19 Ağustos 2013 Pazartesi

Arabesk Kültürünün Hikâyesi / Ramazan Aydoğan / Genç Haber Merkezi

Türkiye’de 1949 Marchall Planı ile traktörün kullanımı ciddi bir hacim kazanmıştı. Traktörün kırsal alana girmesi kırda yaşayan ve tek geçim kaynağı tarım olan kitleleri bir anda işsiz bırakmıştı. Kırda para kazanamayan köylüler 1950’den itibaren son derece yoğun ve hızlı bir şekilde büyük kentlere özellikle İstanbul’a göç etmeye başladılar. Bu yoğun göçler sırasında ortaya çıkan kentleşme sağlıklı bir şekilde olmayıp son derece düzensiz bir hâlde gerçekleşiyordu. Bu plansız kentleşme sonucunda şehirlerin çevresi gayr-i hukûki, sağlıksız, altyapısı olmayan gecekondu adı verilen binalarla sarılmıştı. Hızlı kentleşme ve yoğun göç olumsuz etkilerini hukûki, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda da hissettirmeye başlamıştı.

1950’li yıllardan sonra hızla gelişen ve sanayileşen Türkiye’nin kırsalı aynı hızla büyük kentlerin kenar mahallelerine akın etti. Fakat göçle gelen sadece insanların bedenleri değildi. Kırsal zihinleri, adetleri, ilişkileri, dünya ve evren algıları, beğeni ve ahlak anlayışları gibi insana ait birçok manevi birikimi de şehrin çeperine getirip koydular. Ve bu yazının asıl konusu olarak müziklerini de getirdiler. Traktörün Türkiye’nin tüm kırsalına yayılması, farklı coğrafik yörelerden insanlar şehre göç etmesine ve birbirleri ile ilk kez bu denli uzun bir birlikteliğe adım atmalarına neden oldu. Geldikleri yeni mekânda kendilerinden farklı bir konuşma ağzı, türkü söyleme biçimi, giyim kuşam anlayışı vs. gibi folklorik farklılıklarla karşılaşan göçmenler, kendi toplumsal gerçekliğine hiç de benzemeyen bu yeni yapıya eklemlenmeye çalışarak, yaşadıkları kültür şokunu atlatmaya ve yeni düzene tutunmaya çalıştılar. Bu tutunmanın ilk göstergesi olarak gecekonduları yaptılar. Gecekondu çevrelerine kümes kurdular, dışarı çamaşır astılar, yolda halı yıkadılar. Kente gelen göçmen bir taraftan kendi geçmişinden getirdiği kültürünü yaşamaya çalışırken diğer taraftan da şehirle bütünleşmeye çalışıyordu. Tuvaleti olmayan evin televizyonunun olması, evlerin üzerlerinde antenlerin oluşu kentle bütünleşme çabasının bir göstergesiydi. Zira televizyon bir şehirli için olmasa olmazdı.
Kente gelen bireyin karşılaştığı gerçeklik ile kendi geçmişinden getirdiği gerçeklik arasındaki fark şehirde iyice açıldı. Köydeki o kitlesel ortak yaşamdan kopan insanlar kendilerini kalabalıklar içinde yapayalnız hissetmeye başladılar. Köyün o muhteşem kokusu, yolları, sarı kız, Ayşe teyze, Mehmet amca… Hepsi sadece rüyalardaydı artık. Her şeyin belirli ve görece rahat olduğu kır yaşamının verdiği güven şehirde yerini büyük bir tedirginliğe ve güvensizlik ortamına bırakmıştı. İşte tam da bu bağlamda, arafta kalmanın, tutunamamanın verdiği acı, “arabesk” adı verilen müziği doğurdu. Gerçekten de arabesk, Türkiye’nin son derece sancılı ve sakat geçen modernleşme sürecinde doğan ve belli bir toplumsal karşılığı olan bir müziktir. Müzik konusunda merkezin yani resmî ideolojinin şu tavrı da önemliydi. Resmî ideoloji belki bu insanları şehre çekiyordu ama onları ancak fabrikalarında çalıştırmak üzere kabul ediyordu. Yoksa onun müziğini, konuşma şeklini, dünyaya, ahlaka, eşyaya bakışını istemiyordu. Bu noktada hem ihtiyaç duyduğu hem de kültürünü istemediği yeni bir kitle doğdu. Fakat burada daha ilginç olan, cumhuriyetin “elitleri” her konuda olduğu gibi müzik konusunda da kitleleri belli müzikleri dinlemeye zorladılar.
Ötekileştirilen ve periferi olarak görülen göçmen kitleyle resmi ideolojinin müzik anlayışı hiç de uyuşmuyordu. Geçmişe ait müzikal damarları kesilen, dayatılan ve belli bir toplumsal karşılığı olmayan üstelik bu topraklara hiç de hitap etmeyen müzikleri zorla dinlemek durumunda kalan halk yapabileceğinin en iyisini yaparak küllerinden yeni bir müzik doğurmuştur; arabesk… Peki, nedir arabesk?
Arabesk etimolojik olarak egzotik ve karışık olan anlamına gelir. Mimaride kullanılan bir tarzdır aynı zamanda. Birçok kavram gibi arabesk de fazlasıyla tartışıldı. Kentleşme, eğretileşme ve modernleşme bağlamında gelişerek nereden baktığınıza göre değişen bir olgu hâline geldi. Biz arabeski bir türmüş gibi algılıyoruz fakat bu müzik endüstrisinin taktığı bir isimdir. Arabesk bir türden ziyade bir söyleyiş biçimi yani üsluptur.
Kentle bütünleşememenin, arafta kalmanın bir karşılığıdır arabesk. Araftakilerin yaşamının ezgilerde vücut bulmuş hâlidir. Türkiye’nin sancılı modernleşme sürecindeki kent sosyolojisinin notalara dökülmüş halidir.
Göçle gelen yığınların mevcut müziği kırsal müziktir. Kırsal müzik ise; yerin yurdun belli olduğu, içinde güven ve sağlam ilişkilerin var olduğu kırsal düzenin müziğidir. Hâlbuki şehirde; belirsizlik, güvensizlik ve eğretilik üzerine kurulu bir hayat söz konusudur. Çatışma, tedirginlik ve kaygının olduğu, köye hiç benzemeyen bambaşka bir düzen…
Tüm bu belirsizlik ve çatışma içinde, arabesk kentle bütünleşemeyen kitlelerin belki de en güzel şikâyet mektubudur. Gerçekten de arabesk bir çeşit şikâyet mektubudur. Kentte eğreti kalmaktan, tutunamamaktan kaynaklanan acılı bir haykırıştır. Umutsuzluğun, gelecek kaygısının, belirsizliğin notalara dökülmesidir.
Arabesk bir deformasyon usulüdür. Bu usulde, mevcut kurulmuş biçimlere göre yayarak, ağlar gibi okunur şarkılar. Arabesk bir orkestralama bir kompozisyon biçimidir. Fakat sabit bir orkestrası yoktur. Senfoni orkestrası çalgılarından halk ve makam müziği çalgılarına kadar birçok çalgının yer alabileceği son derece geniş bir yelpazeye sahiptir arabesk. Arabeskte hâkim çalgı kemandır, tarım toplumunun cılız sesli bağlamasının yerini ise elektro bağlama alacaktır. Birbirinden farklı çalgılarla birçok seslilik hâlinden yeni bir estetik damıtma arzusudur. Arabesk eğlence müziği olmamasına rağmen hızlı ve oynaktır. Acılı temalardan bahsetse bile haraketli bir müziği vardır. Arabeskin bu yapısı içinden fantezi ve taverna gibi eğlence müzikleri çıkacak daha sonra… Arabesk müzikte söz çok önemlidir. Zira anlam taşıyıcı bir strateji alanıdır. Bu türe ait birkaç şarkı sözü analiz ederek arabeski daha iyi anlayalım:
Orhan Gencebay - Batsın Bu Dünya
Yazıklar olsun, yazıklar olsun
Kaderin böylesine, yazıklar olsun
Her şey karanlık, nerde insanlık
Kula kulluk edene yazıklar olsun. 
Batsın bu dünya, bitsin bu rüya 
 
Ağlatıp da gülene, yazıklar olsun
 
Dolmamış çileler, yaşanmamış dertler
 
Hasret çeken gönül, benim mi olsun.. 
 
Ben ne yaptım, kader sana
 
Mahkûm etti, beni bana
 
Her nefeste, bin sitem var
 
Şikâyetim yaradana, şikâyetim yaradana.
 
Müslüm Gürses - İtirazım Var
 
İtirazım var bu zalim kadere
 
İtirazım var bu sonsuz kedere
 
Feleğin cilvesine
 
Hayatın sillesine
 
Dertlerin cümlesine İtirazım var
 
Ben hep yenilmeye mahkûm muyum?
 
Ben hep ezilmeye mecbur muyum?
 
İtirazım var bu yalan dolana
 
Benim şu dertlere ne borcum var ki
 
Tuttu yakamı bırakmıyor
 
Benim mutlulukla ne zorum var ki
 
Bana cehennemi aratmıyor
 
İtirazım var değişmez yazıma
 
İtirazım var bu dertli şansıma
 
Sevginin sahtesine
 
Hayatın cilvesine
 
Dertlerin böylesine
 
İtirazım var
 
İbrahim Tatlıses - Ben de İsterem
 
Ahmedin Mehmedin sevgilisi var
 
Benim kollarım neden bomboş kaldılar
 
Onlara sevdanın çiçekli dalları
 
Bana da sevdanın dikenli yolları
 
Ey ben anlamam anlamam
 
Ahmet Mehmet dinlemem
 
Ben de isterem elma yanaklardan
 
Ben de isterem kiraz dudaklardan
 
Yetim miyem öksüz müyem
 
Bu örneklerden de yola çıkarak diyebiliriz ki; arabesk bir başkaldırıdır, bir isyandır. Bir hoşnutsuzluğun, şikâyetin dışa vurumudur. Şarkılarda Allah’a, sisteme, kadere, düzene yoğun bir isyan görüyoruz. Sosyolojik bir vakıa olarak bu toprakların üretmek zorunda kaldığı toplum tarafından içselleştirilmiş ve yerli bir müzik olan Arabesk, 1960’lardan 90’lara kadar sürekli evrildi ve günümüzde pek de kalmadı. Bu türün tartışmasız en büyük çınarı Müslüm Gürses’in de aramızdan ayrılışıyla arabesk artık eski önemini kaybetti. 

Hiç yorum yok: