13 Şubat 2012 Pazartesi

Sabancılar’ın İmparator Olması - Cezmi Yurtsever





  • Kayserililerin ve bu arada Hacı Ömer Sabancı’nın Adana’da zengin olmaları 1919 yılında Sivas Kongresi esnasında planlandı.
  • Adana’da Ermeni ve Rumlardan kalan fabrikalar ve araziler yok pahasına Kayserililerin ve Sabancıların eline geçti.
  • Sabancılar, Taşköprü’nün başını tuttu. Gelip geçenlerin malını satın alarak zengin oldular.


  • 1920′li yıllarda adana Taşköprü

    Uzak diyarlardan gelen kervanların develeri çan sesleri ile girdi şehre Olanca heybetiyle ayakta durmaya çalışan Taşköprüsü, altından gürül gürül suların aktığı Seyhan nehri. Ve az ilerde gökyüzüne yükselen minareleri, camileri, hanları, hamamları, konakları ile tarihi Adana şehri. Görenleri ve yaşayanları büyüleyen tarihi şehir. Nice acıları, felaketleri, sevinçleri yaşamıştı tarih boyunca. Develerin çan sesi çalarak şehre girmesi bir başkaydı, beraberinde nehrin akışını seyretmek ve hayallere dalmak.

    Toroslara yağmur ve kar yağışının azaldığı zamanlarda nehir yatağına çekilir, suları azalar, ayaklarında küçük göller oluşur. Su birikintilerinde karabalıklar, pullu balıklar, kaplumbağalar, yılanlar birbirleriyle oynaşarak yaşardı “vraklayarak, vıcırdayarak”. Köprünün ayaklarına yaslanmış iki tekerli küçük arabalar yerinde sessizce duruyordu. Daha birkaç gün önce aynı arabalar köprünün üzerinde yıldırım hızıyla insan taşımışlardı istasyon taraflarına doğru. Söz konusu olan Adana Ermenilerinin şehirden kaçışı, terk edişi, uzak diyarlara gitmesi idi. Tarihin zaman halkasından önemli bir bağ kopmuş, savaş birilerine acı bedelini ödetmişti. Aralık 1921 tarihinde.

    Kara tren çuf çuf sesleri arasında sirenlerini de acı acı öttürerek ayrıldı şehirden. Gidenler gözyaşları dökerek el salladılar geride kalanlara. Aynı günlerde son kara trenin Adana’dan ayrılmasını kulaklarıyla duyan henüz 15 yaşının içindeki Kayserili delikanlı Ömer’in adımları da ses çıkardı Taşköprü üzerinde. Yanında amcası Ahmet vardı. Kayseri’nin Akçakaya köyünden gelmişlerdi Adana’ya bin bir umutla. Aslında şehirden ayrılanlar ve şehre yeni gelenler arasında yakın ilişkiler vardı geçmişte. Birbirlerini iyi tanıyorlardı. Ömer, Adana’ya gelirken taa Kayseri’de yakınları kulaklarına fısıldamışlardı “Gidiniz, Adana’ya, orada fabrikalar var, çiftlikler var yeni sahiplerini bekleyen”.
    Sadece Ömer gelmiyordu Kayseri’den Adana’ya, hemşerileri büyükleri olarak bildikleri Nuh Naci BeySivas Kongresinin yapıldığı Eylül 1919 tarihi içinde Mustafa Kemal’den söz almıştı: Milli mücadelenin kazanılması halinde Adana’daki sınai ve tarım tesislerinin işletilmesi için tüccarlara, işcilere ihtiyaç olacaktı. Ve onları da Kayserililer karşılayacaktı. Tarihin akışı da doğrulamıştı Mustafa Kemal’i. Adana’ya gelen Kayserililer, şehirde atıl durumda bekleyen Simyonoğlu Fabrikası’nı “yok fiatına” aldılar, çalıştırmak, üretimi artırmak, ülke ekonomisini canlandırmak için.

    Ermeni Simyonoğlu evlatları Adana’da Osmanlı döneminde sarraflığı ile tanınan tüccar bir aile idi. 1890 yılında kurmuşlardı çırçır fabrikasını. 1914 yılına gelindiğinde 450 bin metre kumaş üretimi ile Osmanlı ülkesinin en büyük sanayi tesisleri arasına girmişti fabrika. Geçen zaman içinde Kayserili Ömer, çırçır fabrikasında “hamallık”, “işci simsarlığı” yaparak “dişinden artırdığı” paralar ile tasarruf sağlamış, para sahibi de olmuştu. 1927 yılında meşhur Simyonoğlu fabrikası Kayserililer’in eline geçtiğinde Hacı Ömer de aynı fabrikanın “işci simsarı” kısa süre sonra da ortakları arasına girdi. Kayserili aileler (Has, Özgür, Yazgan) birbirini kolluyordu Adana’da, bir ticaret kolonisi misali.

    Hacı Ömer Sabancı

    Geçen zaman içinde Hacı Ömer “Sabancı” soy ismini aldı, 1934 yılında. 15 mart 1923 tarihinde Gazi Mustafa Kemal’in Adana gezisi esnasında yaptığı “ Arkadaşlar, kılıç tutan el yorulur, saban tutan eller ise üretir. Biz, haris hükümdarların kılıçları yerine sabancılar olmalıyız” sözlerini hatırlayarak. Adana Taşköprüsü için nice sözler söylenmişti. Ama “ Adana köprübaşı, Otur saraya karşı, Gel beraber olalım, Dosta düşmana karşı” sözleri bir başkaydı. Geçmiş tarihin hatırası köprübaşına gelenler “Bac” adı verilen gümrük kapısından içeri girer, hayvan veya insan kellesi başına bir miktar “akçe vergisi” vererek geçiş hakkını kullanırlardı. Zaman neleri hatırlatmıyordu ki insanlara! Büyük İskender’in Asya seferi için köprüden geçişini, Roma imparatorlarını, Kanuni, IV. Murat, Atatürk’ün anılarını, nice askerleri, köylüleri, Yörükleri, Türkmenleri, Hristiyanları. Velhasıl bilumum insanların, hayvanların ayak izleri vardı köprünün taşlarında. Köprünün güney yönünde aşağısında su dolaplarının ses çıkararak çalışması kulakları çınlatırken hiç bitmeyen bu duruma bakanlar “mavra atıyor” demişlerdi. Zaman, ah o zamanlar! İnsanların kızgınlıkla koşturarak Vali’nin kapısında verdiği dilekçelerinde “Bu sene aç kaldık. Arabistan ve Rumeli taraflarından zahire getirilsin” diyenlerin feryatları yansımıştı 1820 tarihli Osmanlı Arşiv belgelerine. Arkasından gelen Tanzimat reformları, göçebelerin toprağa yerleşmesi, pamuk üretimin artması, bataklıkların kurutulması, şehirler ve köylerin kurulması ile tarım ve ticaret canlanıvermişti, Çukurova’da.

    Ermeni zenginlerden ileri gelenlerinden olan olan Nalbantyan, Gülbenkyan, Bezdikyan, Gökdereliyan aileleri geniş topraklara ve Çiftliklere sahip olmanın mücadelesini verdiler. Biraz da siyasi amaçlarına varmak, bölgede tarihi Kilikya Ermenistan’ı Devleti’ni yeniden kurmak için. Ellerindeki paraları faiz ve tefecilik piyasasında kullandılar. Türk çiftçileri ve tüccarları faiz batağında boğarak ellerindeki mal ve mülkü alma uğraşısı içinde oldular. Ama şimdi (1930’lu yıllarda) durum bambaşkaydı. Yeni şartlarda yeni kavgalar veriliyordu çukurova’da. Milli mücadele sonrası terk edilen mallardan arslan payını almak isteyenlerin kavgası vardı tarih sahnesinde. Bir İstiklal Mahkemesi Reisi “Sahip Bey” önce Kozan mebusu olmuş arkasından da garip gureba köylülerin “kolunu kıvratarak” tarlaları ellerinden almış, çiftlikler sahibi olmuştu. Onunla işbirliği yapanlar Kadirli ve Kozan yöresinde “zulüm düzeni” kurmuşlardı. Arkasından gelen köylü gençlerin silahlanarak dağa çıkmaları “eşkıya” olmaları, askerlerle olan çatışmalar. Toprak ağalarının Diyarbakır’a sürgüne gönderilerek cezalandırılmaları, eşkiyaların da 1933 yılı Temmuz ayı içinde mahkeme olmak için Kozan yakınlarındaki Tırmılhöyük’te topluca kurşuna dizilmeleri olayları yaşanmıştı.

    Hacı Ömer, kazandığı paraları bir yandan arsaya, toprağa, çiftlik satın almaya yatırıyordu. Yüreğir ovasındaki Madama ve Cırrık çiftliklerine bu şekilde sahip oldu. 1950 yılı onun için bir dönüm noktasıydı. Adana’ya bardaktan boşanırcasına yağan yağmurlar, Seyhan’ın taşmasına ovanın sularla kaplanmasına, evlerin sel altında kalmasıyla sonuçlanmıştı. Taşköprü’nün Yüreğir tarafındaki ırmak kıyısında bulunan Bosnalı Salih’in un ve çırçır fabrikası da nasibini almıştı yağan yağmurlardan. Çatılardan sızan sular odayı kaplamış, defterler, belgelerde bundan nasibini almıştı.

    Bosnalı Salih Efendi ki, Osmanlı’nın son zamanlarında Balkanlar’dan Adana’ya gelen, elinde sermayesi ile Taşköprü başına un fabrikası yaparak zengin olan hayırseverliği ile tanınan bir kişiydi. Ama Salih Efendi’nin 1948 yılında ölümü üzerine geride kalan varisleri Kayserili Hacı Ömer ile ortak olmayı kabul ettiler. BOSSA fabrikasının kuruluşu böylece gerçekleşti. “Bosnalı-Sabancı” kelimelerinin birleşmesinden çıkmıştı BOSSA.

    O yıllarda “Adana’daki Kayserililer Bankası” sözlerinden de AKBANK’ın doğumu gerçekleşmişti.Celal Bayar ve Adnan Menderes hükümetleri döneminde ABD’dan alınan Marşay yardımları, Hükümetin de teşvikleri çerçevesinde Hacı Ömer Sabancı’nın ekonomik gücü arttı. Çukurova’da doğan bir ekonomi imparatorluğu haline geldi. 60’lı yıllarda ise İstanbul’a taşınarak Holdingleşme süreci birbirini izledi. Onlar “Sabancılar” şimdi bir dünya ekonomi imparatoru olmuşlardı. Başları gökyüzüne ulaşan devasa iş merkezi gökdelenleri, fabrikaları, on binlerce çalışanı, milyonlarca insanla iş bağlantısı, milyar dolarlarla ifade edilen ihracat bağlantıları, kültür ve sanat kuruluşları, öğrenci yurtları, dini ve sosyal amaçlı hizmet veren vakıfları ile bir dünya devi olmuşlardı. Gelişen Türkiye’nin önünü açan bir yol gösterici aile idiler. Herkesin hayranlıkla baktığı, kıskandığı.

    Hiç yorum yok: