17 Şubat 2012 Cuma

"Haritadaki yeri bile bilinmeyen ülke"-

Katar 1970
Reuters, 20 Aralık tarihinde yayınladığı Alistair Lyon imzalı bir değerlendirme yazısında Mısır'ın Ortadoğu'daki azalan rolüne dikkat çekti. Mısır toplumunun çeşitli kesimlerinden insanların ülkelerinin geleceğine dair yorumlarına yer verilen yazıda, 43 yaşında bir mühendis olan Mecdi Saruh su şikâyetini dile getirmiş: "Mısır 30 senedir durduğu yerde sayarken, Katar gibi haritadaki yeri bile bilinmeyen ülkeler aldı başını gidiyor!"


"Haritadaki yeri bile bilinmeyen ülke..." Birçok güçlü ve şöhretli bölge ülkesi, biraz kıskançlık biraz da şaşkınlıkla Katar'ı böyle tarif ediyor. Son yıllarda yaptığı açılımlarla Katar'ın adını dünyanın dört bir yanında duyuran Emir Hamad bin Halife, küçücük ülkesinin gücünü ve etkisini doğal sınırlarının çok ötesine taşımış durumda.



Hamad bin Halife'nin siyasi serüveni, tıpkı aynı yöntemle 1970'te işbaşına gelen Umman Sultanı Kabus gibi, babası Halife'yi 1995'te devirerek yerine geçmesiyle başladı. Modern Katar'ın kurucusu ve bugünkü ilerlemenin babası sayılan Emir Halife, veliaht prens oğlu Hamad tarafından devrildiğinde sıklıkla gittiği Avrupa'daydı. Baba-oğul, darbeden ancak dokuz yıl sonra, 2004 yılında Roma'da barıştılar.



Darbenin arka planı konusunda çeşitli spekülasyonlar yapıldıysa da, en çok kabul gören sebep olarak, Halife'nin lükse ve paraya aşırı düşkünlüğünün oğlu Hamad tarafından onaylanmaması gösterildi.



Hamad bin Halife'nin ana stratejisi, ülkesini 'petrol sonrası'na hazırlayacak marka işler yapmaya girişmek oldu. El-Cezire'nin, Hamad'in işbaşına gelmesinden hemen sonra kuruluşu ve hükümet tarafından desteklenmesi, böyle bir açılımdı.



El-Cezire'nin Katar'dan yaptığı yayınlar, her ne kadar Katar hükümeti aleyhine ifşaatlarla ya da sert muhalefetle taçlanmasa da, kanalın Amerika, İsrail ve Batı'nın 'çifte standartları'na dair ekrana getirdiği görüntüler, Arap kamuoyunda buna imkan veren Hamad bin Halife rejimini de sevimli hatta elzem bir hale sokuyor. Herhalde şu anda Arap halkları arasında Katar rejimiyle ilgili bir kamuoyu araştırması yapılsa büyük oranda destek sonucu alınacak, "demokrasi, serbest seçimler, muhalefet" gibi 'Batılı değerler' bu sonucu pek de etkileyemeyecektir. Zira el-Cezire'nin yaptığı yayınlar, Irak'tan, Afganistan'dan, Filistin'den sıklıkla ekrana getirdiği canlı görüntüler, Arap kamuoyunda "Demokrasi ve Batı'nın dayattığı standartlar mı, tek adamın getirdiği refah mı?" ikilemini -kaçınılmaz olarak- doğuruyor.



Arap kamuoyu, elbette "tek adam"ın her zaman refah ve huzur getirmeyeceğinin de farkında. Katar gibi refahı halka yayıp görece bir özgürlüğe izin veren ülkelerin yanında, tek adam rejimiyle yönetilip giderek güçsüzleşen ülkeler de bulunuyor. Bu can yakıcı kıyaslama, Katar'daki yönetimi halkın gözünde daha da kıymetlendiriyor.



Katar Emiri'nin öncülük ettiği bir diğer açılım alanı ise eğitim ve kültür. Emir'in üç eşinden biri olan Şeyha Muza binti Nasır el-Misned, sosyal hayatın her alanında görünerek eğitim ve kültür yatırımlarında başrol oynuyor. Bu çerçevede, Georgetown, Texas A&M, Virginia Commonwealth üniversiteleri ve Carnegie Mellon College başta olmak üzere Amerika ve Kanada'nın saygın eğitim kurumlarının Katar şubeleri birkaç yıl önce Doha'da eğitime başladı. Daha iki yıl önce ziyarete açılan İslam Sanatları Müzesi, bölgenin en önemli kültür varlıklarından biri haline geldi bile.



Emir'in eşinin böyle rahatça kamu huzurunda görünmesi, Katar'daki kadınların sosyal hayatta daha çok görünür olmalarının da hem sebebi hem sonucu. Selefi anlayışın hakim olduğu ülkede tesettür konusunda her hangi bir zorlama bulunmazken, Suudi Arabistan'da olduğu gibi kadınların araç kullanmasına itiraz eden dini bir otorite de yok. Katar, Batılıların da oldukça rahat biçimde ziyaret edip konakladıkları bir durak.



Bu noktada şöyle bir soru akla gelebilir: "Suudi Arabistan'ın hemen yanı başında bulunan selefi bir ülke nasıl böyle açık bir rejimle yönetiliyor? Suudi Arabistan'la Katar'ın farkı ne?" Bu soruya en kestirme cevap, Gilles Kepel'in o çok isabetli yorumunda gizli: "Suudi Arabistan'ınki çöl selefiliği, Katar'ınki ise deniz..." Denizin o yumuşatıcı, esnetici etkisi Katar'daki selefilik yorumunu da oldukça yumuşatmış diyebiliriz.



Gerek el-Cezire'nin desteklenmesinde, gerekse eğitim ve kültüre yapılan yatırımlarda en önemli etken hiç şüphesiz ki zenginlik. Zenginliğin de ana sebebi, petrolün yanında doğalgazın varlığı. Özellikle 2005 yılında kuzey deniz sahasında keşfedilen muazzam doğalgaz rezervi, Katar'ı Rusya ve İran'dan sonra dünya üçüncülüğüne taşıdı.



(Doğal zenginliklerin küçük bir alanda yoğunlaşması, Katar'ı en yakın komşularından Bahreyn ile zaman zaman karşı karşıya getiriyor. Bahreyn, zengin komşusunun doğalgaz rezervlerine -henüz- göz dikmemiş olsa da, Havar adalarının kime ait olduğu tartışması oldukça aktüel. Haritada bakıldığında Katar'ın neredeyse yanı başında görünen takım adalar, Bahreyn'in tarihsel itirazları nedeniyle iki ülke ilişkilerini germeyi sürdürüyor. Gerginliğin bir diğer ama açıkça dillendirilmeyen nedeni ise mezhep kavgası: Bahreyn yüzde 20'lik bir Sünnî azınlığın yüzde 80'lik Şiî çoğunluğu yönettiği ilginç bir ülke. Katar ise, ülke geneline hâkim olan dini anlayış nedeniyle Şiîlik tezlerine oldukça uzak. İki ülke arasında, halkların kendini ait hissettiği kültürler açısından da muazzam farklar bulunuyor.) 



Katar, bütün bu mesut tablonun herhangi bir kötü sürprizle bozulmasını istemiyor. Amerika ile ilişkiler, ülkenin istikrar ve güvenliği için önemli bir unsur. Udeyd Hava Üssü, bunun garantilerinden. Ortadoğu'daki çeşitli operasyonlar sırasında ABD uçakları Udeyd'i yoğun bir biçimde kullandılar, kullanıyorlar. Ancak Katar'a özgü bir paradoks olarak, Amerika Irak saldırısı sırasında Udeyd'den kalkan uçaklarla harekâtı sürdürürken, Başkan Bush "el-Cezire'yi de bombalamak aklımdan geçmedi değil" diyebiliyordu.



(Yetkililerin olanca özenine rağmen, yakın dönemde başkent Doha, Katarlı yöneticilerin huzurunu kaçıran, beklenmedik bir suikasta sahne oldu: Çeçen direnişinin önemli figürlerinden Selimhan Yandarbiyev 13 Şubat 2004 günü arabasına konan bombanın patlamasıyla hayatını kaybetti.



Katar polisi sıkı ve seri bir takibin ardından şüphelileri Rusya Büyükelçiliği rezidansında yakaladı. Sanıklar hızlı şekilde mahkemeye çıkarıldılar, ardından da ömür boyu hapse mahkum edildiler. Olay Katar-Rusya ilişkilerini oldukça kötü seviyelere sürükledi. Nihayet Rusya, cezalarını ülkelerinde çekmeleri için 'suçlular'ı Katar'dan almayı başardı. Ancak tahmin edilebileceği üzere, suikast sanıklarının serbest bırakılıp göz önünden uzaklaştırılmaları çok sürmedi.



Yandarbiyev suikasti, Katarlı yöneticileri terörle yüzleştirdi ve ülkelerinin güvenliği için Katar tarihinin ilk terörle mücadele yasasını çıkarmalarını sağladı.)



Katar'ın yukarıda çizilmeye çalışılan 'mesut ve dingin' portresine katkıda bulunan çok önemli bir isim daha var: Yusuf el-Karadavi.



Pazar akşamları el-Cezire'den canlı yayınlanan eş-Şeria ve'l-Hayat (Din ve Hayat) programıyla en az 40 milyon insana seslenen el-Karadavi'nin sıra dışı şahsiyeti, ayrı ve müstakil bir yazının konusu olmayı hak ediyor. 

Hiç yorum yok: