12 Şubat 2012 Pazar

FAİZE DAİR - Murat KAYACAN

Arapça’daki ribanın karşılığı olarak Türkçe’de faiz kelimesi kullanılmaktadır. Bir şeyin nitelikleri aynı kaldığı sürece sırf adı değişti diye hükmü de değişir, denemez. Sözgelimi, İslam fıkhındaki icâre akdine, kira sözleşmesi dediğimizde hüküm açısından bu isim farkı bir hüküm farkına yol açmaz. Benzer şekilde, riba için geçerli olan hükümler aynı hukukî özellikleri nedeniyle faize de tatbik edilir.


Kur'an’da -Tevrat’ta olduğu gibi - faiz yasaktır: 

“Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara, ‘Alışveriş de faiz gibidir.’ demeleri yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır. Bundan böyle her kim, Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah'a kalmıştır. Her kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır. Allah faizi mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez.” (Bakara, 2: 275-276). 

Faiz düzenini sadece Müslümanlar mı eleştirmektedir?

Hayır! Seyyid Kutub’un aktardığına göre, faiz düzenini kusurlu bulanların başında Alman Raich Bankasının eski müdürü Dr. Schacht gelmektedir: 

"Sonsuz bir matematiksel işlem olarak yeryüzündeki bütün malların çok az sayıdaki faizcinin elinde toplandığı bir gerçektir. Çünkü borçlanan kâr da etse, zarar da etse borç veren faizci, bütün işlemlerde kâr etmektedir. Neticede, matematiksel bir işlem olarak bütün malların sürekli kâr edene dönmesi kaçınılmazdır." Paranın belli bir kesimin elinde dönüp durması (Haşr Suresi, 59: 7), Şariin (Allahu Teala’nın) maksadına da uygun değildir.

Faiz ve kâr arasındaki ne fark vardır?

Alıcı ile satıcı arasındaki kâr anlaşması eşit şartlarda olmaktadır. Alıcı ihtiyaç duyduğu maddeyi satın alır ve satıcı da bu maddeyi alıcıya sağlarken kullandığı zaman, işgücü gibi harcamaları için kâr alır. Bunun aksine faizde, borçlu, zayıf konumu nedeniyle krediyi verenle eşit şartla anlaşma yapamaz. Borç veren kişi ise, kârı olarak belirlediği miktar kadar sabit oranda bir faiz alır. Faizle borç vermek bir tarafa sabit ve garantili bir kâr getirirken diğer tarafa zarar veya bir tarafa kesin ve garantili bir kâr, diğer tarafa ise belirsiz ve kesin olmayan bir kâr getirebilir. Ticaret, endüstri ve tarım gibi ekonomik sektörleriyle uğraşan kimseler zaman, işgücü ve beyin gücü harcayarak kâr elde ederler. Fakat faizle borç veren kimse, hiçbir riske atılmaksızın ve işgücü de harcamaksızın, ihtiyacı dışındaki parayı borç vererek bir bakıma borçlunun kârının en büyük hissedarı olur. 

Kur'an bu haramdan uzak durmayı vurgulu bir şekilde ifade ediyorsa faizsiz bir çözüm mevcut mudur?

Evet, -İbrahim Sarmış’ın ifadesiyle- küçük çapta krediler için "yardımlaşma sandıkları" oluşturulabileceği gibi, devlet toplumun selameti için büyük ölçekli yatırımlara da teşebbüs edebilir. Bunun için kendi bütçesi yetmiyorsa gücü yeten zenginlerden belirli oranlarda vergi alarak ortak bir kalkınma fonu oluşturabilir ve bununla gerek devlet söktörü gerekse faizsiz kredi vereceği özel sektör eliyle bu yatarımları yapabilir/yapmak zorundadır. Çünkü İslam’ın, Müslümanların varlığı ancak böyle korunabilir. Kendisi vacip olan şeyin gerçekleşmesi için yapılacak işler de vaciptir.

Yukarıda anlatılanlardan sonra diyebiliriz ki, Müslümanların mecbur kalmadıkları halde faizli alışverişlere girip ahirette zor durumda kalmamaları kendi ellerinde. Yeter ki, inançlarına uygun bir dünya tasırımından vazgeçmiş olmasınlar. Ticaretin toplumda yapıcı, faizin ise yıkıcı bir etkisi vardır. Ahlâkî yönden ise faiz bencilliği körüklemekte, kalpleri katılaştırmakta, parayı bir idol gibi görmeye teşvik etmekte ve insanlar arasında sevgi ve yardımlaşma ruhunu yok etmektedir














Hiç yorum yok: