15 Nisan 2013 Pazartesi

Sultan Vahdettin’i İmparatorluğun parçalandığı San Remo’ya sürmekle Osmanlıdan neyin intikamı alınmıştır-Fransızların Suriye’ye olan ilgisi tarih kadar eskidir -Fransa-Suriye ilişkisi ile Osmanlının (Hilafetin) yokedilmesinin arka planı -Cumhuriyet’in Hilafetle olan ilişkisi -canmehmet.com


Sultan Vahdettin’i İmparatorluğun parçalandığı San Remo’ya sürmekle Osmanlıdan neyin intikamı alınmıştır (1)

Uluslararası siyasette tesadüfler değil, uzun vadeli, oya gibi işlenen stratejiler vardır..
Son hükümdar Sultan Vahdettin’i, İmparatorluğun paylaşılmasıyla ilgili toplantının yapıldığı San Remo’ya sürmekle kime, neyin bedeli ödettirilmiştir?
Tarihimizde birçok ilginç tesadüfler bulunmaktadır.
Ancak, bu ilginç tesadüfler ne araştırılmakta ne de ilgilileri tarafından gündeme taşınmaktadır.
Bunlardan birisi de, I. Dünya Savaşı’nın galipleri tarafından, İmparatorluğun paylaşıldığı İtalya’nın San Remo şehrine, son Osmanlı (sabık) hükümdarının sürgün edilmesi ve  İmparatorluğun burada sonlandırılmasıdır.

I.Dünya Savaşı’nı sona erdiren Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) imzalandığında yaklaşık dört yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan Mezopotamya toprakları, Musul hariç İngiliz işgali altına girmiş bulunuyordu.(1) İtilaf devletlerinin 1920 Nisanında kendi aralarında gerçekleştirdikleri San Remo Konferansı’nda (*) Musul dahil Irak’ın, İngiltere’nin mandasına verilmesi kararlaştırılmıştır. (2)
Ve Sultan Vahdettin San Remo’da
Bilindiği gibi Osmanlı Saltanatı, TBMM tarafından, 1 Kasım 1922’de kaldırılmış ve (sabık) Sultan Vahdettin, 17 Kasım 1922’de İtalya San Remo (**) Şehrine (Sultan değil bir vatandaş olarak) sürgüne gönderilmiştir.
Elbette…
Üç kıtada asırlarca hükümranlık yapmalarının yanında İslam Âlemi’nin de lideri olan Osmanlı hanedanlığın son üyesinin, Halifenin, kontrol altında tutulabileceği ve mesaj verileceği bir yerde ikamete zorlanacağı açıktır.
Neden San Remo (**)
Birinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin, 1920 Nisanında San Remo’da yaptıklarıKonferansta Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığına son verildiği yukarıda açıklanmıştı.
-İmparatorluğa son verilen yer neresidir?
-San Remo şehri
Peki, İngilizler  son Osmanlı Hükümdarını nereye gönderirler?
-Nereye?
-San Remo’ya…
-İlginç…
-Peki, bu ilginç rastlantıyı tarihçilerimiz bilmez, araştırmazlar mı?
-Bunu bize değil muhataplarına sormak gerekir.
Bugün olanları doğru anlamak ile dün yaşananları doğru öğrenmek…
Lütfen aşağıda verilen metni, yazı bittiğinde tekrar değerlendirmek üzere not ediniz.
-“San-Remo Konferansında,
-Osmanlı Devletinin Asya ve Kuzey Afrika’da bulunan Arap toprakları üzerindeki bütün haklarından vazgeçmesi,
-Bağımsız bir Ermenistan’la özerk bir Kürdistan’ın kurulması kararlaştırıldı.
-Ayrıca Osmanlı Devletinin eski Suriye topraklarında iki A tipi manda teşkil edilerek
-Suriye ve Lübnan’ın Fransa,
-Filistin’in ise İngiltere’nin idaresine bırakılması
-Irak topraklarının da İngiltere’nin mandasına girmesi kararlaştırıldı.”
Konunun açılması ve anlaşılması adına San Remo’nun komşuları olan İtalya kent devletlerinden Cenevizliler ile Venediklilerden biraz bahsetmemiz gerekmektedir.
Gerçekte konu ile ilgileri, Haçlı seferleri ile Suriye meselesindeanlaşılacaktır.
Yaklaşık, 700-800 yıl evvel yaşananlardan hareketle, bugün Fransa’nın ve diğer Batılıların, Başta Suriye, Orta doğu, Anadolu ve Afrika’ya düşkünlükleri daha net anlaşılacak, hiçbir şeyin değişmediği görülecektir.
Özellikle de Suriye meselesi Gelişmiş Batılılarca, neden Irak, Libya, Mısır, Yemen, Cezayir devletlerinde olduğu gibi kısa sürede çözülememediği…
Aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen görülecektir ki, olaylar birebir tekrar etmektedir.
Ne bir eksik, ne de bir fazla…
Devam edecek..
Açıklamalar;
Resim;www.clendening.kumc.edu
(*)San Remo Konferansı, “I. Dünya Savaşından sonra, 18-26 Nisan 1920′de, Osmanlı topraklarının paylaşılması ve Osmanlı ile yapılacak olan Sevr Antlaşması’nın şartlarını hazırlamak için, İtalya’nın San Remo şehrinde toplanan milletlerarası konferans idi. İngiltere başbakanı Lloyd George, Fransa başbakanı Alexandre Millerand, İtalya başbakanı Francesco Nitti ile Japonya, Yunanistan ve Belçika temsilcilerinin katıldığı konferansta I. Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıkan Osmanlı Devleti topraklarının ve Ortadoğu petrollerinin paylaşılması görüşüldü ve Sevr (Sévres) Antlaşmasının son biçimi tespit edildi… Konferans sırasında hiçbir Türk yetkiliye söz verilmedi….Lloyd George kesinleştirilen kararların gerekirse zorla kabul ettirileceğini söyledi…Konferansta ayrıca İngiltere ile Fransa arasında bir petrol anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla Musul’un İngiltere’nin Irak manda bölgesine dahil edilmesi, Fransa’ya Irak petrollerinden % 25 hisse verilmesi ve petrol taşıma kolaylıkları tanınması sağlandı…
San-Remo Konferansında, Osmanlı Devletinin Asya ve Kuzey Afrika’da bulunan Arap toprakları üzerindeki bütün haklarından vazgeçmesi, bağımsız bir Ermenistan’la özerk bir Kürdistan’ın kurulması kararlaştırıldı. Ayrıca Osmanlı Devletinin eski Suriye topraklarında iki A tipi manda teşkil edilerek Suriye ve Lübnan’ın Fransa, Filistin’in ise İngiltere’nin idaresine bırakılması Irak topraklarının da İngiltere’nin mandasına girmesi kararlaştırıldı.
Teşkil edilen A tipi manda idaresi, söz konusu ülkelerin bağımsız sayılmasını, kendini idare edebilecek siyasi olgunluğa erişinceye kadar manda otoritesi altında kalmasını öngörüyordu. Ayrıca İzmir ve Trakya Yunanistan’ a bırakılacak, Adana ile Antalya ve gerisindeki topraklar ise İtalya ve Fransa’ nın etkin olacağı bölge olarak tayin edildi…”
(**) Sanremo antik Roma çağlarında Matutia veya Villa Matutiana adlı köysel yerleşke idi. Ortaçağların başlarında daha iyi savunma sağladığı için daha yüksek mevkilerde konumlandıktan sonra kasaba büyümeye başladı. Arap korsanlarının hücumlarına karşı halkı korumak için soylular yerleşkede bir şato ve La Pığna köyü etrafında surlar yaptırdılar. Yerleşke önce Ventimıglia kontlarının koruması altındaydı. Sonra şehrin idaresi ve korunması Ceneviz piskoposlara verildi. 1297de kasaba Genovalı soylu aile olan Doria’lara sonra da De Mari ailesine satıldı…Ceneviz Cumhuriyeti’nin Ligurya kıyılarında genişleme siyasetine Sanremo uzun zaman bağımsız kalarak karşı koyabildi. Fakat 20 yıl süren bir mücadeleden sonra 1753de Ceneviz Cumhuriyeti’ne karşı şiddetle karşı koymakta iken Cenevizliler hegomanyalarını göstermek için Santa Tacla’da limana yakın deniz sahilinde bir büyük kale yaptılar. Fransız Devrimi ve sonraki Napolyon Bonapart rejimleri altında Ligurya’daki Savoya Dükalığı’na ait diğer arazilerle birlikte Sanremo da Fransızlar hükmü altına girdi. Ligurya Cumhuriyeti’nin Palme Departmanı adıyla Fransızlar tarafından idare edildi. 1814 Viyana Kongresi Sanremo’yu Savoya dükü de olan Sardinya Krallığı idaresine verdi. Bu krallık uzun süren İtalya’yı birleştirme uğraşlarından sonra İtalya Krallığı’na dönüşüp Sanremo bir İtalyan şehri oldu. Son Osmanlı hükümdarı olan VI. Mehmet Vahiddedin de İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldıktan sonra 11 Haziran 1923′de Sanremo’ya yerleşmiş ve bu şehirde 15 Mayıs 1926′da vefat etmiştir…”(Vikipedi)
Kaynaklar;
(1)HOLT, P. M. İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, c.II, S.111, Hikmet Yayınevi, İstanbul 1989 (http://www.gefad.gazi.edu.tr/window/dosyapdf/2009/5/73.pdf)
(2)UÇAROL, Rıfat; Siyasi Tarih, S.445, İstanbul, 1985 (http://www.gefad.gazi.edu.tr/window/dosyapdf/2009/5/73.pdf)

Fransızların Suriye’ye olan ilgisi tarih kadar eskidir (2)

"Kraliçe Beatrix'in başörtüsü ülkeyi karıştırdı!" Ancak, Ticaretin olduğu yerde karışan sadece paradır.

Haçlı Seferleri’nin nedeni sorulduğunda cevap; “Avrupa’nın fakirliği, Kudüs ve dini hassasiyettir.” Ancak bu doğru değil, kocaman bir aldatmacadır. Tek neden;Ticaret Yollarının Kontrolüdür.
Bu -gizli- amaç için uzun yıllar, dini sebepler bahane edilerek her iki taraftan yüzlerce milyon insan, sadece daha fazla kazanmak isteyen bir avuç zengin-tefeci için  kaybedilmiştir.
Anlatılacaklar, yaklaşık bin yıla ait bir zaman diliminin ticari penceresinden görülenlerin özetidir.
Bunlar bilinmeden; ne Osmanlının yok edilişini, ne cumhuriyetin kuruluşunu, ne de Hilafetin kaldırılmasını anlayabilir; ne de kendimize sağlıklı bir gelecek planı çizebiliriz.
Açık tabiri ile bunları öğrenmeden; suyu döverek yağ çıkarmaya çalışır, kendi etrafımızda gözleri kapalı olarak döner, birilerinin tarlaları için kuyudan su çıkarmaya devam ederiz.
Günümüzdeki Suriye meselesi, sadece ticaret yollarının hakimiyeti,Akdeniz  için diğer Ortadoğu ülkeleri gibi kaşla göz arasında halledilememektedir?
Çünkü son yüzyılda oyuna; İtalya, İngiltere, Fransa, Almanya’nın yanında Amerika, Rusya ve Çin girmiştir.
Şimdi her şeyin başı olan paranın, ticaretin izini takip ederek meseleleri anlamak için biraz gerilere gidiyoruz.
Ceneviz Cumhuriyeti,
-12. yüzyıldan 1805 yılına kadar İtalya Yarımadası’nın Kuzey Batısında bugünkü Cenova kenti civarında hüküm sürmüş bir kent devlettir. Denizcilik yoluyla gelişen Cenovalılar, güçlü denizcilikleri sayesinde doğuda birçok imtiyazlar elde etmişler, birçok devleti hâkimiyetleri altına almışlardır.
Bizans İmparatoru Mihael VII’ye yaptıkları yardımlar karşılığı İstanbul’un Galata semtini ve İzmir limanından faydalanma husûsunda geniş imtiyazlar elde ettiler. Ayrıca Boğazlar üzerinde bâzı haklar ve Karadeniz’de Trabzon, Kefe gibi daha birçok limanı kontrolleri altına aldılar.
Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde ticâret serbestîsi elde etmek için, kuruluş devrinde harekete geçen Cenovalılara ilk imtiyâzı Sultan Birinci Murad vermiştir (1387).
Bütün ticaretleri Doğu Akdeniz ve Yakındoğu ile olan Cenevizlilerin, Osmanlı Devletinin gelişmesiyle gelir kaynakları birer birer ellerinden çıktı.
İstanbul’un Fâtih Sultan Mehmed Han tarafındanfethi esnâsında Galatalı Cenevizliler tarafsızlık sözü vermelerine rağmen, sözlerinde durmamaları üzerine ellerindeki ticârî imtiyazların bâzıları alınmıştır. Zağanos Paşa ile 3 Haziran 1453’te yaptıkları anlaşmaya göre, yıllık vergi ödeyecekler, kilise kuramayacaklar, gayrimenkul hakkına sâhip olmayacaklardı.
Böylece Galata (Cenevizlerden)Türklerin eline geçmiş oluyordu.
Sakız, Limni, Amasra ve Kefe’deki Ceneviz kolonileri bir iki sene daha varlıklarını sürdürdülerse de Fâtih Sultan Mehmed bunları ortadan kaldırdı. Sakız Adası 1566’ya kadar vergi karşılığında varlığını sürdüydüyse de Kaptan-ı Deryâ Piyâle Paşa adayı aldı ve Ceneviz kolonisine son verdi.”
Venedikliler,
-Venedik kenti başlangıçta Bizans İmparatorluğunun bir parçasıydı. 9. yüzyılda bağımsız oldu. Orta Çağın ortalarında büyük bir deniz filosu kurarak Akdeniz ülkeleriyle yaptığı ticaret sonucu zengin bir ülke haline geldi. 1204 yılında Konstantinopolis’i (İstanbul) talan eden Dördüncü Haçlı seferinin başını çekti. Venedik bu seferin sonucu olarak Girit adasını eline geçirdi.
1271-1295 yılları arasında Venedikli tüccar Marko Polo ilk defa Avrupa’dan İpek Yolu’nu izleyerek Çin’e kadar ulaştı.
Osmanlı Devleti’nin Yunan yarımadası, Sırbistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek’i fethetmesiyle Venedik birden bire Osmanlı Devletiyle deniz ve kara komşusu haline geldi.
1463 – 1478 arasında süren uzun bir savaş sonunda Venedik Osmanlı Devletiyle barış anlaşması yapmaya razı oldu. Venedikliler Arnavutluk’ta İşkodra ve Akçahisarı, Ege’de Limni ve Eğriboz adalarını ve Güneybatı Peleponnesos’ta Maina Yarımadası’nı Osmanlılar’a bıraktı.
Osmanlılar da Mora, Arnavutluk ve Dalmaçya’da aldıkları Venedik topraklarından bazılarını iki ay içinde iade etmeyi kabul ettiler. Venedikliler iki yıl içinde 100.000 duka altın tazminat ödemeye söz verdiler, ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nda ithalat ve ihracat vergisi ödemeden serbest ticaret yapabilme hakkı için yıllık 10.000 duka ödemeyi de kabul ettiler.
1489 yılında Venedik donanması Kıbrıs’ı ele geçirdi. Ama 1571 yılında adayı Osmanlı Devletine kaybetti. 1645 yılında Girit’i, 1669′da adadaki Kandiye kalesini, 1718′de de yakın küçük adacıkları Osmanlı Devletine bırakmak zorunda kaldı.
Yazıyı uzatmamak için Suriye’nin, Avrupalılar başta olmak üzere; Amerika ve Rusya-Çin’e ne kadar önemli olduğunu gelecek yazıya bırakıyor ve yazılanları özetliyoruz;
-İtalya’nın (Kent devletleri, Cenevizliler ve Venedikliler üzerinden) Osmanlı ile geçmişte ciddi bir hesabı, halk tabiri ile kuyruk acısı vardır.
Devam edecek…
Resim;http://www.focushaber.com/fotogaleri/kralice-beatrix-in-basortusu-ulkeyi-karistirdi-f-3721/1
Ana Kaynak; “YAKIN-DOĞU TİCARET TARİHİ” W. HEYD, Türkçeye Çeviren; Ord. Prof. ENVER ZÎYA KARAL, TÜRK TARİH KURUMU BASIMEVİ, ANKARA  2000

Fransa-Suriye ilişkisi ile Osmanlının (Hilafetin) yokedilmesinin arka planı (3)

Doğu, kendi zenginliğinden ne kadar yararlanmaktadır?
“Gelişmiş Batı” demeyelim de, sömürgecilikle gelişmiş Batı, bizim çakma Laik sistemimizle neden ilgilenmektedirler? Kara kaşımızın hatırına olmasa gerek…
Konuyu açmak adına ilgililerini tanıyalım;
“Bilinir ki Muhammed, Araplara yeni bir iman verirken, onları aynı zamanda diğer dinler saliklerine karşı savaşa çağırıyordu; Araplar bu etkiyle, o zamana kadar az bilinen, memleketlerin dışına birdenbire akın ettiler ve koşaradımla bir taraftan Suriye’yi, Mezopotamya’yı ve İran’ı, öte yandan da Mısır’ı fethettiler (635-644).
Derini düşünmeyenler onları önce, her uygarlığın, her sanayiin, her ticaretin yıkıcısı olarak gördüler.
Fakat ekilmiş tarlaları, toprağa bağlanmış sakin halkı harp esnasında bile nasıl gözettiklerinin, fethedilen memleketlerde egemenliklerini ne kadar sakınganlıkla örgütlendirdiklerinin farkına varmakta gecikilmedi ve açıkça söylemek gerekti ki büyük devletler dünyasında yeni gözüken bu ulus, oldukça yüksek bir uygarlığa daha önce erişmişti ve yeni gelişmeler yaratabilecek güçteydi.
Şu halde, Araplar daha Muhammed devrinden önce bir kültür sahibi idiler ve ticaret de bunun en az önemli unsuru değildi. Arapların kuzey kabilelerinden birinin, Hira’nın ticarî rolünü yukarıda incelemek fırsatını bulduk; Muhammed devrinden önce de, Bahreyn Araplarında, Hindistan’la olan alışverişe ilişkin izler bulmaktayız..”(1)
- İpek Yolu, Milattan yüzyıllar önce Mısırlılar, daha sonra da Romalılar, Çinlilerden ipek satın alırlardı. Ulaşım ise, daha sonra İpek Yolu adı verilen güzergahları izleyen kervanlarla sağlanırdı. Orta Çağda, ticaret kervanları, şimdiki Çin’in Xian kentinden hareket ederek Özbekistan’ın Kaşgar kentine gelirler, burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizi’ne, diğeri ile de Karakurum Dağları’nı aşarak İran üzerinden Anadolu’ya ulaşırlardı. Anadolu’dan deniz yolu ile veya Trakya üzerinden kara yolu ile Avrupa’ya giderlerdi.
İpek yolunun, Avrupalılar kadar olduğu kadar Türk milleti için geçmişte büyük bir önemi vardı.
-Venedik kenti başlangıçta Bizans İmparatorluğunun bir parçasıdır. 9. yüzyılda bağımsız olur ve Orta Çağın ortalarında büyük bir deniz filosu kurarak Akdeniz ülkeleriyle yaptığı ticaret sonucu zengin bir ülke haline gelir.
-Türkler, 11’nci yy.da Müslüman olurlar.
-Büyük Selçuklu (Türk) Devleti, (Kuruluşu yaklaşık 1038 yılı) Orta Doğu’nun büyük bir bölümünü ele geçirdiğinde, O döneme kadar İslam dünyasıyla büyük çaplı bir çatışmaya girmemiş olan Avrupalılar 1071 yılında Bizanslıların Malazgirt Muharebesi’nda uğradıkları yenilgi üzerine büyük bir telaşa düşerler. Kudüs’teki Hıristiyanlığın kutsal toprakları Müslümanların kontrolüne geçer.
Haçlı seferleri fikri bu yenilgilerin ve sonucunda ticaretlerinin zayıflaması sonucu oluşmuştur.
-Bizans İmparatoru I. Aleksios Komnenos, Papa II. Urbanus’tan Türklere karşı yardım istedi. Böylece zaten Kudüs’teki Hıristiyanlığın kutsal topraklarının Müslümanların kontrolünde olmasından hoşnut olmayan Avrupalılar arasında haçlı seferi düşüncesi oluştu. Papa II. Urbanus 18 Kasım – 28 Kasım 1095 tarihleri arasında Fransa’nın Clermont kentinde bir Clermont Konsili toplayarak Avrupa’nın liderlerini Müslümanlarla savaşa çağırdı.
Bu çağrıya cevap veren ordular 1097 yılında ilk defa Anadolu’ya girerek Birinci Haçlı seferini başlattılar.
Fransa  ve Fransa’nın Suriye’ye ilgisi çok eskilere dayanmaktadır
“Biz Merovenjiyenler (Fransız hanedanlık, 5-7’nci asır) zamanında, Fransa ile Mısır ve Suriye Hristiyanları arasında çok faal bir alışverişin var olduğunu gördük. Akdeniz’in sahil halkı bu ilişkilere öylesine alışmışlardı ki, Arap istilâsı bile bu ilişkileri tamamıyle durduramadı.
Bununla beraber Merovenjiyenler devrinin başlangıcında Gaza ve Sarepta şaraplarını artık ithal etmemiş olmalan muhtemeldir. Yalnız bunun başka bir nedeni vardı; Araplar dinî bağnazlıklarının ilk taşkınlığı içinde Suriye topraklarında bağcılığı tahrip etmişlerdi. Fakat sonraları bütün Fransa, Önceden olduğu gibi gene Arap toprakları ürünlerini yahut da Arap memleketlerinden geçip gelen ürünleri almakta devam ediyordu.
Merovenjiyen Kralı II. Chilperie’n, 716 tarihli beratına göre Gorbie manastırı Fos gümrüklerinin hasılatından biber, karanfil, tarçın, zünbül kokusu, hurma ve kâğıttan (2) oluşan senelik bir gelir kazanıyorlardı…
Bu tarihlerde baharat Fransa’da bilinmeyen bir şey değildi. Bir Merovenjiyen Kralının emirnamesinden anlıyoruz ki, seyahat eden kral memurları seyahatleri sırasında da yemek ve içkilerine tat vermek için bu baharattan talep edebilirler ve bütün güzergâhları üzerinde bu baharatı bolca bulabilirlerdi. Demek oluyor ki, memleketin büyükleri baharat kullanıyor ve aynı zamanda bu baharatı büyük şehirlerin dışında da bulabiliyorlardı…
Şarlman zamanında Fransa ile Doğu arasındaki ilişkilerin sıklaştığını görüyoruz. İmparatorluğunun pek geniş olması, bütün imparatorluk sınırları içinde sağladığı inzibat ve asayiş, genel refahın artması konusunda gösterdiği ilgi ticaretin gelişmesi için de büyük bir teşvik idi. Kendi şahsı için gerek giyim, gerek sofra lüksünü kabul etmiyorsa da Ticaretin sağladığı güzel şeylerin kıymetini takdir ediyordu.
Bir gün Doğu İmparatorunun sefiri ile görüşürken, iki İmparatorluğun denizle birbirinden ayrılmış olmasına çok esef ettiğini ve bu yüzden Yunanlılarla birlikte Doğu zenginliklerine sahip olmadıklarını beyan etti. (3)
İki imparator arasında karşılıklı saygıya dayanan çok dostça ilişkiler kuruldu. Bu sıralarda Şarlman İspanyol Araplarına karşı harp halinde bulunuyordu.
Fakat, bu hal aralarındaki ilişkilere soğukluk katmak şöyle dursun, Bağdad halifesine göre İspanyol Araplarının başı bir asi olduğundan, dostluklarını kuvvetlendirmiş oldu. Şarlman’ın Halife nezdine gönderilen sefirlerinin görevi Kudüs’teki kutsal makamların korunmalarını, hacıların güven içinde seyahat edebilmelerini sağlamakta idi.
Şarlman imparator olalıdan beri kendisini Hristiyanlığın başı sayıyor ve bu yetkilerle Doğu Hristiyanları ve hacdan ile de ilgileniyordu (4)
799 da Kudüs Patriği kutsal şehir ve makamlar üzerinde İmparatorun koruma hakkını resmen tanıdı. Bir zaman sonra Halife de memleketin hükümdarı sıfatiyle bu hakkı İmparatora verdi.
Şarlman’ın bu kadar uzak bir memlekette kendine ait bir donanması olmadan nasıl olup da böyle haklar elde edebilmiş olması ispata değer.
Fakat Müslümanlar Şarlman’ın kuvvet ve kudreti hakkında pek büyük görüşler oldukları gibi. Halife ile arasının iyi olduğunu da biliyorlardı. Bu da kendisine karşı saygı göstermelerine yetiyordu. Gerek hacılar, gerek Batı tüccarları bu durumdan pek yararlanıyorlardı.
Şarlman Kudüs’te bunlar için bir hastane yaptırdı. Bu, çok iyi bir hayır kurumu oldu.
Hastanenin tam karşısında bir Pazar vardı. Bu pazarda herkes malını senede 2 altın karşılığında teşhir etmekte serbestti (5)
Aslında Doğudaki bütün icraatında ticarî çıkarlar İmparatorun indinde ikinci derecede kalıyordu (6) Bunun için İmparatorun Halifeye gönderdiği armağanlarda ticaretin bir payı olduğu şüphelidir. Rahip St. Gall’a göre bu armağanlar arasında çeşitli renk ve çeşitte frise kumaşlar da vardı; bu kumaşların Doğuda pek pahalı olduğunu İmparator da biliyordu (7)
Yazar bu kumaşların fiyatlı olmalarını, Halifeye layık bir hediye olduklarını belirtmek için anıyor, bir İmparatorun, bu kumaşları Halife sarayına tanıtarak ve kabul ettirerek söz konusu kumaşların sürümünü sağlamak amacını güttüğünü ileriye sürersek, acaba satırlar arasından mana çıkartmak istemekle suçlanır mıyız?
Ne olursa olsun, vak’anüvisin kaydettiği nokta ta eskiden beri Batıda imal edilmiş bir malın Doğu’ya gönderildiğini ve orada rağbet gördüğünü bize öğretmiş oluyor.
Frisonlu tüccarların Almanya’yı, Fransa’yı ve İngiltere’yi dolaştıklarını biliyoruz, fakat bize bu tüccarların mallarını bizzat kendilerinin mi Doğuya götürdükleri yahut da Marsilya ve Venedik yoluyle mı gönderttikleri sorulmamalıdır…
İtalya gerek müteşebbis tüccar gerek mahir ve tecrübeli gemici yetiştirmek bakımından verimli idi.
Her zaman için Rumlarla ilişkide idiler. Kendi dinlerini inkâr eder Araplarla da ilişki kurmakta hiçbir sakınca görmüyorlardı.
Bu samimiyeti papaların istediğinden daha ileriye götürdükleri, hatta para için bazı Hristiyan tüccarların kendi dindaşlarını İspanya, Afrika veya Suriye Araplarına köle olarak sattıkları bile oluyordu.
Şarlman ve sonra Zacharie ve I. Adrien ismindeki papalar bu feci alışverişin Önüne geçmek için şiddetli tedbirler aldılar. Venedikliler Roma’nın içinden kadın ve erkek esirler satın almak cüretini göstermemişler miydi (8)
Diğer malların alışverişi de feci esir alışverişi ile beraber yürüyordu. Esirlerini Doğu malları ile değiştiren, yahut da bu malları doğrudan doğruya paralarıyle satın alarak Roma’ya getirenlerin gene o Venedikli tüccarlar olup olmadığı sorulabilir. Fakat Amalfilileri de unutmamak gerekir. Romalıların Doğu mallarını kimlerden satınaldıklarını araştırırken onları Venediklilerden daha önce saymak gerekir.
Amalfi şehri Roma’ya Venedikten daha yakındır, halkının da, Venedikliler gibi Doğu’yu ziyaret ettiğini ileride göreceğiz.
Yazılanlar özetlenirse;
-Hıristiyan Batı, yoksulluklar ve karanlıklar içerisindedir. Doğu ise zengin ve aydınlık…
-İtalyan ve Fransızlar, Doğu-Batı ticaretinde nerede ise kilit konumundadırlar.
-Müslüman Türkler, 11′nci Asırdan itibaren İtalya ve Fransız çıkarlarına engel olmaya başlamışlardır.
Devam edecek…
Resim;www.msxlabs.org’dan alıntıdır.
Ana Kaynak;
(1) “Yakın-Doğu Ticaret Tarihi”, W. Heyd, Türkçesi; Ord. Prof. Enver Zîya Karal, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara  2000 (Yazarın kaynağı;  Ritter’de, Erdk. XII, s. 90, İslâmdan önce yazılmış bir şiirden çıkarılan fıkraya bkz.)
Yazarın dipnotları;
(2) Burada söz konusu olan, Arapların “kırtas”ta dedikleri Mısır papirüsüdür; fetihten sonra papirüs imali Hristiyan işçiler elinde kalmakta devam ettiğinden papirüsleri kullanan Batılılar, filigranını yakından inceledikleri zaman: “Eb, İbin ve Ruhulkudüs” kelimelerini gördüklerinde elbette ki ziyadesiyle hayret içinde kalmışlardı; bu kelimeler ancak VIII. Yüzyıl başlarında kaldırılarak bunların yerine bir Müslüman vecizesi konulmuştur; bkz. Sauvaire, Materiaux pour servir’  a l’hist. de la numism. Et de la metrol. Musulm. Journ. Asiat. Seri VII, T. XIV (1879), s. 458. Vd.
(3) Halifenin imparatora gönderdiği armağanlar, nadir hayvanlar (fil, maymun), makineli eşya, musiki âletleri, avizeler, ipekli kumaşlar, perdeli çadırlar, ilaçlar, baharat ve güzel kokular (pelesenk, sümbülü rumî) den ibarettir.
(4) Bunu ispat için, Kudüs, İskenderiye ve Kartaca (Kaırouan) fakir Hristiyanlarına ulaştırdığı yardımı anmak yeter; bkz. Einhardi, vita Caroli, cap. 27; ayn. Esr. S. 457. Annales Laurissenses majores, an an. 8oo’e de bkz. Pertz (SS. I, ı86)’da.
(5) Tobler ve Molinier (Itinera hierosolymitana, I, s. 314) de Bernardus monachus francus. Kudüs ve İstanbul seyahatına ait eski Fransız dastanî şiirinin yazarı Kudüs hakkındaki tasvirlerini XI. Yüzyıl hacılarına yazdıklarından almıştır; bu ispat edilmiş bulunmaktadır; adı geçen, zengin ipekli ve yünlü kumaşlar, “costus” tarçın, biber ve diğer baharat veya tıbbî bitkiler getiren ayrı ayrı diller tüccarlarının sık sık uğradığı bu çarşıdan bahseder; bir şairin tanıklığına güvenmek gerekirse bu fıkra, Kudüs’ün, Asya’nın en uzak memleketleriyle ilişkide bulunduğunu ispat eder; bu şiirin 1883’te Koschwitz tarafından yapılmış tab’ına bkz. (s. 13, nus. 209-212).
(6) Hautefeuille, ‘’Hist. Des origines, des proges et des variations duroit maritime International, 2 nci tabı, Paris 1869, s. 96” adlı eserinde: “Müslümanlarca kabul edilen ilk Hıristiyan konsoloslar 800 yılına doğru Şarlman tarafından Filistin’e gönderilen konsoloslar olmuştur” demekle hiçbir gerçeğe dayanmayan bir şey ortaya atmış bulunmaktadır.
(7)Göst. Yer., s. 752.
(8)Liber pontificalis, Vita Zachariae papae, bşr. Vignoli, II, 79. Lombar’lar sefaletten kendilerini teslim ederler, veyahut satarlardı; bunları götürmek için Toscane denizi boyunca gezen esir tüccarı Bizanslılar da vardı:

Cumhuriyet’in Hilafetle olan ilişkisi (4)

Tarih tekrar etmektedir. Elbette, ibret almayanları, farkında olmayanları için
Siyasette bilinmeyenlere ulaşmak istiyorsanız; Ekonomiyi, ticareti, parayı takip ediniz. Napolyon boşuna mı söylemiş; “Para, para, para…” İşte Türkler’in; Batılılar, İslamiyet, Hilafet, Cumhuriyet ve üzerinde titredikleri! Laik anlayışla olan ilişkileri.
Konu bu yazı ile, basit ve kısa anlatımlarla sonlandırılacaktır.
Önceki bölümler özetle;
- Haçlı seferleri, (Ağırlıklı olarak) Müslüman Türklerin İpek Yolu’nu kontrol etmeleri ile başlamıştır.
-Gelişmiş Batı’nın kalkınmasının, refahının arkasında; çok çalışmalarının yanında, Latin Amerika ve Doğu’yu sömürmeleri ve uzun yıllardır yapmaları nedeniyle  ticareti çok iyi bilmeleri vardır.
-Batı Medeniyeti varlığını, Antik Yunanlı düşünürlere olduğu kadar İslam Medeniyeti’ne borçludur.
-Hristiyan Avrupa’nın doğu-Batı ticaretindeki lehlerine olan (İpek yolu ticareti) denge, Türklerin Müslüman olmaları ile,  Anadolu,  Akdeniz, Karadeniz ve (İstanbul’u) Balkanları kontrol etmeleri sonucu Osmanlı lehine gelişir.
-İtalyan ve Fransızlar, Doğu-Batı ticaretinde nerede ise kilit konumundadırlar.
-İstanbul’un fethi ile, Akdeniz’de güç olan Venedikliler ve Cenevizliler ekonomik manada bitmiştir.
-Osmanlının zayıflamasının arkasında ticaretin (Kara İpek yolu’ndan) , İtalyan ve İspanyolların destekleri ile denizden bulunan yeni yollara kaydırılması vardır. Kanuni’nin verdiği kapitülasyonlar (ticari ayrıcalıklar), kaybedilen gelirin telafisinin sonucudur.
-Uluslararası siyasette tesadüfler değil, uzun vadeli, oya gibi işlenen stratejiler vardır. Son hükümdar Sultan Vahdettin’in, İmparatorluğun paylaşılmasıyla ilgili toplantının yapıldığı San Remo’ya sürülmesi de böyledir.
-İçerisinde bulunduğumuz durumu kavramak için, son bin yıllık tarihimizin öğrenilmesi zorunludur. Üstelikte, Ekonomi, Din, Siyaset ve Sosyolojikcepheleriyle birlikte.
-İmparatorluğun parçalanarak, paylaşılması için 1920’de yapılan; “San-Remo KonferansındaOsmanlı Devletinin Asya ve Kuzey Afrika’da bulunan Arap toprakları üzerindeki bütün haklarından vazgeçmesi, Bağımsız bir Ermenistan’la özerk bir Kürdistan’ın kurulması kararlaştırıldı. Ayrıca Osmanlı Devletinin eski Suriye topraklarında iki A tipi manda teşkil edilerek Suriye ve Lübnan’ın Fransa, Filistin’in ise İngiltere’nin idaresine bırakılması Irak topraklarının da İngiltere’nin mandasına girmesi kararlaştırıldı.”
Bu ifadelerde ilk vurgu nedir?
-“Asya ve Kuzey Afrika’da bulunan Arap toprakları üzerindeki bütün haklarından vazgeçmesi,”
Israrla neleri vurgulamaktayız; “Belirleyici olanın, Ticaret ve İpek yolu olduğunu, açık ifadesi ile, Osmanlıyı var eden nedenlerin ortadan kaldırılmasını…
Ve…
Lütfen önünüze,
Akdeniz, Karadeniz, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı birlikte gösteren bir harita açınız ve anlatılanları harita üzerinden takip ediniz;
.
Doğu-Batı Ticareti,
-11′nci asra kadar İpek yolu üzerinden normal akışı ile devam etmektedir.
-Türkler, 11′nci asırda Müslüman olmalarından sonra, 1038’lerde kurdukları Büyük Selçuklu devleti ile Anadolu’ya ayak basmakla kalmaz, Akdeniz’e de inmeye başlarlar.
Devam eden süreçte,
-Tüm Akdeniz ve Karadeniz Osmanlının kontrolüne girecek, hatta Osmanlı, Avrupa’nın kalbine Viyana ve Roma’ya uzanmaya başlayacaktır.
Açık ifadesi ile (İpek yolu) Doğu-Batı ticareti;
-Osmanlının kontrolüne girmiş, Hristiyan Batının nefes boruları tıkanmıştır.
Batılılar,
-”Eğer, Türkler Müslüman olmasalardı,
-Ne Küçük Asya (Anadolu) ve İstanbul kaybedilir, ne de Osmanlılar Balkanlar’a gelebilirdi..” demektedirler.
-”Türkler, eski dinlerine (kültürlerine) dönmelidir.”
-”Türkler, Avrupadan çıkarılmalı ve Küçük Asya’da kalmalıdır.”
-”Türklerin ellerinden mıknatısları (Kuran) alınmalıdır. Araplar ve diğer İslam Ülkeleri ile araları kapanmayacak şekilde açılmalıdır…” Bunu ilgili ülkelerde açılan yabancı okullar büyük başarı ile yapmışlardır. (meraklıları bu konu ile ilgili yazımızı okuyabilirler.)
Sayın Süleyman Demirel’in, “Daha bir yüzyıl anlatmayın!” dediği hikâye de bu olsa gerek…
Konu neydi?
-Sultan Vahdettin ve sürgün edildiği, İtalyanların, Cenevizlilerin hakim olduğu San Remo…
-Birinci Dünya Savaşı’nın galiplerince önce 18-28 Nisan 1920′de, San Remo’da bir  paylaşım toplantısı yapılır ve arkasından da paylaşılan İmparatorluğun son üyesi oraya 1922′de sürgün edilir ve tabutu da, 1926′da buradan kaldırılır.
Vahdettin’in San Remo’dan, bir zamanlar Doğu-Batı ticaretinin kalbi sayılabilecek Şam’a, Suriye’ye gönderilir.
-Hani şu günümüzde Fransızların bin yıldır ellerini çekmedikleri Suriye’ye…
Bilmeyenler için söylemiş olalım;
-Venedikliler ve Cenevizliler, Cumhuriyet ile mi idare edilmekteydiler,asırlar evvel?
Ve hazır harita elinizin altında iken bir hatırlatma ile sonlandıralım;
-San Remo’nun konumuna bakar mısınız?
-Sağında, solunda, arkasında kimler, hangi devletler var?
-Hayret be! Bu kadar mı ayarlama pardon tesadüf olur?
İçerik ve kurgu ne alıntıdır, ne de bir esin kaynağı vardır. Kullanacaklar için belirtmiş olalım.
Resim;www.avrupaulkeleri.com

Hiç yorum yok: