27 Mayıs 2013 Pazartesi

Din mi, laiklik mi elden gidiyor?Dindarlık ve modernleşme-Taha Akyol

Din mi, laiklik mi elden gidiyor

Türkiye dindarlaşıyor, laiklik tehlikede mi?... Bunun tam tersine, dindarların dünya nimetlerine kapıldığını, dinin özünden uzaklaştığını söyleyenler de az değil.

Bir kesim “Bütün okullar imam hatipleşecek” diye laiklik kaygısı yaşarken, 1141 imam hatip ortaokulundan 73’üne kayıt yaptıran olmadı, bunlar kapatıldı.

Seçimlik derslerde de en çok matematik ve yabancı dil tercih edildi.Laiklerin korktuğu, dindarların umduğu bir sonuç ortaya çıkmadı denilebilir.

Prof. Esmer’in “Değerler Araştırması” ve Prof. Hakan Yılmaz’ın “Türkiye’de Muhafazakârlık” araştırması da Türkiye’nin dindar bir toplum olduğunu ama dindarlık algısında değişmeler yaşandığını gösterdi. Özetle, “Kendisini ‘dindar’ olarak tanımlayanların oranı son 22 yılda 10 puan arttı” fakat bu, “Kişi kendi kaderini özgürce kendisi çizer” diye düşünen bir dindarlıktır. Ortaçağ tipi bir dindarlık değil.


Modernleşme ve dindarlık

Modernleşmenin şehirleşme aşamasında, toplumda büyük altüst oluşlar yaşanır. Hayata anlam verecek manevi ve kimliksel değerler ve bunlar etrafında dayanışma ihtiyacı artar. Din, inanç, cami, cemevi daha işlevsel hale gelir.

Batı’da da böyle oldu. Din sosyoloğu Steve Bruce’un yandaki grafiğinde mavi çizgiler İskoçya’da nüfusu 20 binden büyük şehirlerdeki nüfus artışını, kırmızı çizgiler kiliseye muntazam devam edenlerin oranını gösteriyor. Kırsaldan gelen nüfus, şehirlerde adım başına kilise açmış, kiliseye gitmiştir. Uzunca bir süre sonra iniş ya da başka türlü bir “normalleşme” başlamıştır: 

Yine Bruce’un tespitlerine göre, pazar günleri kilise okullarına giden öğrenci sayısı 1900 yılında yüzde 55’ti, yüzyıl sonra, 2000 yılında yüzde 4’e inmiştir. (Steve Bruce, Religion and Modernization, Oxford 2001)

‘Dindarlığın altın çağı’

Bruce, haklı olarak 19. yüzyıldaki bu süreç için “dindarlığın altın çağı” diyor. 19. yüzyıldaki 
“Katolik Rönesansı”nın temelindeki sosyolojik zemin de budur. Henryk Sienkiewicz’in Quo Vadis romanı, Kardinal Wizeman’ın Fabilo... ve Lew Wallace’ın Ben Hur adlı romanları bu dönemin edebi simgeleridir. Milyonlarca baskı yapmıştır.Bizde de aynı edebi niteliğe sahip olmasa da Huzur Sokağı ve Minyeli Abdullah gibi romanları düşünebiliriz.Sosyolojik bir olgudur: Yükselen dindarlık, ortaçağa dönüş değildir. Bu dindarlığın içeriğinde saygı duyulması gereken dini aidiyet duygusunun sıcaklığı ve hayatın anlam kazanması vardır. Bu dindarlığın içeriğinde aynı zamanda okuldan alınan seküler (dünyevi) bilgilerle iş hayatının kazandırdığı dikkatler ve öncelikler de vardır; çocuğum hayatta başarılı olsun diye matematiğe, yabancı dile öncelik vermek gibi...Bu dindar insanla, tarlasında tevekkülle yağmur bekleyen dindar insan aynı değildir.İrtica korkusuna kapılanlar bu sosyolojik dinamiği görmemişti, yeni görüyorlar. Artık türban paranoyası pek kalmadı mesela.

Elden gitmiyor

Dindar kitleler de modern eğitimin ve Batılı liberal demokrasinin işlevini bu sosyoljik süreçte tecrübelerle gördüler. Artık Seyyid Kutup ve Mevdudi referanslı “İslam devleti” kitapları çok geçmişte kaldı. Hayat tarzları arasında karşılıklı hoşgörü artıyor.Muhafazakârların da siyasi referansları fıkıh değil, insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi seküler değerlerdir. Temel kanunlarımızın Avrupa hukukuna sistematik olarak en çok uyarlandığı dönem, 1926’daki hukuk devriminden sonra, AKP dönemidir!Fıkıhla ekonominin gelişmeyeceği gibi gerçekler iktidar pratiğinde daha iyi görüldü.Telaşa gerek yok, bir şey elden gitmiyor.Amerika ve Polonya gibi dindar ve modern toplumlar mevcuttur. Uzun vade itibarıyla Türkiye de o yönde gözüküyor, Avrupa gibi “fazla seküler” olması ihtimali de yok değildir!Sekülerliğin fazlası da başka sorunlar çıkarıyor, ayrı bir mesele.

Dindarlık ve modernleşme

ELEŞTİRİLER aldım, şöyle özetleyebilirim: Reform yaşamış Hıristiyanlık’la, reform yaşamamış İslam aynı sosyolojik dinamiklerle analiz edilebilir mi?Laikliğin hâlâ tehlikede olduğundan bahsedenler de vardı, “Anadolu’da, varoşlarda neler oluyor, bir bilseniz” diye endişe belirtenler de...

Bu eleştirileri doğru bulmuyorum ama ciddiye alıyorum. Madem toplumun bir kesiminde böyle endişeler var, sosyolojik gerçeği araştırmak, tartışmak gerekir.

Hıristiyanlık’ta reform

Luther’in 16. yüzyıldaki Protestan reformunun yumuşak bir Hıristiyanlık yarattığı sanısı ve İslam’da da birilerinin çıkıp bunu yapması beklentisi zaman zaman dile getirilir. 

Luther’in Protestan reformunun özü, Papa-Kilise otoritesinin reddi ve “doğrudan doğruya İncil’e” başvurulması inancıdır. Papa otoritesinin reddi uzun vadede kilise-devlet ayrımını (laiklik) kolaylaştırdı fakat doğrudan İncil metinlerini yorumsuz uygulamak, müthiş bir “fundamentalizm”e yol açtı.

Nitekim Protestanlığın ikinci nesil ruhani lideri olan John Calvin, uzun bir liste oluşturan “Kutsal Yönergeler”inde, İncil’de bulunmayan kadın ve erkek kıyafetlerini, taverna ve tiyatroya gitmeyi bile büyük günah ilan ederek hâkim olduğu kentlerde bunları sıkı bir şekilde yasakladı. Bugün de Protestan Evanjelikler, bütün Katolik cemaatlerden daha politize ve daha aktivisttir.

Protestanlığı ‘sulandırılmış Hıristiyanlık’ sanmak yanlıştır.

Modernleşme sürecinde 

Calvinistlerin modernleşme tarihindeki büyük rolü, çalışarak kazanmayı, ticareti ve eğitimi tam bir imanla kutsamış olmalarıdır. Sıkı din kurallarına uymanın kazandırdığı disiplin ruhuyla “kendilerinin” okullarını, şirketlerini kurdular. Protestan tarikatlarındaki bu disipline ve “kutsal esin”e sahip olmayan geleneksel Katoliklerden daha başarılı oldular. Sosyolog Max Weber bunu rakamlarla anlatır.

Böylece bir laboratuvar deneyi gibi görüldü ki, dindarlığın disiplin ve motivasyonuyla eğitime ve ekonomiye yönelmek ekonomik rasyonalizmi ve modernleşmeyi geliştiriyor!

Avrupa tarihinde Protestan tarikatlarıyla piyasa ilişkilerini inceleyen Weber sosyolojisinin özü budur.

İslam’da reform?

İslam’da Papalık ve Katolik kilisesi gibi merkezi ruhani otorite yoktur ki, böyle bir otoriteye karşı öyle bir “reform” söz konusu olsun. Hilafet ruhani değil, siyasi ve tarihi bir kurumdu. Nitekim, Papa’nın tam aksine, halifeler hiçbir zaman dini konularda karar vermemiş, din bilginlerinden fetva almak zorunda kalmışlardı.

Bu sebepten, modernleşme süreci ile Müslüman dindarlığı arasındaki ilişkileri analiz etmek için “reform” kavramı doğru bir araç değildir. Doğru analiz aracı, yaşamakta olduğumuz değişim dinamiklerine bakmaktır: Bunlar eğitim, şehirleşme, piyasa ekonomisi, demokrasi gibi modernleşme dinamikleri...

İlk defa Türkiye’de

Müslümanların kabile, mahalle, kasaba, feodal birim, bürokratik şehir mekânlarında köylü, esnaf ya da memur olarak yaşadıkları “kapalı tarım toplumu” çağları Türkiye için çok geride kaldı. Bütün İslam tarihinde dindarlar ilk defa Türkiye’de eğitim, girişim, piyasa, demokrasi gibi modernleşme dinamiklerinin içinde yaşıyorlar.

Köylü bir dindarla, dindar bir girişimcinin ve profesyonelin itikat ve ibadeti aynı olabilir ama davranış ve zihniyeti aynı olamaz.

İşte büyük değişim budur. Batı’nın modernleşme tarihindeki verilere dayalı olan Weber sosyolojisi, bu açıdan, Türkiye’deki dindarlık algısının değişimini anlamada bize bir perspektif verebilir; özgül şartlarımızın yanında...

Bu açıdan, Türkiye’deki dindarlık ortaçağ dindarlığı değildir, ekonomik rasyonalizme, girişimciliğe, profesyonelliğe, dünya işlerinde sekülerleşmeye açık bir dindarlıktır. Sosyolojik bulgular da bunu doğruluyor zaten. 

Özetle, bir şey elden gitmiyor, Türkiye “çoklu modernleşme” sürecini yaşıyor.

Hiç yorum yok: