18 Ekim 2012 Perşembe

ANKARA SAVAŞI ÖNCESİ TİMUR İLE YILDIRIM BAYEZİD’İN MEKTUPLAŞMALARI Abdurrahman DAŞ*


ANKARA SAVAŞI ÖNCESİ TİMUR İLE YILDIRIM BAYEZİD’İN
MEKTUPLAŞMALARI
Abdurrahman DAŞ*

ÖZET

Ankara Savaşı, Timur’la Yıldırım Bayezid arasında 1402’de Ankara’ya 20 km.
yakınlıktaki Çubuk Ovasında olmuştur. Savaş olmadan önce Timur, Yıldırım Bayezid’e
dört mektup göndermiş, Yıldırım Bayezid dört mektupla ona cevap vermiştir. Ancak bu
yazışmalar savaşı önleyememiştir. Savaşın galibi Timur olmuş, Yıldırım Bayezid esir
düşmüştür. Bu dört mektup ve cevaplarının Türkçe suretleri, Konya Belediyesi
Koyunoğlu Kütüphanesi nr. 13435’de kayıtlı olan el yazması Münşeât ve Mükâtabât-ı
Sultâniye mecmuasında mevcuttur. İlk kez bu dört mektup ve cevapların özgün metinleri
transkripsiyonlu olarak verilmiştir.

Giriş

Ankara savaşı 1402’de vuku bulmadan önce, Timur’la Yıldırım Bayezid
arasında mektuplaşmaların olduğunu tarihî kaynaklar ittifakla bildirmektedirler.
Çoğu tarihî kaynak, bu mektupların metinlerini hiç vermeden savaşın gidişatını
anlatmış, bazıları da bir mektuptan birer paragraf alarak vermekle
yetinmişlerdir. Bu mektuplardan dördünü bir arada bulunduran Osmanlı tarihî
kaynakları tespit edilememişti. Yapılan araştırmayla, Timur’un üç mektubu ile
Yıldırım’ın ona yazdığı cevapları Arapça olarak Feridun Ahmed Bey’in
Münşeât’ında1 ve bu mektupların Türkçe suretlerinin ise Hoca Sadeddin’e ait
olduğu belirtilen el yazması Münşeât Mecmuasında oldukları tespit edilmiştir 2.
Timur ve Bayezid’e ait Arapça yazılmış mektupları eserine alan Feridun Ahmed
Bey için tarihçi Yınanç; “...Münşaat (I, 120 vd.)’ında ve Timur’a nisbet edilen
arapça tehdit mektubu ile Sultan Bayezid’e izafe olunan gene arapça tahkir
mektubu tamamiyle uydurmadır. Bu iki mektup İbn ‘Arabşâh’ın eserinde(s. 126
vd.) meâlleri zikredilen muhârebelere istinaden uydurulmuş ve hatta ibâreler,
baştan başa müsecca olan bu eserin, o bahsinden aynıyla iktibas edilmiştir...”3
kanaatini beyan etmiştir. Aynı araştırmacı yukarıda zikredilen makalesinde;
Ankara savaş’ı ile ilgili verdiği bilgilerde, Timur’un mektupları ile Yıldırım
Bayezid’in yazdığı cevaplar, bizim burada transkripsiyonunu verdiğimiz
mektupların içerikleriyle benzerlik göstermektedir. Öyle anlaşılıyor ki Türkçe
olarak yazılmış olan Hoca Sadeddin Efendi’nin bu münşeâtında yer alan
mektuplar, Feridun Ahmed Bey’in Münşeât’ından iktibas edilmemişlerdir.
Dolayısıyla bu mektuplar, belge olarak güvenilir belgeler olarak
değerlendirilecektir.

Bazı Osmanlı tarihî kaynaklarında, Timur ile Yıldırım Bayezid arasında
karşılıklı yazıldığı kaydedilen mektuplardan Türkçeye tercüme edilmiş yalnız
bir mektubun metni bulunurken4 bir kısmında ise üç mektubun Türkçesine
rastlamaktayız5. Ancak yaptığımız araştırmalarda, Timur ile Yıldırım Bayezid
arasında vuku bulan yazışmaya ait Türkçe dört mektubun tercümelerini tespit
etmiş bulunmaktayız6. Ayrıca bu mektupların günümüz Türkçesine
transkripsiyonunun yapılmamış olduğu da anlaşılmıştır. Mektuplara ait
metinleri vermeden önce her iki tarafla ilgili dönemin genel siyasî durumunu
belirtmemiz yerinde olacaktır. Zira hiçbir savaş sebepsiz meydana gelmemiştir.
Yani her savaşın bir nedeni bulunmaktadır. Ankara Savaşı Sonrasında Timur’un
Semerkand’a gönderdiği Fetih-nâme ve yakınlarına gönderdiği mektuplar
üzerine muhtelif araştırmaların yapıldığını görmekteyiz7.


a. DÖNEMİN GENEL SİYASÎ DURUMU

Anadolu Selçuklu Devletinin, Moğolların hakimiyeti altına girmesi ve
sükûtu ile beraber, Anadoludaki Türk beylikleri kendi hakimiyetlerini sahip
oldukları bölgede ilân etmişlerdi. Bu beylikler, şer’i hukuka göre Selçuklu
Devletine tâbi olduklarını kabul ediyorlardı. Hakimiyet alâmeti olarak hil’at,
menşûr, sancak ve gazilik unvanı alıyorlardı8. Moğollar Anadolu’ya geldikten
sonra bu beylikleri kendi itaati altına aldı ve belli oranda kendisine vergi
ödemeye tâbi tuttu. Daha sonra Türk beylikleri arasında yapılan mücadeleler
sonrasında, Osmanlı Beyliğinin kısmen sağladığı siyasî birlik ve hakimiyet,
Yıldırım Bayezid zamanına kadar gelmiştir. Geçen bu sürede Türk beylikleri
arasında en uzun mücadele Osmanlı Beyliği ile Karaman Beyliği arasında
meydana gelmiştir9. Osmanlı Beyliği diğer beylikleri kendi idaresi altına almayı
başarmış ve batıda Bizans’a karşı, Doğu’da ise Timur’a karşı siyasî hakimiyet
tavrını sürdürmeye çalışmıştır. Bizans Devleti bu sırada en kötü ve zayıf
dönemini yaşıyordu. Mısır’da Memlûk Devleti, Azerbaycan ve civarında
Karakoyunlu Sultanı Kara Yusuf, Bağdad’ta ise Sultan Ahmed Celâyir iktidarda
bulunuyordu.

Timur(1360/69-1405), kendisini her zaman meşgul eden ve fırsat
bulduklarında onun hakimiyeti altındaki yerleşim merkezlerine10 saldırılar
düzenleyen, Müslümanların yollarını kesen, hacıları soyan ve mallarını
yağmalayan, tahribata sebep olan Karakoyunlu Beyi Kara Yusuf ile Bağdat
Sultanı Ahmed Celâyir’i ortadan kaldırmaya karar verdiği için, batı cephesine
yönelerek hem güveni sağlamayı, hem de topraklarını genişleterek gelir
kaynaklarını artırmayı planlamıştır11. Nitekim Timur, Ankara Savaşından sonra
Bursa’ya gelmiş, buradan haraket ederek İstanbul’un fethedilmesi için bazı
planlar üzerinde çalışmıştır. Bizans’ın asırlarca biriktirdiği zengin hazineleri,
şehrin diğer tüm zenginlikleri, Timur’un İstanbul’u ele geçirme kararına etki
eden en önemli faktör olmuştur. Onun İstanbul’u fethetme düşüncesi Farsça
yazdığı hatıratında kaydettiği bildirilmiştir12.

Ankara savaşından önce; kuzeyde Altınordu, güneyde Mısır
Memlûkluları Timur’a mağlup olmuş, Osmanlı devleti tek başına kalacak
duruma düşürülmüştür. Timur, Osmanlı-Memlûk işbirliğini önleyici üçüncü batı
seferine Eylül 1399’da çıkarak, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı ele
geçirirken, Kara Yusuf ile Sultan Ahmed Celâyir kendilerini Timur’un
hışmından koruması için Yıldırım Bayezid’e iltica etmişlerdi. Timur, Osmanlı
iktidarını içeriden zayıflatarak, isyan etmeleri için Akkoyunlu hakimi
Karayölük Osman Bey ile Erzincan Emiri olan Mutahharten’i kendi tarafına
almış, onlara bazı siyasî vaatlerde bulunmuştur13. Timur Temmuz 1400’de
Anadolu’nun doğu illeri Erzurum ve Erzincanı geçerek Sivas’a kadar geldi.
Buradan güneye yönelerek Antep ve Halep’i almış, hemen sonrasında Memlûk
ordusunu yenerek Şam’ı ele geçirdi14. Daha sonra oradan Bağdad’a geri döndü.
Timur’un bu askerî faaliyetleri, olası yeni bir Osmanlı-Memlûk işbirliğini
önlemiştir.

Timur’u, Osmanlı devleti üzerine yürümeye teşvik edenler arasında
Erzincan Emiri Mutaharten, Akkoyunlu Beyi Karayölük, Osmanlı karşısında
topraklarını kaybeden diğer Türk beylikleri, özellikle de Karaman beyi
zikretmek gerekir15.

Ayrıca Ceneviz, Fransa, Bizans ve Kastilya gibi Osmanlı karşıtları da, bu
savaşın olması yönünde Timur’la yakın ilişki içerisinde bulunmuşlardır16. Emir
Timur’a sağlanan bu işbirliği sonrasında Osmanlı sultanına karşı Ankara
Savaşını kazanması, İstanbul’un fethini elli yıl geciktirdiği düşünülmektedir17.
Osmanlı tarihî kaynakları Ankara savaşı sebeplerini zikrederken;
Karaman beyine bağlı bazı kimseler, Osmanlı elçilerinin Timur’a götürdükleri
sulh yapmayı bildiren mektubu ele geçirdikleri ve bunu değiştirerek sulhu
erteleyecek mahiyette ifadelerin yazıldığı bir başka mektubu Timur’a
gönderdikleri, Osmanlı elçilerini öldürerek olması muhtemel bir barışı böylece
engellediğinden bahsetmemektedir. Yine aynı Osmanlı tarihî kaynakları, Mısır
Sultanı Baybars’ın, Timur’un elçisi olarak giden Şeyh Bahaddin Savcı’yı
öldürtmüş olduğunu yazmamaktadır 18. Önemli bir başka mesele de, Ankara
Savaşından önce Yıldırım Bayezid’in hastalığını Timur’un ona yazdığı
mektubunda belirtmesidir. Yıldırım Bayezid’in (8 Mart 1403) ölümü hakkında
farklı rivâyetler bulunmaktadır19. Timur’a ait olan bir mektupda Sultan
Yıldırım’ın hasta olduğu dikkate alındığında, onun intihar etmediği, boğmaca
hastalığına yakalanarak öldüğü iddiası akla uygun düşmektedir. Hatta Timur,
Yıldırım Bayezid’in tedavisi için kendi özel hekimi İzzeddin Mes’ûd Şirâzî ve
Celâleddin Arab’ı bizzat gönderdiği bildirilmektedir20. Yukarıdaki hususlara
ilâve olarak daha başka önemli konular da mektuplarda dile getirilmiştir.
Timur’un isteklerinde ve Yıldırım Bayezid’in ona verdiği cevaplarda yer alan
önemli kısımları özet halinde sadeleştirerek değerlendirmeyi uygun
görmekteyiz.

b. MEKTUPLARIN ÖZET İÇERİĞİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ

I. Mektup ve Cevabında

Timur;Yıldırım Bayezid’e yazdığı birinci mektubunda özetle; “...Kara
Yusuf ile Bağdat Sultanı olan Ahmed Celâyir’in, Osmanlı idaresine sığınma
taleplerini kabul etmemesini, bu iki kişiyi yakalayıp aileleri ile birlikte ya
kendisine teslim edilmesini, veya öldürülmelerini, ya da ülke sınırları dışına
çıkarılmaları...”21 gibi alternatif tekliflerini iletmiştir.

Yıldırım Bayezid; Timur’un bu gibi isteklerini emr-i vâki saymış,
muhtemelen kendisine iltica edenlerin kışkırtmaları ve onun daha önceki Sivas
kuşatması da dahil, Osmanlıya karşı beslediği istilâ planları sebebiyle çok sert
ve hakaret edici cevabî mektubunda 

; “...Ey ihtiyar köpek, tekfurdan daha
şiddetli kâfirsin. Mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin.
Osmanlı sultanlarını, Acem padişahlarına benzetme. Osmanlı askerleri de, ne
Kıpçak ülkesi Tatarı gibi sıradan insanlar, ne de Hint toplulukları gibi başı boş,
sere serpe avare kalabalıklar değildirler. Osmanlı askerleri, Irak ve Horasan
askerleri gibi hamiyetsiz ve perişan olmayacak kadar onurlu askerlerdir. Yine
sen, Osmanlı askerlerini Şam ve Haleb(Memlûk) askerlerine de
benzetmeyesin...” şeklinde ifadeler kullanmıştır.

Yukarıda mektup içerisinde anılan tüm bu ülkeler, Timur’a mağlup olmuş
yerler olduğu için, Yıldırım Bayezid buraları kötü birer örnek olarak Timur’a
göstermek istemiştir. Ayrıca Yıldırım’ın mektubunda adları geçen İslam
ülkelerinde Timur’un, çok sayıda Müslümanı öldürdüğü ve şehirlerini harab
ettiği kaydedilmektedir ki, bu durumu Timur da söylemekte bir beis
görmemiştir. Böylesine bir âkibete uğramak istemeyen Yıldırım Bayeazid, işi
savaş yoluyla bitirmek istemiş olacak ki ona yazdığı cevabında; “...bu mektup
eline geçtikten sonra savaş meydanına her kim ki gelmeyip kaçarsa, onun eşi üç
talakla kendisinden boş olsun...” diyerek, Timur’u savaş meydanına davet
etmiş, gözdağı vermiştir.

II. Mektup ve Cevabında

Karşılıklı yazılan bu sert ve aşağılayıcı ilk mektuplardan sonra, taraflar
daha temkinli olmayı yeğlemiş olmalı ki daha sonra yazacakları mektuplarda
üslûplarını yumuşatmayı tercih ettiklerini görüyoruz. Şöyle ki;

Timur; “...Sen kendini Allah yolunda cihad eden, bizi ise haksız yere kan
döken bir kâfir ve beni yeni yetme bir savaşçı saymışsın. Bil ki, ben kırk yıla
yakın bir süredir nefsimi cihada adamışım. Bu cihatlar sonunda kaleler ve
ülkeler feth ederek, beldeleri kurtarmakla meşgulüm. Kaldı ki bu halim, dünden
daha açık ve kesindir. Bu mücadeleler esnasında, çok sayıda kişi bize itaat
etmiş ve yolumuzda canlarını feda etmiştir. Siz niçin bize hizmet etmekten
kaçıyor, sevgi göster miyorsunuz? Hem yaşça da senden büyük durumdayım.
Bu güne kadar hangi tarafa gittiysem, kısa sürede orayı ele geçirdim. Sivas’ı da
kısa zamanda elde ettim. Sen Malatya’yı muhasara ettin, dört ay elde edemedin
ve geri dönmek zorunda kaldın. Sinop Kale’sini ne zamandan beridir elde
edemedin. Mektubundaki gibi tehdit ve gurura kapılma, akıl yolundan uzak
sözlere cesaret etme. Kaldı ki Sivas’ta ele geçirdiğim adamlarınızdan
durumunu anlamış haldeyim. Dolayısıyla pek çok Müslümanı rencide etmek,
han ve mallarını harab etmek uygun görülmemiştir. Bu sebeptendir ki, güzel
cevap vermeyi yüksek bir iş olarak bil, ülkeni harap etmekten kurtarmış
olursun. Bizimle anlaşma yoluna döner, özür dileyen bir ifade ile cevap
verirsen, aramızda dostluk ve sevgi olur. Böylece Frenk kâfirine fırsat vermemiş
olur, biz de, Sivas’tan çekilerek geri döneriz. Bizim niyetimiz ve meylimiz sizi
zayıf düşürerek meşgul etmek, böylece kefere dinine yardım etmek değildir.
Bizi ve askerimizi kâfir, dinsiz, sapık itikatlı mezhep sahibi ve çirkin
âdetleri bulunmakla itham etme. Bizim askerimiz babadan ataya Müslüman ve
Müslüman çocuklarıdır. Niçin hidâyete layık olmasınlar? Kaldı ki, Osmanlı’nın
askerleri çoğunlukla kâfirlerden devşirme olduğu açıktır.

Davamız cihangirlik olup, saltanatımız adına hutbeler okunmaktadır,
sikkeler basılıdır. Müslümanların ûlü’l-emri olduğumuzda şüphe yoktur. Bizim
soyumuz, İlhân-ı Âlişân’a ulaşmaktadır. Eğer samimi selâmınızla beraber iyi
ifadeler içeren mektubunuz gelirse, her iki taraf arasında yumuşama ve sevgi


peyda olur. Aksi halde kılıç ortaya çıkınca, kaleme yer kalmaz ve’s-selâm...”
ifadelerini içeren ikinci mektubunu Yıldırım Bayezid’e göndermiştir.
Yıldırım Bayezid; 

“...Zamanın cihan sultanı olan Timur-i Köregen22,
Sivas’a gelip yerleşmeyi, bizim Tebrîz’e yöneldiğimize benzeterek tuhaf
kıyaslamada bulunmuşsun. Kaldı ki biz, Kefe’den Şirvan’a varıp, o ülkeye
asker çıkarsak, kim mani olabilir? Kıpçak halkı sizden bıkıp usandığı için
bizimle beraber olmayı tercih etmektedir. 
Malatya ve Sinop hususundaki iddianız da doğru değildir. Bazı
sebeplerden dolayı muhasaradan vazgeçilmiştir. Yoksa bizim askerimizin azlığı
veya sizin askerinizin çokluğundan dolayı olmamıştır. Kastamonu ve Karaman
hakimlerinin inatları ve o sırada fırsat bulup, bazı vilâyetlerimize saldırmaları,
bizim Malatya ve Sinop’taki muhasarayı kaldırmamızı zaruri kılmıştır...”

dedikten sonra mektubuna devamla; 

“...İyi bil ki, atam Ertuğrul Han üç yüz
kadar gazisiyle beraber, Hülâgû Tatar’ından onbin Tatar’a vurup, Alâeddin
Keykubât’a galip gelenleri mağlup etmiştir. Bundan sonra devlet idâre etme
şerefine nâil olmuş, hil‘at kendisine verilerek, Allâh’ın lutfu ile Âl-i Selçûk’un
yerine idareyi elde tutması isyân ve baş kaldırma ile olmamıştır. Osman Bey’in
ilk culûsundan itibaren, dört tarafında bulunan kâfirlerle gece-gündüz iki
yüzbinden fazla askeriyle cihat etmiştir. Bu saltanat yıldızımız bugün dördüncü
tabakaya erişmiş ve şimdiye kadar fethettiğimiz kale ve kasabaların sayısı
geçmiş sultanların hayalinden geçmesi dahi mümkün olmamıştır...”

 sözleriyle Osmanlı saltanatının tarihî seyrini açıkladıktan sonra, Osmanlının iktidar
amacını şu ifadelerle duyurmaya çalışmıştır;

“...Bizim nazarımızda; dünya ve
içindekilerin kıymeti, Allah yolunda cihat etmenin yanında saman çöpü kadar
değeri yoktur. Osmanlı askerine Abdullâh oğlu demekten fazlasıyla zevk
duyarız. Çünkü bütün sahâbe-i kirâmın ataları kâfir iken, kendileri müslüman
oldular. Böyle müslüman olanlar, insafı olmayan müslüman-zâdelerden çok çok
üstündürler...” 

şeklinde dinî kanaatini ifade etmiştir. Timur’un istila ettiği İslam
ülkelerinde yaptıklarını tasvip etmeyerek;

 “...Siz Sivas’ı harap idüp, ehl-i
İslâm’ın ırzını pâyimâl etdükten sonra ne denile bilir ki! Siz, ilk suçlamayı
kendinizden gidermeye uğraşıyorsunuz. Arapça ve Farsça gelen
mektuplarınızda sertlik, kabalık, kibir ve gururdan başka bir nesne yoktu. Âl-i
Osman, hile ile ülkeleri kendisine mülk edinmemiştir. Mektuplarımız akıllı
devlet erkânımızla yapılan istişâreler sonrası yazılmıştır...” 

tepkisini göstermiştir.

Görüldüğü gibi Yıldırım Bayezid, Timur’dan gelen ikinci mektuba, iltifat
gösteren diplomatik bir üslûpla cevap vermiştir. Timur’un İslâm âleminin
liderliğini temsil edemeyeceğini belirtirken, Osmanlı Sultanları, liyâkat ve
meşru yollarla iktidarı elinde bulundurdukları ve tek gayeleri, Allâh yolunda
cihat etmek olduğu, mal ve arazi elde etmek gibi dünyevî emeller peşinde
koşmak olmadığını özellikle belirtmiştir. Ayrıca Osmanlı ordusu, fethettiği
ülkelerde Timur’un yaptığı gibi yıkıp yakarak harap etmediklerini de söyleyerek
onu, Osmanlı idaresi altındaki yerlere saldırıda bulunma düşüncesinden vaz
geçirmeye çalışmıştır.

Timur’a yazılan ilk cevap niteliğindeki mektupta, Yıldırım Bayezid’in
ağır ifadeler kullanmaya, onun ilk mektubundaki sert ve kaba sözlerinin yol
açtığını izah ederken, ikinci cevap niteliğindeki mektupta Yıldırım Bayezid
yumuşak bir ifade ile meseleyi hal etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Çünkü
Timur, Anadolu’ya bu seferden önce geldiğinde verdiği zararı Yıldırım Bayezid
çok iyi bilmektedir. Timur’u engellemek için onun psikolojisini bozmak ve
vazgeçirmek niyetinde olduğu açıktır. Ancak, Bayezid’in yazdığı ağır ifadeler,
ona karşı duyduğu öfkenin mektuba yansımasıdır. Zira, Sivas’ın ilk defa Timur
tarafından tahrip edilmesi ve Yıldırım Bayezid’in oğlu Ertuğrul’un öldürülmesi
sonrasında, Bayezid’in 

“Çal çoban çal, Ertuğrul gibi oğlun mu öldü, Sivas gibi kalen mi yıkıldı.” 

23 dizelerini söylemiş olması, onu ne derece üzdüğünü göstermektedir.

III. Mektup ve Cevabında

Yıldırım Bayezid’den alınan ikinci cevabın ardında;

Timur; 

“...Sungur Çavuş ve Hacı Bayezid ile gönderdiğimiz haberler
doğrudur. Sizin küffârla savaştığınızı biliyoruz. Bu tarafta Gürcü kâfirlerle biz
savaşıyoruz. Hem siz hem de bizler bu konuda mutluyuz. Bu durumun sayısız
faydaları her iki tarafa olmaktadır.Yazdıklarımızda zerre kadar şaibe ve şüphe
olamaz. Antlaşma kararı olursa, Mısır’la aramızda olanlardan ıslâh edici
olunması isteğiniz uygun görülmemiştir. Çünkü ölen eski Mısır Vâlisi,
elçilerimizden Irak ve Acem’in büyük saygı duyduğu Bahaddin Savcı’yı haksız
yere öldürdü. Yine uzun süredir hapsettiği Gönültaş’ı serbest bırakması için elçi
gönderdiğim halde isteğimi yerine getirmedi ve o günahsızı hiç endişe
duymadan katletti. Biz Şam ve Haleb’e geldiğimizde, Mısır’da Hacı adındaki
elçileri gelip haps olunan Otlamış’ı Haleb’e gönderelim dediler. Fakat bu sözün
de aksini yaptılar. Timur, Osmanlı sultanının Memlüklerle irtibat kurmasına,
bağları kuvvetlendirmesine vesile olacak faaliyetlerden rahatsız olduğunu ve
Yıldırım Bayezid’in muhtemelen elçileri vasıtasıyla sözlü olarak Mısır Valisi
olan kişi hakkında akrabalık ve kutsal mekanlara idarecilik yapmış olması,
Timur ile Yıldırım Bayezid arasında arabuluculukta bulunmasına itiraz edip,
rıza göstermeyerek;

 “...Senin, şimdi Mısır Vâlisi olan kimseye oğlumuzdur
demeni uygun görmedik. Onu Sultânu’l-Harameyn elkâbıyla anmanız doğru
olmaz. Belki Mücâvirü’l-Harameyn demeye lâyık değillerdir...” 

tepkisini bildirmiştir. Ancak Yıldırım Bayezid’in göndermiş olduğu önceki mektubu
incelendiğinde Memlük Sultanı için yukarıdaki ifadeleri kullanmadığını
görüyoruz. Acaba Karaman Beyliğine ait bazı kimselerin Osmanlı elçilerini ele
geçirip, gönderilen mektuptaki ifadeleri değiştirdiklerine dair Bayezid’in kast
ettiği hadise bu sırada olmuş olabilir mi, sorusu akla gelebilir.

Timur mektubuna devamla;

 “...Bize dost olmayanı, kendinize yakın ve
sevdiklerinize dahil etmeyiniz. Saltanat işleri nezâkete bağlıdır. Dikkat edilecek
yönleri çoktur...” 24

 şeklinde tavsiye ve isteklerini dile getirmiş,

 “...Ahmed
Celâyir şimdi Bağdat yakınlarına gelmiş, biz de oraya asker göndermişiz.
Tekrar size taraf kaçar gelirse sahip çıkmayıp, bilâkis yakalayıp bize teslim
etmeniz sizden isteğimizdir. Erzincan’a varıp, yerleri tahrip için şimdilik
serhadda durularak elçilerinizin gelmesini beklemekteyiz...” 

şeklinde düşüncelerini Yıldırım Bayezid’e iletmiştir.

Yıldırım Bayezid; Timur’un mektuplarında yer alan isteklerini kabul
etmeyerek, onu kendi atası olan Hülâgu’nun sergilediği tutuma davet etmiş,
Osmanlı ülkesine sığınan Bağdat Sultanı Ahmet Celâyir ile Kara Yusuf’u teslim
alma arzusundan vazgeçmesi için; 

“...Mısır hakimi ile aranızda geçen olaylardan dolayı bizim niyyetimizi 
doğru anlamamışsınız. Biz arzu etsek
Mısır’ı feth etmeye her zaman kadiriz. Ahmet Celâyir tekrar geri Osmanlı
topraklarına gelirse, Kara Yusuf ile birlikte ikisini size teslim etmemi
istemişsiniz. Biliyorsunuz ki Hûlâgu Dârü’s-Selâm’ı alıp İran’ın çoğunu eline
geçirdiği sırada, halifenin amcası çocuklarından bir iki kişi Mısır’a Kâhire
Vâlisi Baybars’a sığındılar ve onun himayesine girdiler. Hülâgu’nun Bağdat
Vâlisi olan Karaboğa Noyan, Baybars’la cenk ettiler. Halifenin amcasını Mısır
askeri sanıp, orada şehit ettiler. Kaçanlar şimdiye kadar Kâhire’de kaldı ve
Hülâgû Han onları geri istemedi ve takip de etmedi. Şimdi bu dostunuz feleğin
tokadını yemiş bir iki kişiyi himaye etmekle hatırınızı kıracak bir durum olamaz.
Zira Hülâgû böylesine cüz’i şeylerden vaz geçmiştir. Muradımız Sivas ve
çevresinden elinizi çekmenizdir. Bunu yerine getirmeniz güzel bir işaretinizin
gereği olduğu anlaşılacaktır. Ancak her hâlde Allah’ın takdirinden kaçılmaz ve
bizim kimseden korkumuz yoktur...”

 şeklindeki düşüncelerini bildirmiştir.

Timur, Yıldırım Bayezid ile savaşa girmenin riskli olabileceği husussunda
tereddüte düşmüş, elçiler vasıtasıyla savaş yapmadan amacına ulaşma yoluna
gitmiştir. Diğer taraftan Yıldırım Bayezid, onun isteklerini yerine getirmekle,
otoritesinin sarsılacağı, tarafında yer alan kimselerin Osmanlı idaresine,
güvenlerinin kalmayacağı ve Osmanlı geleneğine ters düşen 

“Kendisine sığınan kimseyi düşmanına teslim etmek” 

durumda olmak ismediği için Timur’a olumlu cevap vermediği anlaşılıyor.

IV. Mektup ve Cevabında

Karşılıklı yazılan mektupların en sonuncusunda Timur’un, Osmanlı
idaresinden birkaç kale ve şehrin kendisine teslim edilmesi gibi kabulü mümkün
olmayacak yeni şartları da ilave ederek, savaş niyetini daha açıkça belirtiği
görülmektedir. Hatta mektuplarda geçmeyen, ancak bazı tarih araştırmalarında
rastladığımız 

“Timur, Yıldırım Bayezid’den oğullarından birini kendisine rehin bırakması” 

isteğinde de bulunduğunu kaydetmişlerdir.

Timur;

 “...Şimdiye kadar sulh için çalıştım ve nihayet Sivas’a gelmem
söz konusu oldu. Kâfire fırsat vermemek, İslam diyarlarını harap etmekten
endişe edip, Şam tarafına giderek Mısır azizinden intikamımızı aldık. Sizin
hasta olduğunuz hususu ağızlarda dolaşırken, biz bunu fırsat bilip dikkate
almadık. Ancak siz fırsat bulunca bize bağlı olan Erzincan’a gelip valimizi
rencide ettiniz. Adamımız olan Taharten(Muttaharten) sulhu sağlamak için sizin
pişman olduğunuzu bize yazmıştır. Biz de güvendik ve sulh için antlaşmaya
varılacağı umuduyla birkaç kez mektuplar gönderdik. Ama siz gittikçe artan bir
katı tutum içerisinde oldunuz. Tâ ki biz ve askerimiz için kâfir ve kâfirden daha
eşed kâfirlerdir demeniz sözü her yerde söylenir olmaya başladı. Elçileriniz
olan Sungur ve Ahmed adamlarınız uzun süredir yanımızdadırlar. İslamlığımızı
ve inancımızı biliyorlar. Hedefimiz Kefe ve Kırım yönüne iken, Şirvan’dan geri
dönüp tekrar Erzincan’dan o tarafa varmak icap etti. Semerkand’da bulunan
oğlum Muîneddin Muhammed Sultan Bahadır da askeri ile birlikte bana
katılacaktır. İsteğimiz Erzincan’a varmadan ve askerimiz şehirlerinize
girmeden önce Sivas, Malatya, Elbistan, Erzincan ve Kemâh’ın bize
bırakıldığını sağlam bir ahit-nâme ile bildirmenizdir. Sulha muhalif değilim ve
bağlıyım. Bu sulhun bir sûretini Mekke-i Mükerreme’de Bâbü’l-Harâm’da
kapalı muhafaza olunsun ki, kimin bu sulha uyup uymadığı ortaya çıksın. Bu
mektup Sungur, Ahmed ve Hacı Bayezid ile gönderildi.”

Yıldırım Bayezid; savaşın olmaması için Timur’u ikna edebilecek bazı
durumları açıklamayı uygun görmüş, antlaşmaya razı olduğu, belki de bazı ön
şartlarını kabul edebileceği intibaını vermek isteyerek; 

“...Timûr-i köregen
hazretleri, ilgi uyandıran antlaşmaya dair mektubunuz, ben Sivas’a geldikten
sonra ulaştı. Ben bu sırada antlaşma hazırlığı içerisinde bulunuyordum ki;
Nâgâh(vakitsiz saatte) sulha muhalif bir başka mektup Karaman fesatları
elinden orduyu humâyûnumuza erişti ve antlaşmanın gecikmesine sebep oldu.
Devlet erkânımızdan akıllı kişiler bu durumu şöyle değerlendirdiler.
İkinci mektup ilk karışık dönem sürecinde yazılarak elçi ile gönderildi
Karaman topluluğu ki eskiden beri ocağımızın düşmanı olmuşlardır, bunlar
elçimizi öldürüp, fitne iyice ayyuka çıkıncaya kadar mektubu sakladılar.
Musâlaha olacağı ihtimâlini görünce, bu kez bazı rezilleri üzerimize gönderip
bizi şüpheye düşürmüşlerdir. Rezillerin eline düşen mektubun gecikmesinin
sebebi dahi biz olmadığımız hususu malumunuzdur. Bu durumu yaltaklanma
olarak görürseniz hayır, asla düşmandan yüz çevirmek âdetimizden değildir.
Sulh ve cengin cezası ve mükâfatı buna sebep olan tarafa aittir. Eğer bir kimse
fitneye sebep olursa, Allah’u Teâlâ onun cezasını versin...”

Sonuç

Osmanlı tarihi içerisinde önemli tarihî bir olay sayılan Ankara Savaşı
öncesinde, taraflar arasında yapılan diplomatik yazışmalara ait mektuplar,
dönemin tarih çalışmaları için oldukça önemli belgelerdir. Mektupların, Farsça
ve Arapça olarak yazıldıkları yine bu mektupların içerisinde belirtilmektedir.
Bu mektuplar, Osmanlı Türkçesi el yazısı ve matbu olarak basıldığı daha önce
izah edilmiş idi. Ancak, transkripsiyonlu yayınına yaptığımız araştırmalarda
rastlanmamıştır. Bu araştırma ile Timur ve Yıldırım Bayezid’e ait dörder
mektup tespit edilmiş ve transkripsiyonu yapılmıştır.

Mektuplar kronolojik sıraya göre incelendiğinde; Timur, yazdığı
mektuplarda istek ve şartlarına her defasında yenilerini ilâve ederek durumu
imkansız hale getirmiş ve Yıldırım Bayezıt’ı savaşı tercihe mecbur etmiştir.
Ankara Savaşı sonrası galip gelen Emir Timur’un Anadolu’daki
faaliyetleri, İstanbul’u fetih planı ve esir düşen Sultan Yıldırım’ın durumu, eceli
ile vefatı veya intihar ettiği, Timur’un Semerkand’a yazdığı Fetihnâme
hususları üzerine bir hayli araştırmalar yapıldığı için, burada zikredilen
konulara yer verilmemiştir25.

Araştırmamızı, Ankara Savaşı olmadan önce bu savaşın eşiğine getiren
sebeplerin neler olduğu, hangi teklifler ileri atılmış olduğu, ne gibi önerilerin
Osmanlı Sultanı tarafından kabul edilmediği gibi hususlarla sınırlı tuttuk. Zira
çoğu tarih kitaplarında bu hususların neler olduğu tam olarak zikredilmemiş
veya bazı tarih araştırmalarında gördüğümüz gibi sebeplerin bir kısmı sayılarak
yetinilmiştir.

Timur ve Yıldırım’a ait olan mektup sûretleri, dönemlerinde vuku bulan
bu tarihî olaya ışık tutan en önemli belgeler olduğu aşikârdır. Çünkü olayın
aktörleri, kendi düşüncelerini karşı tarafa duyurmak için ayrıntılarına kadar
inerek mektuplarında anlatmaya çalışmışlardır.

Bu mektupların verdiği bilgiler, hem Timur’un iktidar olduğu coğrafyayı
tanıtmış, ona dost ve düşman olan zamanın komşu devletlerin hangileri
olduğunu göstermesi yanında Osmanlı devletinin durumunu, dost ve
muhaliflerini, siyasî problemlerini, fetih hedeflerini ve cihat anlayışlarını
göstermesi bakımından da oldukça kıymetlidir.

Timur’un mektupları içerisinde vurgulanmak istenen bir diğer önemli
husus ise İslam âleminin hakimi kendisi olduğudur. Çünkü Timur adına hutbe
okunduğu, sikke bastırıldığı, kendisine her gittiği yerde itaat ve bağlılık ahdinin
verildiği, kendisine vergilerin ödendiği anlatılmıştır. Bütün bu ve benzeri
durumlardan dolayıdır ki, Timur ikinci mektubunda kendisinin ûlu’l-emr
olduğunu Yıldırım Bayezid’e yazmış26 ve onun dediklerini yapmasını istemiştir.
Abbâsi Halifesi, Moğolların Bağdat’a gelmesinden sonra Mısır’a gitmiş olması,
Timur’un kendisini ûlu’l-Emr görmesine ve Memlûk Sultanını mağlup etmesi,
onu bu fikre götürmüş olabileceği de dikkate alınmalıdır.

Timur ve Yıldırım Bayezid’in yazdıkları mektuplar diplomatik bakımdan
incelendiğinde; Yıldırım Bayezid’in ilk başta öfke ile cevap verdiği, daha
sonraki sonucun bir savaşa kadar gitmesini istemeyen bir endişe üslûbu ile
mektuplarını kaleme aldığı görülüyor.

Yıldırım Bayezid’i sulha zorlayan bazı iç ve dış sebepler olduğu
mektuplarında belirtilmektedir. Örneğin, Karaman beyleri ile barışık olmadığı,
hatta onların kendilerine sürekli düşmanlık yaptıkları, kendisinin barışa
hazırlandığı bir sırada Timur’a giden elçilerini ele geçirerek mektupların
içeriğini değiştirmek suretiyle başka bir mektubu Timur’a gönderdikleri,
böylece savaşa yol açtıkları açıkça yazılmıştır. Yine Kastamonu hakimi ile
Osmanlı idaresinin mücadele içerisinde bulunduğu, Sinop ve Malatya
muhasaralarını kaldırma sebepleri içerisinde gösterilmiştir27.

Diğer taraftan Yıldırım Bayezid’i savaş yapmaya sürükleyen etkenler de
mevcuttu. Osmanlı yöneticileri ile dosluk ilişkilerini sürdüren Karakoyunlu ve
Bağdat hakimleri, bu savaş olmamış olsaydı, muhtemelen kendilerine hedef
olarak Timur’un hakimiyeti altındaki yerlere akınlar yapacaklardı. Çünkü o
bölgede bu mücadele başlamış ve zaman zaman çetin çatışmalarla bastırılmış
durumda idi. Timur’un zayıf düşmesi veya ortadan kaldırılması özellikle
Osmanlı’ya sığınan ve iktidarları ellerinde giden Kara Yusuf ile Sultan Ahmed
Celâyir’in işine geliyordu. Yıldırım Bayezid’i savaşa teşvik edenler arasında
muhtemelen bu iki kişinin etkisi olmalıdır.

Ankara Savaşı’nın olması, Anadolu’da kargaşalığa, siyasî dağılmalara ve
sefalete yol açtığı gibi, Osmanlı’nın Balkanlardaki fütuhatını bir süre
durdurmuştur. Ayrıca Anadolu’da, Irak, Horasan, Azerbaycan, Gürcistan ve
çevresindeki siyasî dengeleri de etkilemiştir.

Osmanlı Beyliğinin hakim olduğu yerler, Anadolu’nun iç ve batı
bölgelerini oluşturuyordu. Sınırları dönemin Bizans toprakları içerisinde olan
merkezler teşkil ediyordu. Bu sırada Anadoluda aynı zamanda değişik yerleri
elinde bulunduran Türk beylikleri de idaresi altında olan araziyi genişletmek,
maddî ve siyasî üstünlüğü elinde bulundurmak emelinde idiler. Bunun içindir
ki, iç çekişmeler eksik olmuyor, hatta rakip Türk beyliklerine karşı, o beyin
düşmanları olan devlet veya güçlerle iş birliğine gidiliyordu.

Osmanlı Beyliği, bu sırada sürekli tekfûrlarla mücadele etmiş, tüm
dikkatlerini ve gücünü o tarafa yöneltmiştir. Bu fütuhatın ilerleyişi ise
İstanbul’a doğru ve civarı yerler teşkil ediyordu. Türk’lerin İstanbul’a doğru
fetih hareketlerini artırmalarında Hz. Muhammed’in İstanbul’un fetihini teşvik
eden ve bu savaşa katılanları övücü sözü ve müjdesinin etkisi aşikardır.
Yıldırım Bayezid, 1394 yılının ilkbaharında, İstanbul’u almak için ilk
kuşatmasını yapmış ve adıyla anılan kuleyi bazı kaynaklara göre bir yıl
içerisinde inşa etmiştir28. Bu inşa işini oldukça rahat bir şekilde yaptığı dikkate
alındığında, onun İstanbul‘u fethetmekte ne kadar ısrarlı olduğu da
anlaşılmaktadır. Sultan Bayezıt, Karaman’lılara karşı Konya’da 1397’de ve
1398’de Sivas’ı ele geçirerek siyasî birliği sağladıktan sonra, asıl hedefi olan
İstanbul’a yönelmiştir. Ancak hiç beklemediği bir anda Timur’un doğu
tarafında üzerine gelmiş olması, onun bu planları uygulamasına fırsat
tanımamıştır. Ankara Savaşıyla birlikte ertelenen bu fetih düşüncesi elli yıl
sonra Fatih Sultan Mehmet Han’ın eliyle 1453 tarihinde gerçekleşmiştir.
Yıldırım Bayezid ve Timur’un dönemine ait siyasî durumu daha ayrıntılı
bir şekilde görmek için, Hoca Sadeddin Efendi’ye ait olduğu yazılan Münşeât Mecmuasındaki sekiz adet mektubun aşağıda verilen transkripsiyonlu metinleri incelemek gerekir.










1 Bkz. Ahmed Feridun Bey, Münşeât-ı Selâtîn, C. I, s. 118 vd.
2 Hoca Sadeddin Efendi, Mekâtib-i Selâtîn, Nuruosmaniye nr. 4292.
3 Mükremin Halil Yınanç, “Bayezid I. , İslâm Ansiklopedisi, C. 2, Eskişehir, 1997, s. 380
4 Gelibolulu Mustafa Âli, Künhü’l-Ahbâr, C. IV. s. 82, 95, 101.
5 Hoca Sadeddin Efendi, Mekâtib-i Selâtîn, Nuruosmaniye nr. 4292.
6 Hoca Sadeddin Efendi, Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultaniye, Koyunoğlu Kütüphanesi nr.
13435, varak 103a-117b.
7 Bkz. İsmail Aka, “Timur’un Ankara Savaşı (1402) Fetihnâmesi”, Türk Tarih Kurumu-
Belgeler-Dergisi, S. 15, 1981-1986, Ankara, s. 1-22
8 Osman Turan, Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul, 1993. s. 58-59.
9 Halil Edhem, Kayseri Şehri, Hazırlayan: Kemal Göde, 1982, Ankara, s. 155
10 Hülagu Han tahtının varis bıraktığı ve Timur’un hakim olduğu yerler: Fars ve Kirman,
Rey’den Âzerbaycan’a kadar Irak-ı Acem, Arran, Mugan, Karabağ, Gilânât, Şirvân, Şemahi,
Derbend, Gürcistan, Abhaz, Hicaz’a kadar Diyarbekir ve Irak-ı Arab, İstanbul’a kadar Rum
diyarı ki (Timur’un Ankara Savaşıda ele geçirdiği yerlerdir), Nil’e kadar Şam diyarını
kapsayan bir hakimiyet alanı bulunuyordu. Bkz. İsmail Aka, Türk Tarih Kurumu Belgeler
Dergisi, S. 15, 1981-1986, s. 2-3
11 Nizamüddin Şâmî, Zafernâme, (Çeviren) Necati Lugal,1987, s. 296-297
12 Mikâil Bayram, “Timur’un İstanbul’u Fetih Plânı ve Çalışmaları”, Selçuk Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 13, Konya, 1999, s. 341-344
13 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. I, Ankara, 1972, s. 307
14 Mustafa Kafalı, “Timur”, İslâm Ansiklopedisi, C. 12/1, Eskişehir, 1997, s. 344
15 Mükrimin Halil Yınanç, İA, C. 2, Eskişehir, 1997, s. 380 ;Yaşar Yücel, Anadolu Beylikleri
Hakkında Araştırmalar II, Ankara, 1991, s. 287
16 Komisyon: Mufassal Osmanlı Tarihi, İstanbul, 1957, C. I, s. 193
17 İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. I, İstanbul, 1971, s. 132 ;
Osman Turan, , İstanbul, 1993, s. 45 ; Nuri Yazıcı, Tarihte Türkler ve Türk Devletleri,
1997 Konya, s. 245
18 Hoca Sadeddin Efendi, Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultâniye, vrk. 103-117
19 Hoca Sadeddin Efendi, Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultaniye, vrk. 114b ; Fuat Köprülü,
“Yıldırım Bayezid’in İntiharı Meselesi” , Belleten, S. VII/1 , Ankara, 1943, s. 591-599
20 Mükremin Halil Yinanç, “Bayezid I.” , İA, C. 2, Eskişehir, 1997, s. 388
21 Mükremin Halil Yinanç, “Bayezid I.”, İA, C. 2, s. 380
22 Aslı Moğolca olan bu kelime“damat” anlamına gelmektedir. Timur’un kendisi han
soyundan gelmediği için, Kazan Han’ının kızı ile evlenerek “Köregen” lakabını almıştır.
Bunun içindir ki, tarihî kaynaklar onu “Emîr Timur” şeklinde zikretmektedirler.
23 Osman Turan, Selçuklular ve İslâmiyet, s. 127
24 Bkz. Timur’un üçünçü mektubu, Hoca Sadeddin Efendi, Münşeât ve Mükâtabât-ı
Sultaniye, vrk. 112a
25 Bkz.; Fuat Köprülü, agm., Belleten, S. VII/1, s.591-599 ; İsmail Aka, agm., s. 1-22 ; Mikâil
Bayram, agm., S.Ü. E. F. D. S. 13, 1999, s. 342-344
26 Hoca Sadeddin Efendi, Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultaniye, vrk. 107a
27 Bkz. Hoca Sadeddin Efendi, age. vrk.109a
28 İsmail Hami Danişmend, age., C. I, s.109 ; Norman Itzkowitz, Osmanlı İmparatorluğu ve
İslâmî Gelenek, Çeviren: İsmet Özel, 1997, İstanbul, s. 42-43
29 Sultan Yıldırım Bayezid ile Timur arasında karşılıklı dörder kez mektuplar yazıldıktan sonra
anlaşma sağlanmadığı için, 19 Zilhicce Cuma günü ( 28. 7. 1402 ) yılında vuku bulan
Ankara Savaşı sonrası Bayezid, Timur’a esir düşmüş ve 8 Mart 1403 yılında Hamid beyliği
idaresinde bulunan Akşehir’de vefat etmiştir. Timur’un izniyle Sultan Bayezid’in naaşı,
kendi sağlığında Bursa’da yaptırmış olduğu caminin bahçesine defnedilmiştir. Karşılıklı
yazılan bu mektupların konu başlıkları, tarihî kaynaklarda kısmen farklı ifadelerle yazılıdır.
Meselâ , yukarıda yazılan başlıklardan başka Künhü’l-Ahbar’da “Cevâb-nâme-i Sultân-ı
Mesfûr ilâ Hâkâni’l-Mensûr” şeklindedir. Bkz.Tâcü’t-Tevârih, C. I, s.250-259. , Âli,
Künhü’l-Ahbâr, C. IV, s. 82, 95, 101., Carl, Brockelmann, age., s 224., İsmail Aka, Timur
ve Devleti, Ankara, 1991, s. 27 vd.). Ayrıca Feridun Bey Münşeâtında bu mektupların
metinlerinin bazıları Arapça, bazıları da Farsça yazılmıştır. Bkz. Münşeât-ı Selâtîn, C. I, s.
118 vd.
30 Timur’un, ilk mektubunu Mevlânâ Sadeddin Taftâzânî’nin yazdığı, iki elçi ile âyezid’e
gönderdiği kaydedilmişse de aynı kaynak; Sadeddin Taftazâni ile Timur’un buluşmaları daha
sonraki tarihlerde Semerkand’da gerçekleştiğini yazmaktadır. Dolayısıyla bu ilk mektubu
onun yazması mümkün görünmemektedir. Yine Künhü’l-Ahbâr’da verilen bilgilerde;
Bayezid’in ilk mektubunda, kendi ismini Timur’un adıyla aynı yerde ve uygun bir şekilde
yazması gerekirken, onun adı, sıradan bir kimsenin adının yazıldığı gibi satır arasına
yazılmasına Timur’un çok kızdığını kaydetmektedir.Bkz. Âli, Künhü’l-Ahbâr, C. IV, s. 84
31 Kara Yusuf (ö. 823 Zilhiccesi/1420), Karakoyunlular devleti hükümdarı Kara
Mehmed’in(ö. 792/1390) ölümünden sonra onun yerine ikinci, bazı kaynaklara göre ise
üçüncü hükümdarı olarak başa geçmiştir. Bazı kaynaklarda ilk hükümdarın Bayram
Hoca’nın ilk, Karamehmed’in ise ikinci hükümdarı olduğunu kaydetmektedir. İlhanlıların
çöküşünden sonra bu devletin mirası üzerinde birbirileriyle iktidar mücadelesi yapan Celâyir,
Çoban ve Sotay hanedânlarının bu kavgalarına katılan Karakoyunlu oymağı , merkezi
Bağdâd’ta bulunan Irak’taki Celâyir ailesinin safında yer alırken, Akkoyunlular oymağı ise
Celâyir ailesine rakip olan ve Mısır- Diyarbekir sınırları dahilinde hakimiyet sağlayan Sotay
hanedânının tarafında yer almıştır. Bu iki Türk oymağı arasında bu tarihten sonra da pek çok
harpler olmuştur.
Kara Yusuf, Azerbaycan ve çevresinde hüküm sürmüş, Tebriz’i kendisine idari merkez
olarak bulundurmuştur. Şirvân hâkimi olan Şeyh İbrahim’i (809/1412) tarihinde, Gürcistan
Kralı Konstantin’i (822 /1419)’de mağlub etmiştir. Osmanlı devleti ile coğrafi sınırı bulunan
Akkoyunlu hükümdarları, kendilerine Osmanlı devletini rakip görmüşler ve iktidarı ellerine
geçirmek çabası içinde olmuşlar. Bu sebepten dolayıdır ki Osmanlı Sultanları Bağdad sultanı
Ahmed Celayir’i ve Karakoyunlu hümükdarları Kara Yusuf ile müttefik devletler
olmuşlardır. Her seferinde Timur’un hakimiyetindeki yerlerde yol kesme, yağmalama,
hacıları ve ticaret kervanlarını soyma, onun gücünü zayıflatma ve ağırlını yitirmesine yol
açan faaliyetlerinden ötürü tehlike oluşturduğunu düşünen Timur, Kara Yusuf’u yakalatıp
öldürmeyi kafasına koyduğu sırada o, Ahmed Celâyir’le birlikte Osmanlı Sultanı Yıldırım
Bayezid’e sığındıklarını görüyoruz. Ankara Savaşının vuku bulmasında bu iki sultanın
sığınmalarını baş sebep olarak Timur’un mektuplarında görmekteyiz.
Türkçede ünlü hükümdarlara ve kahramanlık gösteren kişilere “ Kara” lakabı verilmesi
bir gelenek idi. Kara ifadesi “ etkil, cesur, yiğit, kahraman ” gibi anlamlarda kullanılması
bugün de geçerli bir ifade olarak kullanılmaktadır. Meselâ, kara kış, gözükara (gözü pekcesur),
kara haber vb. gibi... Tarihte tahta geçen Türk hükümdarlarının cülus törenlerinde
üzerlerine oturdukları seccâde, halı vs. ‘nin kara renkte olmasına dikkat edilmiştir. Bkz.,
İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul, 1992, s. 229-230 dnr. 144 ; Nizamüddin
Şâmî, Zafernâme, (Farsça’dan çev. Necati Lugal), Ankara, 1987, s. 261-309. ; Walther
Hınz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd (çev. Tevfik Bıyıkoğlu), Ankara, 1992, s. 110-111 ;
Mükrimin Halil Yınanç, “ Akkoyunlular. Ak Koyunlular ”, İA. İstanbul, C. I, s. 231-270 ;
Hasan Fehmi Turgal, “ Timur’un Sivas’dan Beriye olan ve Anadolu’yu Tahliyesine Kadar
Devam Eden Haraketler ” ; Konya Halkevi Dergisi, S. 10, s. 610-616. (Şerafeddin
Yezdi’nin Zafernâmesinden naklen); Melek Tekin, Türk Tarih Ansiklopedisi, İstanbul,
1991 ; Carl Brockelmann, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, Çeviren Neşet Çağatay,
Ankara, 1992 ; Nuri Yazıcı, Tarihte Türkler ve Türk Devletleri, 1997, Konya.
32 Sultan Ahmed Celâyir (ö.813/1410), aslen Mogolların Celâyir ailesinden geldikleri için bu
adla tanınan Ahmed Celâyir, Ahmed Bahadır ya da Gıyaseddin Ahmed isimleriyle de
anılmıştır. Kendisi Şeyh Hasanın torunu, Sultan Üveys’in de oğludur. İlhanlılar devletinin
çökmesinden hemen sonra Celâyir, Çoban ve Sotay hanedanları arasında iktidar
mücedeleleri başlamış ve bu enkaz sonrasında Sultan Üveys’in zamanında, Celâyir iktidarı
altında bulunan topraklar, Azerbaycan’dan Bağdad’a, -Diyarbekir de içine alan bir coğrafî
genişliğe sahipti. Kara Koyunlu Türk oymağı bu tarihte Irak’taki Celâyir ailesinin saflarında
yer alırken, Akkoyunlular Türk oymağı da Celâyir’e rakib olan ve Musul’dan Diyarbekir’e
kadar sınırları bulunan Sotay oğullarının emrine girmişlerdir. Böylece rekabet sadece
Celayir-Sotay hanedanları arasında sürüp gitmemiş aynı zamanda Kara Koyunlular-
Akkoyunlular arasında da süren bir mücadele halini almıştır. Ahmet Celayir, kardeşi
Hüseyin ile iktidar mücadelesine girmiş, bu mücadele sonucunda Celâyir devleti kuzey ve
Güney olmak üzere ikiye ayrıldı. 1382 yılınde Tebrizde iktidarını sürdüren kardeşi
Hüseyin’in üzerine gitmiş, ve tahtını ele geçirip kardeşini öldürmüştür. Diğer kardeşi
Bayezid Sultaniyeye kaçmış orada sultan ilân edilmiştir. Başka bir diğer kardeşi olan Şeyh
Ali, Tebriz üzerine tekrar gitmiş, bu sırada Karakoyunluların Reis bulunan Kara Mehmed
onu mağlup etmiştir. Sultan Ahmed, Karakoyunlu Reisi Kara Mehmed’in kızıyla evlenerek
hem dostluklarını hem de dayanışmalarını böylece dahada pekiştirmiş oldular. Bundan sonra
Ahmed Celâyir bütün ülkenin tek sultanı olarak tanınmaya başlandı. Kendisine rakip kalan
kardeşi Bayezid’i de Tebriz’de ele geçirerek onun gözlerine mil çektirdi. Tebriz’in Altın
Ordu Hükümdarı Toktamış(1385) ve daha sonra Timur’un işgal etmesi sonucunda burayı
yağma ederek büyük zararlar verdirmeleri neticesinde devletinin merkezini Tebriz’den
Bağdâd’a taşıdı (1386). Bu tarihten sonra Sultan Ahmed Celâyir iktidar merkezi olarak
Bağdat’ta kaldığını görüyoruz. Kara Yusuf ve Ahmed Celâyir’in, Timur’un iktidarına ve
hakim olduğu yerlere zaman zaman zayiatlar verdirmeleri ve onun iktidarını zayıflatmaları
gibi sebeplerden dolayı her ikisi hakkında ölüm kararı veren Timur, bu iki lideri hep
kovalamış hatta ele geçirmek için bazı yapacağı işlerini erteletmiş, Osmanlı Sultanı Yıldırım
Bâyezid ile Ankara Savaş’ını yapmasına sebep gösterdiğini karşılıklı yazdıkları mektuplarıda
görüyoruz. Çünkü Timur Bağdat üzerine yürüdüğünde, Ahmed Celâyir önce Memlük
Sultan’ına sığınmayı düşünmüş ancak, orada yakalanacağını ve güvende olamayacağını
anlayınca Osmanlı devletine sığınmıştı. Bu iltica sonrasında Yıldırım Bâyezid; Kara Yusuf’a
Aksaray’ı ve Ahmed Celâyir’e de Kütahya İlini dirlik olarak vermiştir. Ancak daha sonra
her iki lider geri dönerek kendi iktidar merkezlerine Timur’un ölümü (ö.1405) üzerine geri
dönme fırsatını bulmuşlar. Timur, ölmeden kısa süre önce oğul ve torunlarına vasiyette
bulunmuş, “ Önce Batı İran’da hakim olan Sultan Ahmed Celâyir( bu sülâle de türkleşmiş
Moğollar’dan çıkmıştır) Tacik (kötü) mizaçlı bir adam olması sebebiyle insan üzerinde
endişe uyandırıyor” diyerek haleflerine hedef götermiş idi. Bundan sonraki yıllarda
Karakoyunlu reisi Kara Yusuf ve oğulları ile Sultanı Ahmed Celâyir arasında bazı şehirlerin
hakimiyeti için savaştıkları ve nihayet Tebriz yakınlarındaki Esed köyü civarında Ahmed
Celâyir ele geçirilerek eski dostu ve müttefiki kara Yusuf tarafından öldürülmüştür. Böylece
Celayir devleti yıkılarak son bulmuştur. Onun halefleri Vâsıt ve Huzistan’da kısa süreli bir
iktidara sahip oldular. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Nizameddin Şâmî, Zafernâme, (
Farsça’dan Çev. Necati Lugal), Ankara, 1987, s. 348. , Âşık Paşaoğlu Tarihi, (hazırlayan:
Atsız), İstanbul, 1992, s. 67-70., Mustafa Âli, Künhü’l-Ahbâr, C. S. IV, 82-95. , Barthold,
V. V. Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Ankara, tarihsiz ; Mustafa Fayda, DİA.,
C.II, s. 53-54., Faruk Sümer, Kara Koyunlular, Ankara, 1984, s. 60-72. , Erol Güngör,
Tarihte Türkler, İstanbul, 1992, s. 137-138. , Walther Hınz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd,
Ankara, 1992, s. 49., Mükrimin Halil Yınanç, “Akkoyunlular. Ak Koyunlular” maddesi , İA. ,
C.1, s. 251-270.
33 Kur’ân-ı Kerim, 17/5.
34 Burada parantez içerisinde yazılan varak numaraları, Hoca Sadeddin Efendi’nin Münşeât ve
Mükâtabât-ı Sultaniye adlı mecmuasına aittir. Çünkü bu mektuplar adı geçen eserden
transkripsiyonu yapılarak buraya yazılmıştır.
35 Kur’ân-ı Kerim, 28/8
36 Bkz.Gelibolulu Mustafa Âli, Künhü’l-Ahbâr I-IV, C. I, s. 82-84. ; Bu mektubun sûretini
tarihçi Âli Efendi vermiştir. Ancak diğer mektup suretlerini vermemiş, sadece mükerrer
mektuplaşmaların olduğunu kaydetmektedir. Bu eserde de Erzincan Emiri Taharten şeklinde
yazılmış, Mükremin Halil Yinanç ve Faruk Sümer’in yaptıkları araştırmanın sonucuna göre
ise doğru şeklinin Mutaharten olmasıdır. Bkz. M. Yinanç, “Akkoyunlular”, İA, I, s. 231-270
37 Kur’ân-ı Kerim, 88/24
38 Bu mektup ve buna verilen cevabı Farsça olarak yazılmıştır. Bkz. Ahmed Feridun Bey,
Münşeât-ı Selâtîn, C. I, s. 123-126.
39 Buhari, tevhid,15,50,; Müslim, zikr, 20-22, tevbe,1,; Tirmizi, Davât, 131, İbn Mâce, Edeb,
58,; Hanbel, 2/413, 435, 480, 482, 509, 524, 534, 3/40,122,127,130,373, 5/153,155,169,351.
40 Buhari, Edeb, 102.
41 Kur’ân-ı Kerim, 6/164, 17/15
42 Kur’ân-ı Kerim, 33/62
43 Kur’ân-ı Kerim, 43/32
44 Cümledeki anlam bütünlüğüne göre eksiklik bulunmaktadır.
45 Timur’un göndermiş olduğu mektupların metinleri, Arapça ve Farsça yazıldığı burada
açıkça bahs edilmektedir.
46 Kur’ân-ı Kerim, 3/133
47 Kur’ân-ı Kerim, 8/40
48 Kur’ân-ı Kerim, 37/182; 6/45
49 Bu mektubun Farsça metni ve verilen cevabının bir başka sureti için bkz. Feridun Bey
Münşeâtı C. I, s. 126-130
50 Bu mısra Nuruosmaniye’deki metinde yoktur.
51 Metinlerde τ⊄ΒΥ ι⊂×℘⊂μ Sunkûr çavûş” şetlinde 􀂘 harfi ile yazılıdır. Günümüz
türkçesinde Sungur Çavuş şeklinde söylenmektidir.
52 Kur’ân-ı Kerim, 3/185, 57/20
53 Bu mısra Nuruosmaniye’deki metninde yoktur.
54 Dua cümlesidir.
55 Kur’ân-ı Kerim, 13/43, 17/96, 29/52, 48/28
56 Kur’ân-ı Kerim, 28 / 4. Kur’an’da “ ∅Α ” edetı “ ⊃℘Α ” şeklinde geçmektedir.
57 Tumûr’un elçisi olup, Mısır Sultanına gönderilmiş ve oraya kaçan kişilerin iadesini istemiş
idi. Ancak bu elçisi ile beraber diğer gidenlerden bazıları idam edilmiş, bazıları da
hapsedilmişlerdir.
58 Kur’ân-ı Kerim, 5/90
59 Metinde “ beyt” ibaresi yazılmamıştır.
60 Kur’ân-ı Kerim, 37/69. Nuruosmaniye metninde bu ⊕∈≈Βζ≈Αℑ∪√ΒΙΑ ⊂°≈Α ℑ∪℘Α
âyet-i Kerimesi yazılı değildir.
61 Kur’ân-ı Kerim, 29/40. Nuruosmaniye metninde bu ⊃ϑ↵λΙ Β℘λαΑ ⇑•⊄ âyetin metni
yoktur.
62 Kur’ân-ı Kerim, 58/18
63 Kur’ân-ı Kerim, 8/61. Metindeki “″” atıf harfinin “⊄” olması gerekir. Bu
⊃…≈Α …♣ •⊂Μ ⊄ Β∪≈ ∴⊗ΥΒ↓ ℑ…ν≈Α Α⊂Ζ⊗Υ ∅Α⊄ âyetin metni de
Nuruosmaniye nüshasında yoktur.
64 Kur’ân-ı Kerim, 60/1
65 Kur’ân-ı Kerim, 11/88
66 Kur’ân-ı Kerim, 3/133
67 Kur’ân-ı Kerim, 8/40
68 Metinde ⊇φΡ≈ΒΘ ¬♦↓ε def’a-i sâlisede ” ibaresi yazılı olup üzeri çizilmiştir.
69 Bu πϕ∈Ι Beyres ” kelimesinin Baybars “πϕϑ⊆ ΒΙ” şeklinde olması gerekir. Nitekim
Nuruosmaniye nüshasında “Baybars” olarak yazıldığını tesbit etmiş bulunuyoruz.
70 Nuruosmaniye’deki nüshasında , Yıldırım Bayezid’in III.mektubu burada eksik olduğu
haliyle son bulmuştur. Ancak Koyunoğlu nüshasında bu mektubun bir sayfa kadar bir
kısmının var olduğu, mektup tam olarak bitirilmektedir. Dolayısıyla bu mektubun bir
kısmını bu nüshasıyla karşılaştıra bilme imkanını bulduk.
71 Başlıkta “mektubuna” ibaresi yazılı olup üzeri çizilmiştir.
72 Cümlenin siyak ve sibak’ı bakımından ibare eksikliği vardır.
73 Timur bu zaferini Semerkand’a gönderdiği feth-nâmesinde de anmaktadır.Bkz. İsmail Aka,
“Timur’un Ankara Savaşı (1402) Fetihnâmesi, Türk Tarih Kurumu Dergisi-Belgeler- , S.
15, 1981-1986, s. 1-22
74 Erzincan Emiri olan bu kişinin ismi metinde “⊕Μϕ∪􀀀 Taharten” şeklinde belirtilmiştir.
Bkz.Âli, Künhü’l-Ahbâr, C. IV, s. 95., Tâcü’t-Tevârih, C I, s. 242. Ancak doğru şekli
“Mutahharten ⊕Μϕ∪〉↵” olması gerekir. Osmanlı tarih kaynaklarında bu ismin Taharten
şeklinde yanlış yazıldığı belirtilmiştir. Bkz.Mükrimin Halin Yınanç, “ Akkoyunlular”, İA., C.
I, s. 251-270. , Faruk Sümer, DİA. , İstanbul, 2001, C.24, s. 434-435., Karakoyunlular, I.
C., Ankara, 1984, s. 63. “ten”= Oğlu anlamına kullanılan bir ifadedir. Yıldırım Bayezid,
Emir Mutahharten’i Erzincanda alıp, Bursa’ya ailesi ile birlikte mecburi iskana tabi tutmuş,
onun yerine burayı Kara Yusuf’un idaresine bırakmıştır. Ancak, Erzincan halkı ondan
memnun olmadığı için sadece onaltı gün buranın idaresinde bulunduğu rivayet edilmektedir.














Hiç yorum yok: