14 Temmuz 2013 Pazar

Müminler Bir Binanın Taşları Gibidir-Her Nefis Ölümü Tadıcıdır; Tatmaya Hazır mısınız?-Kur'an Buyuruyor: “Dikkatli Olun!”-Allah’ın Dini mi, Toplumun Dini mi?-Allah Yolunda Mücadelede Pasif Kalmak-Fuat Türker

Müminler Bir Binanın Taşları Gibidir

“Bir mü’minin diğer mü’min kardeşlerine karşı ilgisi, birbirini bağlayıp destekleyen bir binanın taşları gibidir.” (Hz. Muhammed(sav)

Peygamberimiz (sav), verdiği örneklerle müminlerin kardeşliğinin boyutlarını ve nasıl olması gerektiğini tarif eder: "Nasıl bir binanın tuğlaları, taşları, üst üste geliyor, birbirine kuvvet veriyor, birbirine yaslanıyor ve bir bina meydana geliyorsa, işte mü’minler de aynı bu binanın taşları gibidir."

Kur'an, "Sizi yaratan O'dur; buna rağmen sizden kiminiz kafirdir, kiminiz mü'min... (Tegabün Suresi, 2) ayeti ile dünyada insanların iki grup olduğunu haber verir: Müminler ve kafirler. O halde her insan ya mümin ya da kafirdir.


Dünya ve ahirette aynı özelliklerdeki kimseler bir aradadırlar. Ahirette nasıl cennet ehli cennette, cehennem ehli de cehennemde bir arada ise dünyada da iyiler birlikte, kötüler ve kötülüğü örgütleyenler de birliktedirler. O halde müminler birarada olmalıdırlar.



Kuşlar sürüler halinde bir arada hareket eder ve enerjiden tasarruf amacıyla V şeklinde uçarlar. Böylece en öndeki kuşlar, havanın kendilerine karşı oluşturduğu direnci arkadan gelen kuşlar için daha aza indirirler. Bu mucizevi uçuştaki sürüden, "bir kenarda yalnız da uçarım" diyerek ayrılan kuşun enerjisi kalmaz, yoluna devam edemez. Müminlerin birlikteliği de Kur'an ahlakından kaynak bulur ve ondan güç alır. Vicdanlı insanların birlikte olması çok önemlidir. Ayrı ayrı hareket etmek ise yanılgıdır; çünkü biliriz, sürüden ayrılan olursa kurt kapar. Bu nedenle müminler birlikte olmalıdırlar; birbirlerine muhtaçtırlar. Her mümine bir mümin lazımdır Allah’ı hatırlatması için. Peygamberimiz(sav)'in buyurduğu gibi; "Gördüğünüzde sizlere Allahü teâlâyı hatırlatan, konuşması ilminizi artıran, ilmi ahireti düşünmenize yarayanla beraber olun!" [Ebu Ya’la]

Kur'an'da, insanın apaçık düşmanı olan şeytanın, "Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım... (Araf Suresi, 17) dediği bildirilir. İnsanın önü, arkası, sağı, solu sarılmış durumdadır. İnanan insan bu durumdan Allah'a sığınarak kurtulabilir. Çevresindeki müminler de ona yardım eder, şeytanın telkinlerinden sıyrılmasına vesile olurlar.

Mümin yaşamının her anında şeytana karşı uyanık olmaya ve gördüğü yerde şeytanı alt edecek davranışlar sergilemeye dikkat eder. "Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53) ayetinden öğüt alır mümin ve şeytana fırsat tanımamak için güzel söz söyler.

İnsan, şeytanın vesvesesine açık olursa, açıkta kalmış et kemik gibi çürümeye yüz tutar. Şeytanın ve sözcüsü nefsin telkinlerine karşı, müminler birbirlerine koruyucu kalkan olurlar.

Sevgi, yaşamı güzelleştiren çok büyük bir nimettir. Gerçek sevgi ise ancak derin bir iman ve Allah korkusuyla yaşanır. Kur’an’ın öğrettiği sevgi, samimi müminlerin kalplerini yumuşatır, Allah’ın güzel sıfatlarının, üzerlerinde tecelli etmesine vesile olur.

Müminler arasında da bazen zor ve sıkıntılı anlar yaşanabilir. Böyle durumlarda insan, mümin kardeşinin iyi yönlerini ve onun Allah rızası için yaptıklarını düşünür. Allah'ın Kendi ruhundan üflediği ve yaratıp seçtiği müminle, hata da yapsa mücadele etmez. Dahası bırakıp gitmez, yanında olur. Bir annenin, hastalanan çocuğunu kendi başına iyileşir diye yalnız bırakmaması gibi... İnsanın yanında bir müminin olması, hataları da olsa, ecir vesilesi olur.

Bela müminlerin üzerine yağar; yağmur gibi yağar ama akar gider. Eğer sağanak yağarsa biraz nem kalır ancak güneş çıktığında o da kurur. Çünkü müminler birbirlerine güneş etkisi yaparlar.

Müminler arasında herhangi bir rekabet yaşanmamalıdır. Tek bir bedende, birbirleriyle uyum içindeki organlar gibi, her mümin bir diğerinin yardımcısı ve destekçisi olmalıdır. Yapılan işler sonucu Allah’ın verdiği başarı da bu ortak çalışmanın sonucunda gerçekleşir. “Hayırlarda yarış” Rahmani bir yarıştır. Bu yarışta kıskançlık ve rekabet gibi duygulara yer yoktur.

Allah, "Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever." (Saff Suresi, 4) buyurarak müminlerin bina gibi saf bağladıklarını bildirir. Sımsıkı kenetlenmiş müminlerden birine bir şey olsa, hastalansa diğerleri onu taşır. Bu durum dışarıdan bakıldığında anlaşılmaz bile.

Müminler bir arada olmaktan büyük zevk alır, birbirlerini şevklendirir, kendileri için dilediklerini kardeşleri için de diler, kendi ihtiyaçları olsa da kardeşleri için özveride bulunurlar. Kur’an ahlakının yayılmasını hedefleyen ve Allah için yaşayan müminlerin kardeşliğini farklı kılan en önemli özellik ise Allah'ın dilemesiyle sonsuza dek devam edecek olmasıdır.


Mümin rüzgarda eğilen fidan gibi değil, fırtınada dik duran çınar gibidir. Müminler birlikte olduklarında ise ormanı oluştururlar. Ormanlar gibi oksijeni artırır; 'göğsü sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılınan' kişilere şifa olurlar. Ormanlar gibi yağış getirir; kupkuru çorak kalpleri -Allah'ın izniyle- bereketlendirirler.

Allah, müminlerin birlikte olmalarını sağlayarak onları cennete hazırlar. Müminler arasındaki kardeşlik, derin sevgi ve muhabbet, cennet halkının özelliklerindendir. Allah’ın dünyadaki tecellilerini görüyorsa insan ve bu dünyada müminlerle beraberse, umulur ki ahirette de onlarla beraberdir.

Cennette öyle güzel saraylar vardır ki, bunlar Allah rızası için birbirini sevenler içindir. [Hz. Muhammed[sav]]

Her Nefis Ölümü Tadıcıdır; Tatmaya Hazır mısınız?

“Öldüğümde gösterişli bir cenaze töreni istiyorum; vasiyetimdir... Şehrin en güzel mezarlığından ... liraya mezarlık satın aldık. Aile mezarlığımız denize nazır. Her tarafı mermer; tamamını en kalitelisinden mermer kapladık. Ağaçlar da diktik; muhteşem selvi ağaçları."

Aklını kullanabilen bir insan için bu sözlerin ne kadar anlamsız olduğu açıktır... Oysa insan kara toprağın altına, simsiyah karanlık mezara girecektir. İki metre toprağın altındayken, üzerindeki mermeri, deniz manzarasını mı görebilecektir? Gideceği yer bambaşka bir alemdir. Ruhu Allah’ın Katına gidecek, orada yalnızca bedeni kalacaktır. Arkasından, "çok güzel ve kalabalık bir cenaze töreni oldu", "mezarı da çok muhteşem, gösterişli" denmesinin kişi için ne önemi vardır? Bıraktığı yer değil, insanın gittiği yerdir önemli olan...

Allah bütün bunları ibret olsun diye yaratır. Böylece insanların nasıl gaflete kapıldıklarını, nasıl bir akledememe durumuna düştüklerini bize gösterir. İnsan bu kişilerin gurur yapmalarına şaşırır; azgınlıklarına, saldırganlıklarına şaşırır, Allah’ın varlığının ve delillerinin farkında olmamalarına şaşırır. Kur'an'ın, "Eğer şaşıracaksan, asıl şaşkınlık konusu onların şöyle söylemeleridir: "Biz toprak iken mi, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?" İşte onlar Rablerine karşı inkara sapanlar, işte onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirilenler ve işte onlar -içinde ebedi kalacakları- ateşin arkadaşları olanlardır. (Ra'd Suresi, 5) ayetiyle haber verdiği gibi, ölümü ve yeniden diriltileceklerini unutmuş olmalarına şaşırır.

Yaşadıkları hastalıklar da ölümü hatırlatmaz bu kişilere. Kimi kanser tedavisi görür, kiminde şeker hastalığı, kiminde kalp vardır hatta birçoğu ölümden dönmüştür. Allah’tan bahsetmez, ölümü düşünmezler. İnsanlar adeta bir düşünmeme sanatı geliştirmiş ve böylece gerçekleri unutmanın yolunu bulmuşlardır.

Allah, insanın gururunu ezecek her şeyi yaratmışken, bu kimseler acizliklerini düşünmezler. Sürekli bakım ister insan; bedenine bakmadığında perişan olur. Ancak bakımla temiz ve güzel olabilir. Allah, kadına da, erkeğe de acizlikler vermiştir. Sabah, akşam, gün içinde acizliklerini görürler. Ancak buna rağmen insanlar etkilenmez; enaniyetleri kırılmaz. Kanser olur örneğin, etkilenmez. "Ben bunu da yenerim" der, modern bir hastanede tedavi görmesiyle ve tedavi masraflarıyla övünür.

Bu büyüklük hissi, bu enaniyet, büyük bir mucizedir. Her gün defalarca aczini ve zavallılığını gören insanın bunu yapamaması gerekir. Nefsi bu denli azgın olan insanı Allah, "insan çok zalim, çok cahildir" ifadesiyle tarif eder.

Yüce Allah Kur'an'da, “Allah, sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi.” buyurur. Sebzeler, meyveler, türlü bitkiler, otlar toprakta oluşur. Hayvanlar o bitkilerle, insanlar da bitki ve hayvanlarla beslenirler. Dolayısıyla topraktaki malzemeler sürekli insana geçer. İnsan topraktan çıkar, yaşar, yaşlanarak geri gidiş süreci başlar; ömrünü bitirir. Ardından toprağın içinde kaybolup gider. Yaşam bu sistem üzerine kuruludur. Ancak birçok insanın neden yaşadığından haberi bile yoktur ve yanılgı içinde, ölüm gerçeğini düşünmeden hayat sürer.

Ömür çok hızlı geçer; inkar eden ya da iman eden her insan ölümlüdür. En sağlıklı, en gösterişli insan bile zifiri karanlık toprağın altına girer. Orada ise dünyadaki azgınlığından, enaniyetinden eser yoktur. “Onların fısıltılarını duyuyor musun?” (Meryem Suresi, 98) buyurur Allah. Gerçekten de onlardan hiçbiri hissedilmez ve fısıltıları işitilmez.

İstisnasız her insanın, ölüm gerçeğini görüp kabul edeceği bir an olacaktır. Ölümü unutan, yaşamı boyunca büyüklenen, hep “ben”, “ben” diyen kişi, daha ölümü tadarken her şeyin zincirleme çok kötü gideceğini anlar:

"Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkar edenlerin canlarını alırken görmelisin. (Enfal Suresi, 50)

Meleklerin azap 'müjde'siyle ölümü tattıktan sonra ahirette tadacakları ise kendisi için "yığıp-sakladıkları"dır. "Acı, yakıcı, zorlu ve sürekli ateş azabı"dır; "cehennemin dokunuşu"dur.

Hiç şüphesiz suçlular-günahkarlar, bir sapmışlık (dalalet) ve çılgınlık içindedirler. Ateşin içinde yüzükoyun sürüklenecekleri gün cehennemin dokunuşunu tadın" (denecek) (Kamer Suresi, 47, 48 )

Ölümü tatmaya hazır mısınız?..

Kur'an Buyuruyor: “Dikkatli Olun!”

Dikkatli olmak birçok Kur'an ayetinde emredilen güzel bir davranış ve insana her konuda yararı

olan bir özelliktir. Allah'ın bir sebebe bağlı olarak hayır ve hikmetle yarattığı her şeye ve tanık

olduğu her olaya karşı insanın dikkatli olması şarttır. Mümin dikkatli olmalıdır ki dünya hayatına

karşı da şuuru açık olsun.

Yaşanan olaylardan ders çıkarmak, öğüt almak, üzerlerinde düşünmek, devamında olabileceklere

göre tedbir almak, ona göre davranmak dikkatli olmanın sonuçlarıdır. Kuran’a göre dikkatli olmak,

Allah'ın gücünün, her an herşeyi sarıp kuşattığının, gizlinin gizlisini bildiğinin ve O'na

döndürüleceğinin bilincinde olmaktır. Evrende herşey Allah'ın kontrolündedir; küçük ya da büyük

her olay bir hikmetle yaratılır. Dikkatli olan insan zahirinde kalmaz; olayların anlamını, hikmetini

görür, önemli ayrıntıları fark eder. Allah Müslümanların açık şuurlu ve dikkatli olmalarını ister. İnsanların, "dikkatli olun" ifadesiyle uyarıldıkları konuları kısaca inceleyelim...

Allah'ın Tek Hüküm Sahibi Olduğu Konusunda Dikkatli Olun

İnsan bazen günlük işlerin koşuşturması nedeniyle yaşadığı olayları, çevresinde gördüğü iman

hakikatlerini Allah’ın yarattığını unutabilir, gaflete kapılabilir. Oysa Allah, evrendeki herşeyi

kontrolü altında tutar ve insanın her yaptığını, konuştuğu her kelimeyi ve içindeki düşüncelerini

bilir. Allah ayetlerde, bu gerçekten gaflete düşmemesi konusunda insana dikkatli olmasını buyurur:

“DİKKATLİ OLUN; göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. O, üzerinde bulunduğunuz şeyi elbette bilir. Ve O'na döndürülecekleri gün, yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah, herşeyi bilendir.”(Nur Suresi,64)

“DİKKATLİ OLUN; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. DİKKATLİ OLUN; gerçekten O, herşeyi sarıp-kuşatandır.” (Fussilet Suresi, 54)


Allah'ın Yardımından Ümit Kesmemek Konusunda Dikkatli Olun

Allah, Kendi dinine yardım edenlere yardım edeceğini vaad eder. İnsanın bu konuda kuşkusu

olmamalı, asla ümidini kesmemeli ve Allah’ın yardımını beklemelidir. Allah bu konuda da

inananları dikkatli olmaları yönünde uyarır:

“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. DİKKAT EDİN. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)


Şeytana Karşı Dikkatli Olun!

Şeytan insanın dikkatini dağıtmaya çalışır. Çünkü planlarını, dikkati dağınık kişi üzerinde daha

kolaylıkla uygular. Allah'ın buyruğu gereği insan dikkatli olduğunda kafası şeytanın büyüsüyle

dağılmaz; dikkat, şeytanın oyununu bozar.

Allah'ın buyruk ve yasaklarından yüz çeviren kişiler şeytanın telkinlerinin ve nefislerinin tutkularının

yönlendirdiği kimselerdir. Allah, şeytanın taraftarı olan bu kişilerin hüsrana uğrayacaklarını

unutmamaları konusunda, müminlere dikkatli olmalarını buyurur:

Onların tümünü Allah'ın dirilteceği gün, sizlere yemin ettikleri gibi O'na da yemin edeceklerdir ve kendilerinin bir şey üzerine olduklarını sanacaklardır. dikkat edin; gerçekten onlar, yalan söyleyenlerin ta kendileridir. Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. DİKKAT EDİN; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Mücadele Suresi, 18-19)

“.....DİKKAT EDİN; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.” (Mücadele Suresi, 22)

Allah'tan uzak yaşayan kişiler, ahirette -Allah'ın dilemesiyle- büyük bir hüsran yaşayacaklardır. O

gün sorumluluklarını yerine getirmedikleri için büyük bir pişmanlık duyacak, büyük kayba

uğrayacaklardır:

Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrana uğramışlardır. Öyle ki, saat (kıyamet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: "Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize…" derler. DİKKAT EDİN, o işleyip-yüklendikleri ne kötüdür. (Enam Suresi, 31)


Allah'a Karşı Yalan Söyleyenler Konusunda Dikkatli Olun!

Münafık ve müşrik zihniyetli kişiler, dine kendilerince ilaveler yapar, yalanlar uydururlar. Helalleri

haram, haramları helal kılar, dini içinden çıkılamayacak hale getirirler. Allah, bu kişileri bekleyen

azap konusuna da dikkat çeker:

DİKKAT EDİN; gerçekten onlar, düzdükleri yalanlardan dolayı derler ki: “Allah doğurdu.” Onlar, hiç şüphesiz, muhakkak yalan söyleyenlerdir. (Saffat Suresi, 151)


İtaatsizlik ve İsyan Konusunda Dikkatli Olun!

Tarih boyunca tüm kavimlerin Allah'a isyan, O'na şirk koşmak, yeryüzünde haksız yere büyüklenmek, insanların mallarını haksızlıkla yemek, sapkınlık ve azgınlık yapmak gibi ortak bazı özellikleri olmuştur. Kur’an bu toplumlara ilişkin bize birçok bilgi verir. Bunların hatırlatılmasındaki amaç, kuşkusuz tarih bilgisi vermek değildir. Peygamber kıssaları "ibret" alınması için anlatılır ki; helak olanlar, arkalarından gelenleri doğruya yöneltsinler.

Hz. Salih, Allah’tan aldığı vahiyle, kavminin Allah'a ve kendisine itaat edip etmeyeceklerini

belirlemek için onlara dişi bir deve gösterir. Sahip oldukları suyu bu dişi deve ile paylaşmalarını ve

ona zarar vermemelerini ister. Kavmi bir imtihandan geçirilir ancak kavminin ona cevabı deveyi

öldürmek olur.

Allah'ın elçisi onlara dedi ki: "Allah'ın (deneme için size gönderdiği) devesine ve onun su içme-sırasına DİKKAT EDİN." (Şems Suresi, 13)


Sonuç Olarak;

Günlük hayatın koşuşturması içinde öylesine yoğunuz ve meşgulüz ki, dikkatimizi Allah'a

vermiyoruz. Oysa asıl dikkat edilmesi gereken Allah’tır. “Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu” buyurur Allah. Dolayısıyla Allah'ı her an aklımızda tutmak, ölüme ve sonsuz yaşama

hazırlanmak en akıllıca davranıştır. Kayıtsızlık, umursamazlık, pasiflik ve boş vermişlik inkarcıların

yaşadığı ruh halidir. İnanan insan, hem kendisi dikkatli, coşkulu ve ataktır, hem de mümin

kardeşlerini bu yönde teşvik eder.

Yaptığımız işe dalıp gitmeyelim. Gördüğümüz karelere dikkat edelim; onlar bizim için yaratılıyor

çünkü. Ne kadar çok şey görürsek, o kadar imtihanımız; ne kadar imtihanımız olursa, o kadar ecir

fırsatımız olur. Yarattığı her şey için Allah'a şükredelim; O'nu hamd ile yüceltelim. Umulur ki

Rabb'imizin, kalplerine imanı yazdığı ve razı olduğu kullarından, gerçek kurtuluşa ulaşan

fırkasından oluruz...

... Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile

desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak

kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. DİKKAT EDİN; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 22)

Allah’ın Dini mi, Toplumun Dini mi?

Dinden uzak toplumun yaşam felsefesi ve kuralları, Kur’an ahlâkına tamamen ters olan batıl inanışlardan kaynaklanır. Kur’an'da kötü ahlak modeli olarak tarif edilen tavırlar, insanlar arasında doğal davranış şekilleri olarak kabul edilir ve toplumun büyük kesiminin tüm yaşantısına hakimdir.

Toplum, büyük kısmı atalarından miras kalmış kuralcılığın hakim olduğu bir yaşam tarzını benimser. Bu yaşam tarzının kurallarını ise, "... Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine uymuş kimseleriz." (Zuhruf Suresi, 23) diyen inkarcı toplumlar gibi korur.

Günlük yaşamda bu kuralların dışına pek çıkılmaz. Konuşma, davranışlar, eş ve arkadaş seçimi gibi tüm davranışlar, önceden belirlenmiş kurallara göre yaşanır. İnsanların öncelikleri Allah'ın hoşnutluğuna göre değil, toplumun kıstaslarına göredir.

Bu kemikleşmiş kurallar, sadece içinde yaşadığımız döneme ve topluma ait değildir. Mantığı aynı olduğu içindir ki, her zaman diliminde ve gerçek dinden sapmış tüm toplumlarda benzer şekilde yaşanır. Bu kurallar, zamanın ve yaşanan bölgenin özelliklerine göre ufak değişiklikler gösterebilir; örneğin kendini beğenen kişilerin davranışları farklılıklar gösteriyor olabilir ancak temeli aynıdır.


Bu mantık, Kur’an'da bildirildiği gibi, "(Allah'ı) arkalarında unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edinmiş" (Hud Suresi, 92) olmanın bir sonucudur. Bu toplumun bireyleri, dünyaya Allah'a kulluk etmek için geldiklerinin, tek kurtuluşun O'nun hoşnutluğu olduğunun şuurunda değildirler. Bize can veren, dünyayı bizim yaşamımız için en uygun şekilde hazırlayan, bizi rızıklandıran, bizi yaşatan ve öldürecek olan Yüce Allah'tır. Bizim O'ndan başka Rabb’imiz, dostumuz yoktur ve yine O'na döndürüleceğiz.


... Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı. (Hac Suresi, 78)


Toplum kurallarının ürettiği çarpık düşünce, bakış açısı, adet ve tavırların, hak dinle karşılaştırınca ne denli büyük bir fark içerdiği açıktır. Bu fark, Allah'ın dini ile şeytani sistemin batıl dini arasındaki farktır.


Bu sistemin hiçbir tutarlı, mantıklı dayanağı yoktur. Büyük kesim Allah’a ve dine inandığını, İslam'a uymak gerektiğini söyler, sonra da kendilerince sınırlamalar getirir. Dinin hükümlerini kendi düşük akıllarınca eleştirir; bazılarını "beğenir", ancak "aşırı"ya kaçmamak gerektiğini söyleyerek bazı hükümlerin uygulanmaması gerektiğini iddia ederler. "Biz Müslümanız" derler ancak istedikleri yaşam tamamen din dışıdır. Dini konulardaki yorumları, fikir ve düşünceleri genellikle Kur’an ayetleriyle tamamen zıttır.


İnsanlardan kimi, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır-durur. Allah'ın yolundan saptırmak amacıyla "gururla salınıp-kasılarak" (bunu yapar); dünyada onun için aşağılanma vardır, kıyamet günü de yakıcı azabı ona taddıracağız. (Hac Suresi, 8-9)


Hak dini anlayıp uygulamak tam bir şuur açıklığı ve akıl gerektirir; buna sahip olanlar ise yalnızca müminlerdir. Kafirler ve müşrikler ise şuurları kapalı, kavrayamayan kimselerdir.


... Gerçekten onlar, kavramayan bir topluluk olmaları dolayısıyla, Allah onların kalplerini çevirmiştir. (Tevbe Suresi, 127)


Akıl ve vicdan, insanı din ahlakını yaşamaya yöneltir; gerçek şan, şeref ve sonsuz mutluluk hak dindedir. Bunu yaşayabilenler ise kopması olmayan, sapasağlam bir kulba yapışmışlardır.


Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)

Allah Yolunda Mücadelede Pasif Kalmak

Uzun yıllardır İslam dünyasında yaşanan parçalanmışlığın ve Müslümanların dünyanın çeşitli bölgelerinde gördükleri şiddetin ve zulmün birçok nedeni vardır. Bazı Müslümanların namaz kılmayı, oruç tutup hacca gitmeyi yeterli görmeleri, rahatlarına düşkün olmalarından dolayı özveri isteyen faaliyetlerden uzak durmaları ve diğer Müslümanların sorunları ile ilgilenmemeleri, bu nedenlerin önemli olanlarından birkaçıdır.

Toplumda, Kur’an’da bildirilenden tamamen farklı, sıradan ve şevksiz bir Müslüman modelinin benimsendiği görülür. İmanî açıdan zayıf, kendini beğenen, din ahlâkının yaygınlaştırılması konusunda kayıtsız olan bu yapıdaki kişi, dünya hayatının para kazanmak, mal- mülk edinmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak, çocuklarını büyütmek üzerine kurulu olduğunu zanneder. Kuşkusuz bunlar din ahlâkına aykırı davranışlar değildir. Ancak söz ettiğimiz kişinin hatası; Rabb’ine olan sorumluluklarını unutarak, dünya hayatının yalnızca bu dünyevi şeyler üzerine kurulu olduğu yanılgısıyla, din ahlakını tebliğden ve Allah’ın verdiklerini Allah yolunda kullanmaktan kaçınmasıdır.

Bu kimselerin en büyük amaçları para kazanmak, çocuklarına iş kurmak, geleceklerini garantiye almak, onları evlendirmektir. Namaz kılar, kurban keser, belirli ibadetleri yapar, vakit buldukça umreye giderler. Kur’an ahlakının yaşanması, anlatılması ve yaygınlaştırılması amacıyla yapılan her türlü girişimde hep geride kalan bu insanlar, yaşananları uzaktan izlemekle yetinirler. Yaşamlarında ve iman anlayışlarında canlı, akılcı ve aktif bir yaklaşımları yoktur.

Oysa Kur’an ahlakını anlatmak, iyiliği emredip kötülükten menetmek müminler için en önemli sorumluluklardan biridir. Ancak söz ettiğimiz insanlar bu konuda hiçbir çaba içinde olmaz, riske girmezler. Bu kişiler kendileri riske girmedikleri gibi, Allah yolunda mücadele içinde olan, yalnızca Allah için yaşayan Müslümanları saflıkla nitelendirir, eleştirir, onlara dönem dönem atılan iftiralara da hemen inanırlar.

“Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse…(Hucurat Suresi, 6) ayetinde bildirildiği gibi Kur’an’a uygun yaşamayan bir fasık “haber getirdiğinde”, örneğin medyada bir Müslüman’la ilgili bir haber duyduğunda/okuduğunda bu kişi hemen inanır. Oysa yukarıdaki ayetin devamında Yüce Allah, “…onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (Hucurat Suresi, 6) buyurur. Sıcak evinde hiçbir çabanın içinde olmamış bu kişi, Allah rızası için yaşayan, varını yoğunu Allah yolunda harcamış, yaşamın sosyal yönlerinden çekilmiş, her türlü tehlikenin içine girmiş, dolayısıyla her türlü iftiraya, baskıya, zulme maruz kalmış samimi mümini muhatap alan iftiralara kolayca kanar.

Oysa Müslümanlar birbirlerine hüsn-ü zan etmelidirler. Ayette çok açık emredildiği halde, bu kimse Müslüman kardeşi hakkında araştırma yapmadığı gibi, hüsn-ü zan da etmez.

Hatta “Şüphesiz içinizden ağır davrananlar vardır. Şayet, size bir musibet isabet edecek olsa: "Doğrusu Allah, bana nimet verdi, çünkü onlarla birlikte olmadım" der. (Nisa Suresi, 72) ayetindeki ifadeyle “onlarla birlikte” olmadığı için sevinir. “Allah korudu bizi, şayet onlarla birlikte olsaydık bizim de başımıza musibetler gelecekti; hakaret görecek, hapse atılacaktık” der. İslam’ın yararına bir başarı gerçekleştiğinde ise şöyle söyler: “Eğer size Allah'tan bir fazl (zafer) isabet ederse, o zaman da, sanki onunla aranızda hiçbir yakınlık yokmuş gibi kuşkusuz şöyle der: Keşke onlarla birlikte olsaydım, böylece ben de büyük 'kurtuluş ve mutluluğa’ erseydim." (Nisa Suresi, 73)

Müslüman Kadınların Sorumlulukları

"Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl Suresi, 97)

Kur’an’da kadın ve erkek için iki ayrı mümin modeline rastlanmaz. Mümin kadının yaşamındaki öncelikli hedefi Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak olmalıdır. ‘Boş’ işlerle zamanını geçirmemeli, salih amellerde bulunmalı ve rahmani bir yarış olan hayırda yarışmalıdır.

Samimi Müslüman kadınlar da, erkekler gibi Kur’an ahlâkını yaygınlaştırmak için, Allah’ın emrettiği fikir mücadelesinin içinde olmalıdırlar. Allah’ın emri olan fitne kalmayıncaya kadar mücadele, erkek ya da kadın tüm müminlerin sorumluluğudur. Bu nedenle yaşanan dönem, Müslüman kadın için de yalnızca günlük işlerle uğraşan ev kızı olma zamanı değildir. Kadınlar için örnek olan sahabe hanımlar evlerinde boş oturmayı seçmemişlerdi. O kutlu kadınlar, Müslümanlar arasında yiğitçe mücadele vermişlerdi. Tebliğ faaliyetleri, sohbetler yapmışlardı. Günümüzde de Müslüman kadının görevi de yalnızca eş ve annelikle sınırlanamaz. Müslüman kadın dini anlatmada pasif durumda kalmamalı, kişilik sahibi, cesur ve atak bir tavır içerisinde olmalıdır.

Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)

Müslüman Tam Bir Teslimiyetle Teslim Olmalıdır

Müslüman, Allah’a kendisini tam anlamıyla teslim eden insandır. Tüm kutlu peygamber ve elçiler, onlarla birlikte hareket eden müminler, yaşamları süresince Allah yolunda hizmet, gayret ve mücadele içinde olmuşlardı. Peygamberimizle birlikte hicret eden müminler arasında çok fazla sayıda genç vardı. O yaşta, ailelerini de bırakarak tehlikeleri göze alan ve Rabb’lerine teslim olan bu gençler, sonsuz ahiret saadetini kazanmışlardır. Kendilerini tehlikeye atmadıkları için kimilerince ‘uyanık’ olarak görülen ve evlerinde oturmayı tercih edenlerin ise şu an o topraklarda hiçbir izleri yoktur.

İnsanın hedefi; her şeyin üzerinde Allah’ın rahmetidir, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktır. Bazı insanlar yalnızca okuluna, işine gider, paranın, malın, evlenmenin peşinde olur, riskten çekinir. Allah yolunda çaba içinde olan, kendini feda eden, gayret eden müminlerin zayıf akıllı olduğunu düşünüp kendini uyanık ve akıllı görmek, Kur’an’ın mantığına terstir.

Dünya hayatı çok kısadır. İnsan imtihan mekânı olan dünyaya yalnızca doğup, büyüyüp, çoğalıp, ölmek için gelmemiştir; bunlar hayvanların da özellikleridir. İnsanın asıl amacı bunlar değildir. İnsan doğar, Allah’a kul olur, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma çabasıyla yaşar, Kur’an ahlakını yaşamaya çalışır, Allah rızası için kendini feda eder ve cenneti hedefler. Risk almadığı için kendisini uyanık zannetmesi, aksine, kişinin uyanık olmadığını gösterir. Uyanık olan, Allah’a tam teslim olan insandır.

Hiç yorum yok: