15 Nisan 2013 Pazartesi

“Yakınlarınızı Ateşten Koruyun”-İnsanın Fıtratı - Fuat Türker


“Yakınlarınızı Ateşten Koruyun”

“Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır...” (Tahrim Suresi, 6) buyurur Allah. En yakınımız olan çocuklarımızın, özellikle okul öncesi döneminde her açıdan gelişimi ve sağlıklı dini eğitimi konularında sorumluyuz. Çocuklar üzerinde en önemli etken olan ve taklit ettikleri anne babanın davranışları, çocuğa doğrudan yansır. Anne babanın, dini yaşantısına göre çocuğa olumlu ya da olumsuz olarak katkıda bulunduğu açıktır. İmani yönden çocuğun uyanışı ailenin yönlendirmesine, verdiği bilgilere ve iyi örnek olmasına bağlıdır. Çocuk kendisine gösterilen ilgi ölçüsünde -Allah'ın dilemesiyle-dine karşı ilgili ya da ilgisiz olacaktır.

Anne babalar çocuklarının nasıl bir eğitim alacağı, hangi okula gideceği, yazın hangi sosyal faaliyette bulunacağı gibi konularda kararları kendileri alırlar. Ancak bazı aileler bu kararları alırken, dini eğitimi genellikle görmezden gelirler. Mazeret ise neye inanacağını çocuğun ileride kendi kararıyla almasının daha uygun olacağı gibi ilginç bir mantık ürünüdür. Bu aileler, çocuğun dini öğrenmesinin, onu dünya hayatında yanlış yönlendireceği gibi dayanaksız bir endişe duyarlar.

Modern birer anne baba olma adına çocukları inanç konusunda bilgilendirmemek büyük yanılgıdır. Her insan din fıtratı üzerine doğar ve bilgiye 'aç' olan çocuk öğrenme isteği içinde sürekli etrafını araştırır. Din konusunda kafasındaki soru işaretlerinin cevaplarını kendi kendine bulamaz. Sorularının cevabını, Allah'ı ve dini çocuğa anlatmak gereklidir.

Dini tam olarak yaşamayan birçok aile çocuklarına Allah'ı -haşa- “Allah Baba” olarak tanıtır. Onlara göre Allah her şeyi yaratmış, sonra bir köşeye çekilmiştir. (Rabb'imi tenzih eder, yüceltirim) Adeta Hristiyanlıktaki teslis (üçleme) inancına benzer bu ifade Kur'an ve İslam dışıdır ve uygun olmayan bir üsluptur. Çocuk bu şekilde yanlış olarak yönlendirilmiş olur.

Ülkemizde ailelerdeki en yaygın dini eğitimlerden biri geleneksel tarzda verilen eğitimdir. Bu eğitimi uygulayan aileler dini az ya da çok yaşarlar ancak çocuklarına bilinçli bir eğitim veremezler. Çocuklara ilk dini bilgileri verenler genellikle aile büyükleridir. Çocuklara Allah'ı, peygamberimizi (sav), Kur'an'ı tanıtmadan yalnızca duaları Arapça olarak ezberletir, yaptıkları her hatayı “günah” olarak nitelendirir ve sık sık cehennemi hatırlatırlar. Çocukları Allah ile korkutur, “Allah seni taş eder”, “Allah seni cehennemde yakar” gibi tehditlerle ıslah etmeye çalışırlar. Çocuklar bu yüzden Allah sevgisinin ne olduğunu bilmeden hatta Allah'ı tanıyamadan büyük bir korku duyarlar. Bu hatalar nedeniyle çocuk, ileride inancını yitiren ya da ibadetlerini yapmayan bir insan haline gelebilir.
Önce Allah Sevgisi
Çocuk öncelikle Allah'ı sevmelidir. Ona çevresinde gördüğü her canlıyı, rengarenk çiçekleri, hayvanları, bitkileri, çamurlu topraktan mükemmel tat ve kokuya sahip bir şekilde çıkan üzümleri, çilekleri, elmaları, portakalları, narları Allah’ın yarattığı, hastalandığı zaman ona şifa verenin Allah olduğu, Allah’ın onu çok sevdiği, dualarını işittiği, tek dostu ve yardımcısının Allah olduğu öğretilmelidir.

Çocuk kendisini Allah’ın yarattığını, bütün evrenin yaratıcısının Allah olduğunu, O’ndan başka kimsenin hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini, bütün gücün Allah’tan olduğunu bilmelidir. Allah'ın her şeyi gördüğü, bildiği, duyduğu, tüm insanlara karşı çok merhametli ve çok adaletli olduğu, sahip olduğu her şey için O’na şükretmesi gerektiği öğretilmelidir.

Allah Korkusu Nasıl Anlatılmalı?
Bunun için anne baba çocuğa, kendilerini üzmekten, gücendirmekten çekindiği gibi, Allah'ın sevgisinin yok olmasından da buna benzer ama çok daha fazla çekinmesi gerektiğini anlatabilir. Allah korkusunun böyle bir korku olduğu ve bu korkunun insan davranışlarını güzelleştirdiği hatırlatılabilir. Çünkü insan Allah’tan korktuğunda O’nun buyruklarına çok titiz olur, en çok O’nu sever ve en çok O’na saygı duyar.

Allah'ı seven insan, Allah’a karşı saygıda kusur etmekten korkar. Kendisinden uzaklaşmasını istemez; Allah’tan uzak kalmak büyük bir ızdıraptır. Allah’ın ona karşı olan sevgisini yitirdiğini bilmek çok büyük bir acıdır. Allah korkusunun kökeninin bunlar olduğu ve bu yüzden Allah'ın beğendiği davranışlar sergilemesi gerektiği çocuğa anlatılabilir.

İnançlı yetiştirilen çocuk, yaşı ne kadar küçük olursa olsun, olgun bir akla ve ahlaka sahip olacak, karşılaştığı olaylar -özellikle ölüm-nedeniyle duygusal açıdan çöküntüye uğramayacaktır. Hoşuna gitmeyen bir şeyle karşılaştığında ağlamayacak, yakınmayacak, olayların hep Allah’ın kontrolünde olduğunu bilecek, tevekkül edecek, güzel tavır gösterecektir. "Çocuklarda Davranış Bozuklukları" adlı kitabında Profesör Sefa Saygılı şunları söyler: "Dindar olan ailelerin, Allah inancı ve sevgisiyle yetişen çocuklarında ölümün yol açtığı mahzurlar görülmemektedir... Herhangi bir ölüm halinde, ahiret inancı çocuğu teskin eder. Bu yüzden İslâm terbiyesi ile yetiştirilen çocuklarda ruhî bozukluklara az rastlanır. Depremden korkan, daha doğrusu "en güçlü" babasının kaçışına mâna veremeyen çocuk, Yüce Allah'ın iradesi olmadan yaprağın bile kımıldayamayacağını bilseydi, hadiseyi zihninin derinliklerinde iz bırakmadan, zararsız geçirebilirdi."

Unutmayalım; dinimiz bir çocuğun dahi anlayacağı kadar açık ve kolaydır. Dinimizin özü güzel ahlaktır. Bu nedenle çocuklarımıza Allah'ı tanıtalım, Kur'an okuyalım, ayetleri açıklayalım, Peygamberimiz (sav)'in güzel ahlakını anlatalım...

İnsanın Fıtratı

Bir okurun, önceki yazımda geçen "her insan din fıtratı üzerine doğar" cümlesinden hareketle yaptığı yorum nedeniyle, konuyu biraz daha açıklığa kavuşturma gereği duydum.

Sayın okurdan gelen sorular şu yöndeydi:

"Her insan din fıtratı üzerine mi doğar?"

"Fıtrat" ile "Hilkat" kavramları birinden farklı değil midir?..

Öncelikle "fıtrat" ve "hilkat" kelimelerinin anlamlarına bakalım. Fıtrat kelimesi yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mizaç anlamlarına gelir. Bir şeyi başlangıcında yarmak, kazmak anlamına gelen ve
“fatr” kökünden türeyen fıtrat kelimesi, ayrıca “ilk yaratılış” anlamında. Mutlak yokluğun yarılarak, içinden varlığın çıkması yani bu yarılma sonucu ortaya çıkan ilk varlık hali.

İbn Manzur fıtratı, "Allah Teâlâ'nın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal, bir
kabiliyet üzere yaratması" (İbn Manzur, Lisânü'l-Arab, Beyrut, (t.y.), V, 55) olarak tanımlar.

İbn-i Arabi “fıtrat” sözcüğüne "bir şey üzerine yaratılmak" anlamı verir.

Bediüzzaman da Sözler'de konuyu, "Sani-i Hakîm her şey için o şeye münasip bir kemâl (mükemmellik) noktası ve feyz alabileceği ona lâyık bir varlık derecesi tayin etmiştir. Her varlığa kendisi için takdir edilen kemâl noktasına çalışıp gitmesi için de bir istidat (potansiyel kabiliyetler, eğilimler) vermiş ve varlıkları o kemâl noktalarına doğru sevk etmektedir." ifadesiyle açıklar. (30. Söz, Zerre Bahsi 3. Nokta)

Kur'an ve hadislerde, insanın, din ve esaslarını anlamaya ve kabul etmeye uygun fıtratta yaratıldığı çeşitli şekillerde ifade edilir. Henüz kainat oluşmadan, hiç bir insan dünyaya sunulmadan önce ruhlar aleminde, bütün insanların ruhu Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusunu, “Evet, Sen bizim Rabb'imizsin” diyerek cevaplar, söz verirler. İnsanlar, bu şuurla dünyaya gelirler.

Hilkat kelimesi ise doğuştan gelen özellik ve yaratılış anlamlarına gelir. Hilkat ve fıtrat anlamları birbirine yakın kelimeler. Ancak hilkat kelimesi fıtrat kelimesine oranla daha genel/kapsamlı. Fıtrat
daha çok insanları, hilkat ise bütün yaratılmışları içine alan genel bir kavram. Örneğin "göklerin ve
yerin fıtratı" yerine "hilkati" ifadesi daha uygundur.

Kur'an'ın, "Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler." (Rum Suresi, 30) ayetindeki "Allah'ın o fıtratı" ve "insanları bunun üzerine yaratmıştır" ifadelerinde geçen kelimelerin orijinali "fıtrat"tır. "Allah'ın yaratışı" ifadesinde ise "hilkat" kelimesi kullanılmıştır.

Ayette verilen bilgi oldukça önemlidir. Din ahlakı insanın fıtratına en uygun yaşam tarzıdır. İnsanı yaratan Allah, onun ihtiyaçlarını, nasıl yaşarsa sağlıklı, mutlu ve huzurlu olacağını en iyi bilendir.

Allah, insanı Kendisine kulluk etmek üzere yoktan var etmiş, "bir damla sudan" bir insan haline getirmiş, ona "ruhundan üflemiş", kısa ve geçici bir süre için dünyaya yollamıştır. İnsanın sorumluluğu, imtihan mekanı olan dünyada Allah'ın yaratma amacına uygun olarak, gösterdiği dosdoğru yolda yaşamak, bela ve musibetler sırasında sabır, tevekkül ve kararlılık göstermek, böylece eğitilmek ve olgunlaşmak. Allah'ı gerçek anlamda tanımak ve O'na yakın olmak amacıyla tüm yaşamını O'nun gösterdiği yola uyarak sürdüren insan, en güzel, en huzurlu, en mutlu, en lezzetli hayatı yaşar. Çünkü insan Allah'a kulluktan haz alacak şekilde yaratılmıştır ve bunu yapmakla da yaratılışına/fıtratına en uygun olanı yapıyor demektir.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan konuyla ilgili olarak, insanın zaten doğuştan yetenekler potansiyeli ile doğduğunu ama insani değerleri -en yakın rol modelleri olan- anne babadan aldığını söyler. Ve şöyle devam eder: "Çocuklar aslında boş bir kâğıt gibi. Sınırsız öğrenme kapasiteleri üzerine iyi şeyler yazılırsa iyi, kötü şeyler yazılırsa kötü sonuçlar ortaya çıkar."

Dini inanç ile bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmalar da bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Dr. Herbert Benson’ın vardığı sonuç -ki seküler bir bilim adamıdır- kendi ifadesiyle, insan bedeninin ve zihninin “Allah’a iman etmeye göre ayarlı” olduğudur.

"... Herkes kendi yaratılışına (fıtrat tarzına) göre davranır. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir." (İsra Suresi, 84) ayetiyle, insanların görünümleri gibi fıtratlarının da değişik renklerde olduğu bildirilir. İnanan insan, Allah’ın yarattığı fıtrat üzerine, kendisini geliştirmeye, olumlu özelliklerini artırmaya, olumsuz olanları Allah’ın hoşnutluğu doğrultusunda değiştirmeye ve kişiliğini Kur’an ahlakına uygun hale getirmeye çalışır.

Yardımseverlik, bağışlayıcılık, güleryüz, ince düşünce, hoşgörü, özveri, vefa, adalet, sadakat, tevekkül, ihlas, şevk, temizlik, dürüstlük, şefkat, vicdan, tevazu, kanaatkarlık, sabır… Kur'an ahlâkının bu güzel özellikleri, insan fıtratına uygun olan, yaşayan kişiye mutluluk ve huzur veren, Allah’ın beğendiği ve övdüğü davranışlar. İnsanı yaratan Allah, onun fıtratına en uygun yaşamı da Kur’an’da haber verir.

İnsan fıtratı imana yatkın ise neden Allah'tan uzak yaşar? İşte burada şeytanın varlığı ortaya çıkar. Şeytan güçlü ve kararlı olamayan kişilerin nefislerini telkin ve taktikleriyle etkiler. Nefis ise doymak bilmez, istekleri bitmez; tutkuları insanı bataklığa sürükleyecek kadar azgınlaştırır.

Nefsi insana kendi yaratılışını ve Allah'ın apaçık varlığını unutturmaya çalışır. Bu nedenle birçok insan çoğu kez Yaratıcısına karşı sorumluluğunu göremez. İnsanın, kendisini yaratan, "düzgün bir adam kılan" Allah'tan yüz çevirerek yaşaması nankörlüktür ve fıtratına ters bir yaşam ona mutsuzluk getirir.

İnsan içten isteyerek, samimi çaba göstererek Allah’ın beğendiği güzel ahlak özelliklerine sahip olabilir, nefsinin bencil tutkularından sakınarak, fıtratına uygun mutlu bir yaşama kavuşabilir.

Hiç yorum yok: