harbi’nin nedenleri nelerdi?
Rusya, 1856′da imzalanan Paris Antlaşması’nın aleyhinde olan hükümlerinden, Almanya’nın Fransa’yı mağlup etmesi üzerine değişen Avrupa dengelerinden faydalanarak kurtulmuştu. Osmanlılara karşı Balkanlar’daki milletleri silahlandırıyor ve isyana teşvik ediyordu. Kırım Savaşı’ndan sonra, karşı barış politikası takip eden Osmanlı İmparatorluğu’nu savaşa sokup Kırım yenilgisinin intikamını almak isteyen Rusya, bu amacını gerçekleştirmek için, Slavları kışkırtma yolunu seçmişti. Hersek ve Bulgar isyanlarında Osmanlı İmparatorluğu’nu yalnız bırakmak için uğraştı. 1876 Bulgar isyanında, binlerce Bulgar’ı Türklerin katlettiği propagandasını yayarak, dış borçlarını ödemediği için, Avrupa kamuoyunda aleyhinde olumsuz bir hava esen Osmanlı İmparatorluğu’nun, Avrupa siyasetinde iyice yalnız kalmasını sağladı.
Rusya, Sırbistan ve Karadağ’ı Osmanlılara karşı savaşa teşvik etti. Osmanlıların savaşı kazanması üzerine, hadiselere bir çözüm bulmak üzere, İstanbul’da İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya, İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun katılımıyla bir konferans düzenlendi. Ancak İmparatorluğun bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne aykırı istekler nedeniyle, bir anlaşma sağlanamadı.
İstanbul Konferansı’nın (Tersane Konferansı) toplandığı sırada, I. Meşrutiyet ilan edilerek, bu toplantıdan Osmanlı lehine bir sonuç çıkarılmak istendi ise de Avrupa devletleri bu duruma itibar etmemişlerdir. Konferansa katılan devletler İstanbul’da bir çözüm yolu bulunamaması üzerine, Londra’da toplanarak, 31 Mart 1877′de Londra Protokolü’nü imzalamışlardır.
İstanbul Konferansı’ndaki tekliflerin hemen hemen aynısı olan bu kararları, Osmanlı İmparatorluğu reddetti. Belki Karadağ’a bir kısım toprak vererek ve ıslahat çalışmaları yapılarak barış sağlanabilirdi. Ancak Osmanlı hükümeti ve Meclis-i Mebusan, arazi vermeyi kabul etmemiştir. Bunun üzerine harekete geçen Rusya, Avrupa hukukunu ve İmparatorluk’daki Hıristiyanları savunma iddiasıyla, 24 Nisan 1877′de Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti.
3 – 93 Harbi’nde hangi cephelerde savaşıldı?
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, Tuna ve Doğu Anadolu’da olmak üzere, iki cephede cereyan etmiştir. Savaşın başlamasıyla birlikte, hızla Romanya’ya giren Ruslar, bu prensliği de kendi yanlarına çekerek, Dobruca ve Bükreş yönlerinden Osmanlı topraklarına saldırmaya başlamışlardır. Kısa sürede Ziştovi, Tırnova ve Niğbolu’yu ele geçiren Ruslar, 19 Temmuz’da Şıpka geçidini aşmışlardı.
Rusların başarıları, İstanbul’da paniğe yol açtı. Başkentin Bursa’ya taşınacağı söylentileri çıktı. Savaşın İstanbul’da kurulacak bir ‘Askeri Meclis’ tarafından yönetilmesine karar verilip, görevlerinden alınan Serasker ve Serdar-ı Ekrem, Divan-ı Harp’e verildiler. Bu arada Süleyman Paşa, Ruslardan bir kısım toprakları geriye almaya muvaffak olmuş ve Plevne’de de Gazi Osman Paşa, Rusları durdurmuştu. Ancak Plevne düştükten sonra, Rus ilerleyişi tekrar başlamış ve Sırbistan da Osmanlılara karşı savaşa girmişti.
Plevne’den sonra Edirne’ye yürüyen Rus kuvvetleri, iyi bir savunma olanağına sahip bu kenti, Vali Eyüp Paşa’nın mühimmatları havaya uçurup çekilmesi üzerine, 20 Ocak 1878′de teslim almışlardı. Bunun üzerine, II. Abdülhamid bizzat Rus Çarı’ndan ateşkes talebinde bulunmuştu.
Doğu Anadolu cephesinde ise, Ruslar üç koldan harekete geçmiş ve Erzurum’a ulaşmışlardı. Aziziye tabyalarında Nene Hatun’un halkı teşvikiyle Ruslar durdurulmuşlardır.
Bu cephede Ruslara karşı koyan, Ahmet Muhtar Paşa’dır. Paşa’nın daha önemli bir cephe sayılan Rumeli’ye gönderilmek üzere İstanbul’a çağrılmasından sonra, hiçbir ümidi kalmamasına rağmen, Erzurum sonuna kadar dayanmış, ancak ateşkesten sonra boşaltılarak Ruslara teslim edilmiştir.
Rusların Batum’a taarruzları da ateşkes yapılıncaya kadar, başarıyla durdurulmuştur.
4 – Plevne Müdaafası’nın 93 Harbi’ndeki yeri nedir?
Kısa bir sürede Osmanlı topraklarının önemli bir bölümünü ele geçiren Rus kuvvetleri karşısında önemli bir direniş olmamıştı. Ancak Vidin’de bulunan Osman Paşa’nın Plevne’yi geri alması üzerine, Osmanlı kuvvetleri burada önemli bir direniş noktası oluşturmuştu.
Müstahkem bir mevki olan Plevne, Gazi Osman Paşa’nın da askeri zekasıyla birleşince, Tuna cephesindeki Rus askeri hareketini kilitlemiştir. Plevne’yi geri almak için iki defa saldıran Ruslar, mağlup olmaları üzerine,
Romenlerden yardım istemek zorunda kalmışlardır. Onlarla birlikte yaptıkları saldırılarda da bir başarı sağlayamamışlardır. Plevne Müdafaası’nın başarılı olması, İstanbul’da sevinçle karşılanmış ve savaşın başlangıcındaki Rus başarıları üzerine oluşan panik havasını dağıtmıştır. II. Abdülhamid, Osman Paşa’ya bu başarısı nedeniyle ‘Gazi’ ünvanı vermiştir. Romenlerin yardımıyla girişilen birçok saldırı da sonuçsuz kalmış, ancak Plevne’de baş gösteren yiyecek sıkıntısı yüzünden Gazi Osman Paşa, 10 Aralık 1877′de düşman kuşatmasını yarma hareketine girişmiş ise de yaralanması üzerine başarılı olamayıp esir düşmüştür.
93 Harbi yaklaşık 9 ay sürmüş, Rus kuvvetleri bu sürede İstanbul önlerine gelmişlerdir. Gazi Osman Paşa ise Plevne önlerinde Rus kuvvetlerini 5 ay tutmaya muvaffak olmuştur.
5 – 93 Harbi’nde büyük devletlerin tutumu nedir?
1853′teki Kırım Savaşı’nda, Osmanlı İmparatorluğu’yla beraber hareket eden Avrupa devletleri, 93 Harbi’nin başlangıcında olsun, ilerleyen safhalarında olsun, harekete geçmemişlerdir. Almanya savaşın başından itibaren Rusya’yı desteklemiş, Avusturya, Macar tebasının Osmanlı lehine yaptıkları gösterilere rağmen, savaşın sonunda Bosna-Hersek’i almak üzere tarafsız kalmayı kabul etmiştir. İngiltere savaşa . karşı olmasına rağmen, Rusya’ya karşı aktif bir tavıra girmemiştir.
II. Abdülhamid, Rusya’nın savaş ilan ettiği gün, Avrupa devletlerine telgraflar çektirerek, Paris Antlaşması’nın sekizinci maddesine göre, arabuluculuk yapmalarını istemişse de bir karşılık bulamamıştır.
Başta Fransa olmak üzere İngiltere, Almanya ve Avusturya hemen tarafsızlıklarını ilan etmişlerdir. Yalnız İngiltere, Osmanlı menfaatlerine karışmayacağını, ancak Rusya, İngiltere’nin menfaatlerini tehdit edecek olursa, tarafsız kalamayacağını Petersburg’a bildirmiştir. Bunun üzerine Rusya, İngiltere’ye gerekli teminatı vermiştir.
Savaş sırasında II. Abdülhamid, Hobart Paşa vasıtasıyla Avrupa kamuoyunu Osmanlı tarafına çekebilmek için mektuplar yayımlatmış, yabancı gazetecileri bizzat kabul ederek Rus zulmü hakkında bilgi vermiş ve onlara çeşitli nişanlar vererek etkilemeye çalışmıştır. Ancak Avrupa devletleri ve kamuoyu, Osmanlı İmparatorluğu lehine önemli bir faaliyete girişmemiştir.
Savaşın sonlarında da Edirne’nin düşmesi üzerine, Osmanlı hükümeti savaşın başından itibaren tarafsızlıklarını sürdüren Avrupa devletlerinden ateşkes için ‘arabuluculuk’ yapmalarını istedi ise de yine olumlu bir cevap alamadı. İngiltere ile Fransa, Ayastefanos’ta Rusların Balkanlar’da büyük nüfuz kazanması üzerine harekete geçmişler ve Berlin Antlaşması ile önceki antlaşmanın şartlarını biraz hafifletmişlerdir. Böylece Osmanlılar, Balkanlar üzerindeki varlıklarını 1913′e kadar yani 35 yıl uzatmış oldular.
6 – Osmanlı, savaşı niçin kaybetti?
Osmanlı İmparatorluğu gerek askeri teçhizat açısından, gerekse eğitimli askerleri açısından, savaşa hazır değildi. Askeri malzeme bakımından önemli ölçüde dışa bağımlıydı.
Savaş için gerekli malzeme ve mühimmatın eksikliğiyle Osmanlı Donanması’nın hiçbir varlık gösteremeyişi bu büyük yenilginin nedenlerindendir. Osmanlı Donanması iyi durumda ise de, asker naklinin dışında, Ruslar’a karşı fazlaca kullanılamamıştır. Her ne kadar
Osmanlı Donanması’nın gemilerinin iyi durumda olmasına karşılık, yeterli eğitime sahip üst düzey subayların bulunmaması nedeniyle Donanma, özellikle Tuna’da, Ruslara karşı kullanılamamıştır.
Bu savaşta, imparatorluğun çok geniş bir alanda mücadele etmek zorunda kalmasıyla kuvvetler arasındaki irtibatsızlık ve savaşın İstanbul’daki merkezden idare edilmesi de yenilgiyi kolaylaştırmıştır.
7 – 93 Harbi’nin sonundaki göç nasıl oldu?
93 Harbi’nin en önemli sonuçlarından birisi, Bulgaristan’daki Türk ahalinin, gerek katledilmek ve gerekse göçe zorlanmak suretiyle, yaklaşık 500 yıldır yaşadıkları topraklardan Anadolu’ya sığınmak zorunda kalmalarıdır.
Savaşın sonunda, Edirne ve Tuna vilayetlerinin iki bölgesi (Şumnu, Varna ve Silistre havalisi ile Rodoplar ve civarı) dışında kalan yerlerdeki Türk unsur, hemen hemen tamamen yok olmuştur. Beş yüz bin kişi savaşta katledilmiş veya açlık ve hastalık sonucu ölmüştür. Bir milyonu aşkın insan ise göç ederek, daha güvenli buldukları Şumnu, Batı Trakya, Makendonya, İstanbul ve Rodoplar bölgesine sığınmıştır. Osmanlı hükümeti, Bulgaristan Emareti ve Şarkî Rumeli Vilayeti’nde Türk nüfusunun azalmaması için çalıştı ise de, mahalli idarelerin baskısı sonucu, kalan ahali de yurtlarını terk etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu, muhacirlerin bir kısmını Balkanlar’daki jeostratejik bölgelerle imparatorluğun diğer taraflarındaki boş arazilere yerleştirmeye çalışmıştır. Ancak Diyarbekir, Van, Musul, Halep, Bağdat ve Basra’daki boş arazilerin İstanbul ve Rumeli’ye uzak olması, iklimin göçmenler için elverişli olmaması, yeterli ulaşım ağının bulunmaması ve Müslüman olmayan ahalinin tepkileri gibi nedenlerden, muhacirler büyük kitleler halinde yerleştirilememiştir.
Göçmenler, Edirne, Aydın, Ankara, Kastamonu ve Hüdavendigar (Bursa ve civarı) vilayetlerine gönderilmişler, bu durum da başta Bursa, İzmit ve Aydın olmak üzere Batı Anadolu bölgesinde izdihama neden olmuştur.
8 – Meclis-i Mebusan niçin kapatıldı?
Savaşın sonunda Rus ordusunun ilerleyişi karşısında ne yapılacağını tartışmak üzere Yıldız’da, padişahın da katıldığı bir fevkalede meclis toplanmıştır. Bu toplantıda, devletin içinde bulunduğu buhrana çare olabilecek herhangi bir karar alınamadığı gibi, bazı üyelerin yenilginin sorumluluğunu II. Abdülhamid’e yıkmaları üzerine, padişah önce toplantıyı terk etmiş, ardından da Meclis-i Mebusan’ı süresiz tatil etmiştir.
Meclis tatil edilmiş, ancak Kanun-i Esasi resmen yürürlükten kaldırılmamıştır. Ama tatbik de edilmemiş, sadece her yıl çıkan devlet salnamesinin başında, adının geçirilmesiyle yetinilmiştir. Çıkarılan kanunlar da Meclis-i Mebusan tekrar toplandığı zaman onaylanmak üzere, geçici olarak çıkarılmıştır.
Meclis-i Mebusan resmen kapatılmasa da aynı manaya gelecek şekilde süresiz tatil edilmesi, yeni filizlenmeye başlayan parlamento ve meşruti rejim açısından, önemli bir yaradır.
Bu kapatma hadisesini bir kısım yazarlar, II. Abdülhamid’in despot yönetimini oluşturmak için gerçekleştirdiğini belirtmektedirler. Bir kısım tarihçiler ise Meclis’in buhrana neden olduğunu ve Müslüman olmayan mebusların, kendi milletlerinin menfaatleri için imparatorluk aleyhine çalıştıklarını, tek bir milletten oluşmayan devletlerde, meclisin faydadan çok zarar getireceğini, bu yüzden kapatıldığını öne sürmektedirler.
Meşrutiyet’in ilanını İI. Abdülhamid taraftar olduğundan değil, emr-i vaki karşısında kaldığından kabul etmişti. Osmanlı devlet adamları ve padişah zihniyet itibariyle, bu durumu hazmedebilecek durumda değildi. Engin Akarlı, Meclis’in kapatılmasının gerçek nedeninin, “Osmanlı devlet adamlarının, halkın siyasete karışmalarından duydukları rahatsızlık” olduğunu söylemektedir.
9 – 93 Harbi sonunda hangi antlaşmalar imzalandı?
Savaşı sona erdirmek için Kızanlık’ta başlayan ateşkes görüşmelerine, Edirne’nin Ruslar tarafından alınması üzerine, burada devam edilmişti. 31 Ocak 1878 tarihinde imzalanan Edirne Mütarekesi’yle savaş sona ermişti. Barış görüşmeleri Rusların karargahlarını naklettikleri Yeşilköy’de (Ayastefanos) devam etti ve 3 Mart 1878′de Ayastefanos Antlaşması imzalandı.
Yirmi dokuz maddelik bu antlaşmaya göre, Osmanlı İmparatorluğu Sırbistan, Romanya ve Karadağ’ın bağımsızlıklarını kabul edecek ve Karadağ’ın sınırları Adriyatik’e kadar uzanacak, Sırbistan Niş’i alacaktı. Bulgaristan özerk bir prenslik haline getirilecek, sınırları Tuna’dan Ege’ye, Arnavutluk’tan Karadeniz’e kadar uzanacaktı. Bulgaristan prensini halk seçecek, Avrupa devletlerinin ve Osmanlı İmparatorluğu’nun onayıyla atanacaktı. Osmanlılar, savaş tazminatı olarak 1.410 milyon ruble vereceklerdi. Ancak bu tazminatın büyük bir kısmına karşılık, Rumeli’deki bir kısım topraklarla Batum, Kars, Ardahan ve Doğu Bayezid, Ruslara bırakılacaktı. 300 milyon ruble ise para olarak ödenecekti.
Ayastefanos Antlaşması, panslavizmin bir zaferiydi. Rusya’nın bu kadar avantajlı bir konuma gelmesi, mevcut siyasi dengeyi bozmaktaydı. Bu yüzden başta İngiltere olmak üzere, bu durum, Avrupa devletlerinin yoğun muhalefetiyle karşılaştı. 13 Haziran 1878 tarihinde toplanan Berlin Kongresi’nde Ayastefanos Antlaşması’nın maddeleri yeniden ele alındı ve değiştirildi. Altmış dört maddelik bu yeni antlaşmayla Ayastefanos Antlaşması’yla kurulmak istenen büyük Bulgaristan üçe bölünmüş, önemli bir kısmı Osmanlı İmparatorluğu’nun denetimi altında bırakılmıştı. Bosna-Hersek ise Avusturya’ya terk edilmişti. Savaş tazminatı 802.500.000 Frank olarak tespit edilmiş ve yedi yıl içerisinde, 21 eşit taksitte ödenmesi kararlaştırılmıştı. Balkan ülkeleriyle Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkiler, öyle belirsiz esaslara bağlanmıştı ki, çözümsüz kalan sorunlar yüzünden, Osmanlı ordusu kısmi seferberlikten bir süre daha çıkamamıştı.
10 – 93 Harbi’nin etkileri neydi?
İmparatorluk önemli ölçüde toprak kaybının yanı sıra, Rusya’ya ödemek zorunda kaldığı savaş tazminatı nedeniyle, büyük bir maddi yük altına girdi. Ayastefanos Antlaşması’nın ağır hükümlerinden kurtulmak için, Kıbrıs’ı İngiltere’ye bıraktı. Bir süre sonra da, durumdan yararlanan Fransa, Tunus’u işgal etmiştir (1881). Meclis-i Mebusan kapatıldı. Böylece her ne kadar resmi olarak kaldırılmamış olsa dahi, Meşrutiyet, filizlenmeden sona erdi. Ali Suavi, V. Murad’ı yeniden tahta geçirmek için, Çırağan Sarayı’na bir baskın düzenledi ama başarıya ulaşamadı. Bu baskın, II.Abdülhamid’in ömür boyu tahttan indirilme korkusuna kapılmasına ve her şeyi kontrol etmek istemesine yol açtı.
• Yuluğ Tekin Kurat, “1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinin Sebepleri”, Belleten, Sayı:103 (Ankara 1962), s. 567-592.
• Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (1877- 1890), Ankara 1994.
• Mahir Aydın, “Doksanüç Harbi”, TDV İslâm Ansiklopedisi, IX, s. 498-499.
• Ali İhsan Gencer, “Ayastefanos Antlaşması”, “Berlin Antlaşması”, TDV İslâm Ansiklopedisi, V, s. 516-517; IV, s. 225.
• Engin Akarlı, “II. Abdülhamid: Hayatı ve İktidarı”, Osmanlı, II (Ankara 2000), s. 253-265.
• Ali Akyıldız, “II. Abdülhamid’in Çalışma Sistemi”, Osmanlı, II (Ankara 2000), s. 286-297.
Midhat Paşa ve arkadaşları, Kanun-i Esasi‘yi ilan ederek, Avrupalıların gözüne gireceklerini ve onların devlet üzerindeki baskılarını kaldıracaklarını umuyorlardı. Umdukları olmadı. Avrupalılar, Tersane Konferansı ile Osmanlı Devleti’ni Bulgaristan ve Bosna-Hersek gibi eyâletlerde ıslâhata zorluyordu. Midhat Paşa ve arkadaşları, Ocak 1877′de, çoğunluğu Türk olmayan Meclis’e bu teklifleri reddettirdi ve Rusya ile savaşı göze aldı. Hatta Midhat Paşa, bu konuda yeni Padişah Abdülhamid‘i azarlama cüretini gösterdi. Batılı devletler de büyükelçiliklerini çekerek Osmanlı Devleti’ni Rusya ile başbaşa bıraktılar. Mart 1877′de altı büyük Avrupa Devleti, daha hafif tekliflerle Londra Protokolünü imzaladılar ve Rus Çarı II. Aleksandr‘ın barış yanlısı olmasını da kullanarak, Karadağ’a Nikşik Kazasının verilmesi şartıyla, savaşı önlemek istediler. Ancak Midhat Paşa’nın ekibinin elinde olan ve Abdülhamid’i devre dışı bırakan grup, bu teklifi de reddetti ve resmen Nisan 1877′de halkın 93 harbi dediği harp başlamış oldu.
Midhat Paşa Harbe sebep olanlar, Midhat Paşa ve ekibidir. İki cephede birden başlayan 93 Harbi, Osmanlı Devleti’ni yıkılmakla karşı karşıya getirmiştir. Tuna Cephesinde başkumandan Abdülkerim Nâdir Paşa‘dır (Halk arasında Abdi Paşa diye bilinir). Üst üste hatalar yapılmıştır. Sırbistan’ı yanına alan Rusya güçlerini arttırırken, Osmanlı’ya bağlı kalmak isteyen Romanya’nın basit istekleri reddedilerek onlar da Rusların tarafına geçmişlerdir. 19 Temmuz 1877′de Şıpka Geçidini geçen Ruslar, nihayet Plevne’ye kadar dayanmışlardır. Plevne komutanı Gazi Osman Paşa, 20 Temmuz 1877′de, 30 Temmuz 1877′de ve Ekim 1877′de üç defa Rusların üstün kuvvetlerine karşı tarihe Plevne Zaferleri diye geçen başarıları elde etmişse de, Aralık 1877′de teslim olmak mecburiyetinde kalmış ve sonra da esir edilmiştir. Artık Osmanlı orduları Rusları durduramamıştır; maalesef 20 Ocak 1878′de Edirne’yi ve nihayet Şubat 1878′de ise Yeşilköy’ü (Ayastafanos) işgal etmişlerdir. Avrupa cephesinde savaş, Rusların kesin zaferiyle sona ermiştir.
Kafkas cephesinde ise, komutan Ahmed Muhtar Paşa‘dır ve iyi bir komutandır. Ancak silah ve ordu itibariyle Osmanlı’dan üstün olan Ruslar, Haziran 1877′de Ahmed Muhtar Paşa’ya yenilmişlerse de, Mayıs 1877′de Ardahan’ı işgal etmişlerdir. Diğer komutanların destek vermemeleri üzerine, Kasım 1877′de Kars düşmüş ve Ruslar Aziziye Tabyalarına kadar gelmiştir. Nene Hatunların direnişiyle karşılaşan Ruslar Erzurum’u alamamışlardır.
Devletin yıkılmak üzere olduğunu gören Abdülhamid, İngiltere Kraliçesi Victoria‘dan mütâreke imzalanması için aracı olmasını talep etmiştir. Mütâreke ancak Ocak 1878′de imzalanabilmiştir. İstanbul’un Rusların eline geçmesinden korkan Avrupalı devletler hemen harekete geçmişler ise de, Osmanlı Devleti, Mart 1878′de Yeşilköy (Ayastafanos) Andlaşmasım kabul etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Ruslarla imzalanan bu andlaşma, tam bir intihar andlaşmasıdır. İşte II. Abdülhamid‘in 30 yıl sürecek ve devleti bir müddet daha muhafaza edecek olan diplomatik dehası, evvela Ayastafanos’u geçersiz kılma teşebbüsleriyle başlamıştır. İlk işi, Elviye-i Selâse (Kars, Ardahan ve Bâyezid) Osmanlı’ya iade edilmek ve imzalanan Andlaşma yerine Berlin Muahedesini kabul ettirmek şartıyla, Kıbrıs, İngiltere’ye taviz olarak verilmiştir. Berlin Muahedesi de iyi bir andlaşma değildir. 1699 tarihli Karlofça Andlaşmasından sonra Osmanlı Devleti’ni Avrupa’dan tasfiye eden ikinci andlaşmadır. Ancak Ayastafanos ile mukayesesi de mümkün değildir. Zira Osmanlı’nın Balkanlardaki ömrünü 1913 yılına kadar (Londra Muahedesi) devam ettirmiştir. Berlin Muahedesi ile, Osmanlıya bağlı üç prensliğe yani Romanya, Sırbistan ve Karadağ’a istiklâliyet verilmiştir. Berlin Muahedesinin en kötü şartları, Doğu Anadolu’da Ermeniler lehine ve Makedonya’da da gayr-i müslimler lehine devletin bazı ıslâhat yapmaya mecbur bırakılmasıdır.
Kısaca 93 Harbi ve bunun acı meyvesi olan Berlin Muahedesi, II. Abdülhamid’in değil, onu başlangıçta kukla gibi kullanmak isteyen Midhat Paşa ve ekibinin eseridir. Abdülhamid’in tek başına idareyi almasının sebebi de budur. Kaynakça: Mahmûd Celâleddin Paşa, Mir’ât-ı Kâinat, c. II, sh. 2-253; c. III, 2- 263 Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, 14-80; Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, c. I, sh. 556-573 Kurat, Yuluğ Tekin, “1877-78 Osmanlı Rus Harbinin Sebepleri”, Belleten, c. XXVI, sayı 103(1962), sh. 526-542 Baykal, Bekir Sıtkı, “100. Yıl Dönümü Münasebetiyle Berlin Kongresi Hakkında Bazı Düşünceler”, Belleten, c. LII, sayı 202(1988), sh.195-208. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlı adlı kitabından…
Berlin Konferansı ve Antlaşması
Osmanlı Devleti ile Almanya, Avusturya, Macaristan, Fransa ve Rusya arasında Berlin’de yapılan antlaşma. Halkımızın 93 Harbi dediği 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından, Osmanlı İmparatorluğu'nun yenik çıkması neticesinde, Ruslarla 3 Mart 1878’de, şartları çok ağır Ayastefanos Antlaşması imzalanmıştı. Türkiye’nin Balkanlardaki rolünü pek zayıf bir vaziyete düşüren ve Rusları Balkanların efendisi durumuna yükselten bu antlaşma, büyük devletlerin gözünü korkuttu. Ayastefanos Muahedesinin, Rusya, İngiltere ve Avusturya arasında tadil edilmesi (değiştirilmesi) hususunda, o sırada İngiltere, sonra dünyanın ikinci devleti durumuna yükselen Almanya’nın yardımı ile bir konferansın toplanması mümkün olmuştu.
Sultan İkinci Abdülhamid Han, İngiltere’yi Rusya’nın aleyhine mahirane bir şekilde kışkırtmıştı. İngiltere, zayıf bir Türkiye’nin karşısında, Rusya’nın, Orta Doğudaki İngiliz menfaatlerini tehdit edeceğine, ılık sulara inip kendisiyle rekabete başlayacağına inanmıştı. Daha önce, geçici ve şartlı olarak Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye bırakan Babıali, Rusya’yı yola getirmek için, birinci derecede bu devlete güveniyordu. Tabii, Türkiye, savaştan mağlup çıkmıştı. Bahis konusu olan şey, mümkün olduğunca az zararla işin içinden sıyrılmaktı.
Kongrenin Berlin’de toplanması hususunda, Almanya İmparatorluk Şansölyesi Prens Bismark’ın teklifi kongreye katılan devletlerce kabul edildi. Türkiye ve Rusya’dan başka İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya'nın katıldığı Berlin Konferansı, Almanya İmparatorluk Şansölyesi (federal başbakan) Prens Bismark’ın başkanlığında 13 Haziran 1878’de açıldı. Diğer devletleri, başbakanlar ve dışişleri bakanları temsil ediyordu. Türk murahhasları, Hariciye Nazırı Kara Todori Paşa, Müşir Mehmed Ali Paşa ve Berlin büyük elçisi Sadullah Bey (Paşa) idi.
Berlin Antlaşması, Türkiye için bir yıkım olmakla beraber, Türkleri Avrupa’dan tasfiye etmiyordu. Bilakis, Türkiye’nin Balkanlardaki hayatını, 1913’e kadar 35 yıl uzatıyordu. Üstelik antlaşmanın Rusya’ya sağladığı faydalar azdı ve asla Rusya’nın savaşta göze aldığı fedakârlıkları karşılamıyordu. Asıl faydalananlar, Balkan devletçikleri ve İngiltere idi.
64 maddelik antlaşmada, toprak değişiklikleri dışında en mühim maddeler, Türkiye’nin, Doğu Anadolu’da Ermenilerin az çok önemli bir azınlık teşkil ettikleri vilayetlerde (Vilâyât-ı Sitte), bu kavim lehine ıslahat yapmayı, aynı ıslahatı Makedonya vilayetlerinde de uygulamayı kabul etmesiydi. Her iki madde de, Sultan İkinci Abdülhamid tarafından Büyük Devletler arasındaki rekabetten faydalanılarak, yıllar boyunca uyutuldu ve asla tatbik edilmedi.
Diğer pek mühim bir madde, Türkiye’yi, Rusya’ya 802.500.000 frank savaş tazminatı ödemeye mecbur ediyordu. Tazminatın ödenmesi, Sultan İkinci Abdülhamid’in uzun saltanatı boyunca devam etti.
Berlin Antlaşması, Türkiye’nin 1699 Karlofça Antlaşması'ndan sonra, Avrupa’dan tasfiyesini hazırlayan ikinci büyük dönüm noktası oldu. Bu tasfiye, 1913 Bükreş Antlaşması ile tamamlandı ve Avrupa Türkiyesi, Doğu Trakya’ya münhasır kaldı.
Osmanlı Devletinin bu antlaşma ile doğrudan doğruya veya dolayısıyla olan toprak kayıpları şu şekilde özetlenebilir: Devlet, doğrudan doğruya idaresinde bulunan Niş sancağını Sırbistan’a, Teselya sancağını Yunanistan’a, birkaç kazayı Karadağ'a, Kars, Artvin ve Ardahan sancaklarını Rusya’ya, Dobruca sancağını Romanya’ya bırakıyor, bu suretle birkaç kaza ile birlikte 6 sancak, İmparatorluktan ayrılıyordu. Kendisine tabi olan Romanya, Sırbistan, Karadağ prensliklerinin, imparatorluktan ayrılmasına razı oluyordu. Bunların arasında Tunus Prensliğini de saymak mümkündür. Zira üç yıl sonra Tunus’u işgal eden Fransa, bu işgalin ortamını Berlin Konferansının kulisinde sağlamıştı. Osmanlı Devleti, çok imtiyazlı bir Bulgaristan Prensliği ile az imtiyazlı bir Doğu Rumeli vilayetinin kurulmasına rıza gösterdiği gibi, Bosna-Hersek vilayeti (eyalet, umumi valilik) ile, kısmen Yenipazar sancağının idaresini Avusturya-Macaristan’a, Kıbrıs sancağının idaresini de İngiltere’ye bırakıyordu. Birkaç şaşkın ve gafil devlet adamının, Karadağ’a bir kaza bırakmamak için göze aldıkları savaşın sonunda yapılan bu büyük Türk yağmasından İran bile nasibini alıyor, bu devlete de o zamandan beri İran’da kalan Kotur kazası veriliyordu.
Mithat, Mahmud Celaleddin, Redif paşalar gibi gafillerin, kazanacakları zannıyla, Osmanlı Cihan Devletini, ortasına attıkları meşhur “93 Harbi”nin neticesi budur. Eğer Sultan İkinci Abdülhamid’in şahsi diplomasisi olmasaydı, bu kayıplar çok daha büyüyecek ve Ayastefanos’un ağır şartları aynen uygulanacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder