8 Temmuz 2013 Pazartesi

Yalnızlık medeniyeti-Ahmet Selim

Harvard Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırmada yalnız yaşayan yaşlıların daha kısa ömürlü olduğu belirtiliyor. Bir başka tespit: Bizde yalnız yaşayanların sayısı 8 yılda iki kat artmış. Yalnız yaşayanların artışı, Batı'da da ifade edilen bir gerçek.

Dünya sisteminin bana göre tam istediği şey şu: Çocuklar kreşte, yaşlılar huzurevinde, evli olsun bekâr olsun herkes ayrı bir dairede, evliler ara sıra bir araya gelecek, herkes çalışacak, ev işleri ayrı bir meslek sınıfı tarafından halledilecek. Yani hepimiz bir büyük kapitalizm fabrikasının lojmanlarında yaşıyor gibi yaşayacağız. Ailevî sevgi falan yok, maddi ihtiyaçlar ve içgüdüler var sadece. (Çocuklar da yatılı okuyacak ilerdeki yaşlarda.) İdeal olan bu. Tam bireyselleşme. Bu düzene uyamayan ülkeleri ve kişileri de devletler güvenlik tedbirleriyle etkisiz kılacak. Uyabilenler uyacak, uyamayanlar özel çevrelerde kendi haline terk edilecek. Olabilirlik ayrı bir konu; dünya sisteminin umutsuz ideali bu. İnsanlığı oraya doğru sürüklüyor.

Bugün çalışan annelerin babaların birinci derdi, "bu çocukları ve yaşlıları ne yapacağız?" değil mi? "Evli de olsak, niye sürekli olarak aynı odada geceleyelim, hatta aynı evde yaşayalım?" sorusu sorulmuyor mu? Dahası, bazı kesimlerde, evliliklerin yerini birliktelikler almaya başlamadı mı? Yönlendirme oraya doğru. Genelleştirilebilecek bir şey değil. Kültürler direnir, bireyler kum tanesi değil. Fakat oraya doğru bir baskı var ve bu baskı bunalımlara yol açıyor. Kültürlerin de bir direnme gücü sınırlı.
Newton, Pascal, Leibniz, Rousseau, Balzac, Descartes, Locke, Hugo daha niceleri böyle olsun istemezlerdi. Adam Smith de istemezdi. "İstemezdi" deyişimi anlamak için, Batı'yı biraz derinliğine bilmek gerekir. Felsefede (tefekkürde), edebiyatta, sanatta ve sosyal bilimlerde tıkandılar. Ekonomik kriz korkuları, iktisadî düşünce alanında artık duvara toslamış olmalarından kaynaklanıyor.
Ayağa göre ayakkabı uydurmak yerine, ayağı ayakkabıya uydurmak saçmalığına benzeyen bir çaresizlikle, elindeki bir türlü geliştiremediği son kalıba insanı uydurmaya çalışıyor Batı. Bunu, çare olarak gördüğü için değil, vakit kazanıp yeni bir umut elde etmek için yapıyor. Bütün Batı kaygılı.  Çünkü ufuk görünmüyor.
Şunu çerçeveletelim: Parasız hiçbir şey olmuyorsa, parayla da hiçbir şey olmaz.
Mesela sevgi parasız olmuyorsa, parayla olur mu? Oluyor mu?
Tarihin seyrini geçelim ve bugüne bakalım. Bugün insanın insanlığı zor durumda; en çok burası acıyor. Daha doğrusu sancıyor. Ailenin durumu bakımından bunu anlayabilirsiniz, daha etkili bir anlatım yolu yok. Ailenin kalp atışları medeniyetin şaşmaz göstergesidir.
10 dakika sonra bir meteorun çarpacağını ve orada hayatın biteceğini öğrenen bir vali, "bugün yapabileceğimiz tek şey var, dua ederek birbirimize sığınmak" diyordu bir filmde. İnsan bu ihtiyacı bir hastalık, bir sıkıntı, bir duygusallık sırasında da hisseder. Mesela bir depremde yalnız olmak ister misiniz? Ama bugün insanların yalnızlığı artıyor; üstelik de buna bir kabullenmişlik psikolojisiyle tercihan alışmak isteyebiliyorlar. Sağlam ve güzel evler, sağlam ve güzel aileler için anlamlı; öncekini düşünüyoruz da, ikincisi hiç gündemimizde yok. Manevi-ruhi depremler bir vakte kadar hiç umurumuzda olmuyor.
Nefsimiz için güzel gösterilen yalnız yaşamanın ruhumuzu ve sevgiyi mahkûm ettiğini çok geç fark ediyoruz. Asıl koyu yalnızlığımız da o zaman başlıyor. Ve sevginin sürekliliği yerine buluşmalı yalnızlığı tercih etmenin çok yönlü nedameti ile baş başa kalınıyor. Mutsuzluk sistemine uymuş oluyorsunuz. Ama bu böyle gitmez. İnsanlık insanlığını korumanın bir çaresini bulmak zorunda. Mutluluk umudu başka türlü doğamaz.

Hiç yorum yok: