Mi'rac kandili!... Hani nebiler nebisinin insanlığın önderlerine önder olduğu gecenin hatırası. Hani kainatın efendisinin, Burak'ın ve Refref'in süvarisi olarak Mekke'den Kudüs'e vücuduyla ve varlığıyla israyı gerçekleştirip ruhuyla göklere uruc edişinin yıldönümü.
Hani geri gelirken müminlerine beş vakit namazı hediye getirdiği gece. O sebeptendir ki namaz müminin miracı, yükselişi diye bilinir. O sebeptendir ki kutlu nebinin yedi kat göğün ötesine yaptığı yükselişe mukabil kişinin kendi semasına yükselişi, içerilere doğru, kalbinden yol bularak derinlere doğru, daha derinlere doğru yolculuğa çıkması önem kazanır. Galiba kulluk, biraz da miraca imanımız, miracımızı eksiksiz yapmamızla bağlantılıdır.
Ayetin beyanıyla Efendiler Efendisi, mirac gecesinde Allah'a iki yay aralığı kadar yakın varmış. Bazıları bu iki yay aralığını bir yayın iki kiriş bağlanan iki ucu olarak yorumlar ki yaklaşık bir kulaç kadardır. Ama bazı müfessirler, iki yay aralığının üst üste çakışmış iki yayın arasındaki boşluk kadar olduğunu zikrederler ki ancak birkaç milimden ibarettir. Rivayet odur ki eskiler söz verecekleri veya ahitleşecekleri vakit yaylarını üst üste çakıştırır ve iki yay ile hedefe tek ok atarlarmış. Böylece o iki kişinin ahdi ve peymanı tek hedefe yönelik olur ve ahdinden dönenin yayı kırılırmış. Buna göre ayetteki iki yay aralığı, bir okun kalınlığı kadar (uzunluğu değil) olur ki neredeyse bir santimden daha azdır. Demek ki Mirac gecesinde Allah ile Rasulü, birbirlerine bir santim kadar yakındı. O halde soru şudur: Seven sevilene bir santimden daha yakınlaşmış iken neden ondan ayrılsın ki?
Bu soru bana, Allah Elçisi'nin Mirac'a giderken yaşadığı şetaret ve heyecandan çok, ayrılıp da geri dönerken yaşadığı ruh halini düşündürür daima. Hangi âşık ne uğruna ve kim uğruna sevgiliden ayrılmaya razı olur? Nasıl bir ideal, bir âşıkın, aşk işinde böylesine bir aykırı tavra rıza göstermesine kapı aralayabilir?
Bahis konusu beşeri bir aşk olsaydı bunun cevabı kolay olur ve "Sevgili öyle istemiş, âşık da onu gücendirmemek için geri dönmüştür, ta ki yeniden vuslata giden heyecanlı yolu yaşasınlar" derdik, olur biterdi. Ama Allah Elçisi'nin Mi'rac'dan geri dönme fedakârlığı yalnızca bu sebebe bağlanıp bırakılmamalı. Bilakis o, canı olan her şeyin ve herkesin, Sevgili'ye âşık olması için dönmüş olsa gerektir. Ta ki aşk çoğalsın, cümle sözler aşk üzerine, cümle hareketler aşk ile, cümle varlık aşkın içinde olsun. O halde diyebiliriz ki Muhammed Mustafa, Mi'rac'dan bizim için dönmüştür, ümmeti için... Ta ki kendi sevgilisini ümmeti de sevsin, yalnızca bir türlü olan aşkın binlerce türlü görüntüsü çoğalsın, her yol aşka gitsin...
Şikarizade Ahmed Efendi'nin Tayyibetü'l-Ezhâr adlı eserinde bu hakiki aşkın görüntülerinden biri şöyle anlatılır (özetliyor ve sadeleştiriyoruz): Biline ki Receb ayının 12'nci gecesinden 26'sı Mirac gecesine kadar Medineliler Hz. Hamza'nın Uhut eteklerindeki kabri başında çadırlar kurar, şenlikler ederler. Civar kabile ve kasabalardan güruh güruh insanlar gelip öyle kalabalık olur ki gören, hac zamanı zanneder. Mirac'a üç gün kala Yemen'den, Taif'ten, Yenbu'dan ve elbette Mekke'den hecinlerle çoluk çocuk gelenler o üç gün ve gecede öyle şenlikler ederler ki Medine, gürül gürül çağlar. Her gelen kabilelerin gözlerinde yağmur gibi yaşlar ile kasideler okunur, na'tlar söylenir, "Selat ve selam sana olsun ey günahkâr ümmetin şefaatçisi!" diye feryat ve figanlar ederek ta Ravza-i Mutahhara'ya dek yerleri ve gökleri dolduran selat ve selam ile yürüyüp Efendimiz'in huzuruna vardıklarında gözlerden yaşlar ırmak olup çağlamaya, söylenen yakarışlar ateş olup yürekleri dağlamaya başlar. Kabrine sarılıp ağlayanlar öyle feryad ederler ki, yürekler dayanmaz... Orada bir insanın kalbi taş olsa yağ olup erir, orada bir günahkâr bulunsa tövbeye gelir... Burada üç gün üç gece huzura karşı halka olup otururlar, ağlaya ağlaya dua ve münacatta bulunurlar. Kah birisi bir kaside çığırır, kah diğeri bir medhiye ile haykırır. Biri dinlenirken diğeri söyler, biri söylerken öteki dinler... "Merhaba!.. Merhaba!.. Ya Muhammed!" nidaları birbirine eklenirken bedeni söğüt yaprağı misali titreyenler mi dersiniz, kalpleri yerinden fırlayacak gibi heyecanla sıçrayanlar mı?!.. Gözlerden akan yaşları anlatmaya takat yetmez, bayılıp düşenleri, can verip gidenleri diller tasvir etmez. Üç gün üç gece böyle devam eder... Dördüncü gün akşamı Mi'rac gecesidir; ikindi vaktinde Ravza'ya bir minber konur, âşıklar Mi'rac'ı anlatan manzumeler okur, vaazlar irad ederler. Ravza öyle bir dolar ki, iğne atılsa yere düşmez. Ta güneş doğasıya kadar salat ve selam, medih ve kelam, rüku ve kıyam devam eder, devam eder, devam eder..."
Zannederiz Mi'rac'ın has âşıkı, o gece sevgilinin yanından işte bu manzaralar çoğalsın diye ayrılıp gelmiştir. Çünkü "Bu şeb tulû-ı safâ-bahş-ı âfitâba kadar / Zemîne nûr yağar âsumân-ı bâlâdan / Gelir sımâhına her cezbedâr-ı îmânın / Nidâ-yı rahmet-i Hallâk Arş-ı A'lâ'dan (Bu gece, ta güneşin parlayarak doğduğu vakte kadar, yüksek semalardan yeryüzüne nur yağar. İman dairesinde yer alan inanmış herkesin kulağına bu gece Arş-ı Âlâ'dan Allah'ın [Yok mu bana yönelen ki onu sahipleneyim, yok mu tevbe eden ki onu affedeyim] çağrısı gelir."
Yaklaşan kandiliniz mübarek olsun!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder