17 Şubat 2012 Cuma

El-Cezire, Katar'ın maşası mı?-Taha Kılınç

Arap medyasını izleyenlerin bildiği meşhur bir hikayedir:

Hüsnü Mübarek resmi bir Katar ziyareti sırasında, gece yarısı aniden el-Cezire kanalının merkezini görmek ister. Katar Enformasyon Bakanı alelacele bir program organize eder ve Mübarek, kendisi aleyhine de birçok yayının yapıldığı kanalın Doha'daki stüdyolarını ziyaret eder. Fazla geniş olmayan bir alanda en fazla ikişer katlı binalardan oluşan kanalın bölümlerini gezdikten sonra şaşkınlık ve küçümsemeyle dudaklarından şu sözler dökülür: "Şimdi bu kadar gürültü bu kibrit kutusundan mı çıkıyor?!"

El-Cezire'nin Doha'daki merkezini ziyaret edenler için, herhalde aynı izlenim çeşitli dozlarda geçerlidir. Dünyanın en büyük ve etkili üç televizyon kanalı arasında gösterilen (ki diğer ikisi de CNN ve BBC'dir) el-Cezire, gerçekten de boyundan büyük yayınlar yapan bir haber kaynağı.

El-Cezire'yi üç büyükler ligine taşıyan şey, yaptığı yayınların kalitesi yanında, seslendiği bölgede kendisinden başka özgür diye tanımlanabilecek bir medyanın bulunmaması. El-Cezire, petrolün getirdiği zenginlik ve şatafat arasında bölgeden çıkan sıra dışı bir ses. Bu sayede kolay fark ediliyor. Kanalın yayın politikasını yönlendirenler de bunu fırsata çevirmeyi bilmiş denilebilir.

Ancak, WikiLeaks'in Ortadoğu ülkeleri bağlamında ortaya döktüğü bazı belgeler vesilesiyle, şimdi el-Cezire "Özgür olmadığı, sadece özgürmüş gibi yaptığı" suçlamasıyla gündemde. Bu defaki iddia, Amerika'nın Doha Büyükelçisi Joseph LeBaron tarafından özetle su şekilde dillendirildi:

"El-Cezire kanalı sanki bağımsızmış gibi yayın yapsa da, aslında Katar hükümetinin maşası olmaktan başka bir şey değil. Katar'da hükümet el-Cezire'yi kullanarak kendisini dünyaya pazarlıyor, el-Cezire de buna karşılık olarak Katar hükümeti aleyhine yayın yapmama sözü vermiş durumda."

Amerikan büyükelçisine bu yorumu yaptıran şey, el-Cezire'nin yayın yaptığı bölgeye hâkim olan baskıcı rejimler. Bölge, el-Cezire gibi bir kanalın yayın çizgisinin arkasında bir 'bit yeniği' aramak için gerekli bütün şartları bünyesinde barındırıyor.

Aslında, büyükelçinin Katar hükümeti ve el-Cezire ilişkisine dair söylediği tamamen de yanlış değil. Bir televizyon kanalının, yayın yaptığı bir ülkenin yöneticileriyle ilgili her duyumu ve iddiayı sansürsüzce ekrana getirebileceğini, bir otokontrol mekanizmasını işletmeyeceğini düşünmek mantıksız. El-Cezire de elbette kendisini bu anlamda kontrol ediyor, bazı Arap rejimleri aleyhine olduğu kadar Katar hükümeti için dilini sivriltmiyor.

Katar hükümetinin halen el-Cezire'ye mali yardımda bulunuyor olması da işin bir başka yönü. Ancak 1996'da BBC'nin teknik ve teorik altyapısına yaslanarak kurulan kanalın bu yardımı bir minnet vesilesi saymadığını da ilave etmek gerek. Öyle ki, el-Cezire'nin daha evvel birçok defalar Katar hükümetiyle burun buruna geldiği, hatta Katar Başbakanı Hamad bin Casim'in bizzat "el-Cezire bizim için gerçek bir baş ağrısı" dediği kayıtlara geçmiş durumda.

WikiLeaks'e yansıyan iddialardan sonra el-Cezire'nin Genel Müdürü Waddah Hanfar, The Guardian'da yayınlanan, ardından kanalın İngilizce yayın yapan internet sayfasından da okuyucuya sunulan makalesinde, başında bulunduğu kanalın yayın politikasını BBC'ye benzeterek şunları söyledi:

"Basın ve ifade özgürlüğünün hiçbir şekilde olmadığı bir bölgeden yayın yapıyor olmamız, bazılarını bizim Katar hükümeti tarafından kullanıldığımız şeklinde bir yanılgıya sürüklüyor olabilir. Ancak biz misyonumuzu "Görüş ve karşıt görüş" olarak benimsedik. Amacımız hiç kimsenin propagandasını yapmak değil, yalnızca olan-biteni doğru şekilde haber vermek. Misyonumuza inancımız tam. Bu düşünceyle on dört yıldır editoryal bağımsızlığımızın üzerine titredik."

Öte yandan, kanalın Amerika ile ilişkileri ve Amerikan politikalarını yansıtış biçimi de, bölgedeki rejimlerin yönelimleriyle karşılaştırıldığında ilginç bir çizgi izliyor:

El-Cezire, özellikle Irak ve Afganistan'ın Amerika tarafından işgalleri sırasında yaptığı yayınlarla büyük ses getirdi. Ancak bu yayınların birtakım acı bedelleri de oldu. Bağdat ve Kabil büroları Amerika tarafından bombalandı. Kanalın en seçkin muhabirlerinden Tarık Eyyub Bağdat'taki bombardıman sırasında öldürüldü. Usame bin Ladin'le röportaj yaptığı için adı "el-Kaideci"ye çıkan bir diğer seçkin muhabir Teyser Alluni halen hapiste.

Bütün bunlara ilaveten kanalın, Katar'ın son derece iyi ilişkiler içinde olduğu Arap rejimleriyle de başı hoş değil. Daha birkaç gün önce, Kuveyt "Ülkenin içişlerine burnunu soktuğu" gerekçesiyle el-Cezire'nin Kuveyt bürosunu kapattı. Bu uygulama, zaman zaman çeşitli Arap ülkelerince tekrarlana gelen bir durum.

El-Cezire için "Katar hükümetinin maşası" demek tam anlamıyla isabetli bir tanımlama olmasa da, kanalın Doha'dan yaptığı yayının, Katar'ın dünya sahnesindeki şanını yücelttiğine şüphe yok. Katarlı yöneticilerin, böylesine 'özgür' bir kanalın kendi ülkelerinde bulunmasından dolayı Batılı meslektaşlarının yanında göğüslerinin kabardığı sır değil, bunu gizlemiyorlar da zaten.

Burada, "Katar hükümeti el-Cezire'nin yayınlarına özgürlük bahşetmek yoluyla Amerika'yla gizlice mücadele ediyor" gibi bir algı yanılsaması yaratmamak için şunu da ilave etmeli:

Amerika'nın, toprakları dışındaki en büyük askeri üslerinden biri olan Udeyd Hava Üssü başkent Doha'nın sadece 20 mil uzağında. Dolayısıyla el-Cezire'ye Katar hükümeti tarafından tanınan özgürlüğe ya da Amerika'nın kanala uyguladığı şiddete bakıp da, Katar'ın anti-Amerikan bir yönetim üslubuna sahip olduğunu düşünmemek gerekiyor.

Katar, bir yandan Amerika ile ilişkilerin başarılı bir şekilde sürdürülmesinin, diğer yanda da halkın memnun edilmesinin ilginç ve sıra dışı bir örneğini oluşturuyor. Işte el-Cezire'nin varlığı bu kritik noktada devreye giriyor: Eğer bir kendi hesabına kullanmadan söz edilecekse, el-Cezire'nin Katar hükümetinin halkla ilişkiler karnesindeki parlak notlardan biri olduğu söylenebilir.

Gelecek yazıda, Katar'a, Körfez'in bu dikkat çekici ülkesine biraz daha yakından bakalım.

Hiç yorum yok: