1980 darbesine giden yolda Türkiye bugün bile anlaşılması güç birtakım olaylar yaşadı. Ülkenin sağ-sol diye ikiye bölündüğü, ölümün ve öldürmenin sıradan hale geldiği, mezhep çatışmalarının hızlandırıldığı, nefret tohumlarının ekildiği zamanlardı.
Bebeklerin, hamile kadınların, ihtiyarların katledildiği bu dönem aslında insanlığın bittiği bir zaman dilimiydi. Bu zalimce olaylar her ne kadar sağ-sol kavgası şeklinde takdim edilse de, devlet içindeki “bazı odakların” özel olarak yarattığı, planlı operasyonlardı. Sanki gizli bir el olayları bilerek organize ediyor ve darbeye giden yolda ortamı elverişli hale getirmeye çalışıyordu.
Kahramanmaraş provokasyon yaratmak ve toplumsal dinamiti ateşlemek için elverişli bir yerdi. Çünkü şehirde Alevi-Sünni kesim bir arada yaşıyordu. Nüfus yapısı olayları mezhep çatışması ve sağ-sol meselesi olarak göstermeye uygundu. Kurt puslu havayı sever misali Kontgerilla ve Özel Harp nifak tohumlarını serpmeye başlamıştı bile.
Ülkede gerilim bilerek artırılmaktaydı. Olaylardan yaklaşık iki ay kadar önce Maraş’ta polisin güvenlik araması sonucu iki kişiden şüphelenilir. Üst araması sonucu üzerlerinde üç adet dinamit lokumu bulunur. Polis soruşturmayı genişlettikçe çok sayıda kişi gözaltına alınır. Aramalar sonucu mermiler, patlayıcılar ve çeşitli silahlar ele geçirilir. Ne ilginçtir, bu silahların ve patlayıcıların Kontgerilla’nın kontrolündeki “Türk Yıldırım Komandoları” ve “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu”yla ilintili olduğu saptanacaktır.
Ayrıca olaylardan bir hafta önce “nüfus sayımı” bahanesiyle Alevi vatandaşların yoğun olarak yaşadıkları mahalleleri dolaşan bazı yerli ve yabancı kişiler numara veriyoruz bahanesiyle evleri kırmızı boyayla işaretlemişlerdi.
Katliamdan sadece birkaç gün önce kendilerini “Milli Piyangocu” olarak lanse eden 26 kişilik bir grup Maraş’a gelip Çelik Palas Oteli’nde kalmışlardı. Olaylardan sonra bu kişilerden bir daha haber alınamamış ve yapılan incelemelerde bu kişilerin Milli Piyango Teşkilatı’yla hiçbir ilgilerinin olmadığı ortaya çıkmıştı. Belli ki Gladyo hiçbir şeyi şansa bırakmak istemiyordu.
Siyasal nedenlerle iyice gerginleşen Maraş’ta artık düğmeye basılmıştı. 19 Aralık 1978 tarihinde Çiçek Sineması’nda Cüneyt Arkın’ın başrolünü oynadığı “Güneş Ne Zaman Doğacak” isimli Komünizm kaşıtı film gösterilecekti. İşin ilginç yanı sinemada 15 gün öncesinden “Zeynel ile Veysel”in oynayacağı duyurulmuştu. Planı yapanlar işi şansa bırakmamışlardı.
Film akşam saat 8’de oynamaya başlar. Ancak kısa bir süre sonra tesiri az bir bombanın patlamasıyla geriye dönüşü olmayan olaylar zinciri başlar. Bir iddiaya göre bombayı atan daha sonra Şendiler soyadını alacak Ökkeş Kenger isimli ülkücü bir gençti. Kenger’e göre ise olayları planlayan Devrimci Halkın Birliği Örgütü Lideri Ermeni Asıllı Garbis Altınoğlu’ydu.
Çiçek Sineması olayı provokasyonun henüz ilk aşamasıydı. 20 Aralık’ta Alevilerin ve solcuların yoğunlukla gittiği Yeni Mahalle’deki Akın Kıraathanesi’ne patlayıcı madde atılması sonucu iki kişi yaralanır. Peşinden sağ görüşlü bir kişinin evine bomba atılır. 21 Aralık akşamı Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırı sonucu hayatlarını kaybettiler. Bu tür olaylarda her zaman olduğu gibi provokatörler, "Komünistler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar,” türü haberlerle bölge halkını kışkırtıyorlardı.
22 Aralık’ta planlanan olacaktı. "Komünistler Moskova'ya, Katil İktidar" sloganlarıyla saldırıya geçen grup cenaze kortejine saldıracak, jandarmanın ve polisin müdahalesi yetersiz kalacaktı. DİSK, TÖB-DER, POl-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakılır, av tüfeği satan dükkanları talan edilir. Sokak içlerinde süren çatışmalarda sağ görüşlü üç kişinin ölmesiyle artık olayların önü ve arkası alınamaz duruma gelir.
Dönemin Kahramanmaraş Valisi Tahsin Soylu olayları bastırmak için Ankara’dan yardım ister, ancak talebi uygun görülmez. Ayrıca canlarından endişe eden ve önlem alınmasını isteyen vatandaşlara ise klişe haline gelmiş aynı cevaplar verilir: “Devlet güçlüdür. Gerekli önlemleri aldık. Bunu yapanlar bedelini ödeyecektir”. Ne yazık ki yetkililer bu lafları sarf ederken şehrin birçok yerinde herkes silahlanıyor ve yığınak yapılıyordu. İşlerin çığırından çıkmasına ramak kalmıştı ve 23 Aralık günü izahı zor olaylar yaşanacaktı.
Önce Alevi vatandaşların yoğun olarak yaşadıkları “Yörükselim Mahallesine” saldırı başlatılır. Grup önüne geleni öldürüyor, işkence ediyor, evleri tarıyordu. Daha sonraki hedef Mağaralı Mahallesi’ydi ve önceden kırmızı boyayla işaretlenmiş evlerde oturan Alevi vatandaşlar kurşuna diziliyordu. Hatta şahitlere göre bir kadının göğsü kesilecek ve altı aylık oğlu bile öldürülecekti.
Öte yandan provokatörler işlerini yapıyor ve “Komünist ve Alevileri öldüren cennetliktir” diye bağırıyorlardı. Saldırganlar yaşlı, çocuk, kadın demeden gördükleri herkesi öldürüyorlardı. Kin, nefret, zalimlik yaşananları anlatmak için yetersiz kalıyordu.
Provokasyon ciddi boyuttaydı. Karşılarında direniş ya da güvenlik güçlerini göremeyen saldırganlar daha da pervasızlaşıyordu. Basılan evlerdeki değerli ziynet eşyaları, paralar da alınıp götürülüyordu. İnsanlığın aklı durmuş, saldırganlar kendini kaybetmişti.
Bütün bu saldırılarda psikolojik savaş birimleri tarafından üretilen kışkırtıcı cümleler ve sloganlar kullanılıyordu. Bunların en bilineni “Aleviler camilere bomba atıyor” yalanıydı. Saldırıların planlı ve organize olduğu her halinden belliydi. Hedefler önceden belirlenmiş, saldırganlar kamyonlarla gelmiş ve hepsinde silahlar ve kundaklama malzemeleri bulunuyordu.
Bu kadar kişi birden bire toplanamayacağına göre grubu yöneten ve hedefleri gösteren bir yapı vardı. Atılan sloganlar, kullanılan provokayon yöntemleri ve hatta saldırma biçimleri bile aynıydı. Böylece hükümetin aciz olduğu gösteriliyor ve olayları engellemeyemediği vurgulanıyordu.
Kahramanmaraş alev alev yanıyor, insanlar katlediliyordu. Ancak polis, jandarma, asker ortalarda görünmüyordu. Hükümet binaları ordu ve polis tarafından sıkı sıkı korunurken, olaylara “sanki bilerek” önlem alınmıyordu. Ortalık can pazarıydı. Devlet hastanesi morgu bebeklerden ihtiyarlara kadar her yaştan cesetlerle dolup taşıyordu. Yaralılar perişan durumdaydı. Kimse ne yapacağını bilmiyordu.
Kahramanmaraş “ölüm sessizliğine” bürünmüştü. Alevi-Sünni çatışmasını tezgâhlayanlar hedeflerine ulaşmışlar ve ülkede otorite yok mesajını vermeyi, başarmışlardı.
Olaylar sonucunda resmi rakamlara ölü sayısı 111, gayri-resmi rakamlara göre 200’ün üzerindeydi. 1000’in üzerinde yaralı vardı ve 500’den fazla ev yakılıp yıkılmıştı.
Maraş olayları patlak verdiğinde iktidarda CHP vardı. Başbakan Bülent Ecevit’ti. İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’ydı. Özaydınlı olaydan sonra yaptığı açıklamada olayların sebebinin sol örgütler olduğunu söyleyerek partisinden büyük tepki çekmişti. Özaydınlı daha sonra istifa etmek zorunda kalmış, yerine Hasan Fehmi Güneş getirilmişti.
Başbakan Bülent Ecevit ise kendisinden uzun zamandır sıkıyönetim talebi olduğunu, bunu kabul etmediği için bu olayların Kontrgerilla tarafından bilerek çıkarıldığını söylemiş ve şu açıklamada bulunmuştu: “1978 başında hükümeti kurduğum andan itibaren sıkıyönetim ilanına zorlandım. Ama ben bunun doğurabileceği sonuçlardan dolayı kaygı duyduğum için kabul etmedim. Onun üzerine, 78 sonlarında bu çok acı Kahramanmaraş olayları meydana getirildi. Öyle inanıyorum ki, bu beni sıkıyönetim ilanına mecbur etmek için sorumsuzca yaratılmış bir olaydı. “
Maraş olaylarından sonra toplam 835 kişi hakkında dava açıldı. Dava 8 Ağustos 1978’te karar bağlandı ve 22 kişi idama mahkum edildi. Ancak idam cezaları uygulanmadı. 14 kişi ömür boyu ceza alırken, 327 kişi 15 yıl ceza almıştı. 379 kişi beraat etti, 68 kişi kaçak olduğu için haklarındaki davalar düştü. Yargılana ve ceza alan bu kişiler hiçbir zaman bu işin asli unsurları değildi. İşin esas planlayıcıları ortada yoktu. Maraş olayları tam da istendiği gibi kapatılmıştı.
Gladyo ya da Kontgerilla Maraş’ta insanları birbirine düşürmüş, şehri yangın yerine çevirmişti. 1980 darbesine giden yolda bir hedefe daha varılmıştı. İnsanın tüylerini diken diken eden bu olay hafızalardaki yerini hâlâ koruyor. Umarım böyle olaylar bir daha yaşanmaz.
Bebeklerin, hamile kadınların, ihtiyarların katledildiği bu dönem aslında insanlığın bittiği bir zaman dilimiydi. Bu zalimce olaylar her ne kadar sağ-sol kavgası şeklinde takdim edilse de, devlet içindeki “bazı odakların” özel olarak yarattığı, planlı operasyonlardı. Sanki gizli bir el olayları bilerek organize ediyor ve darbeye giden yolda ortamı elverişli hale getirmeye çalışıyordu.
Kahramanmaraş provokasyon yaratmak ve toplumsal dinamiti ateşlemek için elverişli bir yerdi. Çünkü şehirde Alevi-Sünni kesim bir arada yaşıyordu. Nüfus yapısı olayları mezhep çatışması ve sağ-sol meselesi olarak göstermeye uygundu. Kurt puslu havayı sever misali Kontgerilla ve Özel Harp nifak tohumlarını serpmeye başlamıştı bile.
Ülkede gerilim bilerek artırılmaktaydı. Olaylardan yaklaşık iki ay kadar önce Maraş’ta polisin güvenlik araması sonucu iki kişiden şüphelenilir. Üst araması sonucu üzerlerinde üç adet dinamit lokumu bulunur. Polis soruşturmayı genişlettikçe çok sayıda kişi gözaltına alınır. Aramalar sonucu mermiler, patlayıcılar ve çeşitli silahlar ele geçirilir. Ne ilginçtir, bu silahların ve patlayıcıların Kontgerilla’nın kontrolündeki “Türk Yıldırım Komandoları” ve “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu”yla ilintili olduğu saptanacaktır.
Ayrıca olaylardan bir hafta önce “nüfus sayımı” bahanesiyle Alevi vatandaşların yoğun olarak yaşadıkları mahalleleri dolaşan bazı yerli ve yabancı kişiler numara veriyoruz bahanesiyle evleri kırmızı boyayla işaretlemişlerdi.
Katliamdan sadece birkaç gün önce kendilerini “Milli Piyangocu” olarak lanse eden 26 kişilik bir grup Maraş’a gelip Çelik Palas Oteli’nde kalmışlardı. Olaylardan sonra bu kişilerden bir daha haber alınamamış ve yapılan incelemelerde bu kişilerin Milli Piyango Teşkilatı’yla hiçbir ilgilerinin olmadığı ortaya çıkmıştı. Belli ki Gladyo hiçbir şeyi şansa bırakmak istemiyordu.
Siyasal nedenlerle iyice gerginleşen Maraş’ta artık düğmeye basılmıştı. 19 Aralık 1978 tarihinde Çiçek Sineması’nda Cüneyt Arkın’ın başrolünü oynadığı “Güneş Ne Zaman Doğacak” isimli Komünizm kaşıtı film gösterilecekti. İşin ilginç yanı sinemada 15 gün öncesinden “Zeynel ile Veysel”in oynayacağı duyurulmuştu. Planı yapanlar işi şansa bırakmamışlardı.
Film akşam saat 8’de oynamaya başlar. Ancak kısa bir süre sonra tesiri az bir bombanın patlamasıyla geriye dönüşü olmayan olaylar zinciri başlar. Bir iddiaya göre bombayı atan daha sonra Şendiler soyadını alacak Ökkeş Kenger isimli ülkücü bir gençti. Kenger’e göre ise olayları planlayan Devrimci Halkın Birliği Örgütü Lideri Ermeni Asıllı Garbis Altınoğlu’ydu.
Çiçek Sineması olayı provokasyonun henüz ilk aşamasıydı. 20 Aralık’ta Alevilerin ve solcuların yoğunlukla gittiği Yeni Mahalle’deki Akın Kıraathanesi’ne patlayıcı madde atılması sonucu iki kişi yaralanır. Peşinden sağ görüşlü bir kişinin evine bomba atılır. 21 Aralık akşamı Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırı sonucu hayatlarını kaybettiler. Bu tür olaylarda her zaman olduğu gibi provokatörler, "Komünistler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar,” türü haberlerle bölge halkını kışkırtıyorlardı.
22 Aralık’ta planlanan olacaktı. "Komünistler Moskova'ya, Katil İktidar" sloganlarıyla saldırıya geçen grup cenaze kortejine saldıracak, jandarmanın ve polisin müdahalesi yetersiz kalacaktı. DİSK, TÖB-DER, POl-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakılır, av tüfeği satan dükkanları talan edilir. Sokak içlerinde süren çatışmalarda sağ görüşlü üç kişinin ölmesiyle artık olayların önü ve arkası alınamaz duruma gelir.
Dönemin Kahramanmaraş Valisi Tahsin Soylu olayları bastırmak için Ankara’dan yardım ister, ancak talebi uygun görülmez. Ayrıca canlarından endişe eden ve önlem alınmasını isteyen vatandaşlara ise klişe haline gelmiş aynı cevaplar verilir: “Devlet güçlüdür. Gerekli önlemleri aldık. Bunu yapanlar bedelini ödeyecektir”. Ne yazık ki yetkililer bu lafları sarf ederken şehrin birçok yerinde herkes silahlanıyor ve yığınak yapılıyordu. İşlerin çığırından çıkmasına ramak kalmıştı ve 23 Aralık günü izahı zor olaylar yaşanacaktı.
Önce Alevi vatandaşların yoğun olarak yaşadıkları “Yörükselim Mahallesine” saldırı başlatılır. Grup önüne geleni öldürüyor, işkence ediyor, evleri tarıyordu. Daha sonraki hedef Mağaralı Mahallesi’ydi ve önceden kırmızı boyayla işaretlenmiş evlerde oturan Alevi vatandaşlar kurşuna diziliyordu. Hatta şahitlere göre bir kadının göğsü kesilecek ve altı aylık oğlu bile öldürülecekti.
Öte yandan provokatörler işlerini yapıyor ve “Komünist ve Alevileri öldüren cennetliktir” diye bağırıyorlardı. Saldırganlar yaşlı, çocuk, kadın demeden gördükleri herkesi öldürüyorlardı. Kin, nefret, zalimlik yaşananları anlatmak için yetersiz kalıyordu.
Provokasyon ciddi boyuttaydı. Karşılarında direniş ya da güvenlik güçlerini göremeyen saldırganlar daha da pervasızlaşıyordu. Basılan evlerdeki değerli ziynet eşyaları, paralar da alınıp götürülüyordu. İnsanlığın aklı durmuş, saldırganlar kendini kaybetmişti.
Bütün bu saldırılarda psikolojik savaş birimleri tarafından üretilen kışkırtıcı cümleler ve sloganlar kullanılıyordu. Bunların en bilineni “Aleviler camilere bomba atıyor” yalanıydı. Saldırıların planlı ve organize olduğu her halinden belliydi. Hedefler önceden belirlenmiş, saldırganlar kamyonlarla gelmiş ve hepsinde silahlar ve kundaklama malzemeleri bulunuyordu.
Bu kadar kişi birden bire toplanamayacağına göre grubu yöneten ve hedefleri gösteren bir yapı vardı. Atılan sloganlar, kullanılan provokayon yöntemleri ve hatta saldırma biçimleri bile aynıydı. Böylece hükümetin aciz olduğu gösteriliyor ve olayları engellemeyemediği vurgulanıyordu.
Kahramanmaraş alev alev yanıyor, insanlar katlediliyordu. Ancak polis, jandarma, asker ortalarda görünmüyordu. Hükümet binaları ordu ve polis tarafından sıkı sıkı korunurken, olaylara “sanki bilerek” önlem alınmıyordu. Ortalık can pazarıydı. Devlet hastanesi morgu bebeklerden ihtiyarlara kadar her yaştan cesetlerle dolup taşıyordu. Yaralılar perişan durumdaydı. Kimse ne yapacağını bilmiyordu.
Kahramanmaraş “ölüm sessizliğine” bürünmüştü. Alevi-Sünni çatışmasını tezgâhlayanlar hedeflerine ulaşmışlar ve ülkede otorite yok mesajını vermeyi, başarmışlardı.
Olaylar sonucunda resmi rakamlara ölü sayısı 111, gayri-resmi rakamlara göre 200’ün üzerindeydi. 1000’in üzerinde yaralı vardı ve 500’den fazla ev yakılıp yıkılmıştı.
Maraş olayları patlak verdiğinde iktidarda CHP vardı. Başbakan Bülent Ecevit’ti. İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’ydı. Özaydınlı olaydan sonra yaptığı açıklamada olayların sebebinin sol örgütler olduğunu söyleyerek partisinden büyük tepki çekmişti. Özaydınlı daha sonra istifa etmek zorunda kalmış, yerine Hasan Fehmi Güneş getirilmişti.
Başbakan Bülent Ecevit ise kendisinden uzun zamandır sıkıyönetim talebi olduğunu, bunu kabul etmediği için bu olayların Kontrgerilla tarafından bilerek çıkarıldığını söylemiş ve şu açıklamada bulunmuştu: “1978 başında hükümeti kurduğum andan itibaren sıkıyönetim ilanına zorlandım. Ama ben bunun doğurabileceği sonuçlardan dolayı kaygı duyduğum için kabul etmedim. Onun üzerine, 78 sonlarında bu çok acı Kahramanmaraş olayları meydana getirildi. Öyle inanıyorum ki, bu beni sıkıyönetim ilanına mecbur etmek için sorumsuzca yaratılmış bir olaydı. “
Maraş olaylarından sonra toplam 835 kişi hakkında dava açıldı. Dava 8 Ağustos 1978’te karar bağlandı ve 22 kişi idama mahkum edildi. Ancak idam cezaları uygulanmadı. 14 kişi ömür boyu ceza alırken, 327 kişi 15 yıl ceza almıştı. 379 kişi beraat etti, 68 kişi kaçak olduğu için haklarındaki davalar düştü. Yargılana ve ceza alan bu kişiler hiçbir zaman bu işin asli unsurları değildi. İşin esas planlayıcıları ortada yoktu. Maraş olayları tam da istendiği gibi kapatılmıştı.
Gladyo ya da Kontgerilla Maraş’ta insanları birbirine düşürmüş, şehri yangın yerine çevirmişti. 1980 darbesine giden yolda bir hedefe daha varılmıştı. İnsanın tüylerini diken diken eden bu olay hafızalardaki yerini hâlâ koruyor. Umarım böyle olaylar bir daha yaşanmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder