Bunca medeniyet birikimine rağmen Batılılar karşısında, tarihinden utanan başka bir millet var mıdır bilmem. Bu utanç duygusu, daha çok yeni durumun 'aydınlığını' öne çıkarmak için geçmişin 'karanlığını' tasvir etmek suretiyle ortaya çıkar. Bir tür yerli oryantalizm yapar resmi tarih söylemi.
Batılılar karşısında ezik Doğulular, hele Araplar gibi Ortadoğululara kaşı da şoven bir böbürlenme olarak tezahür eden hastalıklı bir tarih yaklaşımı. Bunun en somut tezahürü de tarihi mekanlarda yapılan rehberlik hizmetlerinde ortaya çıkar. Batılı turistlere tarihimizi tanıtmak somut olarak kötülemeye dönüşür. Harem imajından sultanların despotizmine, Avrupalı oryantalistlerin Doğu despotizmi önyargılarını, gönüllü olarak pekiştirmeye hazır bir dil vardır.
Yıllar önce Saraybosna'da, Moriçe Han'da sigarasının dumanı kıvrım kıvrım yükselirken kahvesini yudumlayan yaşlı bir bilge Boşnak'ın hayıflanması hep aklıma gelir: '1964 yılında İstanbul'da, Topkapı Sarayı'nı gezerken rehber sürekli Osmanlı tarihini ve sultanları kötülüyordu. Yabancıların önünde yapılan bu karalama beni hüzünlendirmişti. Viyana'da Avusturya imparatoru aleyhinde konuşan bir rehber bulabilir misiniz?' Kendini Osmanlı sayan bir Boşnak'ın İstanbul'da tarihine hakaret edilmesi karşısında duyduğu elem, her hatırlayışımda bana da acı verir.
Türk rehberlerden bir Batılının şikayetçi olacağı ise hiç aklıma gelmezdi. Buhafta sonu Amerika'nın önemli gazetelerinden New York Times'ta Andrew Ferren imzalı Mimar Sinan'la ilgili, önemli tespitler içerirken buna bağlı olarak rehberlerden şikayetçi oluyordu. Sinan'ı Rönesans mimarı Michelangelo ile kıyaslayan rehberlere adeta çıkışarak 'yapıların kalitesi, ölçeği ve sayısı düşünüldüğünde, bu neredeyse Sinan için bir hakaret. Michelangelo Roma ve Floransa'da bir kaç binaya katkıda bulundu. Sinan ise Belgrat'tan Mekke'ye hala günlük hayatta kullanılan yüzlerce anıtsal yapıya imza attı. Bir anlamda, dünyanın ilk 'star (sayılması gereken) mimarı'ydı' tespitinde bulunuyor.
Sanat, düşünce, bilim başta olmak üzere insan zihninin ürettiği tüm gelişmeleri Avrupa merkezli okumaya alışkın bir Batılının, üstelik Rönesans sanatçısını küçümseyerek bir Doğu-İslam şahsiyetini öne çıkarması pek görülmüş değil. Her ne kadar akademik dünyada bu yaklaşım yer yer kırılmaya başlasa da, genel entelektüel bakış, hele popüler kültür ortamı hala Batı'nın biricikliği üzerine kurulu. Kaldı ki burada Mimar Sinan'a Rönesans bağlamında bir değer verilerek, onu bir Rönesans sanatçısı sayarak, kendi bilim ve sanat bağlamından koparıyor. Sinan'ı yetiştiren kültürel ve bilimsel iklim görmezden geliniyor.
Mimar Sinan eserleriyle bugün hala hayatımızda olmasına, estetik ve mimari anlamda hala aşılamamış olmasına rağmen ne dünyaya tanıtımı ne de yeni nesillere aktarımı bağlamında anlamı ve İslam medeniyetindeki yeri yeterince kavranmış değil. Üstelik sıradan bir 'yapı ustası' muamelesi görmesi de garbzedeliğin en somut yanını gösterir.
Her şeyden önce Sinan, döneminde tesadüfen ortaya çıkmış parlak bir isim değildir. Onu yetiştiren ortam, binlerce yetenek arasında sivrilerek öne çıkmasını sağlamıştır. Mimar Sinan'ı şekillendiren ve eserlerini ortaya koymasını sağlayan Osmanlı birikimi hem insan hem de estetik bakımından bir imparatorluk zenginliğinin bileşkesidir.
Mimari, bir medeniyeti oluşturan değerler sisteminin en somut haliyle mikro planda tezahür ettiği belki de yegane alandır. Bu açıdan bakıldığında Osmanlının değerler sistemini, yaşayan bir unsur olarak en iyi Sinan'ın eserlerinde görebiliriz. Camilerden köprülere, kervansaraylardan su kemerlerine kadar hayatın içinde yaşayan eserler vermesinin yanı sıra bu medeniyetin yayıldığı coğrafyaların şartlarına cevap veren çeşitlilik ve zenginlikte eser veren bir deha ile karşı karşıyayız.
Rahmetli Turgut Cansever'in tespitiyle, Osmanlı düşüncesini, dönemindeki felsefi tartışmaları anlamadan Mimar Sinan'ın eserlerini anlamak, yorumlamak mümkün değildir. Osmanlı düşüncesine vakıf değilsek, her gün karşılaşıyor olsak da, Mimar Sinan'ın eserlerindeki sanat anlayışını, dünya görüşünü, estetik algısını çözümlememiz imkansız.
Dünya çapında böyle bir isme başkaları sahip olsaydı kim bilir nasıl tanıtırdı. Böylesi bir değere sahip olan şehirde, İstanbul'da işlenen mimari cinayetlerle Mimar Sinan'ı yetiştiren iklime yabancı oluşumuz arasında doğrudan bir ilişki olduğu kesin.
Bunca görkemli esere rağmen türbesinin kitabesindeki yazıda saklı tevazuyu anmadan geçemeyeceğim: 'Geçti bu demde cihandan/Piri mimaran Sinan...'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder