28 Şubat 2013 Perşembe

ESKİ TÜRKLERDE HUKUK-Esra YAKUT *

GİRİŞ

Bazı araştırmacılar, İslamiyet'ten önceki dönemlerde yaşayan Türkleri, göçebe kültüründen kurtulamamış, gelişmiş bir devlet teşkilatı kuramamış, savaşçı bir millet olaraktanımlamaktadırlar1. Oysa, bu dönemde Türk topluluklarının herbirinin hukuk ve teşkilatları incelenecek olursa, bu toplulukların içinde yaşadıkları tarih ve coğrafyadan, din ve dünya görüşlerinden etkilendikleri ve değişik kültürler ortaya koydukları görülmektedir2.Bunun yanında Türklerin, özellikle kamu hukuku alanında,ilişki halinde bulundukları toplulukların teşkilatlarından etkilenmiş oldukları ve bu etkilenme sonucu kurumlarını yapılandırdıkları tespitedilmektedir3.

Araştırmacıları, Türkler için göçebelikten başka bir hayat tarzı kabul
etmemek konusunda hataya götüren nedenlerden biri, çeşitli isimler altında
gördüğümüz Türk devletlerinin kültür tarihleri ve hukuki kurumları
hakkında geniş çaplı araştırmaların yapılmamış olmasıdır4. Fuad
Köprülü'nün de belirttiği gibi : "Devlet kurmak, amme müesseseleri
yaratmak demek olduğuna göre, büyük Türk İmparatorluklarının kuvvetli
teşkilat, yani sağlam hukuki müesseseler vücuda getirmiş olması pek
tabiidir"5. Şu halde diyebiliriz ki, "Türkler, İslamiyet dairesine girdikleri
zaman, eski ve kuvvetli bir hukuki kültüre maliktiler'6. Gerçekten tüm
hukuk tarihçileri, etnograflar, sosyologlar, en ilkel insan topluluklarında bile
hukukun varlığı konusunda görüş birliği içindedirler. Farklı seviyelerde
topluluklar ve devletler halinde yaşamış eski Türk topluluklarının
kendilerine özgü hukuklarının varlığı da şüphesizdir. Fakat bu hukuk sistemi
günümüzde olduğu gibi kanunlar halinde tesbit edilmemiştir. Çünkü o
, devirlerde ya da biraz daha erken zamanlarda yazılı kanunları bulunan
devletler nadirdir. Hukuk kuralları din ve ahlak kuralları ile karışık olarak
örf, adet ve teamüller halindedir. Sonraki dönemlerde Türklerin de "Yazılı
Hukuk Kuralları" mevcuttur7 Günümüze kadar varlığını sürdürebiImiş,
elimizde bulunan en eski hukuk belgeleri ve mukaveleler Uygurlara aittir.
Bunlar, yazılı kanun metinleri niteliğinde olmayıp, fertlerin kendi aralarında
yaptıkları anlaşmaları ya da bireylerin devletle olan ilişkilerini içeren yazılı
akidler biçimindedir8.

İslamiyet'ten önce kurulan Türk devletlerinin hukuk yapıları ile
ilgili bilgi edinebileceğimiz kaynaklar da çok sınırlıdır. Bu kaynakların
başında Çin kaynakları gelir. Çinliler oldukça eski devirlerden itibaren
yazmış oldukları bir çok kroniklerde, annellerde ve yine bu nitelikteki tarih
kitaplarında kendilerinin olduğu kadar komşuları olan ulusların da tarihlerini
yazmışlardır. Fakat ÇinIilerin, sürekli çatışma ve savaş halinde bulundukları
Türkler hakkında bilgi verirlerken tamamen objektif olabilecekleri
düşünülemez. Ayrıca bu kaynakların okunmasındaki güçlük de eserlerin
değerlendirilmesinde zaman zaman sorunlar yaratabilmektedir'9


Diğer bir önemli kaynak türü epigrafik ve arkeolojik kaynaklardır.
Fakat özellikle Uygurlardan önceki dönemlere ait devletlerin hukuki
yapılarını aydınlatacak nitelikte epigrafik ve arkeolojik kaynaklara rastlamak
oldukça güçtür. Bu dönem içerisinde özellikle Göktürklerden kalmış Orjinal
yazıtları kamu hukuku açısından bize çeşitli bilgiler vermektedir10.Nitekim
bu yazıtlarda dikkat çeken en önemli noktalardan biri kağanın her işini;halkı
için yapıyor olmasıdır. Kağan, halkın iktisadi refahını sağlamak, savaşlar
sonucunda halk için zaferler kazanmak vb. görevlerle yükümlü kılınmıştır.
Bu durum, Göktürk devletinde gelişmiş bir devlet-toplum ilişkisinin
varolduğunu ortaya koyan önemli bir göstergedir 11

Uygurlardan sonra bu kaynaklar da zenginleşmiştir. Özellikle Doğu
Türkistan'da yapılan kazılarda bulunan yapıtlar ve yazıtlardan başka bu:
kazılar sırasında elde edilen ya da yerli halktan toplanan kağıt ve deri
üzerine yazılmış belgeler de hukuki bakımdan büyük değer taşımaktadır12.

Sınırlı, ulusal veya coğrafi alanlarda yaşayan insanların kültür, örf
ve adetlerini tasvir eder nitelikte yazılan etnografik yapıtlardan, Türkler
hakkında yazılmış olanlar da bize kaynaklık etmektedir. Bunların
incelenmesi sırasında özellikle retrospect bir metotla (geriye doğru bakma)
İslamiyet'ten önceki Türklerin örf-adet ve hukukları hakkında sonuçlar
çıkartmak mümkündür13. Örneğin Kırgız-Kazaklar'ın Müslüman.
olmalarına rağmen evladlık kurumuna yer vermiş olmaları, bu topluluğun
eskiden beri evlad edinmeyi bildiklerini bize göstermektedir14.

Türklerin eski kültür ve uygarlıklarını, bu arada hukuklarını
öğrenmek için başvurulan kaynaklardan biri de Türk dilidir. Bu konuda
yapılan araştırmalarla, dilimizde yaşayan ve yaşamış olan, hukuksal kavramı
ifade eden sözcüklerin ne zaman ortaya çıktıklarını öğrenebileceğimiz gibi, o
dönemde yaşamış olan Türklerin ne gibi kurumları olduğuna dair de çeşitli
bilgiler edinebiliriz. Ayrıca Türklerle ilişkileri olan ve onlardan sözcük almış
ulusların dilleri de incelenerek, söz etmiş oldukları Türk boylarında ne gibi
hukuksal kavramların ya da örgüt sözcüklerinin var olduğu da görülebilir15.

M.Ö. 220'den önce yaşamış olan Türk devletleri hakkındaki
bilgilerimiz oldukça azdır. Bu konuyla ilgili sadece Çin kaynaklarında bazı
bilgilere rastlanmaktadır. Fakat bu kısa bilgilerle devletlerin hukukIarını
incelemek mümkün olmamaktadır. Bu nedenle biz araştırmamızda, M.Ö.
220 yılından İslamiyet'in kabulüne kadar kurulan büyük Türk devletlerinden
olan, Hun devleti (M.Ö. 220-M. S. 216)'nin, Göktürk devleti (M.S. 552-745)'
nin ve Uygur devleti (M.S-745-940)'nin hukuk sistemlerini incelemeye
çalışacağız.

1-HUN DEVLETİ VE HUKUK SİSTEMİ

Orta Asya'da yaşamış devletlerin en eskisi Çinliler tarafından
"Hi'ung-nu" adıyla adlandırılan Hunlardır. Hunlar, Çinliler tarafından M.Ö.
XIII. yüzyıldan beri bilinmektedir. Hatta Çinliler, Hunların tehlikeli
istilalarından korunmak amacı ile M.Ö. III. yüzyılda Çin seddini inşa etmek
zorunda kalmışlardır16.

Hunların, Türk olup olmadıkları konusu özellikle XıX. yüzyılda
büyük bir tartışmaya neden olmuştur. Son zamanlarda yapılan araştırmalar
Hunların, Türklerle aynı olduğu konusunda destekleyici ve çürütücünitelikte
buluntuları ortaya çıkarmıştır. Hunlar, ister Türklerin doğrudan doğruya
ataları olarak kabul edilsin, isterse Türkler Hunların bir kolu biçiminde
görülsün yine de İslamiyet öncesinde kurulan Türk devletlerinin hukuk
sistemleri incelenirken Hun devleti ile başlamak büyük bir önem
taşımaktadı17 .

Hun devletinin hukuki kurum ve teşkilatı hakkında Çin tarihlerinden
bilgi edinmek mümkündür. Bu tarihler, Çin hükümdarının saraylarında resmi
memurlar olarak çalışan vak'anüvislerin ya da diğer özel tarihçilerin
kaydettikleri bilgilerden oluşmuştur18.

A· KAMU HUKUKU

Türk kamu hukukunda hükümranlığı temsil hakkı tek bir şahısta
toplanmıştır. Eski Türklerde ve Hunlarda durum aynıdır. Hunlarda idareyi
ellerinde bulunduran hükümdarlar çeşitli ünvanlar ile anılmışlardır. Bu
ünvanıardan bir kısmı Çinliler tarafından verilen "Şan-Yu", "Tan-Hu" gibi
ünvanlardır19. Türkler, ayrıca "Kağan", "Yabgu", "Kan" ünvanıarını da
kullanmışlardır. Yeryüzünün hükümdarı sayılan Türk kağanları, "Tanrının
Yarlığı" ile dünyanın bütün ülkelerini idare etmişlerdir. Böyle bir devlet ve
hükümdar anlayışı hukuk tarihi açısından büyük bir önem taşımıştır. Ayrıca
Türklere göre kendi kağanları, Gök'ün yerde, kendisi adına tayin ettiği bir
temsilcidir. Bu düşüncede Çin devletinin etkisinin olduğu açıktır. Çinliler,
Çin İmparatoruna "Tien-tse", yani "Gök'ün-oğlu" demişlerdir20.

Eski Türklerde, kağanın görevleri arasında sayılan unsurların
başında, kağanın iyi kanunlar yaparak, bu kanunları adaletle uygulaması ve
halkı koruması gelmiştir. Çünkü bir devletin kanun ile ayakta durabileceğine
inanılmıştı21.

Kağan olacak kişinin hanedan üyelerinden en bilgilisi olması
zorunludur. Yeni kağanın ilanı ortaklaşa bir törenle gerçekleşmiştir. Seçkin
kabileIerin reisIeri vezirlerle toplanarak, yeni kağanı bir keçenin üzerine
oturtmuş ve sevinç çığlıkları içerisinde onu havaya kaldırmışlardır. Daha
sonra ata binerek boğazına ipek bir kumaş bağlamışlar ve kaç yıl kağan
olmak istediğini sorarak ona göre bu kumaşa hızlı hızlı düğümler atmışlardır.
Fakat bu seromonik uygulama hiçbir zaman kağanın iktidar ömrünün
tayiniyle ilişkili olmamıştır22.

Bütün Hun ülkesi sağ ve sol olmak üzere iki büyük kısma
ayrılmıştır. Rütbe açısından sol kolun başında bulunan hidiv daha yüksektir.
Bu hidivler idareleri altında bulundukları bölgede yarı bağımsız haldedirler.
Hun devletinde görülen bu ikili teşkilat daha sonraki zamanlarda özellikle
Oğuz Türklerinde aynen görülmüştür. Sağ ve sol kollarda kendi içlerinde
altışar bölüme ayrılmıştır23. Bunlardan her birini idare eden yöneticiler için
birer divanhane oluşturulmuştur. Bu yöneticiler görevlerine göre çeşidi
ünvanlar almışlardır. Tanrı-Kut'tan yani, kağandan sonra en yüksek ünvan
Toki (Çince; Hien) ünvanıdır. Sürekli olarak kağanın en üstün oğluna bu
ünvan verilmiştir. Her divanhanede üç görevli bulunmuştur. Bunlardan biri
şehrin hakimidir; biri divan mallarına bakar; diğeri ise sır katibidir24.

Çin kaynaklarında, Hun devlet işleri ve dini törenleriyle ilgili olarak
üç ayrı toplantıdan söz edilmiştir. Bu toplantılardan biri, daha çok dini
nitelikte olup yılın ilk ayında kağanın sarayında yapılmıştır. Toplantıda
kurban kesilmesinin yanında, devlete ait bazı önemli sorunlar
konuşulmuştu25. Diğer toplantı, ilkbaharda, beşinci ayda Lung-Ç'eng'de
olmuştur. Hunlar açısından büyük bir önem taşıyan bu toplantıda Gök'e,
Yer' e, atalara ve diğer doğa güçlerine kurbanlar sunulmuş; at yarışları, deve
güreşleri vb. gösteriler düzenlenerek hükümdarlıklar onaylanmış ya da yeni
kağan seçimleri yapılmış; gerektiğinde ise idareye geniş yönetim yetkileri
verilmiştir. Ayrıca yine bu toplantıda bütün ülke sorunları genel görüşmeler
açılarak, görüşülüp karara bağlanmıştır. Bir diğer toplantı ise sonbaharda,
hayvan mevcudunu, devletin insan ve askeri gücünü saptamak üzere Ma'-i
bölgesindeki Tailin'de yapılmıştı26.


Eski Türklerde, ayrıca bu toplantılarda alınan kararların ülke
genelinde bir düzen içinde uygulanmasını sağlamak ve gerçekleştirilen
uygulamaları izlemek üzere ayrı bir kuru la da ihtiyaç duyulmuştur. Bu,
bakanlardan oluşan bir hükümettir. Çin kaynaklarında, Hunlardan itibaren
Türk devletlerinde, idareyi ve dış ilişkileri düzenlemek gibi görevleri yerine
getiren Türk bakanlarından sık sık söz edilmişti27.

Hunlarda devlet içinde öne çıkan kurumlardan biri askeri teşkilattır.
Bir Macar bilgininin dediği gibi "at', başka bir kavmi sadece sırtında taşır.
Hun kavmi ise, at üzerinde yaşar. Onlar, atlara yapışmış gibidirler28. Diğer
milletlerde askeri kuvvet çoğunlukla, para ile tutulan kimselerden oluşurken,
Türklerde ordu devletin doğal savunma gücü sayılmıştır29.Özellikle hafif
zırhlı süvari birliklerine dayalı olarak oluşturulan orduda her on nefere bir
baş tayin edilmiştir. Savaşta her elli bin askerin büyük komutanı vardır30.
Hunlarda bütün idari görev sahipleri aynı zamanda "asker" olduklarından,
ordunun görev ciddiyeti her türlü, idari ünitelere yansımışve devlet
mekanizmasının askeri disiplin içinde çalışması sağlanmıştır. Bu durum
Türk devletinin askeri karakterini açıklayabilir 31.

Eski Türk topluluklarında, toplum içinde ferdin büyük bir önemi
vardır. İnsana insan olduğu için değer verilmiştir. M.Ö. 167 yılında Çin'e
birkaç defa gidip gelen bir Hun vezirinin Çin kaynaklarına geçen şu sözleri
bunu açıklamaktadır : "Çin'deki ahlak ile kanunlar yıpranmıştır. İdare
edenler ile edilenler birbirlerine kin ve düşmanlık dolu gözlerle bakıyorlar.
Çin'deki evler ile sarayların yapımında çalıştırılan insanların güçleri de, artık
tükenmiştir. Çin'de halk, güçlerini giyinmek ve yemek için, tarla sürmek ile
ipek böceği yetiştirıneye verirler. Ayrıca kendilerini savunmak için savunma
duvarları yapmak ve yeni kentler kurmak mecburiyetindedirler. Böylece,
Çin'deki halk, tehlike zamanlarında ne döğüş ve ne de savaş için eğitilmiş
olamazlar. Barış zamanında ise, o kadar yorgundurlar ki, kendilerinde,
mesleklerine verebilecek bir güç bulamazlar. Biz de ise savaştan dönünce
herkes kendi işinin başına ve ailesinin yanına giderdi. Askerlik eğitimi, zaten
günlük hayatın bir parçası idi32.

Çin kaynakları Hunların ceza kanunlarından da söz etmiştir. Bu
kaynaklardan elde edilen bilgilere göre Hunlarda kan gütmek adeti yoktur.
Herhangi birisini öldüren bir kimse idam edilir. Küçük suçlar araba tekerliği
altında ezilmekle, büyük suçlar ölümle cezalandırılır. Araba tekerleği altında
ezilmek sözlerini bazı sinologlar "yüzü damgalanmak" ya da "sopayla
dövülmek" diye değerlendirmişlerdir. Hırsızlık suçunda bu suçu işleyen
kimsenin ailesi de aynı derecede sorumlu tutulmuştur. Hapis cezası ancak on
gün kadardır. Göçebe bir devlet yapısına sahip bulunulduğu için hapishane
kurulamamıştır33.

Eski Türklerde ve özellikle Hunlarda uluslararası hukuka ait ilkeler
de mevcuttur. Eski Türkler herhangi bir anlaşmazlık durumunda işi barışçı
yollardan halletmeye taraftardırlar. Çünkü onlara göre, normal uluslararası
ilişki şekli barıştır. Ayrıca elçilerin dokunulmazlığı ilkesini de
benimsemişlerdir. Hunlara göre savaştan kaçmak ileölmek eş değerdedir.
Bu nedenle savaştan kaçmanın cezası da ölümdür34.

B-ÖZEL HUKUK

Hunların özel hukukIarı ile ilgili Çin kaynaklarında elde edilen
bilgiler oldukça sınırlıdır. Bu kaynaklarda genellikle özel hukukun, aile
hukuku dalı hakkında bilgilere rastlanmaktadır. Elde bulunan verilere göre,
Hunlar gelişmiş bir .baba-erkil aile yapısına sahiptirler. Baba-erkil ailenin
temeli de dışarıdan evlenmeye yani ekzogamiye dayanır35.

Hun devletinde hakanların kız aldıkları belirli boylar vardır.
Hunların sosyo-ekonomik açıdan gelişmiş boyları kız kaçırma yolu ile
evlenme yöntemine başvurmamışlardır. Çünkü kaynaklarda, Hunlann kız.
kaçırma geleneği ile evlendiklerine ait belgelere rastlanmamaktadır36.

Hunlarda özel hukuk açısından en dikkat çekici nokta levirat
kaidesidir. Bu kaideye göre, babaların ölümünden sonra oğullarının üvey
anneleri ile, büyük kardeşlerinin ölümünden sonra küçük kardeşlerin
yengeleri ile, amcaların ölümünden sonra yeğenIerin yengeleri ile
evlenmeleri hukuki bir görev olarak kabul edilmişti37. Bu adetlerin başta
gelen amaçları ailelerin bölünmemesi ve kocaları ölen kadınlar ile çocukların
sefalete düşmelerinin engellenmesidir38. Ayrıca sağ kalan eş eski soyuna
döndüğünde mevcut iş gücünün eksileceği de düşünülmüş olabilir39.

Levirat kaidesinden çıkartılan bir diğer sonuç ise, Hunlar arasında
çok kadınla evlenmenin (polygynie) hakim olduğu görüşüdür40. Nitekim,
resmi Çin tarihi kaynaklarından Şiçi'ye göre; Mete, Tuman'ın Ulu
Haturı'dan doğan oğludur. Ulu Harun, Mete'nin babası Tuman'ın ilk
hanımına verilen addır. İkincisi ise Kuma-Haturı'dur. Birinci hatundan
doğan büyük oğul, ikinciden doğan ise küçük oğuldu41.

Kuma, gerçek kadından oldukça farklıdır. Kumanın aileye katılması
bir eş gibi değil, hatunun kız kardeşi tarzında olmuştur. Kendi çocukları
kumaya anne yerine teyze diye hitap etmişlerdir. "Anne" ünvanı sadece
gerçek kadına verilebilmiştir. Kumaların çocukları babalarının servetinden
pay alamamışlardır. Ayrıca bir hükümdarın oğlu kumadan doğmuşsa
hükümdar da olamamıştır42.

Çin kaynakları Hunlarda, kağanın hatununun aynı kağan gibi
kutsallığa sahip olduğundan ve devlet yönetiminden sorumlu kişi olarak
bilindiğinden de söz etmişlerdir43.

Hunlar savaşlarda mümkün olduğu kadar çok esir almaya gayret
etmişlerdir. Çünkü bu esirler onların başlıca servetleri olmuş, sürülerin
yanında çalıştınlmıştı44.

Eski Çin kaynaklarında Türk boyları içindeki servet farklılaşması sık
sık vurgulanmıştır. Son yıllardaki arkeolojik buluntular da bu kaynakları
doğrular nitelikte sonuçlar vermiştir. M.Ö. i. yüzyılda yaşamış Hun
soylularının mezarlarından birinde 85 altın plaka ile Çin ve .İran
kumaşlarının en güzel örnekleri bulunmuştur. Zengin mezarları ile fakir
mezarları birbirlerinden çok farklıdır45.

Hunlarda miras hukuku açısından dikkatimizi çeken en önemli nokta
savaş sırasında, savaş meydanından ölen arkadaşının cesedini kurtaran
kimseye, ölünün mallarının bırakılmasıdır46.

II. GÖKTÜRK DEVLETİ VE HUKUK SİSTEMİ

Orta Asya'daki Büyük Hun devletinin yıkılışından sonra M.S. VI.
yüzyılda kurulup, VII. yüzyılın ortalarında ortadan kalkan, fakat yine aynı
yüzyılın sonlarına doğru yeniden ortaya çıkan Türk devletine, Göktürk
devleti adı verilmiştir47.

"Türk" adı Türk kaynaklarında ilk olarak Orhun yazıtlarında
geçmiştir. Orhun yazıtlarını okuyan Wilhelm Thomsen kitabelerin en son
tercümesinde, "Türk" sözünü "kudret, kuvvet" anlamında ele almıştır.
"Türk" adının önceleri bir şahıs, sonra bir aile ve nihayet bir soy ismi olduğu
anlaşılmaktadır. Bu soyun önem kazanıp, diğer soyları hakimiyeti altına
alarak "kağanın" ait oldugu soya bağlanınca, "devlet kuran, kağana tabi
olan" bir zümreyi ifade etmeye başladığı anlaşılmaktadır. Yazıtlarda "Türk"
denilince sıradan bir kavim ya da bir grup değil, "kağana itaat eden" bir
zümre veya boylar birliği kastedilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında,
"Türk" sözünün "kudret ve kuvvet" ifade ettiği gibi "kanun ve nizamı" olan
bir millet anlamına geldiği de ileri sürülebilir48.

Orhun yazıtlarında hukuka ait fazla bilgi olmamakta beraber,
Göktürk devletinin yapısı, hükümdarların durumu hakkında sonuçlar
çıkartılabilecek bazı ipuçlarına rastlanmaktadır49.

Bu yazıtların dışında, Göktürk devletinin hukukuna ait bilgi veren
kaynaklar, Çin ve Bizans kaynaklarıdır. Doğu Göktürk devleti hakkında Çin
kaynaklarının verdikleri bilgiler Liu Mao-tsai tarafından sistematik olarak
bir araya getirilmiştir. Konuyla ilgili yazılanların en mükemmeli kabul
edilen bu eser sadece vesika eksiklikleri nedeni ile eleştirilmiştir50.

A-KAMU HUKUKU

Göktürklerde devletin başındaki kişi "Kağan" ünvanıyla anılmıştır.
Bu ünvanın aslının Türkçe olmadığı, bir takım yabancı kökenlerden
türetildiği bilinmekle beraber51 süreç içerisinde Türk kültürünün bir parçası
olduğu da inkar edilemez.

Kağanların tahta geçişinde tesbit edilen asıl norm, Bilge Kağan
yazıtında geçen "Geleneğe göre amcam kağan (tahta) oturdu"52 ibaresinden
de anlaşılabileceği gibi, kağanlığın tek bir kuşağın içindeki ağabeyden
kardeşe devirle gerçekleşmesi şeklindedir. Böylece kardeşler arasındaki
siyası çatışmalar azalmış, kardeşlerin liderliği kazanmak için ve kendi
aralarında kalmasını sağlamak için birbirleriyle işbirliğine girmelerini teşvik
etmiştir. Asıl sorun otoritenin bir kuşaktan sonraki kuşağa geçişinde ortaya
çıkmış, birbirlerinin amca oğulları olan eski kağanların oğulları kağanlık için
mücadele yarışına girmişlerdir53.

Kağanlann görevi, bozkır boylarını sürekli "itmek, yaratmak,
yığmak", yani örgütlendirmektir54. Yazıtlarda geçen şu sözler bunu açıkça
ortaya koymaktadır: "Babam kağan, amcam kağan oturduğunda dört
taraftaki milleti nasıl düzene sokmuş ...Tanrı buyurduğu için kendim
oturduğumda dört taraftaki milleti düzene soktum ve tertipledim."55
Kağanların bu görevlerinin dışında yüksek rütbeli memurları atamak, halkını
refaha götürmek, ülkesini büyütmek, ordularını sevk ve idare etmek gibi
görevleri de vardı56.

Göktürklerde de kağanın gücünü gökten, Tanrı'dan aldığına
inarıılmıştır57. Orhun yazıtlarının başlangıcı bu görüşü destekler nitelikteki
sözler içermektedir : "Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu
zamanda oturdum. Sözümü tamamiyle işit"58. Yazıtlarda ayrıca kağana
itaatın yararı önemle vurgulanmıştır. Bunda amaç kağanın mevkiini
güçlendirmektir59.

Göktürk devletinde de sağ ve sol kol ayırımı mevcuttur. Bu devletin
ilk kurulduğu zamanda doğu ve batı olarak ikiye ayrılmış olması ve bu
ayırımın başka Türk devletlerinde de görülmesi birçok araştırmacıyı
Türklerde "çift krallık" kurumunun bulunup bulunmadığını araştırmaya
yöneltmiştir60. İlk bakışta çok ilginç gelen bu düşünce, Türk devlet anlayışı
ve kamu hukukları bakımlarından gerçeği ifade etmemektedir. Çünkü
Türklerde hakimiyette bir paralellik değil, mutlaka bir tarafın üstünlüğü söz
konusudur. Görsel bile olsa bu nokta kağanlık alameti olarak kendini
göstermiştir. Örneğin : Göktürklerde altın kurt başlı sancak daima doğu
kolunun hükümdarında bulunmuştur. Çin imparatoru, 581 yılında, Göktürk
devletinin batı kolunu doğudan ayırmak istediğinde aradaki Tardu'ya bir
altın kurt başlı sancak göndererek, onu Göktürklerin kağanı olarak
selamladığını bildirmiştir. O halde Türk kamu hukuku hükümranlık hakkının
paylaşılmasını tanımamaktadır. Türk devlet anlayışı oldukça merkeziyetçi
bir yapı taşımaktadır61.

Göktürk devletinde, idari işlerde çeşitli adlar ile anılan beyler
mevcuttur. Bu beyler arasında en yüksek mevkide bulunanlar
"Şadapıt'lardır. Şadapıtlar, çoğunlukla hükümdar sülalesinin
akrabalarındandırlar. "Tarkan" (veya Tarhan) beyler ise çalışkanlıkları ve
başarıları ile yükselmiş ve halk içinden çıkmış büyük devlet memurlarıdır.
Bunların memuriyetleri hayat kaydıyladır, oğullarına geçmez. Görevlerini
saptamak da oldukça güçtür. Sivil yönetimle ilgileri olabileceği gibi, aynı
zamanda askeri komutanlar olarak da görünürler. Tarkan gibi iyi
anlaşılamayan bir memuriyet ünvanı da "Buyruk" tur. Buyrukların memur
oldukları sürece bey sayılan yüksek devlet memurları oldukları
sanılmaktadır. Yazıtlarda kağanın buyruğunun bilgili ya da bilgisiz
olmasının önemi üzerinde özenle durulmuştur. Buyruğun bilgili olması
durumunda ilin yükseleceğinden, bilgisizliğinde ise batacağından söz
edilmiştir. Bu deyişe bakılarak, buyrukların kağanın yardımcıları, bir tür
bakanları olduğu düşünülebilir. Fakat buyruklar aynı zamanda komutanlık da
yapmışlardır62.

Yazıtlardan ve Çin kaynaklarından anlaşıldığına göre, Göktürklerde
çeşitli memuriyetler vardır. Bu memuriyetlerin başında "Yabgu" gelir.
"Yabgu", devlette kağandan sonra gelen en önemli kişi yani kağanın
yardımcısı ve naibidir. Ama veliaht değildir. Herhangi bir görevde bağlı
olmayan veliahta "Tegin" denilmektedir. "Şad" ünvanı ise emri altında
belirli sayıda tebaası bulunan ve kağanla aynı soydan gelen prenslere
verilmiştir63.Orhun yazıtlarında bir yerde geçen "Tudun" kavramı
Yabgulara tabi olan "Boy Beyi" anlamında kullanılmıştır64.


"Börl" Çin tarihlerinin verdiği bilgiye göre kağanın muhafızlarına
verilen bir ünvan olup, aslında kurt demektir. Bunlardan başka kahramanlık
sonucunda alınmış alp, işbara, alpagu gibi ünvanlar da vardır. Ayrıca, son
araştırınalarla Alpagu'nun kabile başkanlarına verilen bir ünvan olduğu da
ortaya çıkarılmıştır 65.

Orhun yazıtlarında "Apa-tarhan", "Çur" gibi ünvanıara da
rastlanmaktadır. Bunlar hakkında geniş bilgiye sahip olmamakla birlikte apatarhanın
başkomutan olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca Göktürklerde, yeni
uyrukluğa alınan topraklara atanan valilere "EI- tebir" adı verildiği de
bilinmektedir.66

Göktürklerde, devleti oluşturan üç ögenin varlığı bilinmektedir.
Bunlardan birincisi, hükümranlık hakkıdır. Diğer eski Türk devletlerinde
olduğu gibi Göktürklerde de bu hakkın kağana, Tanrı tarafından
bağışlandığına inanılmıştır. İkinci öge, "devlet" ve "ülke" anlamına gelen
"İl" veya "EI"dir. İl, kağanın şahsi malı gibi isteğine göre tasarruf edilebilen
bir toprak parçası değil, bizzat devlet reisinin korumakla görevli olduğu bir
"ata yadigarı"dır. Üçüncü öge ise "Bodun" adı verilen halktır. Eski Türk
topluluklarında halkın ferdi hukuk ile donatılmış ve iktisaden esir olmayan
bir hayat düzeninde bulunduğu anlaşılrnaktadır67. Bununla beraber, Orhun
yazıtlarında kullanılan "ak-bey" ve "kara bodun" gibi ifadeler her kabilenin
yönetici ve yönetilen sınıflarından oluştuğunu göstermektedir68 .

Eski Türklerin "Köni" adını verdiği adliye teşkilatı Göktürklerde
önemli gelişme göstermiştir. Bu teşkilat, hükümdarın başkanlığındaki
yüksek devlet mahkemesi "Yargı" ile kağan adına örfi hukuku uygulamakla
görevli "Yargan"lar ve bunların yanlarındaki kişilerden oluşmuştur69.

Eski Türklerde "Töre" adı verilen örfi hukukun üç kaynağı vardır.
Bunlardan birincisi, halktır. Halkın örf ve adetlerinden çıkan hukuka
"Yusun" adı verilmiştir. İkincisi, kurultay yani beylerin kararlarıdır.


Üçüncüsü ise kağandır. Yani kağanın yasama çalışmaları sonucunda
meydana gelen kurallardır70.

Göktürklerde ceza hukuku, özel intikam alanından uzaklaştırılmış,
cezalar devlet adına ve kamu yararları göz önünde tutularak verilmiş ve
uygulanmıştır. Ancak bazen cezanın, suçluya değil, suçlunun yakınlarına
uygulandığı görülmüştür. Bu şekilde ki uygulamalarda oğullar, kızlar ve
karılar, aile başkanının doğrudan doğruya velayeti altında olduklarından
onlara ceza uygulanması, aile başkanına uygulanmış gibi sayılmıştı71.

Suçlar iki kısma ayrılmıştır. Bunlardan birincisi, büyük suçlardır ve
cezası idamdır. Çin kaynaklarına göre, Göktürklerde isyan, adam öldürmek,
evli kadına tecavüz etmek, bağlı atı çalmak, ikinci defa hırsızlık yapmak
büyük suçlardan sayılır ve idam ile cezalandırılır. Cezayı vermek ve infaz
etmek hakkı devlete aittir72.

İkinci tip suçlar, hafif suçlardır ve cezası genellikle mali tazminattır.
Örneğin : Dövme ve yaralama suçlarının cezası yalnız hayvanla ödenen
tazminattan ibarettir. Hırsızlıkta ise, suçlu çaldığı eşyanın sayı ve değerde on
katını ödemek zorundadır. Bazı hafif suçlarda tazminatla beraber uzun süreli
olmayan hapis cezalarına da rastlanmıştır73. Genç bir kıza tecavüz eden
kimse derhal onunla evlenmek zorundadır. Ayrıca tecavüzü işleyen kişiler
asiler, hainler, katiller ve at hırsızları gibi ağır suçlularla aynı cezaya
çarptırılmıştır, Bir kimsenin gözünü kör eden, kızını veya karısının mallarını
o adama vermekle yükümlüdür. Bu noktada cezanın kişiselleştirilmemiş
olduğu dikkat çekmektedir.74

B-ÖZEL HUKUK

Göktürklerin özel hukukIarı hakkında bildiklerimiz Çin
kaynaklarının aktardığı bilgiler ve Orhun yazıtlarından elde edilen
ipuçlarıdır. Bu iki kaynaktan elde edilen bilgiler toplandığında şu sonuçlara
ulaşabiliriz:

Göktürklerde, "Oğuş" adı ile anılan aile, toplumun çekirdeğini
oluşturmuştur. Bu aileye ilişkin ilk kaynakları Orhun yazıtlarından
çıkarabilmekteyiz. Çünkü bu yazıtlarda evlilik sistemi ile ilgili bazı
görüşlere rastlanmaktadır : "Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi
arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine atam Bumin Kağan
oturmuş. Türk bodunu yok olmasın diye, halk olsun diye, babam İlteriş
Kağan annem İlbilge Hatun'u göğün tepesinden tutup kaldırmıştır". Bu
sözlerde evrenin yaratılışına ilişkin ipuçları görüldüğü gibi, Bilge Kağan'ın
babasının İlteriş, annesinin de İlbilge Hatun olduğu anlaşılmaktadır. Bu da,
daha sonraki destanlarda da görüldüğü gibi ailenin bir evrim ürünü
olmadığını, ana-baba ve çocuklardan ibaret bir çekirdek aile tipini temsil
ettiğini göstermektedir75.

Göktürklerde kadının toplum içinde önemli bir sosyal statüye sahip
olduğu bilinmektedir. Yazıtlardan kağanların "hatun" adı verilen eşleriyle
birlikte tahta çıktıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca kağan öldüğü zaman
çocukların velayet hakkı da annelerine geçmiştir. Kutluk Kağan'ın
ölümünden sonra oğullarının velisi anneleri Bilge Hatun olmuştu76. Bilge
Kağan'ın Orhun yazıtlarında geçen "babam kağan uçtuğunda küçük
kardeşim Kül Tigin yedi yaşında kaldı. .....Umay gibi annem hatunun
devletine, küçük kardeşim Kül Tigin er adını aldı"77 sözü konuyu açıklayıcı
niteliktedir. Yine bu devlet yönetimi içerisinde hatunlar devlet meclislerine
katılarak, söz sahibi olmuşlardır. 725 yılında Çin' den gelen elçiyi karşılayan
heyet arasında Bilge Kağan'ın karısı Po-fu Hatun'un yer alması buna güzel
bir örnektir78.

Hunlarda olduğu gibi Göktürklerde de oğullar, babaları ölünce üvey
annelerini almak zorundadırlar. Kardeşleri ve amcaları öldüğünde de
karılarını almak, kardeşler ve yeğenler için bir gerekliliktir (Levirat Kaidesi).
Bu prensibin amaçları da Hun devletindekiyle aynıdır79.

Göktürklerde evlenme genellikle ekzogamik temellere
dayanmamıştır. Çok kadınla evlilik söz konusudur. İlk kadın evin baş kadını
olmuştur. Daima denkliğe dikkat edilmiştir. Yüksek mevkide bulunan bir
kadın, kendisinden aşağı durumda bulunan birerkekle evlenemediği gibi;
dengi olmayan bir kızla evlenen erkeğin çocukları da toplum tarafından
farklı davranışlarla karşılanmıştır80.

Göktürklerde düğün, her ailenin servet derecesine göre yapılmıştır.
Orhun yazıtlarında Bilge Kağan, "Türgiş Kağanı'na kızımı fevkalade büyük
düğünle verdim; Türgiş kağanının kızını da fevkalade büyük düğünle
oğluma alıverdim" diyerek bu geleneği açıkça ifade etmişti81.

Orhun yazıtlarında 14 yerde "kul" deyimi geçmektedir. Fakat bu
deyimle gerçek anlamı ile "mülk"ten ve "hak"tan mahrum insanlar zümresi
ve kurumlaşmış kölelik sistemi içerisinde yer alan kimselerden ziyade,
çeşitli nedenlerle siyasi haklarını kaybeden ve bazı medeni haklar yönünden
yasaklara uğrayan kimseler kastedilmektedir. Bununla birlikte "kul"
sözcüğü, her ne anlamda kullanılırsa kullanılsın, Türklerin bir çeşit kölelik
sistemi ile tanıştıkları açıktır. Peki köleler göçebe topluluklarda efendileri
nezdinde acaba hangi haklara sahiplerdir? Köle, eğer malül değilse
efendisinin atına atlayıp kaçma hakkına her zaman sahiptir ve çaldığı atın
bedelini de ödemez. Yani Türklerdeki kölelikile kurumlaşmış kölelik
arasında çok büyük bir ayırım vardır82.

Toplum içinde bilinen ve doğuma dayanan kan akrabalığından
başka, suni bir akrabalık ilişkisi de vardır. Bu, kan akrabası olmak isteyen iki
erkeğin kanlarını bir çanak içine akıtarak kımızia karıştırdıktan sonra yarı
yarıya içmeleri ile meydana getirilir83.Ayrıca Türk tarihi üzerine ilginç
araştırmalarıyla tanınan Sencer Divitçioğlu, Göktürklere ait sistemleştirilmiş
bir akrabalık cetveli meydana getirmiştir. Bu cetvelde Divitçioğlu, a) gerçek
kandaşlığı veren soy yapısını ve b)insanlar arasındaki kadın değişiminin
sonucunda doğan ilişkileri düzenli bir biçimde ortaya koymuştur84.

Göktürklerde kağanın, topraklar üzerinde mülkiyet hakkı vardır.
Kağanlar, toprağı diledikleri boylara bölüştürüp, onları oraya
yerleştirebilmişlerdir. Kağanın bu durumu dışında, topraklar üzerinde
mülkiyetsizliğin esas olmasına rağmen, Orhun yazıtlarında beylerin de
varlıklarının oldukça kabarık olduğunu gösteren örneklere rastlanmıştır85.
Ayrıca ulus, her ne kadar göçebe ise de her Türkün bir parça toprağa sahip
olduğu anlaşılmaktadır. Bu toprak kabileIerin kışı geçirdikleri kışlaklarda
bulunmuştur. Mirasta en küçük oğul bu toprağı, diğerleri ise taşınabilir
malları almışlardır86.

III-UYGURLAR VE HUKUK SİSTEMLERİ

Eski Hun devletine bağlı Türk boylarından olan Uygurlar, Göktürk
devleti kurulduktan sonra da onun tebası olmuşlardır. Zaman içerisinde
güçleri hızla artmış, iç mücadelelerden de yararlanarak 9 Oğuz kabilesinden
başka Karluk ve Başmil kavimlerini de içine alan kuvvetli bir Uygur
Konfederasyonu meydana getirmişlerdir87.

Uygur tarihi, oynadığı siyası ve askeri rol bakımından Göktürk
İmparatorluğu ile mukayese edilemezse de uygarlık tarihi bakımından bütün
Türk kavimleri tarihi içinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir88.

Uygur hukukunun incelenmesi sırasında, bize yol gösterecek
eserlerin başında Çin kaynakları gelir. Ayrıca "Kutadgu Bilig" adlı yapıt ile
Doğu Türkistan'da ele geçirilmiş olan hukuksal belgeler de Uygur
hukukunun incelenmesi bakımından büyük bir değer taşımaktadır.

Doğu Türkistan'da yaşayan Uygurlardan kalma manzum bir eser
olan Kutadgu Bilig, Orhun Yazıtları ve Turfan metinleri ortaya çıkıncaya
kadar, Türk dilinde yazılmış belgelerin en eskisi ve en önemlisi sayılmıştır.
"Siyasetname" veya "saadet verici bilgi" anlamlarında tercüme edilen bu

eser, Balasagun'lı Yusuf isminde bir şair tarafından, Kaşgar'da ilk Türk-İslam 
devletini kuran Satuk Bugra Karahan adına, 1069 yılında yazılmıştır.
Esere sonradan ilave edilmiş olan mukaddimelerde de belirtildiği gibi bu
kitap hakimlerin sözleri ile dolu ve herkes için faydalı bir kitap olmakla
beraber, özellikle hükümdara memleket idaresi konusunda gerekli olan
bilgileri içermektedir. İçinde bir devletin ayakta durması veya yıkılması
şartları belirtilerek, hükümdarın halka ve halkın hükümdara karşı hakları,
halkın itaatli olması için hükümdarın tebasına karşı nasıl davranacağı,
askerin düzenlenmesi ve savaş yapma şekilleri gösterilmiştir. Tüm bunlara
rağmen eserde, kelime ve kafiye oyunlarına başvurularak, felsefi ve ahlaki
düşüncelerle, ideal bir devlet hayatından söz edilmesi, onun edebiyat
tarihçilerinin gözünde sahip olduğu yüksek değer yanında hukuk tarihçileri
açısından fazla tatminkar bulunmamasına neden olmuştur89.

Göktürk devletinin yıkılışından sonra kurulmuş olan Uygur
devletinin de parçalanması üzerine bir kısım Uygurlar, Doğu Türkistan'a
yerleşerek orada Çin'in etkisi altında kendilerine özgü bir hukuk-sistemi
geliştirmişlerdir. XIX. yüzyılın sonlarında ve XX. yüzyılda çeşitli uluslara
mensup araştırmacılar tarafından Turfan bölgesinde gidilip yapılan
araştırmalar sonucunda bulunan dini, felsefi ve edebi belgeler yanında birçok
da hukuki belgeler ele geçirilmiştir. Hukuki belgeler çoğunlukla borç. alıp verme,
alım-satım, kiralama, rehin, vakıf belgeleri niteliğindedir. Bu belgeler
arasında çok az vasiyetname şeklinde düzenlenmiş olanlar da mevcuttur90.


A·KAMU HUKUKU

Uygur hükümdarları, egemenlik güçlerinin tanrısal bir kaynağa
bağlanmış olması nedeni ile, kendilerinden "Gök ve Ay Tanrıdan kut
bulmuş" diye söz etmişlerdir. Hükümdarlar, kendi asıl adlarından başka bir
de saltanat ve hükümet adları da kullanmışlardır. Bundan dolayı Uygur
kağanlarının çoğunun asıl adları öğrenilmemiştir91.

743 yılında Göktürk devletini yıkan Basmil, Uygur ve Karluk gibi
Türk boyları, Basmil Türklerinin başkanlığında yeni bir kağanlık
kurmuşlardır. Basmil Kağanı, ortada, Beş- Balığ bölgesinde oturmuş;
doğuda, Orhun nehri kıyılarında oturan Uygurların başkanı da "sol- yabgu"
ünvanını almıştır. Batıda, Altay dağlarının güney doğusunda yaşayan
Karluklar ise "sağ-yabgu"luğu meydana getirmişlerdir. Her iki yabgu da
Basmil kağanına bağlı durumdaydılar. Bu devlette, sağ ile sol kollar eşit ve
aynı haklara sahiptir92. Bu nedenle bütün işler hükümet merkezi olan
Karabalasagun'da görüşülmüştür. Kağanlar divanları burada toplamışlar,
imparatorluğun siyasi kararları burada alınmıştır93.

Uygurlarda "Tutuk" adı ile anılan boy reisIeri mevcuttur. Bu kişiler
her türlü siyasi görevlerinin yanında devlet hazinesi için vergi toplamakla da
görevlidirIer. Boy reisIeri çoğunlukla kağanın yakın akrabaları arasından
atanmış olmakla birlikte, bu makarnın babadan oğula geçip geçmediği
hakkında açıklayıcı bilgilere rastlanmamıştır94.

Uygur devletinde kağanlığın babadan oğula geçtiği konusunda
yeterli delil bulunmamaktadır. Bununla birlikte Hükümdar Tun Bağa'nın
789 yılında ölümüyle tahta geçen oğlunun bir yıl sonra küçük kardeşi
tarafından öldürülmesi üzerine, ülkede öldürülen kağanın oğlu lehine bir
isyan çıkartılmış ve henüz çocuk denecek yaştaki oğlu tahta geçirilmiştir. Bu
olay bize saltanatın babadan oğula geçme adetinin çok güçlü olduğunu
göstermektedir. 795 yılından sonra, İkinci Uygur Devleti döneminde, bu
kural bozulmuş, amca çocukları, küçük kardeşler ve yeğenler de tahtta söz
sahibi olmaya başlamışlardır95.Sonradan Doğu Türkistan'a yerleşmiş olan
Uygurların kamu hukukları hakkında Kutadgu Bilig bize bilgi vermektedir.

Kutadgu Bilig'den X. yüzyıl Uygurlarında devlet örgütünün başındaçeşitli
ünvanlarla anılan büyük memurların bulundukları anlaşılmaktadır. Bu
memurlar: 1) Uluğ Hacib (Büyük Vezir), 2) Sübaşçı (Başkomutan), 3)
Kapık Başlar Er (Saray Bakanı), 4) Bitikçi (Kağanın Baş Yazmanı, Dışişleri
ve Adalet Bakanı), 5) Ağıcı (Hazinedar), 6) Yalvaçlar (Elçiler)'dır.'Bir de
"Tapukçu" adı verilen ikinci sınıf memurların varlığı dikkat çekmektedir.
Kutadgu Bilig'de tüm memurların görevlerinin ne olduğu ayrıntılarıile
belirtilmemiş olmakla beraber, bu memuriyetlere getirilen kimselerin nasıl
olmaları gerektiği konusunda geniş bilgiler verilmiştir96.

Yusuf Has Hacib'in yaşadığı XI. yüzyılda Uygurlar başlıca iki-ana
sosyal sınıfa ayrılmıştır. Bunlar aydınlar ve asıl halk sınıfıdır. Aydınlar sınıfı
kendi aralarında beş grupta incelenebilir : 1) Aleviler (Hazret-i
Muhammed'in soyundan gelenler), 2) Bilginler (din bilginleri de dahil
olmak üzere bilginlerin tamamı), 3) Otacılar (tıp bilginleri ve eczacılar),4)
Yıldızcılar (Münnecimler, astrologlar), 5) Şairler (manzum sözler
söyleyenler). Asıl halk ise geçimlerini sağladıkları alanlara göre altı sınıfa
ayrılmıştır: 1)Tarıgçılar (tarımla uğraşanlar), 2) Satıgçılar (tüccarlar), 3)
İğdişçiler (Çobanlar), 4) Uzlar (küçük sanatlar ile uğraşanlar), 5) Karabudun
(belli bir işi olmayan şehir halkı), 6) Çigaylar (yoksul kimseler). Uygurbhalkı
arasında görülen bu sınıflandırmalar hukuki açıdan bir bölünmüşlük
göstergesi değildir. Çünkü devlet içinde, bazı ayrıcalıkları olan beyler ve
çeşitli haklardan tamamiyle kısıtlanmış kullar bir yana bırakılırsa, halkın
hukuk bakımından birbirine eşit olduğu anlaşılmaktadır97.

Kutadgu Bilig' de beyliğin temelinin doğruluk ve adalet olduğundan
söz edilerek, hakimiyetin esasının da adalet olduğu üzerinde durulmuştur.
Uygurca belgeler arasında, Kutadgu Bilig'in bu teorik bilgilerini
doğrulayacak nitelikte şahitlik, dilekçe ve mahkeme ilamları gibi yazılı
belgelerin bulunuşu, Uygurlarda yargı teşkilatının ulaştığı düzeyin if~desi
açısından büyük önem taşır98.

B-ÖZEL HUKUK

Uygurlardan gunumuze kadar gelen ve özel hukukiarı hakkında
çeşitli ipuçları içeren hukuk belgeleri incelendiğinde, her şeyden önce bu
belgelerin birbirine olan benzerlikleri dikkat çekmiştir. Hukuksal işlemlerde
bağıtın konusunun niteliğinden doğan bazı küçük ayrılıklara bakılmazsa,
daima belli örneklere, formüllere göre hareket edildiği anlaşılmıştır. Belgeler
her zaman hukuksal işlemin yapılmış olduğu tarihle başlamıştır. Daha sonra
iki yanlı hukuksal işlemlerde önce icabı yapanın adı yazılmış, bunu
çoğunlukla işlemin nedeni izlemiştir. Bundan sonra kabulde bulunanın adı
yazılarak, bunu iki yanın kendilerine düşen borçları yerine getirdiklerini
bildiren sözler, varsa koşullar ve tanıkların adları izlemiştir99.

Uygur hukuk belgelerinden, onların hem gerçek hem de hükmi
şahısları bildikleri görülmüştür. Gerçek şahıslar arasında bir sınıflama söz
konusudur. Bu sınıflamada birinci sırayı alan beyler, kendi içlerinde iki ayrı
imtiyazlı zümreye ayrılmışlardır. Bunlardan birincisi olan tarhanlar, hayat
kaydıyla kendilerine, vergi muafiyeti verilen kimselerdir. Ayrıca istedikleri
zaman, izin almaksızın kağanın huzuruna çıkabilme, ağır suçlar dışında
işledikleri suçların dokuz kez af edilebilmesi, genel tören ve ziyafetlerde
yüksek mevkilerde yer almaları gibi ayrıcalıkları da vardır. İkinci zümre
ruhanilerdir. Bunlar da hayat kaydıyla vergiden muaf sayılan dini
görevlilerdir. Gerçek şahısların ikinci sınıfı ehliyet hakkını tam olarak
kullanan hürlerdir, Üçüncü sınıf ise, ehliyeti kısıtlı bulunan kölelerdir l00.

Uygur belgelerinden, Uygurların köleliği kabul ettikleri sonucu
ortaya çıkmaktadır. Çünkü para ve pamuklu bez ihtiyacından dolayı köleler,
zaman zaman satım akdine konu olmuşlar ve bir çeşit mal gibi kabul
edilmişlerdir. Köle satış belgelerinde kölelerin cinsiyeti açık bir şekilde
belirtilmiştir. "Kul" kelimesi "erkek köleler" için, "küng" kelimesi ise
"kadın köleler"i belirtmek için kullanılmıştır. Köleyi satan kimselerin ailenin
tek sorumlusu olduğu anlaşılmaktadır. Ailenin ortak malı olarak kullanılan
kölelerin satışları sırasında aile reisinin sorumluluğu sınırsızdır101.

Uygurların hükmi şahıslardan olan vakıflar konusunda bilgi sahibi
oldukları, konu ile ilgili belgelerden açıkça anlaşılmaktadır. Uygur
vakfiyeleri, Buda dinindeki Türklere ait olup, Uygur harfleriyle yazılmıştır.,
Uygur Türklerine ait, vakıf ile ilgili belgeleri üç ana başlık altında toplamak
mümkündür:

1. Manastır inşası nedeniyle düzenlenen belgeler,
2. Manastırlara vakfedilen arazi veya bağların tahsislerine ilişkin belgeler
3. Manastır veya manastıra ait bina ve arazi tahsisinin devlet reisleri
tarafından onayı ve vergilerden muaf tutulmaları için verilen
fermanlar102.

Bütün eski Türk toplumlarında olduğu gibi, Uygurlarda da aileye
büyük önem verilmiştir. Uygurlarda "ana-ata", ana-baba sözleri.çok
yaygındır. Kadına büyük değer verilmiştir. Annelerini, "anam tuğlu kutlu
ağa" diye adlandıran Uygurların, eski şiirleri, anneyi "tuğluk" ve "kutluluk"
isimlendirilmeleriyle onurlandırmıştır103 .

Çin kaynaklarından elde edilen bilgilere göre, Kuzey Uygurlarda
aile, resmi ve hukuki bir evlenme akdine dayanmıştır. Evliliği "kavuşmak';
olarak niteleyen Uygurlar, evliliğin aşk ve his yönünü belirtmişlerdir
Uygurlarda kan hısımlığı evlenmeye engeldir. Evlenmenin belli bir yaşı
yoktur ve bülüğ evlenme için yeterlidir. Evlenmenin şartları arasında,
tarafların ve anne babanın rızası gereklidir. Ayrıca güveyi tarafından kız için
kızın babasına ve velisine verilen "kalın" adı ile anılan belli bir miktar mal
söz konusudur104. Evlenme bir alım-satım akdi olarak görülmediğinden,
"kalın", kızın fiyatı olarak değil, kızın terbiyesi için yapılan masraflara
iştirak bedeli olarak görülmüştür. Bu bedel bir kaç baş hayvandan ibaret
olabildiği gibi yüzlerce at ve binlerce koyun da olabilmiştir105.

Uygurlar, evlatlık kurumunu kabul etmişlerdir. Evlat edinme. bir
akid şeklinde gerçekleştirilmiştir. Evlat edinmiş olan şahıs, evladına karşı
hem maddi, hem manevi sorumluluk yüklenmiştir. Evlat edinme ile ilgili
belgelerde evlat edinilecek çocuğun "süt sevinci" diye ifade edilen bir para
ile değiştirildiği ve evlat edinmeye "oğulluk bir" denildiği görülmüştür.
Evlatlığın nafakası babalığına aittir. Kendisi de ona sadakat göstermekle
yükümlüdür. Evlatlık, babalığına mirasçı olur. Babalık, görevlerini yerine
getirmediği takdirde, aradaki sözleşmeli hısımlık da sona erer106.

Uygurlarda iki çeşit varislik söz konusudur. Bunlardan biri kanuni
varislik, diğeri vasiyetname sonucunda varisliktir. Kanuni varislikte,
prensipte bütün çocuklar mirasçıdır. Ancak babaları hayatta iken paylarını
alıp, kendilerine bir ev kuran çocuklar ile evlenirken belli miktar eşya alan
kızlar mirastan yoksun bırakılmışlardır. Ölen erkeğin eşine mirastan düşen
miktar 114' dür. Baba evinin tek mirasçısı küçük oğuldur. Vasiyet yolu ile
mirasçılıkta vasiyeti yapan kimse, kimi mirasçı olarak kabul ettiğini ve
terekesinden kimlerin hak alamayacağını göstermiştir. Ayrıca üvey oğulların
analıkları ile evlenmelerine vasiyetname ile engel olunabileceği de
anlaşılmaktadır107.

Uygurlar, başta karz (ödünç), satım, kira ve hizmet sözleşmesi
olmak üzere, bütün akid çeşitlerini uygulamışlardır. Borç alıp-verme
belgelerinde, faizi ile alınacak mal belirtildikten sonra, ne zaman ve hangi
miktar ile faiz karşılığı malın geri verileceği kaydedilmiştir. Belgelerde
genellikle hangi ihtiyaçtan dolayı mal faizi ile alındıysa, yine aynı mal faizi
ile birlikte geri verilmiştir. Bazen de alınan mal kendi cinsi ile ödenmeyip
başka bir çeşit mal ile ödenmiştir. Örneğin, pamuklu dokuma karşılığında
şarap olarak ödeme yapılmıştır108.

Borç alıp-verme belgelerinde, zamanında ödenmeyen ya da borç
alan kişinin ortadan kaybolması-ölmesi- halinde, borç veren kişinin zor
durumda kalmaması için, alınan malın nasıl ve kimler tarafından' ödeneceği
bildirilmiştir109.Zamanında ödenmeyen borçlar için, örf hukukuna göre.
normal faizden çok farklı bir faiz ödeme zorunluluğu getirilmiştir110.


Uygurların hukuki belgeleri arasında dikkat çeken bir diğer tür de
kira akdidir. Kira akidleri; tarla kiralama ve hayvan kiralama belgeleri olmak
üzere iki şekildedir. Tarla kiralama belgeleri, kiralayan şahısların pamuk,
mısır, tarla ve kiraya veren şahsın para ihtiyacını karşılamak için
hazırlanmıştır. Para ihtiyacı dışındaki belgelerde, şahıslar hangi ihtiyaçlarını
karşılamak için tarlayı kiralayacaklarını ve daha sonra kira karşılığı olarak
tarla sahibine ne vereceklerini belirtmişlerdir. Para ihtiyacını karşılamak için
kiralama belgelerinde ise kiraya verilecek tarlanın sınırları belirlenmiştir.
Gerek tarla, gerek 'hayvan kiralama akidlerinde mülkiyetin kesin olarak
kiraya veren kişi üzerinde olduğu açıktır. Bu nedenle özellikle tarlada
yapılacak işlerden sahibi sorumlu tutulmuştur111.

Uygur hukukunda, "birzün" denilen satım akdinin en çok görüleni,
gayri menkul akdi olmuştur. Uygurlarda arazi genellikle ortak olarak
kullanılmıştır. Araziler ailenin ortak malı sayılmakla birlikte, ailenin ferdIeri
arasında bölüşülmüş olarak kullanılmış ve satış yaparken şahıslar sadece
kendi mülkiyetlerinde olan kısmın satışını yapabilmişlerdir. Uygur
belgelerinde satıcıların ve alıcıların genellikle akraba ve özellikle kardeşler
olarak görülmesi miras kalan toprağın parçalanmaması için olabilir ll2.

Satış belgelerinde ödemeler, belgenin yazıldığı gün yapılmıştır.
Satın alanın haklarını korumak amacıyla, satın alınan bir mala, satıcının
akrabaları tarafından yapılacak itirazların önlenmesini öngören kayıtlar
düşülmüştür. Yani satışı yapılan malın bütün sorumluluğu satıcı tarafından
yüklenilmiştir 113.

Tarla satış belgelerinde, tarlanın yeni sahibinin araziye sahip olma
hakkının zamanla sınırlandırılmamış olması Uygurlarda, taşınmaz mallar
üzerinde mülkiyet hakkının tamamen ortaya çıktığının bir delilidir. Bunun
yanında yeni mülk edinen bir kişi, gayri menkulünü kullanma veya
başkasına satma haklarına da sahiptir114.

Uygur hukukunda rehin kurumu da bilinmektedir. Gayri menkuller
rehin akdine konu olabildiği gibi, bazı şartlarda insanlar da rehine konu
teşkil edebilmişlerdir. Örneğin : Baba kendi oğlunu belli bir miktar para
karşılığında rehin olarak verebilmektedir. Çocuk, borç ödeninceye kadar
alacaklıya hizmet etmekle yükümlüdür. Buna karşılık alacaklı da çocuğun
bütün masraflarını karşılayacaktır. Bu bir çeşit rehinle teyit edilmiş hizmet
akdidir115.

DEGERLENDİRME

İslamiyet'ten önce kurulan Türk devletlerinin hukukIarı ile ilgili
bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Bununla birlikte, özelikle bu devletlerin
yönetim biçimleri, devlet idaresinde görev alan kimselerin nitelikleri ve
üstlenmiş oldukları yükümlülükler, suç işleyen kimseleri cezalandırma
yöntemleri gibi günümüz hukukunda, kamu hukukunun ilgi alanları içinde
yer alan pek çok ana başlık konusunda, kaba hatları ile değerlendirme
yapabilecek verilere sahibiz. Yine aynı şekilde insanların evlenme tarzları,
aile yapıları, kadının toplumsal statüsü, akrabalık türleri, çeşitli ticari
nitelikli akidler vb. özel hukuk alanları içine giren konularda da oldukça
kapsamlı bilgilere ulaşabilmekteyiz. Bütün bu veriler bize, göçebe kültürü
içerisinde de kendine özgü bir hukuk ve teşkilatlanmanın var olduğunu
göstermektedir. Türklerin İslamiyet öncesindeki hukuklarının bilinmesi,
İslamiyet'in Türkler tarafından bir din ve aynı zamanda bir hukuk sistemi
olarak kabul edildiği dönemlerle mukayese edilerek, ortaya çıkan sonuçların
özellikle Osmanlı hukukuna yansımalarının açığa çıkartılması açısından da
büyük önem taşımaktadır.

Dipnotlar
* Yard. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Hukuk Tarihi Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi.
1 Nöldeke, Houtsma, Rambaııd'un görüşlerinden aktaran Fuat Köprülü, "Ortazaman Türk
Hukuki Müesseseleri. İslam Amme Hukukundan Ayrı Bir Türk Amme Hukuku Yok
Mudur?", II. Türk Tarih Kongresi, İstanbul, 1943, s.386.
2 Ömer Lütfi Barkan, "Türk Hukuk Tarihine Giriş", Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S.14,
Nisan 1986, İstanbul, s.9; İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1989, s.27 vd.
3 Köprülü, a.g.m., s.392-393.
4 Barkan, a.g.m., s.lO.
5 Köprülü, a.g.m., s.393.
6 Y.a.g.m., s.396.
7 Turgut Akpınar, Türk Tarihindeİslamiyet,İstanbul, 1993, s.122.
8 Özkan İzgi, Uygurların Siyasl ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre), Ankara,
1987, s.55 vd.
9 Konuya bir örnek teşkil etmesi açısından, Göktürk devleti ile ilgili Çince kaynaklar ve
eleştirileri hakkında bkz.: Ahmet Taşağıl, Gök-türkler, Ankara, 1995, s.1-8.
10 Orhun yazıtları ile ilgili bkz.: Hüseyin Narnık Orkun, Eski Türk Yazıtları, İstanbul, 1936;
Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul, 1970.
11 Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, İstanbul, 1947, s.75.
12 Coşkun Üçok-Ahmet Mumcu-Gülnihal Bozkurt, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul, 1996, s.13.
Ayrıca Doğu Türkistan'da yapılan kazı çalışmaları ve buluntular ile ilgili bilgi için bkz.
Şükrü Akkaya, "Uygur Türklerini ve Kültürlerini Tanıyalım", Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, c.ı, S.3, Mart-Nisan 1943, Ankara, s.75 vd.
13Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g,e., s.13.
14 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. : Abdülkadir İnan, "Göçebe Türk Boylarında Evlatlık
Müesseseleriyle İlgili Gelenekler", Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Dergisi, C.VI, S.3, Mayıs-Haziran 1948, Ankara, s.127 vd.
15 Üçok-Mumcu-Bozkurt; a.g.e., s.14. Konuya bir örnek teşkil etmesi açısından "Kaan"
teriminin, filoloji ve tarih araştırmalarındaki yeri üzerine ayrıntılı bir çalışma için bkz. Ümit
Hassan, Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, İstanbul, 2000, s. 204-242.
16 Barkan, a.g.m., s.12; Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, (Haz.: İsmail Aka, Kazım
Yaşar Kopraman), İstanbul, 1976, s. 233-234.
17 Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e., s.18.
18 Barkan, a.g.m., s.12.
19 Halil Cin-Ahmet Akgündüz, Türk-İslam Hukuk Tarihi, C.I, İstanbul, 1990, sA3.
20 Bahaeddin Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul, 1988,
s.S71 vd.
21 Abdülkadir Donuk, "Eski Türklerde Hükümdarın Vazifeleri ve Vasıfları", Türk Dünyası
Araştırmaları,S.17, Nisan 1982, s.108 vd.
22 Lev Nikolayeviçen Gumilöv, Eski Türkler, (Çev.: D. Ahsen Batur), İstanbul, 1999, s.83.
23 Hüseyin Namık Orkun, Türk Tarihi, C.I, Ankara, 1946, s.65; Gökalp, Türk Medeniyeti
Tarihi, s. 146.
24 Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e., s.19; Cin-Akgündüz, a.g.e., s.44.
25 Orkun, Türk Tarihi, s.67.
26 Kafesoğlu, a.g.e., s.246.
27 Y.a.g.e., s.251.
28 Aktaran: Süleyman Duygu, TÜrk Tarihi, Ankara, 1974, s.20.
29 Kafesoğlu, a.g.e., s.269.
30 Orkun, Türk Tarihi, s.67; Cin-Akgündüz, a.g.e., s.45.
31 Kafesoğlu, a.g.e., s.270-271.
32 Abdülkadir Donuk, !'islamiyet'ten Önceki Türkler'de Devlet Adamı Tipi", Türk Kültürü,
Yıl: XXiV, 8.275, Mart 1986;s.274-275.
33 Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e., s.20; Orkun, Türk Tarihi, s.67-68; Gökalp. Türk
MedeııiyetiTarihi, s. 23 ı.
34 Arsal, a.g.e., s.219.
35 Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s.238.
36 Y.a.g.e., s.238.
37 Bahaeddin Öğel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, c.ı, Ankara, 1981, s.352; CinAkgündüz,
a.g,e., s.47; Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 233.
38 Ögel, Büyük Hun İmparatorluğuTarihi, s.352.
39 Gumilöv, a.g.e., s. 112.
40 Orhan Türkdoğan, "Türk Ailesinin Genel Yapısı", Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde
Türk Ailesi, C.I, Ankara, 1992, s.34; Gumilöv, a.g.e., s. 113.
41Türkdogan, a.g.m., s.34.
42 Ziya Gökalp, Türk Ahlakı, (Haz.: Yalçın Toker), İstanbul, 1989, s.n.
43 Türkdoğan, a.g.m., s.46.
44 Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 232.
45 Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, C.I, İstanbul, 1979,5.251.
46 Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 232.
47 Göktürk Devleti ve tarihi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Sencer Divitçioğlu, Kök Türkler
(Kut, Küç ve Ülüg), İstanbul, 1987; Taşağıl, Gök-türkler, 5.9 vd.; Ahmet Taşağıl, Göktürkler
II (Fetret Devri 630.681), Ankara, 1999; Saadettin Gömeç, Kök Türk Tarihi,
Ankara, 1997, s.7-95; Akdes Nimet Kurat, "Gök Türk Kağanlığı", Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakötesi Dergisi, C.X, S.I-2, Mart-Haziran 1952, Ankara, 5.1-56.
48 Kurat, a.g.m., s.5-6.
49 Barkan, a.g,e., s.13.
50 Göktürk kaynakları ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Taşağıl, Oök-türkler, s. 1-8.s
51 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Öğel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s.578; Kurakichi
Shiratori, "Kaghan Unvanının Menşei", (Çev.ılbrahim Gökbakan), Belleten, C.9, S.36,
Ankara, 1945, s. 497-504.
52 Ergin, a.g.e., s.l.
53 Sharon Baştuğ, "Asya bozkırlarındaki Altaylı göçebelerde kabile, federasyon ve devlet",
Toplum ve Bilim, 8.69, İstanbul, 1996, s.l 71.
54 Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, c.ıı, İstanbul, 1981, s.747.
55 Ergin, a.g.e., s.33.
56 Orkun, Türk Tarihi, s.137.
57 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Ekrem Kaydu, "Türklerde Kutsal Hükümdarlık",
Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Tayyib Okiç Armağanı, Ankara, 1978, s.98.
58 Ergin, a.g.e., s.I. s
59 Avcıoğlu, a.g.e., c.n, s.751-752.
60 Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e., s.25.
61 Türk Dünyası EIKitabı, C.I, Ankara, 1992, s.202-203; Kafesoğlu, a.g.e., s.262 vd.
62 Avcıoğlu, a.g.e., C.ii, s.755-756; Arsal, a.g.e., s.274.
63 Guınilöv, a.g.e., s.82-83.
64 Gökalp, TürkMedeniyeti.Tarihi, s.206-207.
65 Orkun, Türk Tarihi, s.138.
66 Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e., s.26.
67 Türk Dünyası EI Kitabı, s.193; Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s.166-167; Aydın
Taneri, Türk Devlet Geleneği, İstanbul, 1993, s.84 vd.; Gömeç,Kök Türk Tarihi, s.97-1 12.
68 Baştuğ, a.g.m., s. 171. .
69 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.279-280.
70 Cin-Akgündüz, a.g,e., s.56.
71 Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e.,s.27.
72 Kafesoğlu, Üçok-Mumcu, a.g.e., s.20; Cin-Akgündüz, a.g.e., s.57; Gumilöv, a.g.e., s.l 13;
Barkan, a.g.m., s.15., s.279-280; Gumilöv, a.g.e.,s.l13.
73 Üçok-Mumcu, a.g.e., s.20; Cin-Akgündüz, a.g.e., s.57; Gumilöv, a.g.e., s.l13; Barkan,
a.g.m., s.15.
74 Gumilöv, a.g.e., s.l13; Barkan, a.g.m., s.15.
75 Türkdoğan. a.g.m., s.35 vd.
76 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, "Türk Kadınının Hukuki Mahiyeti (Tarihte ve Yeni Türk
Hukukunda), II. Türk Tarih Kongresi (Ayrı Basım), İstanbul, 1943, s.IO-12.
77 Ergin, a.g.e., s.lO.
78 Gömeç, Kök Türk Tarihi, s.121-122.
79 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. : Divitçioğlu, a.g.e., s.l 58 vd.
80 Üçok-Mumcu, a.g.e., s.21; Cin-Akgündüz, a.g,e., s.58-59; Orkun, Türk Tarihi, s.140.
81 Orkun, Türk Tarihi, s.140-14L.
82 Gumilöv, a.g.e., s.84-86.
83 Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e., s.28.
84 Divitçioğlu, a.g.e., s.137 vd.
85Y.a.g.e., s.239.
86 Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefküresl Tarihi. Türk Dünya Nizamının Milli
İslami ve İnsani Esasları, C.I, İstanbul, 1969, s.119.
87 Barkan, a.g.m., s.15-16.
88 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Akkaya, a.g.m., s.75 vd.; Saadettin Görneç, Uygur
Türkleri Tarihi ve Kültürü, Ankara,I 997, s.78-82.
89 Arsal, a.g.e., s.98. Ayrıca eserin tam metni için bkz.: Yusuf Has Hacib, Kutadgu' Bilig,
(Çev: Reşid Rahmefı Arat), Ankara, 1985; Yusuf Has Hacib, Günümüz Türkçesi lle
Kutadgu Bilig Uyarlaması, (Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Fikri Silahdaroğlu), Ankara,
1996.
90 İzgi, a.g.e., s.51 vd; Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e., s.31.
91 Üçok-Mumcu-Bozkurt, a.g.e., s.31.
92 Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları. s.440.
93 Colin Mackerras, "Uygurlar", Erken İç Asya Tarihi, (Derleyen: Denis Sinor), İstanbul,
2000, s.433.
94 Y.a.g.m.,s.433-434.
95 Y.a.g.m., s.434.
96 Arsal, a.g.e., s.101- II 1.
97 Y.a.g.e., Sol II - II7o
98 Cin-Akgündüz, a.g.e., so77-78o
99 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. : İzgi, a.g.e., s.5 ı vd.
100 Arsa!, a.g.e., s.328-33 ı.
101 İzgi, a.g.e., s.97 vd.
102 ismet Binark, "Türk Dünyasının En Eski içtimat Yardım Müessesesi Vakıflar ve Uygur
Türklerinde Vakıf', Türk Kültürü, Yıl:VII, 8.78, Nisan 1969, s.422 vd.
ıoa Ali Güler, "İlk Yazılı Türkçe Metinlerde Aile ve Unsurları", Sosyo-Kültürel Değişme
Sürecinde Türk Ailesi, C.I, Ankara, 1992, s.74 vd.
104Cin-Akgündüz, a.g.e., s.67; Gökalp, Türk Ahlakı, s.86; Güler, a.g.m., s.80.
105 Arsal, a.g.e., s.334-335.
106 Cin-Akgündüz, a.g.e., s.67; İzgi, a.g.e., s.91 vd.
107 Arsa!, a.g.e., s.341-343.
l08 İzgi, a.g.e., s.66 vd; Ayrıca bkz.: Ahmet Caferoğlu, "Uygurlarda Hukuk ve Maliye
Istılahları", Türkiyat Mecmuası, C.IV, İstanbul, 1934, s.9.
109 .ızgi, a.g.e., s.73.
110 Caferoğlu, a.g.m., s.lO.
111Özkan İzgi, "Turfan Uygurlarında Kiralama Vesikaları", X. Türk Tarih Kongresi, C.III,
Ankara, 1991, s.767 vd.
112 İzgi, a.g.e., s.83 vd.
113 Y.a.g.e., s.84-85.
114 Cin-Akgündüz, a.g.e., s.72; İzgi, a.g.e.,s.88-89.
115 Pek çok araştırmacı çalışmalarında, rehin kurumunun kölelikle bir bağlantısı olmadığı
konusunda fikir birliği içindedirler. Konuyla ilgili bilgi için bkz. : Arsal, a.g.e., 8.331 vd.;
Cin-Akgündüz, a.g.e., s.72; İzgi, a.g.e., 8.96-97.

Hiç yorum yok: