İlk defa Aksiyon’un ulaştığı GATA’daki nöbetçi subayın el yazısı notlarından: “Yıkama esnasında Kemal Yamak, Aslan Güner, Ömer Şarlak oradaydı. Fatiha’ları okuduk. Sedyeye alınırken ben de yerimden fırladım. Tahsin Şahinkaya gülerek çıktı.”
‘17 Nisan 1993 günü Nöbetçi Amiriydim. Saat 11.00 civarı komutanımız Acil Servis’e bir ekiple hızla gitti. Ben Genelkurmay İkinci Başkanı Fikret Küpeli gelecek sanıyordum. Oysa 15 dakika sonra Cumhurbaşkanlığından ‘Ben Komiser Hamza’ diye bir telefon aldım. Cumhurbaşkanımızın rahatsızlandığını ve Hacettepe’ye götürüldüğünü, acele GATA komutanı ve ekibinin Hacettepe’ye gelmesi gerektiğini söyledi. Ben hemen araba ile acil servise gittim. Komutanımız benden önce ayrılmıştı. İlerleyen saatlerde Fikret Küpeli geldi. Sedat Celasun’u ziyarete gelmişti. Biz Turgut Özal’ın sıhhati ile ilgili sağlıklı haber alamıyorduk. 14.30 civarında bir telefon aldık ve birinin ‘Turgut Özal öldü’ demesini işittik. Bir anda çok şaşırmış ve inanamamıştım. Hemen TVkanallarını dolaştım. Gerçekten haber doğruydu ama ben inanmak istemiyordum. Bayrakların yarıya indirilmesi için Genelkurmay Vardiya Amirliği’ne müracaat ettim. Onlar da Genelkurmay Nöbetçi Amirliği ile görüşmemi istediler. Oradan da konuyu bize sonra bildireceklerini söylediler.’
Mustafa Sarsılmaz’ın “Özal’ın ölümü kendi notumdan’’ başlığını verdiği notlar bu satırlarla başlıyordu. GATA’da nöbetçi subay olan Tabip Binbaşı Sarsılmaz, 17 Nisan’da tarihî bir olaya şahitlik yapacağını elbette bilmiyordu. Bir gün önceden kendisine Cumhurbaşkanı Özal’ın rutin sağlık kontrolü için hastaneye geleceği haber verilmişti. Nöbeti devralır almaz, gerekli hazırlıkları yaptı ve Özal’ı beklemeye başladı. Ancak dakikalar ilerliyor ve Özal’dan haber gelmiyordu. Saat 11.00 civarı Cumhurbaşkanlığı’ndan Özal’ın rahatsızlandığı ve acilen Hacettepe’ye götürüldüğü haberini aldı. 14.30’da öldüğünü öğrendi. 22.30’da GATA’ya Cumhurbaşkanı’nın cenazesi getirildiğinde Sarsılmaz, nöbetçi amir olarak duruma vaziyet ediyordu. O sabahtan itibaren GATA’da olan bitenleri el yazısı ile not aldı. İlginç isimler ve ayrıntılar da düştü notların içine. Özal’ın vefatını araştıran Devlet Denetleme Kurulu, çok sayıda tanık gibi Prof. Mustafa Sarsılmaz’ı da dinledi. Sarsılmaz, o ana kadar kimse ile paylaşmadığı notları DDK’ya sundu. Peki, 6 sayfalık notlarda neler vardı? Aksiyon, Sarsılmaz’ın DDK’ya verdiği orijinal notlara ulaştı. Emekli Tabip Binbaşı Prof. Mustafa Sarsılmaz’ın notları aynen şöyle:
Kur. Bşk. telefonla Özal’ın naaşının GATA’ya nakledileceğini, bu haberin duyulmamasını istedi. Ben de imamı evinden aldırdım, tek. hizmetlere boya-badana yaptırdım. Elektrikleri gözden geçirttim.
22.30 civarı GATA’ya merhumun naaşı getirildi, morga aldık. Ahmet Hoca yıkama ve dua işlemlerini yaptı. Sadece akrabaları GATA Komutanı, F. Kocabalkan ve iki hoca yıkanma esnasında mevtanın yanında bulundu. Dualar yapılarak morga kondu.
Gece devriye dolaşarak emniyeti gözden geçirdim. Komutanımız ayrılmadan önce bizlere tek tek sarılarak, yanaklarımızdan öptü ve teşekkür etti. ‘Vicdanımda iki şey için sıkıntı duyuyorum. Biri, keşke bütün bunları video’ya alsaydık. İkincisi ise niçin Diyanet İşleri Başkanı’nı yıkama ve dua için çağırmadık’ dedi.
19.04.1993 Pazartesi günü:
Patoloji’den Ömer Günhan beni arayarak tahnit konusunda yardımcı olmamı istedi. 1990 yılı literatürünü bularak personel Mustafa Cebelik ile vakumlu aletimiz ve aspiratörle otopsi salonuna gittik. Rıfkı Finci Hoca, komutandan ‘anatomistlerden birisi bulunabilir mi?’ diye müsaade almış. Saat 14.30’da otopsi salonunda hazır bulundum. 15.00’e kadar hazırlıklar tamamlandı. 10-20 ve 50 cc’lik enjektörlere formalin çekildi. Hazır beklendi. Patologlar yeşil giymişlerdi. Benim beyaz önlükle kalmamı istediler. ‘Sadece aspiratöre gerek duyulursa devreye girersin’ dediler.
Bütün bu işlemlerde ekip başı patolojiden Prof. Dr. Rıfkı Finci ve yardımcıları; doçentler, Ömer Günhan ve Bülent Celasun’du. Cerrahiden ekip başı, Fahrettin Alpaslan, İsmail Arslan ve Köksal Öner’di. Gözlemciler arasında: Prof. Dr. Şakir Tanındı (General, Çocuk), Prof. Dr. Nüzhet Aras (Gen. Cildiye), Prof. Dr. M. Ali Gündoğan (General Dahiliye)
Başhemşire Şennur Ay bulundular.
İşlem bittikten sonra, komutanımız yeniden kefene sarılmasını ve dua yapılmasını istedi. O zaman imamlar içeri alındılar. (İbrahim Hoca duasını yaptı. Karaçörek kondu, gül suyu döküldü. Fatihaları okuduk. Sedyeye alınırken ben de yerimden fırladım. Komutanımızın hoşuna gitti. ‘Sarsılmaz devam et’ dedi. Özal’ın vücuduna elimin değmesini istiyordum. Eldiven kullanmadım. Sırtını kaldırırken elim değdi. Vücuduna uzun uzadıya baktım. Başı çok genişlemişti. Boyun görülmeyecek kadar küçülmüştü. Vücudun bazı yerlerinde ekimozlar (morarma) vardı. Ama genel olarak vücudu tertemiz
İşte, çok sevdiğim, düşünürken gözlerimi yaşartan, soluk borumda tıkanıklık yapan, sesimi titreten, kalbimin atışını hızlandıran ‘O Yürekli Büyük’ Rabbine yürümüştü. Allah gani gani rahmet etsin. Günahlarını affetsin. Cennet ve Cemalullah şerefiyle şerefyab etsin, amin.
Halen Şifa Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Tıp Fakültesi Dekanlığını yürüten bu notların sahibi Prof. Dr. Mustafa Sarsılmaz, Aksiyon’un sorularını cevapladı.
-Özal GATA’ya getirildiğinde göreviniz neydi?
Gülhane’de binbaşı rütbesinde doktorum. Nöbetçi amirliği diye bir görev var, komutan adına nöbetçi olmak demek. Komutan Ömer Şarlak’tı, tümgeneral. Cumartesiydi. Sabah görevi aldım. En ilginç kısmı burası, hep atlanıyor. DDK’da da dile getirdim. Nöbeti 09.00’da devraldığımda komutan dedi ki, ‘‘Cumhurbaşkanımız Orta Asya’dan döndü. Chek-up’a gelecek. Uyanık olalım, etrafı temiz tutalım.” Komutan adına nöbetçiyim. Denetleme yaptım 09.00’da. Bekliyoruz Cumhurbaşkanı gelecek. Saat 11.00 gibi haber yok. 2 saat olmuş nöbetteyim. Bunları tuttuğum günlüğüme kaydettiğim için söylüyorum. İsmi ‘Hamza’ olan ve polis olduğunu beyan eden biri nöbetçi amirliğini aradı, DDK’ya ‘böyle bir polis memuru var mı araştırılmalı’ dedim. “Özal Gülhane’ye değil, Hacattepe’ye gidiyor.” dedi. “Rahatsızlandı, yönünü çevirdik, Hacattepe’ye gidiyor.” Tablo bu.
-Yani o anda Özal yaşıyor mu?
Bakın çeşitli tanıklar konuşuyor, 09.00’da vefat ettiğini söyleyen var, 10.00’da vefat ettiren var. Bana gelen haber, 11.00’de hareket hâlinde, henüz ölmediğine dair bir telefon konuşmasıdır.
-Neden aramış olabilir sizi polis memuru?
Ön bilgidir, takiptir. ‘Yönümüzü değiştirdik, beklemeyin’ manasındadır.
-Sonra?
Hacettepe’ye geçti, bilgi almaya çalışıyoruz. Gelen bilgiler ‘durumu iyi değil’ şeklinde. Televizyonlardan, 14.00 gibi, vefat ettiği söylendi. Beklentimiz var, gelecek, check-up yapacağız; kafamız iyice karıştı. Bize teslim edecekler. Bayraklar yarıya inecek. Herkes faaliyet içine girdi. Cenazesi geldi. İmam refakat eder, morga alınır. Ben işin başındayım. Nöbetçi Amirliği’ne teslim edilmek zorunda, benim sorumluluğumda. Nöbetçi amiri olarak cenazeyi aldık.
-Neden size gelmiyor da Hacettepe’ye gidiyor?
Anormallik burada başlıyor. Bize gelmesi gerekirken yönü değiştiriliyor. Yön değiştirildiği bize 11.00’de haber veriliyor.
-Hacettepe’de müdahale oluyor mu?
Etrafındaki insanlar konuşuyor ve bunlar da güven vermiyor. ‘Kendi hâline bırakıldı’ gibi şeyler var. Saatler tutmuyor.
-Nasıl geldi? Tabut içinde miydi?
Hayır, üstünde bir örtü ile getirildi. Biz onu morga koyduk. O zaman hafif yollu bir sıcak var, bozulabilir. Komutan katafalka kaldırılacağını söyledi. Duyan geliyor, almıyoruz içeri, yasak. Basından tek Can Okanar vardı. Bir tek ona izin verildi komutan tarafından.
-Pazartesi günü?
Komutan dedi ki tahnit yapılması lazım. Bu işlemdeki görevim bir anatomist olarak tahnit işlemine katılmaktır. Tahnit damarlardaki kanın alınması ve yerine formaldehit sıvısının konulmasıdır. Bu sıvı dokuların kokma ve bozulmasını önlüyor. Cesetler üzerinde böyle çalışıyoruz. Bozulmasın diye. İşlemi yaparken kullanacağımız bir pompalı cihazımız vardı. Basınçla çalışıyor o damarları patlatır diye içime sinmemişti. Korkut Özal, ‘Hayır, ben bunu istemiyorum, kardeşimin vücudu bozulmasın’ dedi. Ben buna sevinenlerdenim.
-Ne yaptınız peki?
10-20 cc’lik enjektörlerle formaldehit çektik; karın, göğüs ve eklem boşluğuna bunları enjekte ettik. Bu heyet hâlinde yapıldı. Orada kimlerin bu işe karıştığını komutan not aldı. İmzalarımız alındı. Etrafta kim var hepsini yazdı, not aldı. Bende de var bunun notu.
-Siz de bu süreci not aldınız değil mi?
Evet, çok etkilendim. Duygusal anlamda. Sevdiğiniz bir insan yani. Tahnit işlemi bitti, bu sefer kefenlenmesi, yıkanması lazımdı. İmamlar geldi. İbrahim Hoca vardı yaşlı bir hoca. O yıkarken sağa sola çeviremez diye ben öne atıldım. Yardımcı oldum. Orada onunla ilgili bütün hususiyetlerini bir anatomist gözüyle yazdım.
-Ne gördünüz? Şüpheli bir durum var mıydı?
Darbe mi, itme mi, yumruklama mı var? Neden dolayı vefat tetiklenmiş düşüncesiyle inceledim. Bundan çıkardığım sonuç şu; kesinlikle bir darbe yok. İtekleme yok. Güzel, pembe, tombul bir insan. El parmaklarından ayak parmaklarına kadar hepsini tek tek yazmışım.
-Neden vücuttan bir kan, kıl örneği almadınız?
Basiretimiz bağlandı, birkaç saç teli çekebilirdim.
-Vücutta darbe olmaması ölümün normal olduğunu gösterir mi? Bir problem var mı?
Fiziki anlamda yok ama ben diyorum ki, kesinlikle bir olumsuzluk var. Çünkü durup dururken neden aniden vefat ediyor. Çok hızlı. Bu anlamda yapılmayanlar beni rahatsız ediyor. Niçin otopsi yapılmıyor? Hacattepe’de yok, GATA’da kesinlikle yok.
-Hiç gündeme gelmedi mi o esnada?
‘Aile istemiyor’ gibi bir tutum sergilendi. Buna şahit olduğum vaka ailenin tahnit yapılmasında kullanılacak pompalı cihazı istememesiydi. İkisi birbirine karışmasın. Bunun otopsi ile bir ilgisi yok. Bir canlı televizyon yayınında bizzat Semra Özal’a “otopsi yapılmasını istemeyen siz miydiniz?” diye soru yönelttiğimde, “Hayır hayır böyle şey olur mu, tamamen iftira” diyen kendileri oldu. Üstelik stüdyoda o yıllardaki GATA Komutanı Tümgeneral Ömer Şarlak ve Hacettepe Üniversitesinin Rektörü Prof. Dr. Yüksel Bozer’in bulunduğu esnada dedi bütün bunları.
-Otopsi olsaydı ne olurdu?
Kıl köklerine, derisine, karaciğerine bakıp zehirlenme var mı ortaya çıkarılırdı. Uzun süreli zehirlenmeler olabiliyor. Çünkü tarihte örnekleri var. İç çamaşır hediye ediyorlar devlet başkanlarına, giyiyor bir müddet sonra ölüyor, arsenik zehirlenmesi. Budur anlamında demiyorum ama böyle şeyler tarihte çok olmuştur. Şüpheli kısımlar bunlar. Bir cumhurbaşkanı, ne diye vefat etmiş? En azından vücudundan bir örnek alıp araştırılmalıydı.
-Kim buna karar verecek?
O devlettir. Aileye bırakılmaz. Devletin sahiplenmesi lazım. En azından Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık makamlarının sahiplenmesi lazım. Cumhurbaşkanı bir yere gidince Meclis başkanı vekalet etmiyor mu? Tablo fazlaca karışık.
-Ölüm sebebi ne?
Kalbi sıkıştı diye gidiyorlar Hacattepe’ye, kurtaramıyorlar. Görünen bu.
-GATA’da dosyası var mıydı?
Yoktu. Bize ölü olarak geldi, ölümün nasıl olduğuna dair bir bilgi ve belge bizde bulunmuyordu. Onu doktoru yapacak. Devlet büyükleri bir seyahatten sonra GATA’ya gelir, sistem böyle çalışıyor. O seyahati yapmış bir cumhurbaşkanı elbette bir sağlık kontrolünden geçirilmeliydi. Bu rutindi.
-Başka rutin olmayan şeyler var? Doktor yok, ambulans bulunmuyor?
Bir devlet başkanını bozuk araba ile götürüyorsunuz. Askeriyeden bildiğimiz her şey sürekli kontrole dayalıdır. Cumhurbaşkanının etrafındaki koruma, onun nakli, bütün bunlar sistematik olarak karar altındadır, rastgele olamaz. Herkes bellidir. Sorumluluk bellidir. Kimin nereye kadar götürüleceği bellidir. Köşk’ün doktoru var; onun için oradadır. Onu orada tutmak için oraya tayin ederler. Maaş verirler. Doktoru var, yine asker olan doktor vardır. Bir doktor üsteğmen komutasında hemşire ve sağlık görevlileri, ambulansı her şeyi vardır. Ambulansın olmaması, bu doktorların olmaması izah edilemez. Bunların yüzde yüz olması ve çalışması gerekir.
-Sizin kanaatiniz ne?
Devlete, millete çok hızlı hizmet etmiş bir insanın ortadan kaldırılmasına yönelik bir faaliyet gibi duruyor, bu devletlerarası da olabilir. Profesyonellik içinde ortadan kaldırmış olabilirler. Zamana vabeste olan zehirlenmeler var. Zehir vücutta birikiyor, 10 ay sonra ortaya çıkıyor. Adam onu yavaş yavaş ölüme götürüyor. Verdiği madde ne ise onun sonucu yıllar, aylar alabilir. Şüphe duyuyorum. Ambulansı çalışmıyor, ortada kalmış, yönü değişmiş, otopsi yapılmamış; bu oldubittiler insanı ürpertiyor.
-Direkt Gülhane’ye gelseydi?
Müdahalesi yapılırdı. Diyelim yine kurtarılamadı, morga kaldırılır ama kesinlikle otopsisi yapılırdı. Hastanedeki prosedür şudur: Devlet büyüğüdür, başkomutandır cumhurbaşkanı; otopsisi yapılmak zorundadır. Bu her hastane için de geçerli bir kaidedir.
Mustafa Sarsılmaz’ın “Özal’ın ölümü kendi notumdan’’ başlığını verdiği notlar bu satırlarla başlıyordu. GATA’da nöbetçi subay olan Tabip Binbaşı Sarsılmaz, 17 Nisan’da tarihî bir olaya şahitlik yapacağını elbette bilmiyordu. Bir gün önceden kendisine Cumhurbaşkanı Özal’ın rutin sağlık kontrolü için hastaneye geleceği haber verilmişti. Nöbeti devralır almaz, gerekli hazırlıkları yaptı ve Özal’ı beklemeye başladı. Ancak dakikalar ilerliyor ve Özal’dan haber gelmiyordu. Saat 11.00 civarı Cumhurbaşkanlığı’ndan Özal’ın rahatsızlandığı ve acilen Hacettepe’ye götürüldüğü haberini aldı. 14.30’da öldüğünü öğrendi. 22.30’da GATA’ya Cumhurbaşkanı’nın cenazesi getirildiğinde Sarsılmaz, nöbetçi amir olarak duruma vaziyet ediyordu. O sabahtan itibaren GATA’da olan bitenleri el yazısı ile not aldı. İlginç isimler ve ayrıntılar da düştü notların içine. Özal’ın vefatını araştıran Devlet Denetleme Kurulu, çok sayıda tanık gibi Prof. Mustafa Sarsılmaz’ı da dinledi. Sarsılmaz, o ana kadar kimse ile paylaşmadığı notları DDK’ya sundu. Peki, 6 sayfalık notlarda neler vardı? Aksiyon, Sarsılmaz’ın DDK’ya verdiği orijinal notlara ulaştı. Emekli Tabip Binbaşı Prof. Mustafa Sarsılmaz’ın notları aynen şöyle:
İKİNCİ SAYFA:
Bu esnada TV’de maçlar iptal edilmiş ve bayraklar yarıya indirilmişti. Bunu da görünce Des. Kıt.dan tören kıtasını çağırttım. Saygı duruşu ile bayrağı yarıya indirdim. Emrimdeki okulları aradım, meğer onlar benden önce yarıya indirmiş. Tahsin Şahinkaya geldi. ‘Başınız sağ olsun’ dedim. Önce inanmadı. Sonra dönüşünde gülümseyerek GATA’dan ayrıldı.Kur. Bşk. telefonla Özal’ın naaşının GATA’ya nakledileceğini, bu haberin duyulmamasını istedi. Ben de imamı evinden aldırdım, tek. hizmetlere boya-badana yaptırdım. Elektrikleri gözden geçirttim.
22.30 civarı GATA’ya merhumun naaşı getirildi, morga aldık. Ahmet Hoca yıkama ve dua işlemlerini yaptı. Sadece akrabaları GATA Komutanı, F. Kocabalkan ve iki hoca yıkanma esnasında mevtanın yanında bulundu. Dualar yapılarak morga kondu.
Gece devriye dolaşarak emniyeti gözden geçirdim. Komutanımız ayrılmadan önce bizlere tek tek sarılarak, yanaklarımızdan öptü ve teşekkür etti. ‘Vicdanımda iki şey için sıkıntı duyuyorum. Biri, keşke bütün bunları video’ya alsaydık. İkincisi ise niçin Diyanet İşleri Başkanı’nı yıkama ve dua için çağırmadık’ dedi.
ÜÇÜNCÜ SAYFA:
GATA’da yıkama esnasında bulunanlardan tanıyabildiklerim, Kemal Yamak, Aslan Güner, Yusuf Bozkurt Özal, Korkut Özal, Garnizon Komutanı, Dr. Mustafa Özer, Fikri Kocabalkan, hocalar, özel kalem, ihtiram nöbeti tutan askerler vardı. Basından (Kanal 6) Can Okanar oradaydı.19.04.1993 Pazartesi günü:
Patoloji’den Ömer Günhan beni arayarak tahnit konusunda yardımcı olmamı istedi. 1990 yılı literatürünü bularak personel Mustafa Cebelik ile vakumlu aletimiz ve aspiratörle otopsi salonuna gittik. Rıfkı Finci Hoca, komutandan ‘anatomistlerden birisi bulunabilir mi?’ diye müsaade almış. Saat 14.30’da otopsi salonunda hazır bulundum. 15.00’e kadar hazırlıklar tamamlandı. 10-20 ve 50 cc’lik enjektörlere formalin çekildi. Hazır beklendi. Patologlar yeşil giymişlerdi. Benim beyaz önlükle kalmamı istediler. ‘Sadece aspiratöre gerek duyulursa devreye girersin’ dediler.
DÖRDÜNCÜ SAYFA:
15.15’te komutan geldi. Diğer generallerin de hazır bulunmasını istedi. I. Hariciye ekibi, Fahrettin Alpaslan’ın emrinde hazırdı. Komutan, Genelkurmay II. Başkanı’ndan ve cumhurbaşkanının ailesinden ve de Kemal Yamak’tan izin alındığını söyledi ve tahnit işleminin yapılmasını istedi. Bizim anladığımız anlamda tahnit yapılmasına ailesinin müsaade etmediğini, yüzünün veya vücudunun yaralanmasına razı olmayacaklarını söyledi. Bu nedenle patologlar intratorakal, intraabdominal ve intramuskuler formalin enjeksiyonlarını yaptılar. Cerrahlar, bilhassa Fahrettin Alpaslan nasogastrik sonda ile aspirasyon yaptı ve ardından formalin verdi. Mesaneden sokulan sonda ile formalin verdi. Bizim vakum aletini çalıştırdık. Nasogastrik bölgeden aspirasyon yapıldı. Sırtından da formalin verildi. Rektal yol temizlenmeye çalışıldı ama muvaffak olunamadı.Bütün bu işlemlerde ekip başı patolojiden Prof. Dr. Rıfkı Finci ve yardımcıları; doçentler, Ömer Günhan ve Bülent Celasun’du. Cerrahiden ekip başı, Fahrettin Alpaslan, İsmail Arslan ve Köksal Öner’di. Gözlemciler arasında: Prof. Dr. Şakir Tanındı (General, Çocuk), Prof. Dr. Nüzhet Aras (Gen. Cildiye), Prof. Dr. M. Ali Gündoğan (General Dahiliye)
BEŞİNCİ SAYFA:
Prof. Tbp. Tuğg. Çetin Harmankaya (Üroloji), Prof. Tbp. Tuğg. Sabri Devecioğlu (Cerrahi), Tümg. Ömer Şarlak, Prof. Tbp. Tuğg. Levent Karaca (Biokimya), Prof. Tbp. Tuğa. İnal Ülgenalp (Kad. Doğ.), Prof. Tbp. Kd. Alb. Nurettin Bayhan (Anesteziyoloji), Prof. Dr. Fikri Kocabalkan (Dahiliye, Baştabip Yrd. raporu bu hocamız tuttu)Başhemşire Şennur Ay bulundular.
İşlem bittikten sonra, komutanımız yeniden kefene sarılmasını ve dua yapılmasını istedi. O zaman imamlar içeri alındılar. (İbrahim Hoca duasını yaptı. Karaçörek kondu, gül suyu döküldü. Fatihaları okuduk. Sedyeye alınırken ben de yerimden fırladım. Komutanımızın hoşuna gitti. ‘Sarsılmaz devam et’ dedi. Özal’ın vücuduna elimin değmesini istiyordum. Eldiven kullanmadım. Sırtını kaldırırken elim değdi. Vücuduna uzun uzadıya baktım. Başı çok genişlemişti. Boyun görülmeyecek kadar küçülmüştü. Vücudun bazı yerlerinde ekimozlar (morarma) vardı. Ama genel olarak vücudu tertemiz
ALTINCI SAYFA:
ve bembeyazdı. Göğsü göbeği ve kollarının büyük kısmı seyrek kıllıydı. Meme bölgesi ile kol üst kısımları, deltoid kas bölgeleri kılsızdı. Çok tonton ve tatlı vaziyette yatıyordu. Korku verecek görüntüsü yoktu. Ayak parmakları başparmaktan küçük parmağa doğru kısalarak eğimli uzanıyordu. Göbeği çok şişkince idi. Boyu kısaydı.)İşte, çok sevdiğim, düşünürken gözlerimi yaşartan, soluk borumda tıkanıklık yapan, sesimi titreten, kalbimin atışını hızlandıran ‘O Yürekli Büyük’ Rabbine yürümüştü. Allah gani gani rahmet etsin. Günahlarını affetsin. Cennet ve Cemalullah şerefiyle şerefyab etsin, amin.
Halen Şifa Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Tıp Fakültesi Dekanlığını yürüten bu notların sahibi Prof. Dr. Mustafa Sarsılmaz, Aksiyon’un sorularını cevapladı.
-Özal GATA’ya getirildiğinde göreviniz neydi?
Gülhane’de binbaşı rütbesinde doktorum. Nöbetçi amirliği diye bir görev var, komutan adına nöbetçi olmak demek. Komutan Ömer Şarlak’tı, tümgeneral. Cumartesiydi. Sabah görevi aldım. En ilginç kısmı burası, hep atlanıyor. DDK’da da dile getirdim. Nöbeti 09.00’da devraldığımda komutan dedi ki, ‘‘Cumhurbaşkanımız Orta Asya’dan döndü. Chek-up’a gelecek. Uyanık olalım, etrafı temiz tutalım.” Komutan adına nöbetçiyim. Denetleme yaptım 09.00’da. Bekliyoruz Cumhurbaşkanı gelecek. Saat 11.00 gibi haber yok. 2 saat olmuş nöbetteyim. Bunları tuttuğum günlüğüme kaydettiğim için söylüyorum. İsmi ‘Hamza’ olan ve polis olduğunu beyan eden biri nöbetçi amirliğini aradı, DDK’ya ‘böyle bir polis memuru var mı araştırılmalı’ dedim. “Özal Gülhane’ye değil, Hacattepe’ye gidiyor.” dedi. “Rahatsızlandı, yönünü çevirdik, Hacattepe’ye gidiyor.” Tablo bu.
-Yani o anda Özal yaşıyor mu?
Bakın çeşitli tanıklar konuşuyor, 09.00’da vefat ettiğini söyleyen var, 10.00’da vefat ettiren var. Bana gelen haber, 11.00’de hareket hâlinde, henüz ölmediğine dair bir telefon konuşmasıdır.
-Neden aramış olabilir sizi polis memuru?
Ön bilgidir, takiptir. ‘Yönümüzü değiştirdik, beklemeyin’ manasındadır.
-Sonra?
Hacettepe’ye geçti, bilgi almaya çalışıyoruz. Gelen bilgiler ‘durumu iyi değil’ şeklinde. Televizyonlardan, 14.00 gibi, vefat ettiği söylendi. Beklentimiz var, gelecek, check-up yapacağız; kafamız iyice karıştı. Bize teslim edecekler. Bayraklar yarıya inecek. Herkes faaliyet içine girdi. Cenazesi geldi. İmam refakat eder, morga alınır. Ben işin başındayım. Nöbetçi Amirliği’ne teslim edilmek zorunda, benim sorumluluğumda. Nöbetçi amiri olarak cenazeyi aldık.
-Neden size gelmiyor da Hacettepe’ye gidiyor?
Anormallik burada başlıyor. Bize gelmesi gerekirken yönü değiştiriliyor. Yön değiştirildiği bize 11.00’de haber veriliyor.
-Hacettepe’de müdahale oluyor mu?
Etrafındaki insanlar konuşuyor ve bunlar da güven vermiyor. ‘Kendi hâline bırakıldı’ gibi şeyler var. Saatler tutmuyor.
-Nasıl geldi? Tabut içinde miydi?
Hayır, üstünde bir örtü ile getirildi. Biz onu morga koyduk. O zaman hafif yollu bir sıcak var, bozulabilir. Komutan katafalka kaldırılacağını söyledi. Duyan geliyor, almıyoruz içeri, yasak. Basından tek Can Okanar vardı. Bir tek ona izin verildi komutan tarafından.
-Pazartesi günü?
Komutan dedi ki tahnit yapılması lazım. Bu işlemdeki görevim bir anatomist olarak tahnit işlemine katılmaktır. Tahnit damarlardaki kanın alınması ve yerine formaldehit sıvısının konulmasıdır. Bu sıvı dokuların kokma ve bozulmasını önlüyor. Cesetler üzerinde böyle çalışıyoruz. Bozulmasın diye. İşlemi yaparken kullanacağımız bir pompalı cihazımız vardı. Basınçla çalışıyor o damarları patlatır diye içime sinmemişti. Korkut Özal, ‘Hayır, ben bunu istemiyorum, kardeşimin vücudu bozulmasın’ dedi. Ben buna sevinenlerdenim.
-Ne yaptınız peki?
10-20 cc’lik enjektörlerle formaldehit çektik; karın, göğüs ve eklem boşluğuna bunları enjekte ettik. Bu heyet hâlinde yapıldı. Orada kimlerin bu işe karıştığını komutan not aldı. İmzalarımız alındı. Etrafta kim var hepsini yazdı, not aldı. Bende de var bunun notu.
-Siz de bu süreci not aldınız değil mi?
Evet, çok etkilendim. Duygusal anlamda. Sevdiğiniz bir insan yani. Tahnit işlemi bitti, bu sefer kefenlenmesi, yıkanması lazımdı. İmamlar geldi. İbrahim Hoca vardı yaşlı bir hoca. O yıkarken sağa sola çeviremez diye ben öne atıldım. Yardımcı oldum. Orada onunla ilgili bütün hususiyetlerini bir anatomist gözüyle yazdım.
-Ne gördünüz? Şüpheli bir durum var mıydı?
Darbe mi, itme mi, yumruklama mı var? Neden dolayı vefat tetiklenmiş düşüncesiyle inceledim. Bundan çıkardığım sonuç şu; kesinlikle bir darbe yok. İtekleme yok. Güzel, pembe, tombul bir insan. El parmaklarından ayak parmaklarına kadar hepsini tek tek yazmışım.
-Neden vücuttan bir kan, kıl örneği almadınız?
Basiretimiz bağlandı, birkaç saç teli çekebilirdim.
-Vücutta darbe olmaması ölümün normal olduğunu gösterir mi? Bir problem var mı?
Fiziki anlamda yok ama ben diyorum ki, kesinlikle bir olumsuzluk var. Çünkü durup dururken neden aniden vefat ediyor. Çok hızlı. Bu anlamda yapılmayanlar beni rahatsız ediyor. Niçin otopsi yapılmıyor? Hacattepe’de yok, GATA’da kesinlikle yok.
-Hiç gündeme gelmedi mi o esnada?
‘Aile istemiyor’ gibi bir tutum sergilendi. Buna şahit olduğum vaka ailenin tahnit yapılmasında kullanılacak pompalı cihazı istememesiydi. İkisi birbirine karışmasın. Bunun otopsi ile bir ilgisi yok. Bir canlı televizyon yayınında bizzat Semra Özal’a “otopsi yapılmasını istemeyen siz miydiniz?” diye soru yönelttiğimde, “Hayır hayır böyle şey olur mu, tamamen iftira” diyen kendileri oldu. Üstelik stüdyoda o yıllardaki GATA Komutanı Tümgeneral Ömer Şarlak ve Hacettepe Üniversitesinin Rektörü Prof. Dr. Yüksel Bozer’in bulunduğu esnada dedi bütün bunları.
-Otopsi olsaydı ne olurdu?
Kıl köklerine, derisine, karaciğerine bakıp zehirlenme var mı ortaya çıkarılırdı. Uzun süreli zehirlenmeler olabiliyor. Çünkü tarihte örnekleri var. İç çamaşır hediye ediyorlar devlet başkanlarına, giyiyor bir müddet sonra ölüyor, arsenik zehirlenmesi. Budur anlamında demiyorum ama böyle şeyler tarihte çok olmuştur. Şüpheli kısımlar bunlar. Bir cumhurbaşkanı, ne diye vefat etmiş? En azından vücudundan bir örnek alıp araştırılmalıydı.
-Kim buna karar verecek?
O devlettir. Aileye bırakılmaz. Devletin sahiplenmesi lazım. En azından Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık makamlarının sahiplenmesi lazım. Cumhurbaşkanı bir yere gidince Meclis başkanı vekalet etmiyor mu? Tablo fazlaca karışık.
-Ölüm sebebi ne?
Kalbi sıkıştı diye gidiyorlar Hacattepe’ye, kurtaramıyorlar. Görünen bu.
-GATA’da dosyası var mıydı?
Yoktu. Bize ölü olarak geldi, ölümün nasıl olduğuna dair bir bilgi ve belge bizde bulunmuyordu. Onu doktoru yapacak. Devlet büyükleri bir seyahatten sonra GATA’ya gelir, sistem böyle çalışıyor. O seyahati yapmış bir cumhurbaşkanı elbette bir sağlık kontrolünden geçirilmeliydi. Bu rutindi.
-Başka rutin olmayan şeyler var? Doktor yok, ambulans bulunmuyor?
Bir devlet başkanını bozuk araba ile götürüyorsunuz. Askeriyeden bildiğimiz her şey sürekli kontrole dayalıdır. Cumhurbaşkanının etrafındaki koruma, onun nakli, bütün bunlar sistematik olarak karar altındadır, rastgele olamaz. Herkes bellidir. Sorumluluk bellidir. Kimin nereye kadar götürüleceği bellidir. Köşk’ün doktoru var; onun için oradadır. Onu orada tutmak için oraya tayin ederler. Maaş verirler. Doktoru var, yine asker olan doktor vardır. Bir doktor üsteğmen komutasında hemşire ve sağlık görevlileri, ambulansı her şeyi vardır. Ambulansın olmaması, bu doktorların olmaması izah edilemez. Bunların yüzde yüz olması ve çalışması gerekir.
-Sizin kanaatiniz ne?
Devlete, millete çok hızlı hizmet etmiş bir insanın ortadan kaldırılmasına yönelik bir faaliyet gibi duruyor, bu devletlerarası da olabilir. Profesyonellik içinde ortadan kaldırmış olabilirler. Zamana vabeste olan zehirlenmeler var. Zehir vücutta birikiyor, 10 ay sonra ortaya çıkıyor. Adam onu yavaş yavaş ölüme götürüyor. Verdiği madde ne ise onun sonucu yıllar, aylar alabilir. Şüphe duyuyorum. Ambulansı çalışmıyor, ortada kalmış, yönü değişmiş, otopsi yapılmamış; bu oldubittiler insanı ürpertiyor.
-Direkt Gülhane’ye gelseydi?
Müdahalesi yapılırdı. Diyelim yine kurtarılamadı, morga kaldırılır ama kesinlikle otopsisi yapılırdı. Hastanedeki prosedür şudur: Devlet büyüğüdür, başkomutandır cumhurbaşkanı; otopsisi yapılmak zorundadır. Bu her hastane için de geçerli bir kaidedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder