4 Ağustos 2013 Pazar

İKİ DEVLET KARŞISINDA PİR SULTAN ABDAL- Gülseren ÖZDEMİR

Bu bildiride hayatı ile ilgili kesin bilgiler bulunmayan, 16. yy.da Osmanlı tahtında Kanuni Sultan
Süleyman’ın ve Safevî tahtında Şah Tahmasb’ın oturduğu sıralarda Osmanlı sınırları içerisinde
yaşadığı ve asıl adının Haydar olduğu bilinmekte olan Pir Sultan’ın şiirlerinin ideolojik bakımdan
tahlili yapılacaktır. Alevî-Bektaşî şiir geleneğinin en önemli isimlerinden biri olan Pir Sultan’ın
şiirlerini siyasete âlet ettiği, Osmanlı-Türk Sünnîliğine muhalif olduğu, İran’ın Şiî propagandasına
kapılarak Osmanlı sultanlarına karşı şahları tuttuğu, devlete karşı bir Kızılbaş isyanına katıldığı ve
hatta bu isyanda baş olduğu için Hızır Paşa tarafından idam ettirildiği iddiaları üzerinde durulacak,
şairin şiirleri bu bakımdan değerlendirilecektir.


Türk edebiyatının önemli yapı taşlarından ve Alevî-Bektaşî edebiyatının yedi büyük
şairinden biri olan Pir Sultan Abdal’ın ne yaşamı ne de deyişleri ile ilgili olarak, yapılan
bütün araştırmalara rağmen tam bir kesinlikten söz etmek mümkündür. Onun hakkındaki
mevcut bütün bilgi, yaşamı etrafında oluşmuş efsane ve rivayetlerle, bir kısmı cönklerden ve
bir kısmı da halkın sözlü olarak aktardığı deyişlerden elde edilmiştir ki bu da elbette yeterli
değildir.

Şairin hem yaşamı hem de deyişleri ile ilgili olan bu karışıklık, bilgi ve belge azlığı,
var olan bilgileri ayrıştırabilmenin zorluğu nedeniyle, burada Alevî-Bektaşî inançlarından ve
Pir Sultan’a duyulan sevgiden dolayı pek çok şairin aynı adı kullanmasının sonucu olarak
ortaya çıkan Pir Sultan adı taşıyan şairlerin kimler olduklarından ayrı ayrı söz edilmeyecek,
bunların şiirleri birbirinden bağımsız olarak ele alınmayacak, Pir Sultan ve deyişleri başta
Sabahattin Eyuboğlu’nun tespit ettiği “Pir Sultan geleneği”1 içerisinde değerlendirilmeye
çalışılacaktır.

Hakkında anlatılan efsaneler ve söylenen deyişler Pir Sultan’ın yaşamaya ve
şekillenmeye devam edeceğini göstermektedir. Bu da gerçekte var olan Pir Sultan
Abdal’(lar)la halkın kolektif bilincinin oluşturduğu Pir Sulta’ın bütünleştiği ve bir kişiye
dönüştüğü anlamına gelir.2 Asıl önemli olansa bu kolektif bilincin yarattığı dinî kimliğin ve
sanatçı kişiliğin tespit edilmesidir. Bir din ulusu olan, deyişlerinde bir zalimler ve mazlumlar
kafilesi bulunan Pir Sultan iyiliğin, güzelliğin, adaletin sembolü; her şeyden önce bozulmuş
düzene karşı özlediği dünyayı dile getiren ezilen, sömürülen halkın sesidir. Bu yüzden
şiirlerini bir şahsa bağlamak doğru olmadığı gibi, yalnızca bir duruma bağlamak da doğru
değildir. Çünkü halk, onun deyişlerini geçen zaman içerisinde yeni durumlara uydurmuş, bu
da tek bir deyişin bile farklı çeşitlemelerle ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla
halkın birikimi ve ortak ruhunun ürünü olan Pir Sultan adıyla söylenen deyişler, kolektif bir
bilincin sonucudur. İşte Pir Sultan geleneği, ilk şeklini Pir Sultan’ın verdiği; ama zamanla
değişen ve çoğalan deyişleri içine alır.

Geniş bir zaman sürecinin gerçeklerinin yansıdığı, son derece gelişmiş bir toplumsal
duyarlık görülen Pir Sultan deyişlerine, her zaman iki dünyanın zıtlığı hakimdir: Üzerinde
yaşanan zalimlerin hüküm sürdüğü, mazlumların ezildiği kokuşmuş dünya ile hayal edilen,
ideal bir toplum ve devlet şeklinde tasarlanan dünya, yani ütopya. Deyişlerde özlenen ve
reddedilen şeklinde özetleyebileceğimiz söz konusu iki temel dünya çok çeşitli biçimlerde
görülür. Bunlarda tasavvuftaki geçici beşerî heveslerden ve beşerî dünyadan kurtulup asıl olan
Tanrı’ya kavuşma ve Tanrısal âleme geçme, beşerî dünyanın Tanrı’nın göndereceği beklenen
idarecisi ile (Mehdî/Şah) kavuşacağı iyi ve güzel günleri hayal etme, geçmişteki yine ilâhî
kimlikli yöneticisi sayesinde -ki bu çoğunlukla Hz. Alî olarak düşünülür- adaletin hakim
olduğu devirleri o günlere yeniden kavuşmayı bekleyerek anma ve yine mevcut dünya
üzerinde aynı tarihî zaman dilimi içerisinde zulmün hakim olduğu bir yerden (Osmanlı
devletinden) insanca bir yaşamın var olduğu bir yere (Safevî devletine) gitme veya zulmü
kaldıracak bir dinî liderin (Şahların) gelmesini umma şeklinde birbirine zıt olarak beşerî-ilâhî
eksende dönen çok katmanlı bir yapı ortaya çıkar. Bu katmanlı yapı, sanatçının yarattığı
eserin okura ulaşması ve okurun bundan farklı anlamlar çıkararak eseri zenginleştirmesi
neticesinde sonu gelmeyen sürekli bir tamamlanma meydana gelmesi fikrini esas alan
alımlama (yorumbilim) kuramına uygun bir değerlendirme yapıldığında anlaşılabilir. Pir
Sultan deyişleri bu tür bir değerlendirmeye son derece uygun olduğu, ancak bu düşünüş
şekliyle tam olarak anlaşılabileceği ve en geniş anlamını bulabileceği için, farklı kişiler
tarafından yapılan değişiklikler, eklentiler ve yorumlarla genişlemiş ve derinleşmiş olan
deyişlerde tespit edilen birbirleriyle tutarlılık arz eden anlamların hiçbiri reddedilemez ve bu
da sanatçının zihninden okurun zihnine geçen ve her ikisinde çoğaldıkça çoğalan çok geniş bir
anlamlar dünyasının kapılarının aralanması anlamına gelir. Dolayısıyla eleştirmen böyle bir
noktada Pir Sultan deyişlerini değerlendirmek için tarihî bilgilerden yararlanabilse bile bu
bilgilere mutlak bir gereklilik duymayacak, “Pir Sultan deyişlerinde aslında neyi anlatmak
istiyordu?” sorusunun cevabı kadar “İnsanlar Pir Sultan deyişlerinde neyi buldular?”
sorusunun cevabı üzerinde duracaktır.

Pir Sultan, deyişlerinde halk özlemlerini ve dertlerini dile getirdiği için, bunlarda
ideolojik bir içeriğin bulunması doğaldır. Özellikle yöneticilerin halka uyguladığı zulüm ve
bunun yarattığı adaletsizlikler, toplumsal eleştirinin en önemli maddesidir. Pir Sultan,
deyişlerinde yeni bir dünya yaratmış ve bu yeni dünya düzenine özlemini siyasî, sosyal,
ekonomik olarak bozulmuş devlet ve dünya düzenine ve bu düzenin devamını sağlayan
uygulayıcılarına yani Hızır Paşalara, kadılara, müftülere ve hatta padişaha çok açık bir şekilde
karşı çıkarak göstermiştir:

Şol icra Tanrısı yatmaz uyumaz
Kimsenin hakkını kimsede komaz
Hünkâr sağır olmuş ünümü duymaz
Masumlar boğduran padişahım var3

diyen Pir Sultan’ın, içerisinde propaganda yaptığı söylenen deyişler, ona ait olup
olmadığı kesinlik arz etmeyen ve en tartışmalı olanlardır. Bu nedenle onun sırf bu şiirler
örnek gösterilerek propagandacı olarak bilinmesi doğru değildir. Ama toplumda meydana
gelen birtakım olaylara tanıklık eden ve Pir Sultan’a ait olduğu zannedilen deyişlerin ondan
ayrı düşünülmesi de doğru değildir.

Pir Sultan’ın Osmanlı devlet düzenine karşı geldiğini gösteren deyişleri yaşamı ile
ilgili olarak anlatılan efsaneye bağlanmıştır. Rüşvet yiyen, “yalan yulan” keyfî fetvalar veren
kadıların; şairin asılmasını emreden, haram yemekten korkmayan, hak söyleyeni cezalandıran
zalim düzenin uzantısı durumundaki Hızır Paşa’nın ve düzene yaranmaya çalışanların yani
Yezitlerle dolu bir düzenin karşısında bilinçli, gerçekçi, dirayetli, sömürüye ve haksızlığa baş
eğmeyen mazlum ama mücadeleci bir Pir Sultan vardır. Pir Sultan’ın “yol” kavramı ile hem
kokuştuğu iddia edilen Osmanlı düzenine karşı çıkış yolunu ve hem de tarikat yolunu
kastettiği şeklinde iki ayrı yoruma açık olabilen, ikili düşünce dünyasını çok iyi yansıtan
aşağıdaki deyiş, onun direncini göstermesi açısından önemlidir:

Koyun beni Hak aşkına yanayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kemend işte boynum asarsa
İşte hançer işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan4

Kadılara, müftülere güvenmediği için “Hak davasını” öte dünyaya bırakan Pir Sultan,
orada kendisine Hz. Muhammed’i ve Hz. Alî’yi vekil kılar ve bunu şu dizelerle dile getirir:

Ben de şu dünyaya geldim giderim
Kalsın benim davam divana kalsın
Muhammed Ali'dir benim vekilim
Kalsın benim davam divana kalsın5

Pir Sultan deyişlerinde, devlet düzenini ve toplumun bozulmuşluğunu eleştiren, bu
düzenin yöneticilerini yerden yere vuran, ideal bir topluma özlem duyan ve bu topluma
ulaşmak için gereken mücadelede Osmanlı padişahlarına karşı Safevî şahlarını tutan bir
ideoloji bulmak zor değildir. Bu konuda sözü edilecek çok sayıda deyiş vardır. Ancak
baskıya, yoksulluğa, zulme karşı halkın dili olan Pir Sultan’ın insanı ilgilendiren pek çok
konuda deyişleri vardır. Bu nedenle Pir Sultan’ın çoğunlukla siyasî değerlendirmelere tabi
tutulan deyişlerle bilinmesi yanlıştır. Onun deyişleri inancı ve yaşamı etrafında şekillenmiş ve
bunlarda duygusal, toplumsal ve dinî olan iç içe geçmiştir. Pir Sultan’ın asıl derdi Hak yolunu
anlatmak, tarikat öğretilerini insanlara kavratmaktır. Onun sarı öküzün salın, salın balığın,
balığın deryanın, deryanın ikrarın, ikrarın imanın üzerinde durduğunu anlattığı, sembollerle
kurulu deyişi dünyanın dengesinin temelinde imanın olduğunu ortaya koymasıyla şairin iç
dünyasındaki en önemli meselenin iman olduğunu kanıtlar niteliktedir. Dolayısıyla Pir Sultan
Abdal’ın fikir dünyasının Osmanlı İmparatorluğu karşıtlığı ve Safevî devleti yanlılığı
tespitinden çok daha geniş bir anlamda ve yalnızca ideolojik boyutta değil, bütün bir Pir
Sultan felsefesi içerisinde -özellikle de inanç bağlamında- düşünülmesi gerekir.

Şah’ın, yaşamın, adaletin, sevginin, aydınlığın, mazlumun ve gerçeğin yanında;

Yezit’in, ölümün, zulmün, nefretin, karanlığın ve zalimin karşısında duran bir Alevî-Bektaşî
olan Pir Sultan’ın toplumsal bilinçle yüklü deyişleri de söz konusu zıtlıklar üzerine kuruludur.
Bunlarda zahirî (dış) âlemin değil batınî (iç) âlemin önemli olduğunun vurgulanmış olması
gibi, onların dış mânâlarının değil iç mânâlarının görülebilmesi de çok önemlidir. Deyişlerin
hemen hepsinin iç mânâsında Pir Sultan’ın üzerinde yaşadığı ama karşı çıktığı bozuk düzenli
dünya ile gerçekleştirmek istediği, inancına dayalı olarak şekil alan ütopik dünya zıtlığı
yatmaktadır. İdeal dünyanın temsilcileri Hz. Alî, Şah, Mehdî gibi, başka bir bedene geçme
yoluyla zaman ve mekân değiştirme anlamına gelen don değiştirme ile birbirlerine karışan
Güruh-ı Naci6den Cenneti hak eden güzel insanlar iken; Cehennemî dünyanın temsilcileri
nefretin ve düşmanlığın doğurduğu, Hakk’ın karşısında lânetli Şeytan’ın yanında duran,
yaşadıkları yeri de sonunda mutlaka gidecekleri Cehenneme çeviren; Muaviye, Yezit,
Mervan, Mülcem, Firavun, Nemrud, Hızır Paşa/Zalim Paşa gibi zulümde birbirlerini
aratmayan, masumların katledilmesinden sorumlu olan sultanlar, valiler, kadılar, müftüler,
paşalar ve asıl hakikati hiçbir zaman anlayamayacak olan sofulardır.

Alevî-Bektaşî geleneği içinde yetişen Pir Sultan’ın deyişlerinde sunduğu ve
gerçekleşeceğine inandığı ütopik dünya, uhrevî bir âlemdir. Bu âlemi kuran kişiler, tasavvuf
ehli olup Hakk’a yaklaşma noktasında farklı aşamalara erişmiş olanlardır. Dolayısıyla ideal
toplum düzeninin kurulabilmesi için insanların tarikata girmiş, tasavvuf anlayışına sahip
kişiler olmaları ve insan-ı kâmil olmayı başarabilmeleri gerekir. Bu, üzerinde yaşanan
dünyanın Cennet benzeri kutsal bir yere, ideal dünyaya dönüşmesi için, olması gereken bir
durumdur. Bu nedenle deyişlerde en aşağı olanından Tanrı’ya ulaşıp onda yok olarak kendini
var etmeyi başaranına kadar çeşitli insan tipleri belli bir silsile halinde derecelerine göre âdeta
geçit töreni yaparlar.

İdeal dünyanın yöneticisi olarak düşünülecek kişi mutlaka bir Şah’tır. Ancak Şah,
farklı kimliklerde ortaya çıkabilir. Her zaman Hakk’ı gözeten Şah, bazen Hakk’ın kendisi
iken, bazen Hz. Muhammed, bazen Hz. Alî, bazen Hz. Alî’nin soyundan gelen On İki
İmamlardan biridir. Ayrıca Alevî-Bektaşîlerin Hz. Muhammed’in “O şahıs dünyayı zulümle
dolduğu gibi adaletle dolduracaktır.” hadisinde sözünü ettiği, şeytanî bir düzen kurmaya
çalışan Deccal’ın hakkından gelecek; tüm dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve
refah getirecek kutlu bir şahıs olarak yorumlanan Mehdî’nin de On İki İmamın sonuncusu,
babası Hasan Askerî’nin ölümünden sonra halktan gizlenen İmam Muhammed Mehdî (868-?)
olduğuna inanırlar. Ona “Mehdî-i Muntazar” (Beklenen Mehdî) denmesi bundandır. “Şah”
kavramı gibi “Mehdî” kavramı da âdeta beden değiştirebilen bir ruhtur ve geçişken bir özellik
taşır. Bu nedenle Pir Sultan deyişlerinde yalnızca Şah’a değil aynı biçimde Mehdî’ye de umut
bağlanır.

Pir Sultan deyişlerinde açık bir şekilde fark edilen var olan ve ideal olan bu iki
dünyanın nitelikleri, onların temsilcileri konumunda olan şahıslarla anlatılır. Bir tarafın lideri
Şah veya Mehdî iken, diğer tarafın lideri Yezit’tir. Tıpkı Şah ve Mehdî’de olduğu gibi
Yezit’le kast edilen de bir kişiden çok bir roldür ki Yezit’e kötü rol biçilmiştir. Fakat burada
bile ikisi arasında önemli bir ayrım yapılmıştır. Şah veya Mehdî don değiştirme kerameti ile
farklı kişiler veya varlıklar ortaya çıkabiliyorken, Yezit’in böyle bir kerameti yoktur. Yezitler
her dönemde vardır ve onlara gücü yetecek bir Şah ya da Mehdî de Tanrı tarafından her
zaman gönderilir. Pir Sultan’ın birbirine zıt bu iki şahıs kadrosuna karşı duruşu, Hz. Ali’ye
uyanlara sevgi ve dostluk gösterme anlamına gelen “teberra” ve Hz. Ali’ye uymayanlara
düşmanlık besleme anlamlarına gelen “tevella”7 kelimeleri ile izah edilir. Ayrıca Hakk’ın
yanında duran her kişi Muhammed-Alî ayrılmazlığı anlayışına göre hareket eder.

“Şah”ın Hz. Alî olduğuna inanan Pir Sultan çoğu zaman Yezit’e ve Yezitlere lânet
eder. Söz konusu Şahlar-Yezitler karşılaştırması birçok deyişte son derece belirgindir. Pir
Sultan deyişlerinde her şahı ayrı ayrı anar, “Şahlar” şeklinde bir ifadeyi tercih etmezken,
“Yezitler” ifadesine çok fazla yer verir. Hz. Alî’yi düşman kabul edip Hz. Hüseyin’i şehit
eden, Hz. Hasan’ı zehirleyen ve başta birçok imam olmak üzere mübarek şahsiyeti öldüren
Muaviye soyu, Yezitlerin/Yezitliğin soyudur. Muaviye soyunun yaptığı zulümlere verilecek
en güzel karşılık, onların dergâhtan sürülmesidir. Çünkü kovulacakları dergâh, Tanrı’nın
dergâhıdır. Yezit’ten ve Yezitlerden kurtuluşun ise tek bir yolu vardır. O da aşağıdaki deyişte
de söylendiği gibi eli Zülfikârlı Alî’nin kendisine inananlarla birlikte savaşmasıdır:

Tabipsiz yaraya merhem sarılmaz
Mürşit olmayınca pire varılmaz
Yüz bin tabur kursan Yezit kırılmaz
Eli Zülfikârlı Al’olmayınca8

Pir Sultan deyişlerinde Şah/Mehdî kavramı, Hak-Muhammed-Alî birliğinden
başlayan, On İki İmamı -özellikle de son imam Muhammed Mehdî’yi- içine alan; kimi tarikat
ulularına, İran Şahlarına ve hatta Anadolu’da isyan eden 1516-1527 yılları arasında Hacı
Bektaş Postnişini olan Kalender Şah gibi bazı isyancılara kadar giden hiyerarşik bir düzen
içerisinde düşünülmesi gereken, büyük bir anlam genişlemesine uğrayarak daha çok idealize
edilmiş manevî bir dünyanın gerçek bilgiye ulaşmış sultanını ve kutsallığı olan kurtarıcı kişiyi
sembolize eden soyut bir kavramdır. “Şah’a gitmek” ifadesi ile yalnızca Safevî devletini
yöneten Şah İsmail, Şah Tahmasb gibi İran şahlarının huzuruna çıkmak değil, kutsallığı olan
ideal dünyanın -bir anlamda Cennetin- yine kutsallığı olan liderinin/Şah’ının huzuruna
çıkmak, bunun için Hakk’ın yolunda yürümek, böylece de maddî ve manevî anlamda huzura
kavuşmak kastedilir.

Don değiştirme kerameti ile Şah’ın/Mehdî’nin her dönemde var olması ve Sahib-i
Zaman olması, Pir Sultan’da sıkça görülür. Burada zincirleme bir geçiş söz konusudur.
Sözgelimi Hz. Alî Hacı Bektaş Veli’nin donunda zamanın sahibi olarak ortaya çıkabiliyorken,
Hacı Bektaş Veli de başka bir donda ortaya çıkabilir. Aşağıdaki dörtlükte Hz. Ali ile
bütünleşme motifi işlenmiştir:

Pir Sultan'ım şu dünyaya
Dolu geldim dolu benim
Bilmeyenler bilsin beni
Ben Ali'yim Ali ben’im9

Şahlar Şahı Hz. Alî’nin kimliği, Alevî-Bektaşî kültüründe önem arz eden birçok kişiye
taşınmış, onun etrafında bir dünya şekillenmiş ve Hz. Alî âdeta kutlu bir şahıs olmaktan öte
bir Tanrı’ya dönüşmüştür. Çünkü Alî âlemin özüdür Pir Sultan’da Hz. Alî sevgisi Tanrı
sevgisine benzer. Bu sevginin büyüklüğü de bazen onunla bütünleşmeyi doğurur. Tanrısal
aşkla yanıp kavrulan Pir Sultan, özlemle Hz. Muhammed’in nurunu, Şah-ı Merdan Alî’nin
yerini arar. Onda Şah’a duyulan özlem çok büyüktür:

Şah’ın ayağına varsam
Hayırlı gülbengin alsam
Kızıl Irmağa gark olsam
Çağlasam aksam yalınız10

Pir Sultan Hz Ali devrini özlemle anar, ayrıca On İki İmam’ın sonuncusu Muhammed
Mehdî’nin de dünyaya yeniden geleceğine ve insanlığa tıpkı Hz. Alî devrinde olduğu gibi
adalet getireceğine inanır Bu inanç aşağıdaki deyişte kendisini göstermektedir:

Hasan-ül Askeri Mehdi
Var idi gelmeye ahdı
Yıkılsın Yezid’in tahtı
On’ki İmam Ali Ali11

Şair aşağıdaki dörtlüklerde beklentisini artık bozuk düzene karşı sabrı taşmak
üzereymiş gibi sert bir dille ifade eder:

Mehdi Dede’m gelse gerek
Âli divan kursa gerek
Haksızları kırsa gerek
İntikamın ala bir gün
Pir Sultan'ın işi âhtır
İntizarım güzel Şahtır
Mülk iyesi padişahtır
Mülke sahip ola bir gün12

SONUÇ

Bütün bu anlatılanlar ışığında Pir Sultan’la ilgili olarak varacağımız sonuç şudur:
Toplumsal şuurun aktarımı sonucu tarihî ögelerle birleşerek kendi dönemiyle birlikte
geleceğe farklı bilgilerle birikerek ve çoğalarak taşınan Pir Sultan, tasarladığı -iç dünyasının
yansıması- olan ütopik dünyaya çok büyük bir özlem duyan ve bu dünyaya ulaşmak için türlü
şekillerde çaba gösteren bir ozandır.

Pir Sultan’a ait olduğu düşünülen ve dinî, siyasî, sosyal, ekonomik, duygusal olmak
üzere her anlamda duyarlığın yansıdığı deyişlerine düzeni bozuk gerçek dünya ile hayalî ideal
dünyanın zıtlığı hakim durumdadır. Bu görüşe değişik açılardan bakıldığında insanın yaşadığı
beşerî dünya ile manevî bir iklim olarak düşünülen Tanrısal karakterli öte dünya, gerçek
dünya üzerinde Hakk’ı gözeten ve gözetmeyenlerin kurmuş olduğu iyi ve kötü nitelikli
dünyalar ve bu dünyaların geçmişte olmuş ve gelecekte olabilecek farklı durumları gibi büyük
bir karşıtlık ortaya çıkar. Şah-Yezit, melek-şeytan, zalim-mazlûm, yaşam-ölüm, zulüm-adalet,
Cennet-Cehennem, sevgi-nefret, gerçek-yalan gibi karşıt kavramlar “bülbül-karga” gibi alt
kademelere kadar inerek söz konusu dünyaları şekillendirir. Deyişlerdeki bu geniş anlam
dünyası içerisinde Osmanlı düşmanlığı-Safevî yanlılığı meselesi yalnızca bir ve en alt anlam
katmanı ile ilgilidir.

Deyişlerindeki ideoloji söz konusu alt katmana bağlı olarak irdelendiğinde Pir
Sultan’ın “iki devlet karşısında olması” durumu ile kastedilen, bir karşı olma durumundan çok
bir duruş sergilemedir. Bu duruşta Pir Sultan bir taraftan Osmanlı düzeni içerisinde yaşayıp
bu düzeni beğenmeyerek adalet arayışı içerisine girerken, diğer taraftan yerini yurdunu terk
etmeden umudunu Şahlara bağlar. Burada bir aidiyet-sahibiyet meselesi vardır. Dönemindeki
diğer Alevî-Bektaşîlerin durumunu da sembolize eden Pir Sultan, ne içerisinde yaşadığı
Osmanlı düzeniyle ne de inanç birliği nedeniyle umudunu bağladığı Safevî devletiyle tam
olarak bütünleşebilmiştir. Üstelik bu iki devletin Pir Sultan’a ve onun gibilere gerçek anlamda
sahip çıktığı da söylenemez. Deyişlerde Şahlara karşı duyulan sevginin yanında ince bir hayal
kırıklığının da -Osmanlı yöneticilerinin yergisi kadar olmasa bile- sezdirildiği inkâr edilemez.
Bu nedenle Osmanlı siyasetini onaylamamış olduğu düşünülen Pir Sultan’ın Safevî siyasetini
ne kadar onayladığı kesin değildir. Dolayısıyla Pir Sultan’ın nereye ne kadar ait olduğu veya
nereye ne kadar yabancı olduğu sorgulandığında, Osmanlı kimliği düşmanlılığı ile değil
Osmanlı siyaseti ve Sünnî düşmanlığı ile ve Fars dostluğu ile değil Türkmen ve Şiî dostluğu
ile karşılaşılır.

Pir Sultan’ın Şahların hüküm sürdüğü devlet ve dünya düzenini özlediği, “Şah”
kelimesi çok geniş bir anlamda düşünülerek söylenmelidir. Bugün efsanelere dayalı yaşamı,
türlü yönlerden değişime uğramış ve başka şairlerle birbirine karıştığı için okur merkezli
eleştiri kuramlarıyla değerlendirilmesi gereken deyişleriyle Anadolu halkı arasında canlılığını
koruyan ve dünyaya açılan Pir Sultan’da inanç her şeyden önce geldiği için, o en başta
inancının propagandacısıdır. Onun düşünce yapısından kaynaklanan ve dilinden dökülen
âdeta özet niteliğindeki şu mısralar insanlara en önemli mesajı, yaptığı en büyük
propagandasıdır:

Koyup dünya davasını
Hakk’a verip sevdasını
Doğrulayıp öz nefsini
Şeytanı öldüren gelsin13

dipnotlar
1 Geniş bilgi için bk: Sabahattin Eyüboğlu, Pir Sultan Abdal, Cem Yayınevi Eğitim Dizisi, İstanbul 1977.
2 Geniş bilgi için bk: Frieda Fordham, Jung Psikolojisi, Say Yay., İstanbul 1997.
3 Ali Balım, Pir Sultan Abdal, Hayatı ve Şiirleri, Emek Basım-Yayınevi, Ankara 1957, s. 18.
4 Memet Fuat, Pîr Sultan Abdal Yaşamı Sanatçı Kişiliği Yapıtları, YKY, İstanbul, Haziran 2001, s. 120.
5 Ali Haydar Avcı, Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal, Noktakitap, İstanbul 2006, s. 289.
6 Kurtulmuş topluluk. Muhammed Peygamber'in, “Ümmetim yetmiş üç bölüğe ayrılacak, hepsi de
cehennemdedir, ancak bir bölüğü cennetliktir, kurtulmuştur." dediği söylenir. Alevi - Bektaşiler, bu kurtulmuş
bölüğün, kendileri olduğunu iddia ederler. (Muhibe Akarsu, “Alevi-Bektaşilikte Sayılar Olgusu”,
http://www.alevileriz.org/showthread.php?t=2152)
7 Memet Fuat, a.g.e., 27, 28.
8 Esat Korkmaz, Pir Sultan Abdal, Üçüncü Ölmem Bu Hain, Alev Yay., İstanbul, Nisan 2005, s. 100.
9 Ali Balım, a.g.e., s. 66, 67.
10 Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal -Bütün Şiirleri-, Milliyet Yayınları, İstanbul 1974, s. 361.
11 Ali Haydar Avcı, a.g.e., s. 480.
12 A.g.e., s. 346.
13 Memet Fuat, a.g.e., s. 96.

Hiç yorum yok: