21 Nisan 2013 Pazar
Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyetçiliğinin Tipolojisi - Murat KILIÇ
Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyetçiliğinin Tipolojisi
Murat KILIÇ*
ÖZET
1923-1950 dönemi, Cumhuriyetin kurulmasından sonra Türkiye’de bazı
kavramların ve kurumların yerleşme dönemi olmuştur. Bir milli devlet olarak kurulan
Türkiye Cumhuriyeti’nde yerleştirilmeye çalışılan kavramlardan biri de aynı zamanda
milli devletin ideolojisi olan milliyetçiliktir. Ancak milliyetçilik tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de söz konusu dönemde üzerinde tam olarak mutabakata varılamayan bir
kavram olmuştur. Hal böyle iken milliyetçiliğin değişik yorumları ortaya çıkmış ve
neticede Türk milliyetçiliği, Atatürk Milliyetçiliği, Teritoryal, Muhafazakar, Liberal ve
Irki milliyetçilik şeklinde kollara ayrılmıştır.
Giriş
Türk siyasal hayatında en önemli tartışma konularından biri
şüphesiz milliyetçilik etrafında gerçekleşmiştir ve gerçekleşmektedir. Bu
tartışmalar sırasında ortaya milliyetçiliğin bazen birbirine benzeyen,
bazen aralarında küçük nüanslar olan, bazense birbirine tamamen zıt
tanımlamalar ve algılar çıkmaktadır. Ancak milliyetçilik kavramının
tarihi seyrine bakıldığında bu durum Türk siyasal tarihine ya da hayatına
has bir özellik değildir. Milliyetçilik, Türkiye’de olduğu gibi tüm
dünyada üzerinde tam olarak uzlaşmaya varılamamış bir kavram olarak
karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Anderson’ın deyimiyle “milliyetçiliğin en
az iki yüz yıldır yeryüzünde aramızda olduğu herkes tarafından kabul
edilmesine rağmen bugün gelinen noktada bu denli çetrefilli ve analitik
olarak üzerinde bu kadar az mutabık kalınılan ikinci bir siyasi fenomen
bulmak güçtür”1. Bunun en önemli nedeni milliyetçilik anlayışlarının
kabul ettiği millet tanımının farklı olmasıdır. Bir diğer neden ise siyasi
yaklaşımlardır. Milliyetçiliği benimsesin ya da benimsemesin her siyasi
yaklaşım, bu modern fenomenin varlığını kabul etmiş ve üzerinde
durarak bir tanım geliştirmeye çalışmıştır. Bu durumun ortaya çıkardığı
tek bir milliyetçilik tanımının bulunamaması sorunu ise milliyetçilik
kavramını sınıflandırma girişimleri ile aşılmaya çalışılmıştır.
Milliyetçiliği sınıflandırma konusundaki çalışmalar 20. yüzyılın
ilk çeyreğinde başlayarak günümüze kadar gelmiştir ve halen devam
etmektedir. 1920’lerde Carlton Hayes ve Hans Kohn, milliyetçilik
konusunda bir sınıflandırma ya da başka bir deyişle “tipoloji” belirleme
alanında çalışmalara başladılar. Bu çalışmalarda milliyetçiliği kesin
sınıflara bölmeye çalıştılar. Hayes’in çalışması ilk çalışma olup milliyetçi
ideolojinin değişik kollarını birbirinden ayırmayı amaçlıyordu. Bu
sınıflandırmaya göre Hayes, milliyetçiliği Humanitaryen, Geleneksel,
Jakoben, Liberal ve daha sonraları Ekonomik ve Bütünsel (Integral)
milliyetçilikler şeklinde tiplere ayırıyordu2. Kohn ise milliyetçiliği
temelde “Batılı” iradi milliyetçilik ve “Doğulu” organik milliyetçilik
olarak ikiye ayırıyordu. Kohn’a göre İngiltere, Amerika ve Fransa’daki
milliyetçilik akılcı, iyimser ve çoğulcuydu. Toplumsal sözleşme ilkesine
bağlı olarak özellikle yükselen orta sınıfın siyasal toplum özlemlerine
cevap veriyordu. Daha doğuda Rusya ve Asya’da ise orta sınıfların sosyal
geriliği ve zayıflığı, alt aristokrasi ve aydınlara dayanan ve yığınların
içgüdülerine yönelen çok daha duygusal ve otoriter bir milliyetçilik
görülüyordu. Kohn, bu genel ayrımdan sonra da Batı tipi milliyetçiliği
“bireyci” (Anglo-Saxon ülkelerinde) ve “kollektivist” (Fransa) alt
sınıflarına ayırmaktadır3.
Hugh Seton-Watson’ın sınıflandırması benzer tarzda bir başka
çalışmadır. Burada ilk olarak İngilizler, Fransızlar, Kastilyalılar,
Hollandalılar, İskoçlar, Danimarkalılar, İsveçliler, Lehler, Macarlar ve
Ruslar gibi eski sürekli uluslar ile ulusal bilinçleri milliyetçiliğin
yayılmasından sonra ortaya çıkan ve büyük ölçüde bunun ürünü olan
Sırplar, Hırvatlar, Romenler, Araplar, Afrikalılar ve Hintliler gibi yeni
uluslar olarak ayrılmaktadır. Sonra da bu ikinci kategori için ayrılıkçı,
irredentist ve ulus inşacı milliyetçilikler olarak üç milliyetçi hareket tespit
edilmektedir4.
Anthony Smith ise milliyetçiliği Teritoryal ve Etnik milliyetçilik
olarak iki grupta ele almaktadır. Birinci grubu Anti-sömürgeci
milliyetçilik ve entegrasyoncu/bütünleştirici milliyetçilikler, ikinci grubu
ise ayrılıkçı ve diasporacı milliyetçilikler ile irredentist ve panmilliyetçilikler
olarak iki alt sınıflandırmaya tabi tutmaktadır5.
Bunların yanında Milliyetçiliğe tek bir kalıptan bakan ancak
çeşitli dönemlere ayıran ve milliyetçiliği dönemsel olarak sınıflandıran
çalışmaları da görmek mümkündür. Edward Hallet Carr, milliyetçiliği
bireycilik ve demokrasinin, özgürlüğün ve eşitliğin reddi olarak görmekte
ve milliyetçiliği üç dönemde sınıflandırmaktadır. Birinci dönem uluslar
arası ilişkilerin hanedan devletleri arasındaki ilişkileri düzenleyen
kurallar olduğu, karakteristik ekonomi politikasının merkantalizm olduğu
ve yeni ulusal birimin kralın kişiliği ile özdeşleştirildiği erken modern
dönemdir. İkinci dönem Rousseau’nun babalığını yaptığı popüler ve
demokratik bir siyasal milliyetçiliğin, serbest ticaret, yayılım ve
Londra’nın finansal egemenliğine dayanan bir uluslar arası ekonomi
düzenine dayanan bir uluslar arası ekonomi düzeninin koruması altında
tüm Avrupa’ya yayıldığı Fransız Devrimi’nden 1914’e uzanan dönemdir.
Son olarak ise 19. yüzyılın sonlarından İkinci Dünya Savaşına dek süren
dönem ki bu dönemde yığınlar tamamen sosyalleşerek ulusa dönüşmüş ve
ekonomik milliyetçilik yükselmiş, Avrupa ulusları çoğalmış ve
nihayetinde topyekün savaşlar çıkmıştır. Bir başka kronolojik
sınıflandırma ise Louis Snyder tarafından yapılmaktadır. Buna göre:
1817-1871 birleştirici milliyetçilik; 1871-1900 ayrımcı milliyetçilik;
1900-1945 saldırgan milliyetçilik ve 1945’ten başlayarak çağdaş
evrensel milliyetçilik6 olarak ele alınmaktadır.
Pekiyi Türkiye’de durum nedir ya da Türkiye’de milliyetçilik
için böyle bir sınıflandırma yapmak mümkün müdür? Bugün Türkiye’de
milliyetçilik üzerinde çeşitli tanımlar yapılmakta ve milliyetçilik çeşitli
şekillerde algılanmaktadır. Ancak yine belirtmek gerekir ki bu hal yeni
bir durum değildir. Bir milli devlet olarak kurulan Cumhuriyetin ilk
yıllarından itibaren tek bir milliyetçilik anlayışı kabul edilmemiş,
milliyetçiliğin çeşitli tipleri ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik bir yandan
devlet eliyle ikame edilirken diğer yandan bazı aydınlar ve aydın grupları
farklı milliyetçilik anlayışlarına yönelmişlerdir. Bu anlayışlar kimi zaman
devletin benimsediği milliyetçilik anlayışı ile uyum içinde varlığını
sürdürürken kimi zamanda tam aksi bir durum oluşmuştur. Netice
itibariyle de ortaya birbirinden farklı milliyetçilik tipleri çıkmıştır. Bu
noktada 1923’ten 1950’lere kadar olan Türk Milliyetçiliğini, Atatürk
Milliyetçiliği, Teritoryal, Muhafazakar, Liberal ve Irki Milliyetçilik
şeklinde sınıflandırmak mümkündür. Ancak bu akımlara ayrıntılı olarak
bakmadan önce milliyetçiliğin Türkiye’deki mazisine bakmak yerinde
olacaktır.
A.Türkiye’de Milliyetçilik
Batıda siyasi bir akım olarak ortaya çıkan milliyetçiliğin Osmanlı
toplumuyla buluşması Türkçülük akımının doğuşu şeklinde
gerçekleşmiştir. Türkçülüğün gelişimi ilmi, edebi ve siyasi olmak üzere
üç safhada gerçekleşmiştir7. İlk iki safhada birçok milliyetçilik akımında
olduğu gibi Türkçülük kendini dil, edebiyat ve tarih alanındaki
çalışmalarla göstermiştir8. Bu çalışmalar sonucunda II. Abdülhamit
döneminde Türk kavramı, ırkî ve lisanî manada artık şerefli ve gurur
duyulan bir kavram olarak değişmiş, Türk tarihinden bölümler gün
ışığına çıkarılarak, Türk tarih görüşü zaman ve mekan itibariyle genişlik
kazanmaya başlamıştır. Artık imparatorlukta yaşayan Türkler, dil,
edebiyat, tarih ve kültürlerinin hem Osmanlı hem de daha geniş bir Türk
mirası olduğunu açıkça görmüşlerdir. Osmanlı Devleti dışında Türkçe
konuşan Müslümanlar milletdaş olarak kabul edilmiş, yavaş yavaş Türk
Birliği fikri, kültürel terimlerle ifade edilmeye başlanmıştır. Anadolu,
Türklerin vatanı olarak önem kazanmaya başlamış, Türk milliyetçiliğinin
temeli olarak Türk dil ve kültürünün rolü ve bunları canlandırmak ve
geliştirmek ihtiyacı da kuvvetlenmiştir9.
Türkçülüğün Türk millliyetçiliğine, yani siyasal bir akıma
dönüşmesi ve örgütlenmesi ise II.Meşrutiyet’in ilanından sonra İttihat ve
Terakki ile gerçekleşmiştir. Bu örgütlenme girişimleri arasında Türk
Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Ocakları gibi derneklerin
kurulması sayılabilir. Bu derneklerin önemi imparatorluktan vazgeçmiş
görüntüsü vermemek için İttihat ve Terakki’nin Türkçülüğü açıkça
savunmadığı dönemlerde bu hareketin canlı tutulması ve gelişmesi için
başarılı bir şekilde çalışmalarından kaynaklanmaktadır10. Bu dönemde
Türkçüler, Osmanlı insanlarına bir “Yeni Hayat” vaat ediyorlardı. Bu
kurtuluş reçetesinin dayandığı fikir ve eylem temeli Türk milliyetçiliği
olacaktı. Türkler her şeyden önce Osmanlı İmparatorluğunda milli bir
bilince sahip olacaklardı11. Türkçülük klasik ve gerçek anlamda
milliyetçilik demekti. Amaç Osmanlı İmparatorluğu’nda şuursuz bir
hayat geçiren Türkleri milletleştirmekti. Türkçülüğün teorisini hazırlama
işini İstanbul Üniversitesi Türk Medeniyeti Tarihi profesörü, Ergani
mebusu ve İttihat Terakki genel merkez üyesi Ziya Gökalp ve ekibi
üstlenmişti. Bu ekip “Yeni Hayat” adını verdikleri doktrinle Türkçülüğün
sosyal siyasal ve ekonomik yönlerini belirlemişlerdi12. Ancak Türkçülük,
Tunaya’nın deyimiyle dar ve klasik anlamı içinde kalmamış ve ikinci bir
safhaya geçmişti. Bu ikinci safhada ülke dışı Türklerle birleşilecek ve
“Turan” adlı büyük ülke gerçekleştirilecekti13. Türkçüler çöken bir
imparatorluk karşısında milli bir devletin kuruluşunu düşünmeyerek yeni
bir imparatorluk tezini işlemişler, bunun için de milliyetçilik akımını
“uzak Türkçülüğe” ve Turancılığa dönüştürmüşlerdi14. Ancak Turancılık
fikri de Birinci Dünya savaşı sonucunda ortadan kalkmış daha doğrusu
geçerliliğini yitirmiş gözükmekteydi15.
Osmanlı döneminden farklı olarak Milli Mücadele sonrasında
kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir milli devlet olma amacındaydı. Bu
yüzden imparatorluktan Cumhuriyete geçiş, Osmanlıcılık, Pan-İslamizm
ve Pan-Türkizm gibi her çeşit “uluslararası” kardeşlik hayallerini sona
erdirdi. İlk defa Balkan savaşları sonunda imzalanan barış antlaşmalarıyla
çizilen ve Misak-ı Milli ile teyit edilen sınırlar, yeni Türkiye
cumhuriyetinin değişmez sınırları oldu16. İlk amaç bu sınırlar içerisinde
milli bir devlet kurmaktı. Milliyetçilik de bu devletin temel ilkelerinden
biri olarak belirlendi. Ancak zaman içerisinde milliyetçiliğin farklı
aydınlar ve gruplar tarafından telifleri yapılmaya başlandı. Başta millet
tanımı olmak üzere laiklik ya da başka bir deyişle dine bakış, etnisite,
irredenta, vatan kavramları üzerinde farklılıklar oluştu ve ortaya çeşitli
milliyetçilik akımları çıktı.
1.Atatürk Milliyetçiliği
Milliyetçilik konusundaki sınıflandırmalardan en etkin
olanlarından biri Milliyetçiliğin Fransız ve Alman tarzı olarak ikiye
ayrılmasıdır. Alman tarzı milliyetçiliğin en önemli özelliği etnik ve
kültürel temele dayanmasıdır. Fransız tarzı olarak kabul edilen daha
erken milliyetçilik ise devlet temelli bir milliyetçiliktir. Bu anlayışa göre
devletin yurttaşı olmak ve kader birliğini benimsemek o milletten olmak
için yeterlidir. Etnik köken ve din gibi unsurlar ikinci plandadır. İşte
Türkiye Cumhuriyetinin ilk döneminde görülen milliyetçilik anlayışı da
Fransız örneğindekine benzer nitelikler taşır. Ancak burada tam bir
eşdeğerlilik söz konusu değildir. Zaten millet ve devlet olgularının ortaya
çıkışındaki sıralama açısından bakıldığında da ne Fransa’daki gibi
milliyetçilik ve ulus devlet olgularının eş zamanlı olarak ortaya çıkması
ne de Almanya’da olduğu gibi milliyetçiliğin ulus devletten yarım asır
önce ortaya çıkması durumu söz konusudur. Bununla birlikte Türkiye’de
Almanya’daki gibi “devletini arayan bir millet” değil aksine “milletini
arayan bir devlet”ten söz etmek daha anlamlıdır17. Hal böyle iken de
milliyetçilik devlet eliyle ikame edilen bir olgu olarak Atatürk
milliyetçiliği şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Atatürk milliyetçiliği tıpkı
milliyetçilik kavramı gibi değişik tanımlamalara ve isimlendirmelere tabi
tutulmuştur. Atatürk milliyetçiliği için Resmi milliyetçilik ya da Kemalist
milliyetçilik tanımlarını görmek mümkündür. Ancak biz burada Atatürk
milliyetçiliğini, Atatürk’ün görüşlerini temel alan, moderniteyi amaç
edinen ama bunun yanında kendine özgü yanları ağır basan bir ulus
devlet ideolojisi olarak ele almaya çalışacağız. Nasıl tanımlanırsa
tanımlansın, adına ne denilirse densin burada açıklamaya çalışacağımız
milliyetçiliğin oluşumundaki ana referans Atatürk’ün bizatihi kendisidir.
O halde evvela Atatürk’ün milleti ve milliyetçiliği nasıl algıladığına
bakmak yerinde olacaktır.
a. Atatürk’ün Millet ve Milliyetçilik Anlayışı
Atatürk’ün benimsediği millet anlayışı subjektiftir. Bu anlayışa
göre millet bir takım subjektif bağlar ile birbirine bağlanmış insanların
oluşturduğu bir topluluktur. Bu bağlar manevi niteliktedir. Bu bağlar
arasında mazi, hatıra, amaç, ideal, istikbal ülkü birliği gibi unsurlar yer
almaktadır. Geçmişte yaşanılan ortak acılar veya birlikte kazanılan
başarılar, ortak amaca varmak için girişilen mücadeleler, ortak tehlikelere
karşı birlikte karşı koyma isteği gibi faktörler insanları birbirine bağlar ve
milleti oluşturur18. Subjektif bir millet anlayışını benimseyen Atatürk de
milleti şu şekilde tarif eder: Zengin bir hatıra mirasına sahip olan,
birlikte yaşamak hususunda ortak arzu ve bunu kabulde samimi olan; ve
sahip olunan mirasın korunmasına birlikte devam hususunda istek ve
dilekleri ortak olan insanların birleşmesinden oluşan topluma millet adı
verilir.”19 Milliyetçilik ise Atatürk’e göre “İlerleme ve gelişme yolunda
ve milletlerarası temas ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve
onlarla uyum içinde yürümekle beraber, Türk milletinin özel karakterini
ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır.”20
Millet tanımında olduğu gibi Türk kimliği konusunda da Mustafa
Kemal’in sözleri ya da tanımları o dönem için bir pusula vaziyeti
gördüğünden Onun bu konuyla ilgili görüşlerine bakmak faydalı
olacaktır. Mustafa Kemal, Türk milletinin oluşumunda etkili olan tabi ve
tarihi olguları şu şekilde sıralar: a)Siyasal varlıkta birlik b) Dil Birliği
c)Yurt Birliği d)Irk ve köken Birliği e)Tarihi yakınlık e)Ahlaki Yakınlık.21
Atatürk’ün millet olmada ilk aradığı şart görüldüğü üzere bir üniter
devlettir. Siyasal varlıkta birlikle bunu kastetmektedir. Dil birliğine yine
aynı şekilde önem vermektedir. Ancak Türk milletini oluşturan unsurlar
arasında ırk ve köken birliğini saymasına rağmen Atatürk’ün Türk milleti
için hiç bir zaman ırki ölçütler kullanmadığını görmekteyiz. Nitekim ırki
bir temele dayandırmadığını şu açıklamalarından anlamak son derece
kolaydır.
“Bugünkü Türk Milleti siyasal ve sosyal topluluğu içinde
kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya
Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız
vardır. Fakat geçmişin despotluk devirleri ürünü olan bu yanlış
adlandırmalar, birkaç düşman aleti, gerici beyinsizden başka hiçbir
millet bireyi üzerinde üzüntü ve tasadan başka bir etki yapmamıştır.
Çünkü, bu millet bireyleri de bütün Türk toplulukları gibi aynı ortak
geçmişe, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.
Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlara kader
ve talihlerini Türk milliyetine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra,
kendilerine yan gözle yabancı bakışıyla bakılmak, medeni Türk milletinin
asil ahlakından beklenebilir mi?”22.
Aynı açıklama da yine açıkça görülmektedir ki Atatürk milleti
ırka dayandırmadığı gibi dine de dayandırmamaktadır. Yani
milliyetçiliğinin vasıflarından biri laikliktir. Teokratik bir devlete ve
mezhep çatışmalarına karşıdır. Atatürk millet tanımına din öğesini dahil
etmemesini ise şöyle açıklar: “Türkler İslam Dinini kabul etmeden önce
de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların,
ne aynı dinde bulunan Acemlerin ne de sairenin Türklerle birleşip bir
millet teşkil etmelerine tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli
bağlarını gevşetti, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabi idi. Çünkü
Muhammed’in kurduğu dinin amacı bütün milliyetlerin üzerinde hepsini
kapsayan bir ümmet siyaseti idi.”23
Atatürk milliyetçiliğinin bir başka özelliği ise milli vatan
kavramını benimsemesi ve irredentayı reddetmesidir. Bu aynı zamanda
Atatürk milliyetçiliğinin barışçı yanını da ortaya koymaktadır. Onun
hedefi şartlara uygun, sadece kendi sınırları içerisinde bağımsız bir Türk
devleti ve onun izlediği milli siyaseti hayata geçirmekti ve bu amacını şu
sözlerle dile getiriyordu: “Panislamizm..Panturanizm siyasetinin
başarıya ulaştığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte
tesadüf edilmemektedir. Irk ayrılığı gözetmeksizin bütün insanlığı içine
alan tek bir dünya devleti kurma hırslarının sonuçları da tarihe
yazılmıştır. İstilacı olma hevesleri konumuzun dışındadır. İnsanlara her
türlü şahsi duygu ve bağlılıklarını unutturup onları tam bir kardeşlik ve
eşitlik içinde birleştirerek, insancı bir devlet kurma teorisinin de kendine
göre şartları vardır.
Bizim kendisinde açıklık ve uygulama imkanı gördüğümüz siyasi
ilke milli siyasettir. Dünyanın bugünkü genel şartları yüzyılların
dimağlarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında hayalci
olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın,
mantığın ifadesi böyledir.
Milletimizin, güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için devletin
bütünüyle milli bir siyaset izlemesi, bu siyasetin iç teşkilatımıza tam
olarak uyması ve ona dayanması gerekir. Milli siyaset dediğim zaman
kastettiğim anlam ve öz şudur: milli sınırlarımız içinde her şeyden önce
kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve
memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak… Genellikle milleti uzun
emeller peşinde yorarak zora sokmamak… Medeni dünyadan, medeni,
insani karşılıklı dostluk beklemektir24”.
Atatürk’ün ortaya koymuş olduğu milliyetçilik anlayışı ırk ve
kanı değil kültürü temel alan bir anlayıştır. Irka dayanmadığı gibi her
hangi bir irredenta siyasetine karşı çıkar. Bu yönüyle de vatan kavramını
öne çıkarır ve barışçıdır. Laik bir milliyetçilik anlayışıdır. Dini millet
kavramının dışında bırakır. Bu özellikleri itibariyle Atatürk milliyetçiliği
realisttir. Çünkü Anadolu gerçeğini göz ardı etmemiştir. Anadolu’da
yaşayan nüfusu kapsayacak bir millet ve milliyetçilik anlayışı
oluşturmuştur. Onun bu kapsayıcı tavrı “Türkiye Cumhuriyetini kuran
Türkiye halkına Türk Milleti denir” söyleminde kendini bulmuştur.
Nitekim Atatürk’ün bu yaklaşımı devletin de resmi yaklaşımı
halini almıştır. Cumhuriyetin temel esaslarını belirleyen anayasada bunu
görmek mümkündür. 1924 Anayasasının 88. maddesinde tartışmalar
sonucunda belirlenen Atatürk’ün ortaya koyduğu millet tanımına uygun
olan bir Türk tanımı 1924 Anayasasında şu şekilde yer almıştır: “Türkiye
ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk itrak
olunur. Türkiye’de veya hariçte bir Türk babanın sulbünden doğan
veyahut Türkiye’de mütemekkin bir ecnebi babanın sulbünden Türkiye’de
doğup da memleket dahilinde ikamet ve sinni rüşte vusulünde resmen
Türklüğü ihtiyar eden veyahut Vatandaşlık kanunu mucibince Türklüğe
kabul olunan herkes Türktür25.”
Ayrıca millet ve milliyetçilik kavramları dönemin iktidarı ve tek
partisi olan CHP’nin de ilgi alanındaydı. Milliyetçilik CHP’nin ilk
açıklanan ilkelerinden biridir. CHP ilk kez 1927’de yayınlanan
nizamnamesinde milliyetçi olduğunu deklare etmişti. Ancak ilk
programını 1931’de yayınlayan CHP ilk kez bu programda milleti resmi
olarak tanımlamıştı. 1931 tarihli CHP programı milleti “dil, kültür ve
mefkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasi ve
içtimai heyet” şeklinde tanımlamaktadır26. CHP programındaki bu tanım
CHP’nin dönemin tek siyasi aktörü olması bakımından önemlidir. Çünkü
bu tanım devletin izleyeceği milliyetçik politikasının temelini teşkil
etmektedir ve bu dönemdeki pek çok uygulama, bu tanıma uygun bir
biçimde gerçekleşmiştir.
b.Atatürk Sonrası Dönem
Ancak bütün bunlara rağmen özellikle Atatürk’ün ölümünden
sonra Atatürk milliyetçiliğinin Jakoben eğilimli yorumları yapılmıştır. Bu
yorumların temel özelliği etnisiteye verilen önemin artırılması ve
laiklikten ziyade bir pozitivist tutumun hakim olmasıdır. Böylesine bir
değişimin yaşanması sırasında belli başlı isimler öne çıkmıştır. Örneğin
CHP genel sekreteri Recep Peker, millet ve milliyetçilik anlayışı
konusunda bu yönde görünüm verir. Recep Peker’e göre “Hukuki ve
siyasi haklar tüm ulus fertleri için geçerlidir. Ancak etnik kökene sahip
olanlar ya da olduklarını düşünenler ulusal topluluğa katılamazlar.
Çünkü ulusal topluluğun tek bir etnik kökeni vardır; o da Türklüktür”.
Türk ulusunun bu şekilde Türk ırkı ekseninde tanımlanması, etnokültürel
çeşitliliğin kaçınılmaz olarak reddini gerektirmiştir. İlk elde, farklı etnik
kökenlere işaret eden adlandırmaların meşruiyeti ve gerçekliği kabul
edilmemiştir27. Yine Recep Peker İnkılâp Tarihi Ders Notları adlı
kitabında Türk kanının saflığından, bozulmadığından ve yüceliğinden
bahsetmektedir. Dönemin bir diğer önemli ismi Mahmut Esat Bozkurt,
ise Peker’in ki kadar derin olmamakla birlikte etnisiteye vurgu
yapmaktadır. Bozkurt, Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözünü
“Ne Mutlu Türküm diyebilene” şeklinde kullanmaktadır. Ancak
Bozkurt’un milliyetçiliğe getirdiği değişim dini alandadır. Bozkurt’a göre
Kemalizm diğer sistemlerden ayrı altı ok ile ifade edilen sosyal ve siyasi
bir sistemdir. Laiklik ve Türk milliyetçiliği birbirleri içinde
incelenmelidir. İslam dini geriliğin nedenidir28.
Ancak yönetim tarafından giderek daha fazla benimsenen bu
yaklaşıma karşı ilk tepki yine CHP içerisinden gelmiştir. Tepkiyi
gösteren kişi 1947 CHP kurultayındaki görüşleriyle Hamdullah Suphi
Tanrıöver’dir. Kongrede laiklik uygulamasını eleştirmiştir. Daha sonra
ise 1949’da Türk Ocaklarını yeniden oluşturmuş29 ve burada Hamdullah
Suphi’nin görüşleri Ocağa da yansımıştır. Deyim yerindeyse dine bir
dönüş gerçekleşmiş “Din milletlerin en eski en devamlı müessesidir.
Esarete uğramış milletlerin müdafa siperidir” anlayışı hakim olmuştur30.
Nitekim Tanrıöver’in bu çıkışı dönemin şartları içerisinde normaldir.
Çünkü 1945’ten sonraki liberalizasyon milliyetçiliğin fikir muhtevasında
da değişikliklere yol açmıştı. Rasyonalist ve materyalist bir milliyetçilik
anlayışının solcu fikirlerin sızmasına elverişli bir zemin
hazırlayacağından özellikle endişe duyulmaktaydı. Bunun en önemli
nedeni ise din aleyhtarı bir milliyetçiliğin Marksist ideolojiye karşı
koyamayacağı düşüncesiydi. 1946 yılı sonlarından itibaren yavaş yavaş
yeni bir milliyetçilik anlayışı belirdi. Milli kuvvetin kaynaklarını tarihte,
özellikle Osmanlı İmparatorluğu tarihinde bulunduğunu iddia ediyordu.
Müslümanlık Türk toplumlarınını ruhunda yaşadığı için milliyetçiliğin
dine ve tarihe dayandırılmasını istiyordu. Tarih ve din arasında o kadar
sıkı bir münasebet vardı ki biri olmadan öteki düşünülemezdi. Tanrıöver,
milliyetçiliğin ayrıca dogmatizmin, ırkçılığın, materyalizmin,
Turancılığın, Anadoluculuğun, yabancı azınlık düşmanlığının etkisinden
kurtulup gelenekçi, tarihi ve dini-hissi vasıflar kazanmasını talep
etmekteydi31.
Atatürk Milliyetçiliği’nin Atatürk’ün ölümünden sonra farklı
yorumlara tabi tutulması doğaldır. Ancak burada dikkat çeken nokta
aradaki farkın yorum farkından öte muhteva farkı olarak tezahür
etmesidir. Ancak yine de 1923-1950 arası dönemde hakim ideoloji farklı
yorumlamalara rağmen Atatürk milliyetçiliği olmuş; diğer milliyetçilik
akımları biraz da buna karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
2. Teritoryal (Mekânsal) Milliyetçilik
Milliyetçilik tanımları ya da anlayışları ne kadar farklı olursa olsun
bunların önemli bir kısmında toprak, vatan, yurt gibi kavramlar milletin
birer unsuru olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte milletin temel
unsuru olarak topluluk mensuplarının kendilerini özdeşleyecekleri,
aidiyet hissi duyacakları belli bir toplumsal mekan, az çok hatları kesin
ve sınırlanmış bir toprak parçasını yani vatanı kabul eden bir millet
anlayışından da söz etmek mümkündür. Nitekim milliyetçilik kavramı
gibi milletin bu şekilde kavramsallaştırılması da ilk kez Batı’da
gerçekleşmiştir. Yani Teritoryal millet ilk kez Batıda ortaya çıkmıştır. Bu
anlayışta hakim olan düşünce mekansal ya da teritoryaldır. Bu mantığa
göre milletlerin iyi tanımlanmış ülkelere topraklara sahip olmaları
gerekir. Halk ile toprak birbirine ait olmalıdır. Ama mezkur toprağın
herhangi bir yer olması mümkün değildir. Bu toprak parçası “tarihi” bir
toprak, “yurt”, halkın beşiği olmalıdır32. Türk milletinde olduğu gibi bu
toprak soyun köklerini taşımasa bile bu özelliği gösterir.
Cumhuriyet döneminde ve hatta biraz daha önce Türkiye’de
teritoryal bir millet tanımını benimseyen milliyetçilik anlayışını
görmemiz mümkündür. Bu milliyetçilik türü Memleketçilik, Anadolucuk
ya da Türkiyecilik gibi farklı isimlerle karşımıza çıksa da temelde tek bir
kaynaktan beslenir. Mevcut sınırlar içerisinde yaşayan halka millet olma
vasfını yükleyen, temel unsur olarak Anadolu’yu alan bir milliyetçilik
anlayışını benimser. Bu hareket Cumhuriyet döneminde iki aşamada
gerçekleşmiştir. İlk Anadoluculuk akımı Mükrimin Halil Yınanç ve onun
çıkardığı Anadolu dergisi etrafında toplananlardan oluşur ki bunu 1923-
1925 arasında tarihlendirebiliriz. Ancak bu dönemde Anadoluculuk
hareketinin çok fazla etkili olmadığı görülmektedir. 1930’ların ikinci
yarısından sonra ise Anadolu imgesi Türk milliyetçiliğinin yeniden
merkezine oturtulmaya çalışılmış ve Remzi Oğuz Arık’ın önderliğinde
yeniden Anadoluculuk akımı gündeme gelmiştir.
a. “Anadoluculuk”un Doğuşu (1917-1925)
Teritoryal milliyetçilik memleketçilik adıyla II. Meşrutiyetin
Osmanlıcılık, İslamcılık, Turancılık şeklinde üç yaygın ideolojisine tepki
halinde mütareke döneminde doğan hareketlerden biridir. Bu hareketin
temeli Türk ocağı bünyesinde “Büyük Türkçülüğe” karşı “Küçük
Türkçülük” veya “Türkiyecilik” şeklinde 1917’de atılmış bulunuyordu.
1919’da ise Mülkiye sıralarında Anadolu’yu Türk kültürünün gerçek
kaynağı olarak gören yeni bir akım doğdu. Fikir, Hilmi Ziya Ülken
tarafından Henri Lİchttenberger’in Richard Wagner, Poete et Penseur
adlı eserinden esinlenerek ortaya atılmıştı. Ülken bu doğrultuda el yazma
olarak Anadolu Dergisini çıkarmaya başladı. Ülken’in ortaya attığı bu
fikir hareketine Mükrimin Halil’in katılması bir dönüm noktası teşkil
etmektedir. Çünkü dikkatini İslam tarihinden Anadolu tarihine çeviren
Mükrimin Halil harekete siyasi bir şekli vermeye girişti. Böylece
memleketçilik kültürel bir hareketten yüksekokullar arasında yayılan
siyasi bir ideoloji haline geldi33. Ancak akım milliyet anlayışındaki görüş
ayrılığı nedeniyle daha başlangıçta ikiye ayrıldı. Bunlardan biri
Anadolu’yu doğacak kültürün kaynağı ve hedefi olarak gören kültürcü
Anadoluculuktu. İkincisi ona siyasi ve fiili bir şekil vermek isteyen
ideolojik Anadolucuktu. Bu ikincisi Monroe’nun “Amerika
Amerikalılarındır” düsturunu örnek alıyordu34 ki bizim de burada
üzerinde duracağımız anlayış budur.
Mükrimin Halil, 1923’te çıkan Anadolu Dergisinin ilk sayısında
memleketçilerin millet görüşünü şu şekilde ortaya koyuyordu: Milliyet
cereyanının gelişmesinden sonra tarihimize Türk tarihi denmeye başladı.
Fakat Türk tarihi denilince bizim tarihimiz değil, Türkistan tarihi hatıra
geliyordu. Bazıları buna eski zihniyetle Osmanlı Türkleri tarihi dediler.
Oysa tarihte böyle bir il ve ulus yoktu. Osmanlı Türkü, Selçuklu Türkü
manasız tabirlerdir…Bizim tarihimizin adı Anadolu Tarihidir35.
Mükrimin Halil Memleketçilik akımının İslami vurgusunu da yapan
isimdir. Onun millet anlayışına göre Anadolu, toprağıyla ahlakıyla,
imanıyla kaderiyle ve gerçek iradesiyle Anadolu Türk ulusunu
oluşturmaktaydı. Anadolu Türk milleti diye isimlendirilen Anadolu
halkının Müslüman olması nedeniyle de Anadolu tarihi aynı zamanda
Müslüman Anadolu tarihi olarak da ele alınabilirdi.
b.İkinci Dönem “Anadoluculuk” Akımı
Memleketçilik akımının bir başka önemli ve Anadoluculuğun
ikinci kez gündeme gelmesini sağlayan isim olan Remzi Oğuz Arık ise
milliyetçilik ideolojisinin ve idealinin ağırlık merkezi olarak neden vatan
kavramının kabul edildiğini “realite” ya da “realist olmak” ile
açıklıyordu. Arık, 1914’teki Birinci Dünya Savaşını
İslamcılığın(Müslümanlığın değil), Osmanlıcılığın belini büken bir
ameliyat olarak nitelemektedir. Ona göre Anadolu’daki İstiklal
mücadelesi Türk realitesine aykırı olan ne varsa kül etmişti. Öte yandan
bütün dünya Türklerinin kurtulması için Anadolu’nun bağımsız, kuvvetli
kalması şart olduğu meydana çıkmıştı.36.
Arık’a göre Turancılık ya da İslamcılık reel politikalar değildi.
Oysa memleketçilik hayali vatan fikrine karşı gerçek vatan, soyut bir
millet görüşüne karşı somut bir millet görüşünü savunuyordu. Bu görüşün
millet fikri her şeyden önce tarihte sınırları çizilmiş belirli bir vatan
anlayışına dayanıyordu. Din birliği halinde anlaşılan ümmet veya
milletlerarası dini cemaat, bir vatan teşkil etmediği gibi bir millet de
değildi. Nitekim bir dil ailesi teşkil eden ırkın yaşadığı sınırsız topraklar
da bir vatan değildi ve bu anlamda bir ırka millet denemezdi37. Yani
memleketçilik irredentaya karşı açık bir tavır almıştı. Memleketçilere
göre zaten Anadolu halkı ile Turani topluluklar arasında bir kader
birliğinin sağlanması oldukça zordu. Bu yüzden bu geniş coğrafyada bir
ulus bilinci yaratmak imkansızdı. Bu yüzden Turancılık realiden uzaktı.
O halde vatan olarak Anadolu, millet olarak Anadolu Türkleri ve
milliyetçilik olarak Anadoluculuk tezi savunulmalıydı. Memleketçilik
irredentizm konusunda kesin bir tavır koymakla birlikte Hatay, Montrö
gibi konularda “bizim bizden koparılmış parçalarımız” anlayışını
benimsemekteydi38. Eğer irredentist bir politika izlenilecekse bu
konularda izlenilmeliydi.
Memleketçilere göre Türkiye’nin yeni ideolojisi milliyetçilikten
başka bir şey olamazdı. Bu milliyetçiliğin ilk aşaması Türkiye’de yaşayan
topluluğun, ve Türkiye topraklarının tarihe uygun bir realistliktir. Bu
realizm nedeniyle memleketçilerin milliyetçiliği ne yalnız başına his, ne
yalnız başına kan, ne yalnız başına toprak birliğine dayanmıyordu39.
Memleketçilerin milliyetçiliği bir sıra realitelere dayanıyordu ki bunların
başında Türkiye’ye adını veren toprak parçası geliyordu. Anavatan,
memleketçi milliyetçiliğin temelidir ve başkalarının toprağında hak iddia
etmemektedir. Buna karşın kendi toprak parçasının bir zerresini dahi feda
etmez ya da harcamaz. Emeğin, ordunun , iktisadiyatın siyasetin mihveri;
basit bir coğrafya iken vatan haline getirilen bu topraktı40. Arık’a göre en
çarpıcı realite millet şahsiyetinin uğrunda yüzyıllardır gömüldüğü
İmparatorluk yok olmuş ve Türkler, binbir dersi, eksiği olan paramparça
bir vatanla kainatın düşman kesildiği bir milletle baş başa
bırakılmışlardır. Artık vatan, Türk vatanı; millet, Türk milleti; devlet,
Türk devletidir41.
Netice itibariyle Anadoluculuğun milliyetçilik anlayışı kutsal bir
vatan olarak temel aldığı coğrafyayı, ulusal gelişimin her düzeydeki
kaynağı olarak görür. Bu toprak parçasının bir vatan olarak kabul
edilmesi ve kalkındırılmasını amaçlar42. Ancak Memleketçilik ilerleyen
tarihlerde münferit bir akım olarak varlığını korumayı başaramayacak ve
muhafazakar milliyetçilik içinde cılız bir kol olmayı kabullenmek
zorunda kalacaktır.
3.Muhafazakâr Milliyetçilik
Muhafazakâr fikir ve doktrinler ilk olarak 18. yüzyılın sonlarında
ve 19. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Bunlar büyük ölçüde Fransız
devriminden sonra ortaya çıkan iktisadi ve siyasi değişime karşı bir tepki
olarak belirmiştir. Bu anlamda muhafazakârlık eski rejime dönmeye
ilişkin bir eğilimi ifade etmekteydi. Muhafazakârlık liberalizm, sosyalizm
ve milliyetçiliğin gelişinin serbest bıraktığı baskılara direnmeye çalışarak
gittikçe daha güç duruma düşen geleneksel sosyal düzenin savunmasına
geçmişti43. Burada ele alacağımız muhafazakâr milliyetçilik ise
Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan milliyetçiliği geleneğin yeniden
inşası yolu olarak görme eğilimi şeklinde belirmiş halidir. Yani yeni
rejimimin hikayenin dışına ittiği kahramanları yeniden hikayeye dahil
etme girişimidir. Bu kahramanların en önemlilerinden biri ise eski rejimin
temel dayanaklarından biri; yeni rejimin ise oldukça mesafeli durduğu
İslam’dır. Muhafazakâr milliyetçilerin tepkisi, özellikle dini ikinci plana
atan hatta bazı durumlarda, dini yok sayan milliyetçiliğe karşı şiddetli bir
tepki ifade ediyordu.
Bu noktadan hareketle burada Muhafazakâr milliyetçilik ile
anlatmaya çalışacağımız olgu cumhuriyet döneminde ortaya çıkan İslam
motifli Türk milliyetçiliğidir. Yani İslam ile milliyetçiliğin bir arada
formüle edilmesidir. Bu kimilerine göre bir Türk İslam sentezi olarak,
kimilerine göre ise sentezden daha çok İslam ve Türk milliyetçiliği
arasında bir eklektik ilişki olarak görülmüş, algılanmış ve kabul
edilmiştir. İlişkinin boyutu ya da niteliği ne olursa olsun üstünde mutabık
kalınılan nokta Türk milliyetçiliği ile İslam dininin Cumhuriyet
döneminde bir arada vurgulandığıdır.
Cumhuriyet döneminde Türk İslam sentezinin yani muhafazakâr
milliyetçiliğin ortaya çıkışı iki koldan gerçekleşmiştir. Birincisi
Anadolucu hareket ile paralel olarak bir Anadolu Türk milliyetçiliğinde
İslam’ın vurgulanması ikincisi ve daha sonra olmak üzere Türkçülük
akımının yeniden ortaya çıkarak Türk İslam sentezine ulaşma çabaları.
Bakıldığında bu iki hareketten ikincisi siyasi bir ideoloji haline
gelebilmeyi başarmış ve 1950’lerden itibaren siyasi bir aktör olarak Türk
siyasal hayatında yer alabilmiştir.
a. Muhafazakâr Milliyetçiliğin İlk İzleri
Muhafazakâr milliyetçilik konusunda yani milliyetçiliği İslamla
buluşturma konusunda ilk izleri Memleketçilik hareketinde de önemli rol
oynamış olan Şemseddin Günaltay ve Nurettin Topçu’da görmekteyiz.
Meşrutiyetten Cumhuriyet’e geçen nesilden M.Şemsettin Günaltay,
İslamcı bir dergi olan Sebilürreşet’ın ateşli yazarlarından ve medresede
profesör olmasına rağmen ileri bir Türkçüydü. Meşrutiyet sonrasında
İslam modernizmi çizgisinde yer alan Günaltay, Türklerin İslam öncesi
tarihini, kendi başına bağımsız bir olgu olarak değil İslam’a kavuşmak
için arayışların gerçekleştiği bir tarih olarak değerlendirmekteydi44.
Günaltay Milleti ve milliyetçiliği doğru idrak edildiği takdirde yani ona
göre din ile buluşturulduğu takdirde çöküntüyü engelleyecek çare olarak
görüyordu. Milli asabiyeti uyandırmayı ve Anadolu’daki ırk zayıflığını
gidermeyi kötü gidişi durduracak ve ilerlemeyi sağlayacak çözüm olarak
ortaya koyuyordu. Yani milli ruhu canlandırmak ve milli bilinci
uyandırmakla Anadolu’da bulunan Türkleri kendine getirecek ve ilerleme
sağlanacaktı. Onun milliyetçilik üzerindeki din vurgusu da burada
devreye girmekteydi. Çünkü bunları gerçekleştirmek için ciddi bir İslam
eğitimi ile milli eğitimi kuvvetlendirmek gerekmekteydi45.
Ancak Günaltay, Anadolu vurgusunu yaparken Anadolu
öncesindeki Türk tarihini ihmal etmez. Ona göre Türkler, tarihin tanıdığı
en eski kavimlerden biri olarak daima bağımsız ve hakim yaşamışlardı.
Steplerin bu kahraman kavmi İslam’a çözülmez bir bağ ile bağlanmışlar
ve onun için büyük fedakârlıklar yapmışlardı. Türkler, eski asırlardan
itibaren milli töreye ve yasalara bağlı kalmışlardı. Bu sayede İslam
Dünyasında sürekli ayakta kalmışlar ve başka İslam milletlerini de
korumuşlardı. O gün için ise geçmişten geleceğe doğru giderken bir
İnkılâp devresinden geçiliyordu. Bu geçiş sırasında geçmişin enkazı
arasında ne gibi şeylerin milli ruhtan doğduğunu ve ona uygun olduğunu,
ne gibi şeylerin milli hayata sonradan sokulmuş olduğunu ve onu
yıprattığını belirtmeye çalışmak inkılâbın başarısı için zaruri şarttı. Bu
noktada kurtuluş fikri üç fikirde birleşmeyi gerektiriyordu. İslamlaşmak,
çağdaş olmak, Türkleşmek. Her üç akım da ihtiyaçtan doğmuştu.
Günaltay üç akımı birleştirmede Gökalp’in fikrine katılıyor ancak temel
olarak İslamlığı ele alıyor ve asrileşme ile Türkleşmeyi ona bağlıyordu46.
Muhafazakâr milliyetçiliğin doğuşunda etkili olan diğer önemli
isim olan Nurettin Topçu, 1925’te kapatılan Şebilürreşet’tan sonra yayın
hayatına giren İslami duyarlılığa sahip ilk dergi olan ve Büyük Doğu’dan
önce gelen Hareket dergisini çıkaran isimdir. Türk İslam sentezinin
politize olmasında da Günaltay’dan daha etkilidir. Topçu kısa zamanda
mistizm, tasavvuf izleri taşıyan düşünceleri, fikirleri, ahlak anlayışı ve
eserleriyle milliyetçi, muhafazakar aydınlar için çekim merkezi haline
gelmiştir.
Topçu, millet ve milliyetçilik kavramlarını birbirinden ayrı olarak
ele almaktadır. Ona göre millet bir realite iken milliyetçilik bir
idealdir…Milliyetçilik, bir insanlar topluluğu olan milli varlığın imanın
gerekleri doğrultusunda tarihin her döneminde kendisini yenilemesini
sağlayan güçtür. Milliyetçilik millet gerçeğinin sonsuz hayat enerjisini
ifade eder. Millet insanın tanrıya ulaşmasında kat ettiği yolun ruhsal
yükselişin aile kurumundan sonraki ikinci basamağıdır47.
Türk Milleti ise Orta Asya’dan kaynayan Türk ırkından çıkmış ve
dokuz yüz yıl sonra Anadolu’da kurulmuştur. Göçebe olan Türkmen
Anadolu toprağına yerleşmiş, savaşçıyken çiftçi olmuş, Şamanlıktan
kurtulup İslam’a sığınmıştır. Dokuz yüz yıldan beri yaşayan Türk milleti,
İslam’ın sinesinde yaşayan bu çiftçi millettir. Türk milli tarihinin ortaya
koyduğu en büyük ve evrensel inkılâp İslam dininin Türk’ün ruh ve
ahlakında yaptığı inkılâptır48. Ancak geçen bu süreye rağmen Topçu,
Anadolu’nun kurtuluş savaşını ruh cephesinde henüz yapılmadığını ve
henüz yerlerde sürünen Tük-İslam ruhunun ayağa kaldırılmadığı sürece
Anadolu’da yaşayan insanın eşyadan farksız bir varlık olduğunu
belirtmektedir49. Bu ruhun ayağa kalkması için ise çözüm Topçu’nun
ortaya koyduğu milliyetçilik anlayışıdır.
Topçunun milliyetçiliğinin dayandığı esasları belirtirken 6
maddelik listenin en başına “Millet dini, onun ahlakını, örflerini ve
kalbini yoğurmuş, Türk İslam Medeniyetine yön ve kaynak olmuş İslam
dinidir” ifadesini yerleştirir50. Yani Topçu’ya göre İslam, Türk
milliyetçiliğinin dayandığı temel öğedir. İslam Anadolu vatanı ile birlikte
Türk milletini oluşturan soy, iktisat, dil ve tarih gibi bütün diğer unsurları
etrafında toplayan biri maddi diğeri ruhi iki ana prensipten birini
oluşturur. Zaten Topçu’ya göre bu kaçınılmazdır. Milletlerin hayat
kaynakları doğrudan kültürel bir nitelik taşır ve her milletin kendisine
özgü bir hayat kaynağı vardır. Bu çerçevede her bir milletin diğerinden
farklı olması tabidir. Bu onların milliyetçilik anlayışlarını da etkiler. Bu
kaynak Almanlarda ordu, yani militarist bir kültürdür. İngilizlerde iktisat,
Fransızlarda ise didaktik özellik taşıyan bilgidir. Türklerde ise bu kaynak
İslam dini olarak karşımıza çıkmaktadır51.
b. “Türk İslam Sentezi” Düşüncesinin Politize Olması
Günaltay ve Topçu Türk-İslam Sentezi Düşüncesi ya da
Muhafazakâr milliyetçilik konusunda ilk adımları atmışlardır. Ancak ne
Günaltay ne de Topçu Muhafazakâr milliyetçiliğin kitleleri etkilemesini
sağlayamamıştır. Bu alanda bir alt yapı oluşturdukları şüphesizdir.
Ancak Türk İslam sentezinin politize olarak ortaya muhafazakâr bir
milliyetçiliğin çıkması için İkinci Dünya Savaşı yılları beklenmek
zorunda kalınmıştır. Nitekim bunda en önemli faktör 1940’lardan
başlayarak devletin dine bakışının lılmlı bir hal alması, kimi zaman örtük
kimi zamansa açık bir İslamizasyon tadilatı yaşanmaya başlanmasıdır. Bu
tadilat milliyetçilik konusunda da kendini göstermiş ve İslami vurgu
konusunda çıkışlar görülmüştür. Hatta bu türden bir çıkışı daha önce
belirttiğimiz üzere Hamdullah Suphi Tanrıöver gerçekleştirmiştir.
Tanrıöver’in bu tutumu, milliyetçilik için bir restorasyon
döneminin başladığını habercisidir. Bunun ötesinde artık Türk İslam
sentezi temelli muhafazakâr milliyetçilik kitlelere ulaşma fırsatı bulmuş
ve siyasi bir görüş olarak ortaya çıkma hazırlıklarına başlamıştır. Bunun
gerçekleşmesinde ise iki önemli yayın organı ve şahsiyetin payı vardır.
Bunlardan biri şüphesiz Necip Fazıl ve onun Büyük Doğu dergisi, diğeri
ise Osman Yüksel ve Serdengeçti dergileridir.
Nitekim muhafazakâr milliyetçiliğin ne anlama geldiği ve nasıl
algılandığınıN en açık ifadesi 1947’de Osman Yüksel tarafından, “Hakka
Tapar Halkı Tutar” ifadesiyle çıkarılan Serdengeçti Dergisinde
görülmektedir. Serdengeçti Türkçü dergiler ile muhafazakâr
milliyetçiliğin lokomotifi olan Büyük Doğu dergisinin bir bileşkesi
niteliğindeydi. Derginin belki de en önemli fonksiyonu milliyetçileri bir
araya getirmek için gösterdiği çabaydı. Nitekim Nihal Atsız, C.Rıfat
Atilhan gibi isimlerle Necip Fazıl bu dergide birlikte yazmaktaydı.
Örneğin aynı sayı içerisinde Nihal Atsız, Saidi Nursi, Ali Fuat Başgil’in
yazıları bulunabilmekteydi52. Dergi milliyetçilik anlayışını şu şekilde dile
getiriyordu: “Allah’tan başka kimseden korkmuyoruz. Bizler münkir
değiliz. Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız. Bütün
gayemiz Küçük Asya insanının o bilinmez, o görünmez, bir avuç toprak
kadar mütevazı, fakat o kadar manalı ruhunu anlamak, bu topraklar için
toprağa düşenlerin çocuklarını bu topraklar üzerinde mesut ve bahtiyar
görmektir.” 53 Serdengeçti’nin bu görüşü bundan sonra Muhafazakar
milliyetçiliğin sloganı haline gelecek ve Türk İslam sentezi bu cümle ile
formüle edilecektir: “Tanrı Dağı kadar Türk Hira Dağı kadar
Müslüman!”
Necip Fazıl ise Muhafazakar milliyetçilik konusunda çok daha
etkili bir isimdir. Ona göre “Türk, Müslüman olduktan sonra
Türktür!”54. Türk’ü Müslüman olduğu için sevecek ve Müslümanlığı
nispetinde değerlendirecek bir milliyetçiliği düşünen55 Necip Fazıl’ın
1943’te çıkarmaya başladığı Büyük Doğu bir cazibe merkezi haline
gelmiş ve 40’ların ortalarından itibaren muhafazakar milliyetçi
hareketlenmede önemli bir rol oynamıştır. Dergi 19. sayısından itibaren
Türk milletinin mefkure eksiğinin olduğunu belirtmiş ve bunu gidermek
için dokuz anahtar belirlemiştir. Bunlar, Ruhçuluk, Ahlakçılık,
Milliyetçilik, Şahsiyetçilik, Cemiyetçilik, Keyfiyetçilik, Nizamcılık,
Müdahalecilik ve Sermayede Tahdit’tir56.
Ancak İkinci Dünya Savaşı yıllarından sonra Muhafazakar
milliyetçiliğin niteliğinde bir değişim gerçekleşmiştir. İlk dönemlerde
Anadolu Türkçülüğünde İslam vurgulanırken Turancı hareket ile İslamcı
hareket flört etmeye başlamış ve ortaya tam anlamıyla bir sentez fikri
çıkmıştı. Nitekim “Tanrı Dağı kadar Türk Hira Dağı Kadar Müslüman
sloganı” bunun en açık ifadesidir. Temelde savunulan tüm Türklerin
Müslüman olmasından hareketle İslam Türk sentezinin yapılabileceği ve
İslam milliyetçiliğine varılabileceğidir. Büyük Türkistan’ın Müslüman
Türkiye anlamına geleceği ve Türk Bağının İslam bağı ile
pekiştirilebileceği vurgulanmaya başlamıştır57.
Bu sentez çalışmalarının sonucunda “Türk dilinden, Türk
karakteri ve ahlakından, İslam dininden, tarih birliği şuurundan ve bütün
bunların fiili hayattaki bilumum belirtilerinden kurulu olan Türk milli
kültürünün yaşattığı Türk milletini sevmek ve saymak” şeklinde bir
milliyetçilik tanımı çıkmıştı. Türk milliyetçisi ise “Türk düşüncesinin
ilmi, fikri, edebi, felsefi ve teknik sahalarda imkanlarını zenginleştiren,
İslamiyet’i muhterem tutan, Dünya Türklüğünün istiklal, hürriyet, refah
ve saadeti için çalışan insan” olarak tanımlandı58.
4.Liberal Milliyetçilik
Liberal milliyetçilik insanlığın doğal olarak her biri ayrı kimliğe
sahip bir uluslar koleksiyonuna bölündüğü temel varsayımı üzerinde
yükselir. Bu nedenle uluslar siyasal liderlerin veya yönetici sınıfların suni
yaratıları değil gerçek ve organik topluluklardır. Bununla birlikte liberal
milliyetçiliğin karakteristik konusu ulus fikri ile nihai olarak
Rousseau’dan türetilen halk egemenliğine olan inancı birbirine
bağlamaktadır. Bu kaynaştırma 19. yüzyıl milliyetçilerinin kendilerine
karşı savaştıkları çok uluslu imparatorlukların da otokratik ve baskıcı
olmaları nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu nedenle liberal milliyetçiliğin
temel konusu ulusal kendi kaderini tayin hakkına bağlılıktır59. Bu açıdan
siyasi yönü ağır basan bir milliyetçiliktir. Siyasi bağımsızlık, siyasi birlik,
siyasi toprak(vatan), siyasi varlık(devlet) kavramları üzerinde durur. Bu
çerçevede maddi kalkınmaya önem verir. Ayrıca laik bir anlayışa sahiptir.
Zira devletin dini temeller üzerine oturtulmasına karşıdır. Öte yandan
liberal milliyetçilik maziyle, tarihle, gelenekle pek meşgul olmaz. Bunları
hürriyet, eşitlik, terakki için engel görür. Yüzü, aklı, gönlü daha çok
geleceğe dönüktür. Bu yüzden eskiye değil yeniye, yeni olana itibar
eder60. Liberal milliyetçiliğin en dikkat çekici yönü bir ulusun çıkarlarını
diğer ulusların çıkarları pahasına savunmamaktadır. Bunun yerine her
ulusun özgürlük ve kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğunu ilan
etmektedir. Bu anlamda Liberal milliyetçiliğe göre tüm uluslar eşittir.
Öyleyse liberal milliyetçiliğin nihai amacı bir egemen ulus-devletler
dünyası inşa etmektir. Bu bakış açısından milliyetçilik sadece siyasi
özgürlüğü artırmanın bir aracı değil fakat aynı zamanda barışçı ve
istikrarlı bir dünya düzeninin de temin edilmesinin bir aracıdır61.
Cumhuriyet döneminde liberal milliyetçilik konusunda karşımıza
çıkan ilk isimlerden biri Ahmet Ağaoğlu’dur. Ahmet Ağaoğlu,
cumhuriyetin ilk yıllarında İkinci Meşrutiyet dönemine nazaran farklı
fikirlerle karşımıza çıkmaktadır. Fikirlerindeki ortak payda Batı ile millet
ve milliyetçilik kavramları arasında kendiliğinden var olan bağdır.
Ağaoğlu milleti milli bilincin temelini oluşturduğunu düşündüğü ortak
dil, din, edebiyat ve ortak tarih temelinde tanımlar. Toplumda gizil olarak
bulunan milli bilincin oluşması açısından aydının oynayacağı role büyük
önem verirken böyle bir amacın gerçekleşmesi için asli sorumlu olarak
devleti görür62.
Milleti, birey ve devleti birbirine bağlayan ortak payda olarak
gören Ağaoğlu’na göre erken cumhuriyet dönemi antropolojik kökenleri,
dil ve kültür itibariyle ortak bir zemine sahip olanlar arasında birleşmeye
yönelik isteğin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan bir millet kurma
dönemiydi. Bu açıdan devlet maddi temelleri tarihin akışı içerisinde
atılan ulusal bilincin etik temellerini oturtmakla yükümlüdür. Birey ise
mutlak bir kategori olarak yani toplumsal bağlamdan soyutlanarak değil,
toplumun ve milletin ayrılmaz bir parçası olarak ele alınabilir. Devletin
en önemli sorumluluğu da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Birey ve
toplum arasındaki karşılıklı sorumluluk bilincini geliştirecek ve böylece
hali hazırda var olan aidiyet hissinin somutlaşmasını sağlayacaktır63.
Ağaoğlu liberalizmin temel kavramlarından biri olan özgürlük
temasına devletin bünyesinde simgelediği varsayılan milliyetçiliğin temel
kavramlarından biri olan ulusal özgürlüğe referansla yaklaşır.
Özgürlüğün bireyin ulusal bilince sahip kılınması açısından azami öneme
sahip olduğunu, dolayısıyla gerek toplum gerekse bireyin yaşamı
açısından özsel bir unsur olduğunu ileri sürer. Özgürlüğün anarşiye yol
açma riski taşıdığı görüşüne ise karşı çıkar. Bunun tam aksine toplumsal
düzenin uyumun ve birliğin ancak özgürlüğün doğru olarak kullanılması
durumunda temin edilebileceğini savunur. Bu anlayışa göre özgürlük
sadece insana özgü bir hak değil aynı zamanda bir vatandaşlık görevidir.
Zira böyle yorumlandığında özgürlük toplumdaki disiplinin etik boyutunu
oluşturur. Toplum içerisinde özgürlük devletin ilkeleriyle uyumu
gerektirir64.
Liberal milliyetçilik konusunda önemli bir diğer isim ise Sadri
Maksudi Arsal’dır. Arsal millet varlığını bir var olma hakkı bir varlık
şartına bağlar. Bu bakımdan birey ve millet için varlığını devam
ettirmeyi, hayatını geliştirmeyi, biyolojik bir görev kutsal bir hak olarak
kabul eder. Her fert ve milletin “ben de varım, var olacağım” demek en
tabii hakkıdır. Ama öyle demeyip de “ancak ben varım” diyen kimse
veya millet suçlu olur. Çünkü başkalarının varlığına ve hürriyetine
tecavüz etmiş olur65. Arsal’a göre Milletin oluşumunda, devamında ve
bekasında en önemli unsur ferdin mensup olduğu topluluğa bağlılığıdır.
Bu bağlılık yani ferdin mensubu olduğu millete bağlılık insanlığın
ilerlemesinin ilk şartıdır66.
Milletlerin ilerlemesi demek milletin var olma azim ve iradesinin
bir göstergesidir ve Ona göre milliyetçilik budur. Milliyetçiliğin milliyet
duygusunun millete ve değerlerine derin bir bağlılıktan ibaret olup
olmadığı konusunda ise Sadri Maksudi milliyetçiliğin maziye ve
oradakilere bağlılıktan ibaret olmadığını, tecelli ettiği diğer bir saha
olduğunu belirtmiştir. Bu saha istikbale yönelmiş emel, gaye ve
düşünceler sahasıdır. Ayrıca Sadri Maksudi, geleceğe yönelik gayeler
taşıyan milliyet hissinin dinamik bir gelişme ve ilerleme sebebi olmasını
geleceğe yönelik dilek ve arzulara bağlar67. Savunduğu bu milliyetçilik
anlayışının rasyonel niteliğine vurgu yapar ve bu rasyonel milliyetçiliğin
tanımını “Milliyetçilik biyolojik ve sosyolojik esaslara dayanan ve
ırsîleşmiş bir duygu olan milli kütleye bağlılık duygusunun derinleşmiş
kutsal bir özellik kazanmış şuurlu bir şeklidir” olarak yapmaktadır.
Ayrıca bu anlayışı Arsal demokrasi ile bağdaştırmaktadır. Ona göre
milliyetçilik mahiyeti ve eğilimi itibariyle demokratik bir olaydır68.
Milliyetçiliğin rasyonel, hürriyetçi, liberal eşitlikçi demokratik,
barışçı, federalist, idealist ve iyimser niteliklere sahip olması gerektiğini
belirtirken tasavvur ettiği milliyetçiliğin özelliklerini şu şekilde sıralar: 1.
Bugünkü milliyetçilik rasyoneldir, mantığa ve akla uygundur 2. Bugünkü
milliyetçilik sosyolojik ve psikolojik esaslara dayanır. Kan tahliliyle
uğraşmaz, kafataslarının şekliyle de ilgilenmez. Muayyen bir millete
bağlılık hissi bugünkü milliyetçiliğin esasıdır 3. Bugünkü milliyetçilik
hürriyetçidir, liberaldir. 4.Bugünkü milliyetçilik demokratiktir. Kültürlü
milliyetçiler hem kendi memleketlerinde hem diğer memleketlerde
imtiyazlı zümre tanımadıkları gibi, memlekette bir şahsın veya bir sınıfın
diğer zümreler üzerinde tahakkümünü zararlı ve aynı zamanda adalet ve
hürriyet esaslarına aykırı telakki ederler.69
Liberal milliyetçilik Ağaoğlu ve Arsal’dan sonra da kendisine
temsilciler bulmasına rağmen kitleler tarafından kabul gören bir
milliyetçilik anlayışı olamamıştır. Ancak bu Cumhuriyet döneminin
milliyetçilik yelpazesinde yer bulmadığı anlamına da gelmemelidir.
5.Irkî (Etnik) Milliyetçilik
Etnik milliyetçiliğin ayırt edici özelliği doğuştan, fıtri bir
topluluk fikrini öne çıkarmasıdır. Bireyin kendi seçebileceği belli bir
millete ait olması prensibini reddetmektedir. Kendi topluluğunda kalsa
da başka bir yere göçse de birey kaçınılmaz biçimde organik olarak etnik
anlamda bağlı bulunduğu topluluğun mensubu olarak sonsuza dek
onunla damgalanmış bulunmaktaydı. Başka bir ifadeyle millet evvel emir
ortak soydan gelen bir topluluktur. Halk ortak yasa ve kurumlara bağlı bir
topluluktan öte fiilen eylemli bir siyasi seferberliğin olmadığı yerlerde
bile milliyetçi emellerin nesnesini ve çağrı merkezini oluşturur. Hukukun
yerini ise genellikle dil ve adet almıştır70. Bu tür bir milliyetçilik anlayışı
cumhuriyet döneminde Türk-Turancı fraksiyon içerisinde karşımıza
çıkmaktadır. Nitekim etnik milliyetçiliğin izlerini Pantürkist hareketler
içinde sürmek mümkündür.
Ancak şunu belirtmek gerekir ki etnik milliyetçilik başlığı altında
Pan-Türkizmi incelemek doğru olmadığı gibi amacımızda bu değildir.
Nitekim Irk ve ırk temelli bir milliyetçilik anlayışı Pantürkçü fraksiyonun
tamamı tarafından benimsenen bir anlayış değildir. Kimileri ırkı milletin
ve milliyetçiliğin temeli olarak görürken kimi Türkçüler için ırk, etnik
bütünlüğün önemli bir faktörü değildi. Milliyet, dil , tarih ve kültür gibi
etnik farklılıkları belirleyen başka faktörlerin bir fonksiyonu sayılıyordu.
Üstelik Türkçü akım içerisindeki farklılıklar sadece ırk faktörüne de
dayanmıyordu. Türkçüler, Pantürkçülüğe ve Turani kökenlerine
yaklaşımları açısından da bölünmüşlerdi. Irkçı çizgi bütün Türkçüler
tarafından paylaşılmayan paganist bir yaklaşımla da birleştiriliyordu71.
Hal böyle iken burada ele alacağımız konu Cumhuriyet döneminde Pan-
Türkçü hareket içerisinde ortaya çıkan etnik milliyetçilik anlayışıdır.
Cumhuriyet yönetimi bu harekete olumsuz baksa da
cumhuriyetin ilk yıllarında Pantürkist hareketlerin tamamen yokluğundan
da söz edilemez. Bu dönemde pantürkist harekete mensup bazı kişiler
Türk ocakları bünyesinde faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Türk Ocakları
her ne kadar 1924 kongresinde esas amacının Türk kültürü koruma ve
cumhuriyet inkılâplarını savunma ve Cumhuriyet Halk Fırkası ile işbirliği
olduğunu belirterek72 CHF çizgisinde bir milliyetçilik anlayışına doğru
yönelmişse de, Turancılığı benimseyenler için ortak bir platform olma
işlevini devam ettiriyordu73. Bunun farkında olan tek parti yönetiminin
müdahalesi ile Türk Ocaklarının etkinlik alanının ancak Türkiye sınırları
içinde olması gerektiğine dair bir tüzük değişikliği yapıldı. Ancak bu
pantürkist taleplerin önüne geçemeyince Türk Ocakları 1931 Martında
tamamen kapatıldı.
Pan-Türkist akım özellikle 1931’den itibaren iyiden iyiye
canlandı. Bu canlanışta şüphesiz en önemli isim Nihal Atsız ve onun
çalışmalarıydı. Ancak bu canlılık hükümetin de dikkatinden kaçmamıştı.
Nitekim Hükümet Cumhuriyetin milliyetçilik anlayışıyla uyuşmayan bu
akımın temsilcileri olan dergileri 1934’ten itibaren birer birer kapatmaya
başladı. Pan-Türkist hareket üzerindeki bu baskı tıpkı hareketin canlanış
süreci gibi uzun sürmedi. Dört yıl sonra Pan-Türkist akım yeniden ivme
kazandı74. Özellikle ikinci Dünya Savaşının başlarında gelişmek için
uygun bir ortam buldu. Bu ortamın oluşmasında hükümetin bu harekete
karşı gevşek tutumu, Almanların Rusya’da kazandığı başarılar ve
Türkiye’deki propagandaları etkili olmuştu. Ancak 1943’te savaşın
Almanların aleyhine dönmesi ve Türkiye’ye tarafsız kalması için baskı
yapılması, tarafsızlığını göstermek isteyen hükümeti harekete geçirdi.
Pan-Türkist hareket içerisindeki bütün liderler 9 Mayıs 1944’te
tutuklanarak hükümeti devirmeye teşebbüs suçu ile mahkemeye verildi.
İlk mahkemede tutuklanan ve çeşitli cezalara çarptırılan Turancılar
Askeri Yargıtay’ın 31 Ekim 1945 tarihinde mahkumiyet kararını
bozmasıyla serbest bırakıldılar. Bu hem savaş sonrası demokratikleşme
hareketi hem de Rus isteklerinini ve komünizm tehlikesinin kamuoyunda
yarattığı hava ile açıklanabilir75. Zaten savaş sonrası yıllarda çok partili
hayata geçilmiş ve CHP’nin çok güçlü olan konumu zayıflamıştı.
1950’lerde Demokrat Parti hükümetleri CHP’nin takındığı Pan-Türkçü
karşıtı tavrı göstermedi76.
Pan-Türkist hareketin 1920’lerden başlayıp 1930’larda gelişen
serüveni içerisinde etnik vurgunun yapılması daha doğrusu etnik temelli
bir milliyetçiliğin ortaya çıkışı ve bir ideoloji haline gelişinde üç isim öne
çıktı. Küçük nüanslarla birbirinden ayrılan hatta bazen birbirleriyle
mücadele içerisine giren bu üç ismin önderliğinde etnik bir milliyetçilik
modeli ortaya kondu.
a.Nihal Atsız
Bu önderlerden ilki Nihal Atsız idi. Çıkardığı Atsız Mecmua ile
ismini duyurdu. Adını yayıncısı Nihal Atsız’dan alan bu dergi 15 Mayıs
1931 ile 25 Mayıs 1932 arasında düzenli bir şekilde çıkarılmıştı. Nihal
Atsız şüphesiz dergiyi yönlendiren kişiydi ve ona göre tüm Türkler bir
ırktan olup hangi şart altında olursa olsun geleneklerini
unutmamalıydılar. Ne var ki 1931 Türk Ocaklarının kapatıldığı yıldı.
Böyle bir durumda Pantürkçü bir propaganda için uygun ortam yoktu.
Ancak ne olursa olsun Landau’nun da belirttiği üzere Atsız bu alanda bir
çıkış yapmış ve gelecekte izlenecek örnekler ortaya koymuştu77. Atsız bu
defa 1933 sonlarında Orhun adlı bir dergi çıkarmaya başladı. Orhun 1934
Temmuzunda kapatılmış ve 1944’te tekrar çıkarılmaya başlanmıştır.
Atsız, şüphesiz etnik milliyetçiliğin en popüler ismidir. Atsız’a
göre millet kelimesi her millet için ayrı bir mana ifade etmektedir. Ancak
Atsız yalnızca Türk milleti vardır ve bunun içinde yalnız onun tarifini
yapmak gerekir, başkaları bu tarife uysa da uymasa da bunun bir önemi
yoktur görüşünü benimsemektedir. Türkler için ise millet her şeyden önce
bir kan meselesidir. Yani Türküm diyecek olan adam Türk neslinden
olmalıdır78. Elbetteki burada Atsız’ın nesil ile kastettiği Türk ırkıdır.
Türkler, Altay veya Turan diye adlandırılan ırka mensuptur. Bu ana
ırktan türeyen ve sonra onun ayrıldığı şubelerden birini teşkil eden bir
koldur79.
Atsız millete daha doğrusu Türk milletine aidiyet için üç koşul
öne sürer. Türk olmak için evvela kanın Türk olması gereklidir. İkinci
olarak dilin Türk olması ve son olarak da dileğin Türk olması gereklidir.
Ona göre kanı Türk olan bir Türk milleti o günkü melez topluluklardan
kat kat kuvvetlidir. Bu kanı Türk olan fertlerin dilleri de Türk olursa o
millet daha güçlü bir millet haline gelir. Üstelik bir de bu milletin fertleri
dilek birliğiyle birbirine bağlıysa bu ülkücü bir millet demektir ve sayıca
azlık olsa bile dünyanın en güçlü milletidir80. Ancak Atsız dilin ve dilek
birliğinin ırk birliği olmadan asla milletin unsurları olamayacağını
savunur. Menfaat birliği tezini ise şiddetle reddeder. Ona göre Türkçe
konuşan bir zenci ile Lehçe konuşan bir Kıpçak’tan elbetteki ikincisinin
Türk olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Dilek ve menfaat
konusunda ise bir Konyalı ile Kırgız’ın dileklerinin ve menfaatlerinin ayrı
olabileceği, ancak bunların kan ve ırk bakımından aynı millete mensup
olduklarının değiştirilemeyeceği üzerinde durur81.
Atsızın milliyetçilik anlayışı irredentisttir ve bu irredenta Türk
milletinin ülküsü olmalıdır. Atsız’a göre her milletin bir ülküye ihtiyacı
vardır. Türk milletinin ülküsünün adı da “Türk Birliği”dir. Bu üç
aşamada gerçekleşecektir: İstiklal, Esir yaşayan kardeşleri kurtarmak ve
fütuhat ve emperyalizm. Türk milleti ilk aşamayı gerçekleştirmiş şimdi
sıra diğer aşamalara gelmiştir82. Atsız’a göre bu ülkü olağandır. Her
milletin bu tür ülküleri vardır. İngilizlerin, Almanların, İtalyanların ve
Yunanlıların. O halde Türk birliği ülküsü hayal değildir ve Türk
milletinin hakkıdır83.
b. Reha Oğuz Türkkan
Etnik milliyetçilik akımı içerisindeki önemli isimlerden bir diğeri
Reha Oğuz Türkkan’dı. Türkkan, Atsız’ın çıkardığı Orhun’un ardından
açıkça ırkçı ve Pan-Türkçü eğilimi ile göze çarpan ilk dergi Ergenekon’u
Kasım 1938 ve Ocak 1939 tarihleri arasında üç sayı olarak çıkarmış ve
ismini duyurmuştu. Derginin künyesinde “Türk ırkı bütün ırklardan
üstündür” ifadesi bulunmaktaydı. 1939 Mayısında ise Bozkurt adlı
dergiyi çıkarmaya başladı. Dergide yer alan açık Pan-Türkçü propaganda
dolaysıyla aleyhinde yasal işlemler başlatıldı ve yayını durduruldu. 1940
Mayısında beraat ettikten sonra yeniden çıkarılmaya başlandı. Dergi
Orhun’a göre daha saldırgan bir politika izlemekteydi84. Türkkan,
Bozkurt’tan sonra 5 Kasım 1942’de Gökbörü adlı bir başka dergi
çıkarmaya başladı. Gökbörü’nün sloganı Ergenonunki ile aynıydı: “Türk
ırkı bütün ırklardan üstündür”. Dergi Zeki Velidi Togan gibi bilim
adamlarının yazılarına yer vermekle birlikte Türk ırkı kavramını
savunmak için Tanrıdağ ile yarış içerisindeydi85.
Türkkan ırk ve millet kavramlarını ayrı ayrı ele almaktadır. Ona
göre millet daha kapsayıcı olan ırkın bir parçasıdır. Hal böyle iken Türk
milleti Tur ırkına mensuptur ve Tur ırkının gerçek temsilcisidir86. Türk,
ise Tur ırkına mensup, Türk dilini konuşan, Türk harsını taşıyan kişidir87.
Türkkan ırk ve kanı milletin temeli olarak görmekle birlikte bu konuda
Atsız kadar katı değildir. Türkkan 4-5 göbekten beri kan ve aidiyet
duygusu itibariyle Türkleşenleri Türk olarak kabul etmektedir. Ancak
sınırsız bir melezleşme karşısında da rahatsızlık taşımaktadır. Çünkü
Türkkan’a göre ırkların birbiriyle karışması ve yabancı kan tarafından
yönetilmesi milletlerin yıkılmasında rol oynayan önemli etkenler
arasındadır. Diğer etkenler ise milli bilincin aşınması ve milli ruhun
kaybolmasına neden olan “aşırı bireycilik” ve “kozmopolitizm”;
barışseverlik yani militarizme olumsuz yaklaşma ve toplumun farklı
siyasi partilere göre bölünmesi yani particiliktir88.
Türkkan’ın ortaya koyduğu milliyetçilik anlayışı II.Meşrutiyette
ortaya atılan Turancılık ile benzerlik göstermektedir. Türkkan’a göre
Turancılık sadece dış Türkler üzerinde dururken Anadoluculuğun
Türkiyeli Türkler üzerinde yoğunlaştığını belirtiyordu. Dolayısıyla Pan-
Türkçülük hem hal hem de geleceğe odaklaşarak bu iki etmeni birleştiren
bir milliyetçilik arz ediyordu. Yani Pan-Türkçülük milliyetçiliğin tek
pratik türü oluyordu89. Türkkan’da Atsız gibi irredentist politikaları
savunur. Ancak Türkkan Atsız’a göre Anadoluculuğa daha sıcak
bakmaktadır. O daha çok İkinci meşrutiyet döneminde ortaya konan
yakın ve uzak Türkçülük yöntemini benimsemektedir. Türkkan’a göre
Türkiye olmadan Türk birliği gerçekleşemez. Gerçekleşemeyeceği gibi
daha da kötüsü Türkiyesiz bir Türk birliği Emperyalist devletlerin elinde
bir oyuncak haline gelecektir. O halde yapılması gereken Türk birliği için
önce güçlü bir Türkiye yaratılmasıdır90.
Reha Oğuz Türkkan, Pantürkçülere 65 milyonluk kutsal Türk
devletini kurmak için hazır olup olmadıkları sorulduğu zaman gururla
cevap verilmesi gerektiği konusunda nutuklar veriyordu. Türkan, Pan-
Türkçülüğü yeniden tanımlamaya çalıştı. Onlardan beklenenilen her
alanda Türk ırkının üstünlüğüne inanmak ve Pan-Türkçülüğün devamlı
savunusunu yapmaktı. Pan-Türkçülüğün savunulması ve teşvik edilmesi
konusunda Türkkan şu ilkelere sıkı bir şekilde sahip çıkmalarını
öneriyordu: Irkçılık, tüm Türklerin birliği, savaşçı bir bakış, ahlak, uygun
yönetim ve eylemlilik91.
Türkkan ve Atsız arasında gözle görülür bir rekabet söz
konusuydu. Bu rekabetin nedenleri ırk, Türk ırkının kapsamı, Hititlerin
Türklüğü gibi noktalardaki görüş ayrılıkları olmakla birlikte asıl problem
Türkçü hareketin liderliğiydi92. Nitekim Türkkan’a göre Türkçülük
hareketi dörde bölünmüştür. Birinci grup Türk birliği ülküsünü
benimsemiş, Zeki Velidi Togan, Hüsnü Erkilet, Hüseyin Namık Orkun
gibi Turancılardan oluşmaktadır. İkinci grup, Anadoluculardır. Ancak
Türkkan Anadolucuları dış Türkleri sevenler ve sevmeyenler olarak ikiye
ayırmaktadır. Üçüncü grup Nihal Atsız, Humdullah Suphi, M.Esat
Bozkurt gibi isimlerin yer aldığı gruptur. Son grup ise Türkkan’ın “Tam
Türkçüler” olarak nitelediği kendisinin de içinde yer aldığı kişilerden
oluşmaktadır93.
c.Rıza Nur
Etnik milliyetçilik içerisinde üçüncü önemli isim Rıza Nur’dur.
1924 yılında on iki ciltlik Türk Tarihi’ni kaleme aldı. 1931-1938 yılları
arasında ilk önce Paris’te daha sonra İskenderiye’de Türkbilik Revüsü
(Revue de Turcologie) adlı edebi ağırlıklı bir dergi çıkardı. Türkiye’de bir
çok Pan-Türkist dergiye makale yazan Rıza Nur, 1942 Mayısında
Bozkurt adlı dergiyi çıkarmaya başladı. Dergi Rıza Nur’un öldüğü tarih
olan 1942 Eylülüne kadar aralıksız yayınlandı. Dergide yazan yazarlar
Türk ırkının büyük ve tarihi geçmişi ile parlak geleceğinden bahsettiler94.
Rıza Nur’a göre milliyet asla bir kültür meselesi değildir.
Milliyet ırk, kan meselesidir. Dil, zihniyet, edebiyat ve emsali gibi kültür
unsurları milliyet binasının ikinci derece malzemeleridir95. Nur, millet ve
milliyetçilik konusunda kanı yani ırkı ilk plana almaktadır. Hatta bu
konuda o kadar ileri gitmektedir ki milleti kültüre bağlayanları dahi ırk ve
kan bakımından Türk olmadıklarını ileri sürmüştür. Ona göre devletlerin
batmasının nedeni dahi “yabancı kan”dır. Yani yabancı kan taşıyan
yönetici seçkinlerdir. Göktürkler zamanından başlayarak bu cereyan eden
bir vakadır. Göktürkler zamanında Çinli Prensesler Türklerin izmihlalini
hazırlamışlardır. Selçuklular zamanında ise Konya Rum ve Frenk
fesadına sahne olmuş en vahim buhranı ise Osmanlı yaşamıştır96.
Nur irredentizmi Türk milliyetçiliğinin etkin bir etmeni olarak
değerlendirir. Bu yaklaşımına göre Türk milliyetçiliğinde üç büyük etmen
belirleyici rol oynamaktaydı. Bunlar Turancılık, Pan-Türkçülük ve
Anadoluculuk idi. Turancılık ve Pan-Türkçülük birbiriyle kaynaşarak her
yerde Türkleri oluşturan ortamı yaratırken Anadoluculukla da Anadolu
Türklerini en üstün olarak ele almaktaydı. Rıza Nur Anadoluculuk
yaklaşımını benimserken aynı zamanda bunun getirdiği sınırlamanın
milliyetçiliğin etkisini zayıflatacağını düşünüyor ve bu yüzden en
yaşanabilir olanın ırksal Türkçülük olacağını ileri sürüyordu97. Yani
Nur’a göre uygulanabilir tek milliyetçilik ırkçılıktır. Tarih sosyoloji,
ekonomi, politika hep bunu telkin etmektedir98.
Netice itibariyle Cumhuriyet döneminde görülen etnik
milliyetçilik hareketi Atsızın belirttiği gibi Türkçülüğü Türk
milliyetçiliğinin adı olarak belirlemiş,99 bunu ise Türk ırkının
üstünlüğüne inanılması100 olarak tanımlamıştır.
Sonuç
Görüldüğü üzere 1923-1950 dönemi Türk milliyetçiliği tipleri
dünya ölçeğindeki tipolojilerle farklılık arz eder. Bunun en önemli nedeni
elbetteki Türkiye’nin söz konusu dönem içerisindeki kendine özgü
şartlarıdır. Hazırlık safhasından geçmeden gerçekleştirilmiş bir devrim,
bu devrim sonucunda devralınan heterojen bir toplum ve bu toplum
içerisindeki çokluğun yüzlerce yıldır süren ümmetçiliğin de dahil olduğu
geleneksel bağları. Haliyle bu şartlar içerisinde ortaya çıkan milliyetçilik
tipleri de diğer tipolojilere uymadığı gibi üzerinde konuşulması en zor
konulardan biri haline gelmiştir. Bu durum bizatihi milliyetçilik
kavramının sahip olduğu muğlaklığı daha da artırmaktadır. Ancak erken
dönem Türk milliyetçiliğinin tipolojisi üzerinde konuşmayı zorlaştıran
tek etken bu değildir. Diğer önemli bir etken de milliyetçilik tipleri
arasındaki eklektik ilişkilerdir. Konjonktürel olarak birbirine yaklaşıp
uzaklaşan kimi zaman yolları kesişen bu tipleri kesin bir sınıflandırmaya
tabi tutmak zaten başlı başına bir zorluktur. Tabi ki buna tipler içerisinde
ayrı ayrı kolların oluşmasını eklemek de yerinde olacaktır. Bu açıdan
çalışmamızda ortaya koyduğumuz tipoloji bir kesinlik arz etmemektedir.
Öte yandan şu görülmüştür ki, Batı’daki milliyetçilik tipolojilerinin
bazılarında kullanılan Ekonomik ve sosyal ilişkiler, sömürgecilik gibi
kavramlar Türkiye’deki tipoloji için kullanılmamıştır. Batıdaki
tipolojiden ayrılan bir başka nokta ise dinin milliyetçilik alanındaki
rolüdür. Türkiye’deki tipolojide din gerek Teritoryal milliyetçilikte olsun
gerekse Muhafazkar milliyetçilikte olsun yoğun olarak işlenmiş milletin
değişmez bir unsuru olarak ele alınmıştır. Ancak Batıda din milleyetçilik
alanından tamamen çıkarılmıştır. Bununla birlikte Batılı tipolojilerde de
tartışılan kültür, etnisite, irredenta, dil gibi konular Türkiyedeki
milliyetçilik tiplerinin ilgi alanında olmuştur. Sonuç olarak söz konusu
dönemdeki milliyetçilik tipleri vatan, millet, din, ırk gibi kavramlarla
birbirinden ayrılmaktadır. Ancak tipolojinin oluşmasındaki belki de en
önemli etken geçmişe ve devlet eliyle ortaya konulan milliyetçiliğe karşı
alınan pozisyondur. Netice itibariyle 1923-1950 döneminde tek bir
milliyetçilik anlayışı yoktur. Devlet eliyle ikame edilmeye çalışılan bir
milliyetçilik anlayışı ve ona karşı ortaya konulan diğer milliyetçilik
anlayışları ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetin erken yıllarında görülen bu
durum, bugünkü milliyetçilik tartışmalarının da bir anlamda zeminini
oluşturmuştur.
Dipnotlar
* Süleyman Demirel Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü,
mkilic@sdu.edu.tr
1 Benedict Anderson, “Milliyetçiliği Anlamaya Giriş”, Tartışılan Sınırlar Değişen
Milliyetçilik, Şehir Yay., İstanbul2001, s.11.
2 Louis Leo Snyder, The New Nationalism, Cornell University Press, New Jersey 2003,
s.49-51.
3 Hans Kohn, The Idea of Nationalism, A Study in Its Origins and Bacground, Macmillan,
New York 1958, s.324-326.
4 Anthony D. Smith, “Milliyetçilik ve Tarihçiler”, Tartışılan Sınırlar Değişen
Milliyetçilik, Şehir Yay., İstanbul 2001, s.46.
5 Smith, a.g.e., s.133-134.
6 Ernest Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak, İletişim Yay., İstanbul 1998, s.45-54.
7 Ercüment Kuran, Türkiye’nin Batılılaşması ve Milli Meseleler, TDV Yay., Ankara 2004,
s.75.
8 Bu çalışmalar için Bkz. Sina Akşin, Türkiye Tarihi, C.IV, Cem Yay., İstanbul
2004s.372.
9 Yusuf Sarınay, Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları, Ötüken Yay.,
İstanbul 2004, s.83.
10Akşin, a.g.e., s.48.
11 Tunaya, a.g.e., s.43.
12 Tunaya, Türkiye’de Siyasal Gelişmeler(1876-1938), C:I, , İBÜ Yayınları, İstanbul
2003s.137.
13 Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C.I, İletişim Yay., İstanbul 1998, s.43.
14 Tunaya, Türkiye’de Siyasal…, s.137.
15 Akşin, Jön Türkler…, s.459.
16 Ahmet Yıldız, Ne Mutlu Türküm Diyebilene, İletişim Yay., İstanbul 2004, s.100-101.
17 Ayşe Kadıoğlu, “Milliyetçilik-Liberalizm Ekseninde Vatandaşlık ve Bireysellik”,
Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Milliyetçilik, C.IV, İletişim Yay., İstanbul 2003,
s.287.
18 Kemal Gözler, “Devletin Bir Unsuru Olarak Millet Kavramı”, Türkiye Günlüğü, S:64,
s114.
19 Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, AAM Yay.,
Ankara 2000, s.35.
20 İnan a.g.e., 64.
21 İnan, a.g.e., s.32.
22 İnan, a.g.e., s.34
23 Ahmet Taner Kışlalı, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, İmge Yay., Ankara 2007, s.47.
24Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, AAM Yay., Ankara 2000, s.299.
25Suna Kili, A.Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri(Sened-i İttifaktan Günümüze),
Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul 2000, s.138. Ayrıca Bu madde üzerindeki tartışmalar
için bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, C: 8/1, s.908-911.
26 Taha Parla, Türkiye’de Siyasal Kültür’ün Resmi Kaynakları, C.III, İletişim Yay.,
İstanbul 2003. s.201.
27 Yıldız, a.g.e., s.202-203.
28 Hayri Bolay, “Cumhuriyet Dönemi Düşünce Hayatı”, Türkler, C:XVII, Yeni Türkiye
Yay., Ankara 2002, s.746
29 Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Yay., İstanbul, Tarih yok, s.584.
30 İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, Toker Yay., İstanbul 1977,
s.221.
31Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, Afa Yay. İstanbul 1996, s.212-213.
32 Anthony D. Smith, Milli Kimlik, s.24-25.
33 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yay., İstanbul 2001,
s.477-478.
34 Ülken, a.g.e., s.478.
35 Ülken, a.g.e., s.478.
36 Remzi Oğuz Arık, Türk Milliyetçiliği, Dergah Yay., İstanbul 1992, s.51.
37Ülken, a.g.e., s.480.
38Arık, a.g.e., s.59.
39 Arık, a.g.e., s.53.
40 Arık, a.g.e., s.57.
41 Arık, a.g.e., s.173.
42Mithat Atabay, “Anadoluculuk”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Milliyetçilik, C.IV,
İletişim Yay., İstanbul 2003, s.528.
43Heywood, a.g.e, , s.65.
44 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yay., İstanbul 2001,
s.394.
45 M.Şemsettin, Zulmetten Nura, İstanbul 1341, s.171-172.
46 Ülken, a.g.e., s.398.
47 Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, İstanbul 1972, s.27.
48 Topçu, a.g.e. s.164-165.
49 Beşir Ayvazoğlu, Tanrıdağ’dan Hira Dağı’na Uzun İnce Yollar, Modern Türkiye’de
Siyasi Düşünce, Milliyetçilik, C.IV, İletişim Yay., İstanbul 2003, 564.
50 Topçu, a.g.e., s.215.
51 Öğün, Türkiye’de Cemaatçi Milliyetçilik ve Nurettin Topçu, Dergah Yay , s.84.
52 Serdengeçti, Y:5, S:15-16, 1952.
53 “Yolumuz-Bizim Milliyetçiliğimiz”, Serdengeçti, Y:1, S:1, 1947, s.1.
54 Necip Fazıl Kısakürek, Bab-ı Ali, Büyük Doğu Yay., İstanbul 1976, s.361.
55 Kısakürek, a.g.e., s.361
56 Büyük Doğu, Y:1, C:II, S.19-28, 1944.
57Özek, a.g.e., s.585.
58 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, Ötüken Yay., İstanbul 1999,
s.242.
59 Heywood, a.g.e., s.161.
60 Bayram Kodaman, Cumhuriyetin Tarihi Fikri Temelleri ve Atatürk, SDÜ Yay., Isparta
2001, s.70.
61Heywood, a.g.e., s.162.
62 Simten Coşar, “Milliyetçi Liberalizmden, Liberal Milliyetçiliğe”, Modern Türkiye’de
Siyasi Düşünce Milliyetçilik, s.721
63 Coşar, a.g.m, s.722
64 Coşar, a.g.m., s.723
65 Hayri Bolay, “Cumhuriyet Dönemi Düşünce Hayatı”, Türkler, C:XVII, s.746.
66Bolay, a.g.m., s.746.
67Bolay, a.g.m., s.746.
68Bolay, a.g.m., s.746.
69 Akyol, a.g.m., s.736.
70 Smith, a.g.e., s.28-29
71 Günay Göksu Özdoğan, Turan’dan Bozkurt’a, İletişim Yay., İstanbul 2001, s.238.
72 Jacob M. Landau, Pantürkizm, Çev:Mesut Akın, Sarmal Yay., İstanbul 1999, s.115.
73 Önen, a.g.e., s.254.
74 Önen, a.g.e., s.262.
75 Karpat, a.g.e., s.220-221.
76 Landau, a.g.e., s.183.
77 Landau, a.g.e., s.129.
78 Nihal Atsız, “Yirminci Asırda Türk Meselesi II, Türk Irkı=Türk Milleti”, Makaleler,
C:III, Baysan Yay., İstanbul 1992, s.139-140.
79 Nihal Atsız, “Türkler Hangi Irktandır”, Makaleler, C:III, Baysan Yay., İstanbul 1992,
s.150.
80 Atsız, Yirminci Asırda…. s.146.
81Atsız, Yirminci Asırda…. s.144-145.
82 Nihal Atsız, “Yirminci Asırda Türk Meselesi I, Makaleler, C:III, Baysan Yay., İstanbul
1992, s.133.
83 Atsız, Yirminci Asırda Türk Meselesi I…., s.136.
84 Landau, a.g.e., s.130-132.
85 Landau, a.g.e., s.134.
86 Reha Oğuz Türkkan, Türkçülüğe Giriş, Türk Milliyetçiliğinin Üzerinde Duracağı
Meseleler, İstanbul 1940, s.130-131.
87 Türkkan, a.g.e, s.146.
88 Özdoğan, a.g.e., s.213.
89 Landau, a.g.e., s.135.
90 Türkkan, a.g.e., .113.
91 Landau, a.g.e., s.133.
92 Önen, a.g.e., s.283.
93 Türkkan, a.g.e., s.78.
94 Landau, a.g.e., s.133.
95 Önen, a.g.e., s.294.
96 Ayvazoğlu, a.g.m., s.558.
97 Landau, a.g.e., s.134
98 Ayvazoğlu, a.g.m., s.560.
99 Nihal Atsız, “Türkçülük”, Makaleler, C:III, Baysan Yay., İstanbul 1992, s.11.
100 Nihal Atsız, “Türkçü Kimdir”, Makaleler, C:III, Baysan Yay., İstanbul 1992, s.21.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder