ÖZET
Ahmed Yesevî, Yesevîlik tarikatını kurmuş ve tarihte ilk Türk
tarikat kurucusu olmuştur. Onun, Türkler arasında özel bir yeri ve
önemi bulunmaktadır. Yesevî dervişleri, Orta Asya ve Anadolu halkının
İslâm dinini kabul etmesinde etkili olmuşlardır. Ahmed
Yesevî’nin Divan-ı Hikmet’teki şiirleri, Allah ve Hz. Muhammed sevgisi
ile doludur.
Divan-ı Hikmet, Hz. Muhammed ile ilgili şu konuları içermektedir:
Hz. Muhammed’in hayatı, üstün sıfatları ve mucizeleri. Onun
ümmetine olan şefkati ve asi ümmeti için çektiği sıkıntı dile getirilir.
O, özellikle ümmetinin fakir ve yetimlerini gözetir. Ona ümmet olmak
için onun sünnetlerine sımsıkı yapışmak lazımdır. Onun adı
anıldığı zaman salât ve selâm getirmek gerekir. Onun soyunu, arkadaşlarını
ve dört halifeyi sevmelidir. Ahmed Yesevî, Hz. Muhammed’in
sünnetine o kadar bağlıdır ki 63 yaşından sonraki ömrünü yer
altındaki bir hücrede geçirmiştir.
Giriş
Orta Asya Türk kültür ve edebiyatında önemli bir yeri olan ve
“Pîr-i Türkistan” lakabıyla anılan Hoca Ahmed Yesevî’nin “Hikmet” adı
verilen şiirlerinde Hz. Muhammed’in özel bir yeri ve önemi vardır. Hakkında
anlatılan menkıbeye göre bizzat Hz. Muhammed, Arslan Baba adlı
sahabeyi Ahmed Yesevî’nin eğitim ve irşadı ile görevlendirmiştir. Hoca
Ahmed Yesevî Hz. Muhammed’in sünnetine o kadar bağlıdır ki onun
ölüm yaşı olan 63 yaşından sonraki hayatını yer altında kabir gibi bir çilehanede
geçirmiştir. Bugün Kazakistan’ın tarihi ismi Yesi olan ancak
sonradan Türkistan adı verilen şehrindeki türbesi Orta Asya Türklüğünün
manevi merkezi olarak kabul edilmektedir. Kazakistan’da şairin
adıyla anılan bir üniversite de bulunmaktadır.
Anadolu’nun İslâmlaşmasında Yesevî dervişlerinin önemli bir
yeri vardır. Bu derviş gaziler arasında Deliorman’daki Demirci Baba,
Niyazabad’daki Avşar Baba, Merzifon’daki Pir Dede, Karadeniz kenarında
Batova’daki Akyazılı, Bursa’daki Geyikli Baba, Abdal Musa, İstanbul
Unkapanı’ndaki Horoz Dede, Yozgat’taki Emir Çin Osman, Tokat’taki
Gaj-Gaj Dede, Zile ilçesindeki Şeyh Nusret ve Rumeli’nin fethinin manevi
öncüsü Sarı Saltuk, Evliya Çelebi’nin tespit edebildiği Yesevî dervişleridir.
Bunların en ünlüsü de şüphesiz Hacı Bektaş Veli’dir (Bice, 1993, XV).
Ahmed Yesevî hakkında yapılan en kapsamlı çalışma Prof. Dr.
Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eseridir (1991).
Bu değerli eserin ilk bölümünde Ahmed Yesevî’nin menkıbevi ve tarihi
hayatı ayrı ayrı ele alınarak ayrıntılı bir şekilde ortaya konmuştur. Bu
esere göre Ahmed Yesevî, bu gün Çin’in Doğu Türkistan bölgesinde Aksu
sancağına bağlı Sayram kasabasında doğdu. Doğum tarihi kesin olarak
bilinmemekle beraber XI. Asrın ikinci yarısında doğduğu tahmin edilmektedir
(Köprülü, 1991, 61-62). “Ahmed Yesevî’ye izafe edilen Fakrname
adlı risalede yer alan 73 yıl yaşadığı ve 1166 yılında öldüğü şeklindeki
bilgiler göz önüne alındığında 1093 yılında doğduğu kabul edilebilir.”
(Bice, 1993, IX). 10. Hikmette geçen: “Yüzyigirmebeşge kirdim bilemedim:
Yüz yirmi beş yaşa girdim bilemedim” mısraının menkıbevi bir ayrıntı
olduğu kanaatindeyiz.
Dîvân-ı Hikmet hakkında, Prof. Dr. Kemal Eraslan’ın hazırladığı
Ahmed-i Yesevî Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler (1983) adlı eseri bu konudaki
en önemli yayımlardandır. Ancak bu eser şairin bütün hikmetlerini içermediğinden,
biz çalışmamızı daha çok Hayati Bice’nin hazırladığı Hoca
Ahmed Yesevî Divan-ı Hikmet (1993) adlı eserinden hareketle oluşturduk.
Metin içindeki şiir alıntılarında, bu kitaptaki şiir numaraları referans olarak
verilmiştir.
Ahmed Yesevî’nin, halka İslâm’ın esaslarını, şeriatın hükümlerini,
tarikatın adap ve erkânını öğretmek amacıyla sade bir dille ve çoğunu
hece ölçüsüyle söylediği hikmetlerinin toplandığı çalışmamıza esas olan
Divan-ı Hikmet adlı eseri her şeyden önce kurgusal bir edebî metindir.
Tasavvufun gizemli dünyasında, muhabbet ve aşkın taşkınlıkları ile
batınî zevk ve keşif yoluyla izlenen hakikatlere bir parça hayalât karışmış
olabileceği göz ardı edilmemelidir. Kurgusal edebî metinlerde hayal hâkimdir
ve kısmen hakikati inciten yönler olabilir. Bu yüzden hikmetler
doğrudan değil dolaylı olarak, tevil ve tabir süzgecinden geçirilerek mantık
ölçülerine vurulmalıdır. Nitekim Divan’da, Hz. Muhammed’in ağzından
söylenen bazı sözleri hadis kaynaklarında bulmak mümkün olmayabilir.
Zaten tasavvufî metinlerde zayıf ve mevzu hadislere sıklıkla rastlandığı
konunun erbabınca malumdur.1
Divan-ı Hikmet adlı eserde Hz. Muhammed ile ilgili şu konuları
görebiliriz:
1. Hz. Muhammed’in hayatı ve üstün sıfatlarının övgüsü:
Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet’in bir çeşit siyer türünde olan 36.
Hikmetinde Hz. Muhammed’in hayat hikâyesini gayet yalın bir üslupla
şöyle özetler:
“Bilin, Muhammed’in zatı Arap’tır. Anasının adı Amine, babasının
adı Abdullah’tır. Babası, anasından doğmadan önce ölmüştür. Muhammed’i
dedesi korumuştur, o çıplak ve açları yoklayan ve koruyandır.
Biliniz, dedesi Abdülmuttalib’tir, onu iyice bilip (sevgisini) gönülde saklayınız.
Dedesinin babası Hâşim idi; dördüncü ceddi ise Abdülmenaf’tır.
Her kim Resul’ün bu dört ceddini bilse onun gönlü saftır ve ahrette sekiz
cenneti gezecektir.
Annesi yedi yaşında ölmüştür, Resul’ü amcasına vermiştir. Ebû
Tâlib Ali’nin babasıdır, bütün Arapların en büyüğüdür. Ebû Tâlib iş başında
iken bile Muhammed’i yanından ayırmazdı.
Muhammed’in yaşı on yedi olduğunda Hatice (annemiz) O’nu
tanıdı ve gördüğü anda aşkı kalbine düştü. Gece gündüz Allah’tan O’nu
dilerken sonunda muradını buldu. Allah’ın işine bakın ki Muhammed
Hatice’nin develerine bakmakta iken bahtını Allah açmış, Resul’ün başına
inciler saçmıştır.
Resul’ün yaşı kırka vardığında Allah’tan vahiy geldi ve Muhammed
sultan oldu. Allah, Resul’ün gönlünde yâr oldu. Muhammed’in
işini Allah yazdırdı ve insanlar iman getirdi. Otuz üç bin sahabe kemal
buldu. Resul’e hepsi hizmet ettiler, edep ile yürüyüp izzet ettiler.”
Dîvân-ı Hikmet’in 46. Hikmetinde Ahmed Yesevî, Hz. Muhammed’in
vefatını anlatır:
“Bir gün Ebu Bekir Selman ile geldi. Hak Mustafa Rahman ile
olan sırrını onlara açtı. Herkes bu dünyadan elini uzatıp Hakk’a vasıl
olmak için gider. Azrail bir gün ferman ile geldi. Fatıma ikram ile selâm
verdi. Hak Mustafa sıcak bedenden aziz canını vermek için iman ile meşgul
oldu. Resul, sahabelere: ‘Sessiz olun, ahrete yollandık siz açıkça bilin.
Cehennemden kurtulmak için oruç tutun, namaz kılın, zekât verin.’ Dedi.
Pazartesi günü Hak Mustafa dünyayı bıraktı; Hak Teâlâ fermanına boynunu
sundu. Cennet içinde hulle giysisini giymek için İbni Abbas suyunu
koydu, Ali yıkadı. Allah diyerek sahabeler hareketlendiler; peygamberin
cenazesini kaldırdılar; Arş üstüne çıkararak koymak için o Sidretü’lmünteha’ya
aşırdılar. Göklerdeki melekler yere indi; peygamberin nuru
ile âlem doldu. Babasından yetim kaldığı için Fatıma ‘Babam’ diye ağladı.”
Ahmed Yesevî, aşağıdaki hikmetlerinde de O’nu gayet içtenlikle
över:
“Ya Mustafa Muhammed; bizden sonsuz selâm ve sayısız
tahiyyat Sana… Ya Resullerin Efendisi, ya Nebilerin sonuncusu, ya sapıtmışları
doğrultan; ya ‘Eyyühel müddessir’ Hak dedi ‘Kum fe-enzir’;
‘Ve Rabbeke fe-kebbir’ (“Ey örtünüp bürünen (Peygamber!); Kalk da
uyar; Rabbini yücelt.” Müddessir Suresi 74: 1-3). Yüce hazrette ve keremli
kudrettesin; peygamberlerin öncüsü, Sensin Hâlık’ın sevgilisi, Hak dergâhına
layık, yaratılmışların özü… İnsan varlığının aslı, resul ve nebilerin
sonuncusu, gizli sırlara mahrem… Kabe kavseynin tubası, iki cihan bahçesinin
ayı, herkesin gözünün nuru… Arş ve kürsüden aşan, Hazret’ine
ulaşan, doksan bin sırrı açan… yer gök Seninle şen, sahabeler bakışların,
ümmet bağışlamanla esendir. Her kime yönelsen Hak azabını kaldırır;
âlem Senin sayende vardır ve Sana minnettardır. Her kim sana sığınırsa,
cehennemden kurtulur, cennete doğru yol alır. Canımı feda edip Senin
hoşnutluğunu alsam, ölsem de üzülmem. Gerçi çoktur günahım, affedesin
Allah’ım, ya Mustafa Muhammed, Sensin benim sığınağım. Ya Rab,
ne yapıp Onun şefaatini alayım, ümmetinden olayım? Çünkü ümmetinden
olanlar, şefaatini alanlar, cennet ehli olurlar. Ahmed’in muradı Sensin,
zikri ve yâdı Sensin, işlerin anahtarı Sensin ya Mustafa Muhammed.”
(Hikmet 39)
“On sekiz bin âlemin reisi, otuz üç bin ashâbın öncüsü, çıplaklık
ve açlığa kanaatli; asi ve eziyetli ümmetine şefaatli; geceleri yatıp uyumaz,
tilâvetli; garip ile yetime mürüvvetli; yoldan azan günahkâra hidayetli;
muhtaç düşen herkese kifayetli; lânetlenmiş şeytana, Ebû Cehil ve
Ebû Leheb’e siyasetli; kınanmanın sabunu, selâmetli; namaz oruç kılıcı,
ibadetli; dinlenmeyip tesbih eden, perhizli; şeriatın yoluna inayetli; tarikata
rehber, istekli; hakikate imam, izinli; duaları kabul olur, icabetli; kötülüğü
iyilikle karşılar, kerametli; ezici zalime celâletli; eğilip secde kılan,
itaatli; beş vakit namazda imametli; miraca çıktığında şehadetli; Arş ve
Kürsü pazarında inayetli; sekiz cennet sahibi velayetli Muhammed.”
(Hikmet 40).
“Miskin Ahmed kuluna kitabetli (senetli, sözleşmeli) Muhammed;
yetim, fakir, garibe eli açık Muhammed. Başıma O’nun sevdasının
narası düşünce yolunda deli divane oldum. Kim O’nun ümmeti ise durmadan
hamd ü sena eder; ya Samed, beni Muhammed’in düşkünü kıl.
Allah’ım O’nun aşk sevdasını gönlüme koyup beni Muhammed’in eşsiz
âşığı kıl. Mecnun gibi iki cihandan geçirip beni Muhammed’in divanesi
kıl. Öldür, yandır, her sıkıntıyı gönder; o ceza günü beni Muhammed’in
tutkunu kıl. O her zaman nimet yerine ümmet derdini yedi; ümmet diyerek
gece gündüz hasret çekti. O şahların şahı, ümmetinin günahının bağışlanmasını
dilediği için bizde ceza gününün korkusu yok. Her şeyden
vazgeç, Muhammed’in rızasını ara, vallahi anında O’nun sesini duyarsın.
Allah’ım, ben senin kereminden hoşça savrulayım da Muhammed’in deryasından
bana bir damla tattır. Yol verici, Rahman, Rahim, Gafur ve
Settar, beni Muhammed’in yolundan sapıp pişman olanlardan kılma. O
elest kadehinden bana bir damla şarap bağışla, Muhammed’i tanıdığıma
hamd edeyim. Kara yüzünü O’nun ayak izine sür, lutfetse Muhammed’in
gören gözü dileğini verir. Ey eşsiz Yaratıcı, beni maksadıma erdir, ben
Muhammed’in yasemin kokulu saçını istiyorum. Perdeyi yüzünden kaldır,
miskin kuluna bir bak, ben Muhammed’in kuluyum, kara ayaklı karıncasıyım.
Miskin Yesevî, Hazret’in türbesini görme arzusunda, acaba
Muhammed’in ayak ayasının toprağı nasip olur mu?” (Hikmet 41).
“Şeriattan tarikattan beyan oldu; hakikatten Kur’an sözü kelam
oldu; bu cihana Muhammed’in nuru doldu; o nur ile iki cihan aydınlanır.”
(Hikmet 104).
2. Miraç Mucizesi:
Miraciye türünde yazılan 80. Hikmette Hz. Muhammed’in miraç
mucizesi şöyle anlatılır:
“Ey dostlar, O büyük küçük her şey için “âlemlere rahmet” olan
Hak Resulünden bildireyim. Allah’ım O’na miracı armağan etti. Rahmet
denizi dolup taştı. O’nun başına ‘le- amrük’ tacını koydu. Önce Cebrail
O’na Burak’ı alıp geldi. Hazret Burak’a binip gösterişle uçup havalandı;
(Kudüs’teki Mescid-i) Aksâ’ya varıp indi. Orada bütün ruhlar toplanıp
Peygamber’i tebrik ettiler. Cebrail o Hazret’i alıp havalandı; Sidretü’lmünteha’ya
ulaştılar; orada Cebrail Mustafa’yı güzelce yüceltti ve o makamdan
ileri geçemeyip kaldı. Mikail gelip Burak’ın yularını ele aldı.
Sonra o da yorulup kalınca bu defa İsrafil O’nu alıp cennete uçtu. O makamda
Resul değişik bir gezinti yaptı ve İsrafil de burada ağlayarak kaldı.
Resulullah Arş’a bakıp adım attı; ayakkabılarını çıkarmak isteyince ‘Sen
ayakkabılarınla adım atabilirsin’ diye bir nida geldi Hak tarafından. ‘Ey
Habibim, bana yakın gel beri, şimdi seni has sırrıma mahrem edeyim.’
Hakk’a bakıp adım attı Resulullah; orada Hak’tan başka yoldaş olacak
kimse yoktur. Vallahi billahi böyle bir makam kimseye nasip olmamıştır.
Allah dedi: ‘Konuk olup bana geldin, ne kadar dileğin varsa söyle bana,
dileğini verip seni hoşnut edeyim.’ Resul dedi: ‘ Dileğim, ergenlik çağından
kırk yaşına kadar olan asi ümmetime rahmet kıl. Ey Allah’ım, senden
rahmet, benden şefkat.’ ‘Ya Hak Resul, dileğini kabul ettim. Sen yeter ki
üzülme, dileğini çok çok dile, kabul edeyim.’ ‘Kırktan öte elli yaşına kadar
olanları(n affını) talep ediyorum. Kimsesiz, yetim, ağlayıp geldim
sana bakıp gözümü diktim, ey Allah’ım.’ ‘Elli yaşı(na kadar olan ümmetini
de) verdim sana. Tekrar iste, ben dilekleri yerine getiren, ihtiyaçları
giderenim. Çokça dile, her ne desen vereyim sana.’ ‘Ey Allah’ım altmış
yaşı(na kadar olan ümmetimi) diliyorum, (onları da affet). Sen kudretlisin,
ben güçsüzüm, geldim sana. Boyun sunup geldim senin dergâhına.’
Allah dedi: ‘Dileğini söyledin bana, hoşnut ol şimdi benden ya Mustafa.
Ben razıyım, sen de benden razı ol.’ Resul dedi: ‘Şimdi gam çamuruna
batıp kalan yetmiş yaşı(na kadar olan ümmetimi) dilerim. Ümmetimin
derdinden ben doyuncaya kadar aş içmedim.’ ‘Yetmiş yaşı bana havale et;
kıyamet günü ona rahmetimi saçayım. Gönlün ferahlasın, yardımım şimdi
sana. Yetmiş yıldır bana kul, sana ümmet olmuş, çoluk çocuk için sıkıntı
ve külfet çekmiş olan kuluma asla zahmet vermem. Yetmiş, seksen,
doksan yaşa yetişse kulumu bağışlayıp günahını yok eylerim. Ümmetinin
gamı gitsin, sen de gamsız ol. Köle yaşlansa sahibi onu azat eder. Kulum
etse ben etmesem bana ayıp. Ey Habib’im, sen hoşnut ve şad ol.’
Gerçek ümmetsen, bu sözleri iyi bilip al; bu sözler seçkin ümmete
bal gibi gelir. Münafığa bu söz uymaz, hüzün verir. Münafıklar şüphe
edip inkârcı oldu. Sabaha cehennemde başından duman çıkar, bil. Sonra
duyulan pişmanlıktan sana ne fayda? Ey kardeş, mümin sözü yalan söylemez.
Dini gevşek münafıklar neler demez? O ezelden kara bahtlıdır,
başka bir şey beklenmez. Ey kardeş, münafığa yakın olma, kim yakınsa
başında yüz bin külfet vardır. Baştan ayağa münafık zarar ve zahmettir.
Kul Hoca Ahmed miraç sözünü hikmet eyledi. Şükür Allah’a, Mustafa’ya
(beni) evlat eyledi. Aslan Babam hurma verip kanaat verdi. Gerçek ümmetseniz
işitip salât selâm edin dostlar.” (Hikmet 80).
“Miraç mucizesi sırasında Hak Mustafa ruhumu gördü, Cebrail’e
sordu: “Bu nasıl ruh, bedene girmeden kemal buldu?” Cebrail: “Ümmetinizin
durumu size malumdur, bu zat göğe çıkıp meleklerden ders
alır.” Dedi. Hakk’ın “Elestü birabbiküm?” hitabına ruhum “Belâ” diye
cevap verdi. (“Hani Rabbin ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (demiş,
onlar da) ‘Evet..’(diye cevap vermişlerdi)” A'râf Suresi 7:172). Hak Mustafa
“oğul, evladım!” diye seslenince bütün ruhlar selam verdiler” (Hikmet
2). “ Elimi tutup ‘Gözümün nuru evlat… Ümmetimsin ümmet… Sünnetimi
sıkı tutasın gönüldaşım’ dedi (Hikmet 8).
“Bir gün melekler sohbet kurdu, raks ve sema yapmak için yürüdüler.
Hak Mustafa miraç sırasında bunu gördü. Şimdi ben de raks ve
sema edesim gelir. Hak Mustafa kendinden geçti, Cebrail gelip başını
tuttu, Sübhan Melik’im kudret ile zikir öğretti. Ümmet olarak ben de zikrini
diyesim gelir.” (Hikmet 49). “Evrenin övüncü Mustafa, miraç gecesi
merhaba deyip fakr yolunu tutmuştur.” (Hikmet 99).
3. Hz. Muhammed’in ümmetine olan şefkati ve asi ümmeti için çektiği sıkıntı:
Dîvân-ı Hikmet’te Hz. Muhammed ile ilgili olarak en çok işlenen
konu; O’nun ümmetine karşı o eşsiz şefkati ve düşkünlüğüdür. Dîvân’ın
112. Hikmetinde Ahmed Yesevî, mahşer meydanını tasvir edip Hz. Muhammed’in
ümmetine şefaatini ayrıntılı bir şekilde anlatır:
“ ‘Külli men aleyha fan’ (“Yeryüzünde bulunan her canlı yok
olacaktır.” Rahman Suresi 55 : 26) ayetine göre, Bir Allah’tan başka her
mahlûk ölür imiş; İsrafil Sur’u üflediğinde, kabirden yeni deri giydirilmiş
halde kalkar imiş. Elli bin yıl kabir başında durduğunda, ondan sonra
Arasat’a sürdüğünde, yalın baş ve çıplak ayak yürüdüğünde, âdemoğlu
deli gibi olur imiş. Önce hesap eyleyince temizlikten, ikinci hesap eyler
namazından, üçüncü hesap eyler helal haramından, ‘Ben ben’ diyen şaşkın
olup kalır imiş. Hesabı yapıp mahşere doğru yürütünce, ahalinin hepsi
çaresiz adım atınca, orada cehennem ateşini apaçık görünce, ‘Aman’
diye çığrışarak durur imiş. Bütün ümmet yüz yirmi bin saf olunca, etraflarında
melekler saf tutunca, ‘Eyne’l-mefer’ (“Kaçacak yer neresi?” Kıyamet
Suresi 75:10) nidasını ulaştırınca, kaçıp kurtulmak olmaz deyip söyler
imiş. O vakitte ‘Vemtazül yevm’ (“Ey suçlular! Ayrılın bu gün!” Yasin
Suresi 36 : 59) çağrısı gelince, o günde namaz ve oruç korunak olunca,
aklın ve şuurun gidip anlayışın kalmayınca, dil suskun olup konuşmaktan
kalır imiş. Bütün halklar Âdem Ata’ya doğru gidince, ‘Ey babamız
şimdi bizi kolla’ deyince, ‘İzin yok, benden geçti evlat; İbrahim’e gidelim’
deyip söyler imiş. İbrahim’e gidip Âdem Ata: ‘Şefaat eyle bunlara sen,
hepsi hatalı’ deyince, o da: ‘Sizden yakın Âdem Ata, Musa tarafına gidelim’
deyip söyler imiş. Musa: ‘Rabbi erini’ (“Rabbim! Bana (kendini) göster.”
A’raf Suresi 7 : 143) dediğim o günden beri güçsüzlükten çıktığım
yoktur. İşte bu gün mahzun olup Muhammed’e gidelim’ deyince hepsi
Hazret’e doğru gider imiş. Musa: ‘Ya Muhammed, ümmetlerin cehennem
içinde yok oldu’ deyince Muhammed de üzüntüyle tacını çıkarıp, başını
arş altında koyup, ağlayarak feryat edip ‘Ya Kadir, ya Gafur’ dediğinde;
‘Ya Habibim, başını kaldır; ümmetini alıp dergâhıma gel. Hepsini ben
sizlere bağışlayayım, hepsini cennetime dâhil edeyim.’ Böyle diyerek
Hak’tan nida gelir imiş. Zahit, abit, has kullardan âlimleri alıp dergâhına
gelince, Rabbim der ki: ‘Ya Muhammed asiler hani?’ ‘Asi layık değil
deyip söyler imiş. Yine der: ‘Asi ve cefa edenler de rahmetime layıktır;
ben onları da cennetime dâhil edeyim; günahlarının hepsini senin hatırına
bağışlayayım.’ Resul memnun olup Musa ile yürüyüp gelir; ‘Asi ve cefa
eden ümmetlerim, yürüyün; günahlarınızı affeyledi Kadir, Hayy’ diyerek
cennet içine önden gelip girer imiş. Kıyamet hakkında ulu ulu kitaplardan
söylediği bu hikmetini halka yayan Kul Hoca Ahmed okuyandan
dua talep eder imiş.”
“ Kabir içinde Mustafa’yı hazır gördüm; edep ile selam verip
ümmetindeki asilerin halini sordum. ‘Ey evlat, ümmetim için Hak’tan çok
külfet çekiyorum; ‘Ümmetimin günahlarını her Cuma affet’ diye Allah’a
yalvarıyorum. Ey ümmetim, ben melekten utanç duyarım, himmetinizin
azlığı sebebiyle Yaratan’dan korkmaz mısınız? Gece yatmadan ibadet
etseniz çok memnun olurum.’ (Hikmet 8).
“Bizler için gamlar çekti o Muhammed; ümmet olsan gam yemezsin;
sahte ümmet gece gündüz elde ettikleri yeme içme ve işret. Ey
evlat, ümmetin yanlış, noksan ve günahları dağdan artar; dini bırakıp
dünya malını kendine çeker.” “Can ve kalbim ümmetimin gözünün aydınlığı;
Hakk’a kul, bana ümmet olan hani? Gerçek ümmetin sinesine
(sevgimi) koydum ben işte” (Hikmet 10).
“Can verirken Hak Mustafa elini tutar” (Hikmet 4). “Taharetsiz
zikreden gerçek iman etmiş sayılmaz. Öleceği vakit de Hak Mustafa elini
tutmaz. Sübhan Melikim günahını asla bağışlamaz.” (Hikmet 60). Âleme
yol gösterici olan Muhammed o günde (mahşerde) yardımcı olacaktır
(Hikmet 34). Yardım eylese Mustafa, İlliyyin Cenneti’ne gireyim” (Hikmet
18).
“Ahir zaman ümmetleri evlerini süslerler; nefis ve hevaya uyup
her an huylarını bozarlar; şan ve şevketler ile boylarını dik tutarlar; dünyanın
fani olduğunu bilmezler; gidenleri görerek ondan ibret almazlar;
erenlerin yaptığını görüp örnek almazlar” (Hikmet 18).
“Mustafa naz makamına erdi; ‘Ümmetim, vay ümmetim’ deyip
asi ümmetinden kaygı duydu. Ümmetini kendi anne babasından da çok
sevdi; (Allah) ‘Bağışladım’ diyene kadar bırakmadı. Hak Teâlâ’dan O’na
nida geldi: ‘Ümmetinin işini bana bırak; orada (ahrette) hepsini sana bağışlayayım.’
(Resulullah) dedi: ‘Benden sonra ümmetim farz ve sünneti
bırakıp günah işleyecekler; ümmetimin çoğundan iman gidecek. Ümmetim
ümmetler içinde saftır; neyleyeyim ki çoğu asidir. (Fakat) Kadir
Mevlâm öz vadesine vefalıdır.’ “ (Hikmet 23).
“Hak İlahım merhameti ile rahmet etse; hak kulu (ile gönderdiği)
ayetlerini elimize verse; Pir-i kâmil doğru yolu gösterip (bizi) yola
koysa; ben ne yüzle hazretine varayım. Hakk’ın elçisi ümmeti için yemedi
içmedi; yediği içtiği sadece kaygı ve sıkıntı idi; vah yazıklar bize ki gece
gündüz ibadet etmiyoruz. Hak Resulü, dünya için kaygılanmadı; ümmetini
dileyip başkaca sözden bahsetmedi; O, dünya üzerinde bir an rahat
görmedi.” (Hikmet 26).
“Bilin, Muhammed: ‘El-kezzâbu lâ-ümmeti’2 dedi (Hikmet 60,
81). O, yalancılar kavmine ümmet demez. Hakk’ın yolunu arayıp doğru
giden kuluna ümmet diyecek. Her kim ‘ümmetim’ deyip Resul’ün işini
bırakmasa şefaat günü Muhammed onu mahrum bırakmaz. Allahu Teâlâ’nın
sözüne, Resulullah’ın sünnetine inanmayana Muhammed, ümmet
demez. Ümmetim dediğin halde buyruğunu yapmazsan ahrette Muhammed’in
şefaatini nasıl ümit edersin? Ahrette asi kulun işi müşküldür;
mahşerde rezil olur; Muhammed ona ümmetim demez. Kul Ahmed gerçek
söylese, sabaha kıyamet kopsa, Muhammed ümmetim der, onu mahrum
bırakmaz.” (Hikmet 37). “Yalancıdan Allah ve Resul’ü şikâyetçi
imiş” (Hikmet 51). “Vallahi yalancıya cennet yoktur; yalan konuşup
imansız olarak gitmeyin dostlar.” (Hikmet 81)
“Allah’ın nuru, Allah’ın dostu o Mustafa, kimler için Resul geldi
bildiniz mi? Allah’ın selamı, Allah’ın zikri Hak Mustafa kimler için Resul
geldi bildiniz mi? Gözlerini kimler için yaşarttı? Ümmeti için özünü yaktı;
ümmet olsan bu sözleri anlarsın. Ağlamaktan yüzü gözü şişti; kıyamda
durmaktan ayakları şişti; ümmeti için kaygı, sıkıntı çekti. Ey dostlar, bunu
bilen ümmet hani? Eğer bilsen bundan fazla nimet hani? Kıyamet günü
onu geçen şefkat hani? Ümmet olup Resul’ün değerini bildiniz mi?
Beden ve ruhunuzla sünnetlerini yaptınız mı? Onun için ağlayıp inlediniz
mi? Hâlbuki o Mustafa saadettir, ganimettir, inayettir. Öyle ise ümmeti
olarak O’na vefa eyle, cefa kılma.” (Hikmet 38).
“Horluk çekip Hak Mustafa ümmet dedi. Asi ve cefa edici ümmetinin
tasasını çekti. Hak Teâlâ bizi odun kılar mı deyip ümmetinin endişesi
ile dimağından duman çıkar. Onun için ümmetleri kuvvet aldı. Can
ve gönülden Hayy zikrini deyin dostlar.” “Amel işlemeyen âlim, ilmini
çiğneyip yürür. Ölüp varsa dar kabirde canı yanar. Allah, Resul, dinin ne
deyip korkuya düşer.” (Hikmet 79).
“Aşksızların hem canı yok, hem imanı. Resulullah sözünü dedim,
anlayan hani? Nice desem işiten, bilen hani? Bilgisize desem gönlü
katılaşır dostlar.” “Hem ahir zaman geldi, Resulullah’ın vaatleri yaklaştı;
seçkin kullar iyi söze kulak tuttu; kötü kullar günden güne beter, dostlar.
Hak Mustafa ‘Küllü yevmin beterün’ (“Her günün sonu vardır” sözüyle
kıyamet gününe işaret edilmiştir. Eraslan, 1983, 355) dedi; ümmet olan
vefalılar kulak verin. Hak, iyilerin ücretini, kötülerin cezasını verir. Kötüler
kıyamet günü cezasını çeker, dostlar. Fasık, facir günaha girip yere
basmaz; oruç ve namazını kazaya bırakıp misvak kullanmaz; Resulullah
sünnetlerini gözü görmez; günahları günden güne artar, dostlar.” (Hikmet
86).
“Evliyanın dediği vade geldi; kıyametin günü yaklaştı, dostlar.
Akıllı kullar ne olduğunu bilirler; halktan sevgi ve şefkat gitti, dostlar.
Büyük küçük dostlardan edep gitti; kızlardan ve zayıf gençlerden hayâ
gitti; Resul ‘Hayâ imandandır’ (Buhari, İman, 16, Edeb, 77; Müslim, İman,
57) dediği halde, acayip hayâsız kavim oldu, dostlar.” (Hikmet 89).
“Divanelik galip gelmeden sema yapan Hak Mustafa ve dört halifeden
şikâyet eder. Baştan ayağa günahları hazır durur. Günah dileyip
raks ve sema yaptı dostlar. Şiblî âşık nur görüp sema eyledi; Mustafa’yı
hazır görüp soru sordu: ‘Ey Resul, güçsüzüm, ben de hüzünle bir sema
yapsam’ Resul dedi: ‘İnşallah (Allah) kabul eder.’ İzin isteyip raks ve sema
yaptı dostlar.” (Hikmet 88).
“Şeytan yoluna giren, Ahmed’e taşlar atan, toprak altında tek
başına yalnız olup yattı ya” (Hikmet 117).
4. Hz. Muhammed’in garip, fakir ve yetimlerin halini sorup gözetmesi:
Şair, Dîvân’ın daha ilk hikmetinde:
Günümüz Türkçesi ile:
“Garip, fakir, yetimlerni Resul sordu Garip, fakir, yetimleri Resul sordu
Uşal tüni mi’râc çıkıp dîdâr kördi O gece Mirac’a çıkıp Hak cemalini gördü
Kaytıp tüşüp fakir halin sordı Geri gelip indiğinde fakirlerin halini sordu
Gariblerni izin izlep tüştüm mena Gariplerin izini arayıp indim ben işte.”
Diyerek Hz. Muhammed’in o yoğun şefkat ve merhametini dikkatlerimize
sunuyor. Ömrünün sonunu vatanından ayrı geçiren, gurbette
vefat eden ve “gariplere müjdeler olsun” (Aclûnî, 1351, 887) buyuran,
yetimlerin sertacı Peygamber Efendimiz, ömrü boyunca kendisi gibi gariplere,
fakirlere, yetimlere kol kanat germiş, onları sorup soruşturmuş,
görüp gözetmiştir. Hayatının en önemli hadisesi olan miraç mucizesinden
dönüşte yine ümmetinin fakirlerinin halini sormuş, onların dertleriyle
dertlenmiş, deva bulmuş, çözüm sunmuştur.
Onun ümmetinden olmak isteyen gariplere tâbi olmalı, kimden
ayet ve hadis işitse duyarlı bir şekilde kulak kesilmelidir. Hz. Muhammed
Medine’ye hicret etmiş, gariplikte çektiği cefalar, sıkıntılar Onu Yaradan’a
yaklaştırmış, Allah’ın habibi, sevgilisi olmuştur.
Akıllı kişi gariplerin gönlünü avlar, onların hayır duasını almaya
çalışır. Hz. Muhammed Mustafa gibi ülkeyi dolaşıp yetim arar. Dünyaya
tapan soysuzlardan yüzünü çevirir. Hoca Ahmed Yesevî bu sayede olgunlaşmış,
kâmil bir insan olmuş; coşkun bir deniz gibi taşarak etrafında
ki çorak gönüllere su serpmiştir. Garip, fakir ve yetimlerin halini hatırını
soran, onlara iyilik yapan kulundan Allah razı olur. Fakat o kul kendisinin
sadece bir sebep olduğundan habersizdir. Gerçekte bütün iyilikler,
hayırlar Allah’ın elindedir.
Ahmed Yesevî, bu hikmetli sözleri Hz. Muhammed’den ders
almış ve Onun ümmetine öylece ders vermiştir. Daha yedi yaşında iken
Arslan Baba’yla tanışır, selam verip Hz. Muhammed Mustafa’nın kendisine
gönderdiği emanet hurmayı ister.
Kâfir de olsa hiç kimseye zarar vermemek sünnettir. Taş kalpli,
gönül kırıcı kişiden Allah şikâyetçidir. Öyle kul için siccin, (zindan) hazırdır
ve buna Allah şahittir. Ahmed Yesevî bu sözü bilgelerden işitip
bize ders vermektedir. “İbadet eylemek Resulullah’ın âdetleri, gariplere
merhamet etmek şefkatleridir” (Hikmet 9).
Bir gün Resul’ün önüne bir yetim çıktı; ‘garip ve muhtacım’
deyip yardım istedi. Resul onun haline acıyıp dileğini eline verdi. ‘Ben de
yetimim; yetimlikte, gariplikte yetişmişim. Her kim yetimdir; biliniz o
benim has ümmetimdir. Yetimi görseniz incitmeyiniz; garibi de yaralamayın.
Yetimler bu cihanda ezilmiştir; gariplerin de işi zordur. Daima
perhiz halindedirler, sanki diri değil ölü gibidirler. Garipler Allah katında
bellidir ve sabah akşam onları Allah gözetir.’ dedi (Hikmet 36).
5. Hz. Muhammed’in Sünnetlerine Sımsıkı Yapışıp Ona Ümmet Olmak:
Ahmed Yesevî, Hz. Muhammed’in ümmetine beslediği sevgi ve
merhametine vefa gösterip O’nun sünnetine sımsıkı yapışmayı, O’nun
sözlerine göre yaşamayı, ümmet olmanın gereği saymakta ve bu konuda
bizi uyarmaktadır: “Mustafa’nı sözlerige amel kılgıl: Mustafa’nın sözlerine
(göre) amel et” (Hikmet 124).
“Ümmet olsan gece gündüz dinmeden ağla; ecel gelse mertler
gibi belini bağla. Bir gün senin ömrünün yaprağı sararınca, ecel gelmeden
tövbe eyle ey cahil. Belki yüce Allah sana rahmet eyler. Gerçek dertlinin
işi söz ve icraattır; Hak karşısında niyaz armağanı gözyaşıdır; gece gündüz
durmadan oruç tut, namaz kıl.” (Hikmet 9).
“Olur muyum Muhammed’in has ümmeti? Ümmet dese asilerin
hoş devleti, baldan tatlıdır bana bu mihneti. Altmış üç yaşta sünnet oldu
yere girmek; Resul için iki âlem berbat edivermek; âşıkların sünnetidir
diri ölmek. Ümmet olduğunu işitsen canını vermez misin? Mustafa’ya
canını kurban etmez misin? Can nedir ki imanını vermez misin? Kul Hoca
Ahmed altmış üç yaşında gaip oldu; edebi koruyup Mustafa’ya naip
oldu; sultan oldu, sıkıntı çekip tayyip oldu (Hikmet 10).
“Cemalimi talep edersen arşa bak; arş üstünde ahın ile ateşler
yak; ümmet olsan Muhammed’in kapısını çal; Sübhan Melik’im gerçek
âşıkları sınar imiş.” (Hikmet 115).
“ ‘Ölmeden önce ölünüz’e (Aclûnî, 1351, 2:260) göre amel eyle;
Bu hadisi fikreyleyip öldüm ben işte. ‘Fe'l-yedhakû kalîlen ve'l-yebkû
kesîren’ (“Bundan böyle az gülsünler, çok ağlasınlar.” Tevbe Suresi 9 : 82.
“Fe'l-yedhakû” metinde sehven “felizehu” yazılmış) diye haber verir. Bu
ayetin anlamına göre amel eylemek için bu dünyadan hiç gülmeden yürüdüm
ben işte” (Hikmet 15).
“Resul ‘Dünya leştir’ (ed-Deylemî, el-Müsned 1:141-142; Aclûnî,
1351, 1:492) dedi, bıraktım ben işte” (Hikmet 12). “Resul Mustafa dünya
malını sevmedi; Resul’e ümmet olan dünya malını sevmesin.” (Hikmet
90).
“Ey Ahmed, sen sufi olsan sufilik kolay değil; Hak Resulü sufi
olup dünya malını sevmiş değil; dünyayı seven kişi şüphesiz bilin insan
değil; sufi nakışlı oldun fakat asla Müslüman olmadın.” (Hikmet 119)
“Dil ucuyla ümmetim diye iddia eden kişi Mustafa’nın değerini
ne zaman bilir?” ‘Külli muttaki alimen’ diye söyledi Resul; ey Kul
Ahmed, bu hadisi eyle kabul; Suyri (Sayram) halkı kabul etmeyip oldu
melul; cahil halkı pir değerini ne zaman bilir?” (Hikmet 136).
“Ümmeti için Resul daima kaygı çekti; ümmetinin günahını
(bağışlanmasını) dileyip Hak’tan aldı; gece gündüz namazda durdu, Al
lah bildi; dilde ümmetiyim der, gönülde yalandır. Ümmet olsan, Mustafa’ya
bağlı ol; dediklerini can u gönülden uygula; gece namazda, gündüzleri
oruçlu ol; gerçek ümmetin rengi tıpkı samandır. Sünnetlerini sıkı tutup
ümmet ol. Gece gündüz salât selâm söyleyip yakın ol. Nefsi tepip
sıkıntı çeksen de rahat ol. Öyle âşık iki gözü iki çeşme ağlar.” (Hikmet
142).
“Kâbe’ye ve Hak Mustafa’nın türbesine (gitmeye) niyet ettik.
(Allah) Herkese nasip etsin. Resul şefaat eylesin; dostlarım (siz de benden)
razı olun.” (Hikmet 67). “Resul’e vahiy geldi, başından tacını çıkarıp
kalktı, dervişler sohbetinde hizmetçilik yaptı.” (Hikmet 92). “Dervişler,
Peygamber’den yadigâr kalmışlardır.” (Hikmet 100). “Ey ümmetler, Hak
Mustafa’nın sözünü tutup din yolunda yürüyen, özünü bu âlemden ayrı
tutan; mahşer günü, yüzü Hakk’a dönmüş ve aydın bir şekilde yürür.”
(Hikmet102). “Cebrail vahiy getirdi Hak Resûl’e; ‘Küçük büyük her şey
zikretsin.’ (İsrâ Suresi 17:44) diye ayet geldi” (Hikmet 19).
6. Hz. Muhammed’in Adı Anıldığında Salât Ve Selâm Getirmek:
“Pir-i kâmil Hak Mustafa’dır şüphesiz bilin; nereye varsanız
O’nun özelliklerini, güzel sıfatlarını söyleyip saygı gösterin. Adı anıldığında
salât ve selâm getirin, Mustafa’ya ümmet olun.” (Hikmet 2).
“Kul Hoca Ahmed, gece gündüz dinmeden ağla; salât ü selâm
getirip Hak Resul’e ümmet ol. Doğru yola iletip (bize) ümmetim dese ne
hoş saadet?” (Hikmet 26).
“Gerçek ümmetseniz, işitip salât ü selâm söyleyin dostlar” nakarat
mısraı 80. Hikmette 28 kez tekrar edilir.
7. Âl, Ashab Ve Dört Halife Sevgisi:
“Dostlar ‘Amin’ deyiniz: âl, ashab ve çehar-yar; ümmetlerin suçunu
bağışla Allah’ım” (Hikmet 8).
“Gurbet değdi Mustafa gibi erenlere; otuz üç bin sahabe ve arkadaşlarına;
Ebû Bekir, Ömer, Osman, Murtaza’ya gurbet değdi” (Hikmet
16).
“Gördüğü anda inanan, üstün olup dayanan, dertleştiğinde ağlayan,
kulluğa bel bağlayan, bağrının içini dağlayan, bir sözünden dönmeyen,
sırrını asla demeyen, gafil olup yatmayan, canı canana kavuşturan,
kızını elden veren, el bağlayıp yalvaran, verdiği sözü tutan, nefis ve
hevadan geçen, Hak Resul’ü güçlendiren, Muhammed’e kayınbaba olan,
hiç hata kılmayan, (giyecek bir şey bulamayıp) boynuna peştamal bağlayan
Ebâ Bekr-i Sıddık’tır. Kul Hoca Ahmed, tasdik et ve mağara dostunu
ayrı tut, ariflikte onu sadık bil.” (Hikmet 42).
“(Peygamber’in) İkinci dostu, müminlikte dost olan, Bilal’a ezan
okutan, şeriatı bildiren, din sözünü anlatan, Kâbe kapısını açtıran, bütün
putları kırdıran, Resul’ün gönlünü rahatlatan, şeriatı gözeten, tarikatı
doğru tutan, hakikati iyi bilen, oğlunu azarlayıp getiren, kırbaç vurup
öldüren, adalet eyleyip yol soran, çıra olup sönmeyen, din yolundan
dönmeyen, haksız iş yapmayan adaletli Ömer’dir. Miskin Ahmed onu
yâd et, (bunun için) aczini beyan et, belki o adaletli Ömer’in ruhu şad
olur.” (Hikmet 43).
“(Peygamber’in) Üçüncü dostu, her nefeste arkadaşı, Hak Resul’ün
damadı, dinimizi güçlendiren, kölelerini âzâd eden, ayet ve hadis
kâtibi, minberin hatibi, duası Tur dağı, aldıkları iki nur, sözleri birer inci
olan hayâ sahibi Osman’dır. Çoklar gelip onu şehit ettiler. Hoca Ahmed
sen o hayâ sahibi Osman’ın şüphesiz güzel tarif ettin.” (Hikmet 44).
“Dördüncü dost olan Allah’ın aslanı Ali’dir. Hem miraçta yâr
olan, sözleri Rahmanî, yüzü nuranî, kâfirlerin kıranı, himmet kuşağı belinde
Allah’ın adı dilinde, Zülfikar’ı elinde Allah’ın aslanı Ali, binip çıksa
Düldül’e, yere zelzele, kâfirlere velvele düşer. Düşmanlara karşı duran,
kâfirlerin katili olan, batıla son veren Allah’ın aslanı Ali’dir. Bir ve Var
olan her şeye gücü yeten Allah’ım rahmet eyleye, Hak aslanı Ali’yi Hoca
Ahmed’e medetkâr kıla.” (Hikmet 45).
“Tarif etsem, Ali Allah’ın aslanıdır ve kılıçla kâfiri kırmıştır. Kâfirleri
imana davet eder ve her zaman İslâm’a kuvvet verir. Mümin olanları
yanına alır; kabul etmeyeni kılıçtan geçirir. Eline kılıç alıp Düldül’e
bindiğinde kâfirler kavmi korkuyla bağrışır. Elindeki silahı Zülfikar, çarpışırken
kırk arşın uzar. Ali’nin her birisi büyük tuğlu on sekiz oğlu vardı.
Ali İslâm için kanlar yuttu, İslâm’ın tuğunu sımsıkı tuttu. Hoca
Ahmed garipliğe düşüp Resul evladına sözler kattı.” (Hikmet 36).
“Garip canımı Hak yoluna adasam; Şah Hasan gibi Kerbela’da
susayıp ölsem; Hak şarabını içme hevesiyle gitsem; varsam orada susuzluğum
kanar mı ki? Sahabe gibi din için savaşıp başımı versem; şehr-i
banu imamlar gibi ağlayıp yürüsem; Allah için kâfirlere esir olsam; Rahman
Rabbim sana makbul olur mu ki?” (Hikmet 64).
8. Ahmed Yesevî’nin Hz. Muhammed’in Sünnetine Bağlılığı
Ve 63 Yaşından Sonraki Ömrünü Yer Altında Yaptırdığı Bir Hücrede Geçirmesi:
İkinci hikmetten on birinciye kadar dokuz hikmet, şairin devriye
türünde hayat hikâyesini anlattığı bir çeşit manevî otobiyografisidir. Her
dörtlükte ruhlar âleminden başlayarak her yaş içinde mazhar olduğu ilahî
manevi nimetleri tahdis-i nimet olarak zikreder. Mirac-ı Ahmedî’nin gölgesinde
giriştiği manevi yolculuğunun (seyr-i süluk) duraklarını birer
dörtlükte anar. Ölümle barışık bir hayatın göstergesi olarak, altmış üç
yaşında kabre girip ömrü boyunca izinden gittiği Hz. Muhammed’in varisi
olduğunu göstermiştir. Ona göre kabre girmek Resulullah’ın sünnetidir
(Hikmet 9).
Şair, “Ol sebebdin altmış üçde kirdim yerge : O sebepten altmış
üçte girdim yere” nakarat mısralı ikinci hikmetinde Hz. Muhammet ile
olan özel ilişkisini ve altmış üç yaşından sonra hayatının geri kalan kısmını
yer altında geçirmesinin sebebini şöyle anlatmaktadır:
“Rahmet denizi dolup taştı, ana rahmine düşüp belirince “zikir
söyle” diye bir ses geldi ve bütün organlarım titreyiverdi. Ruhum cesedime
girdiğinde kemiklerim “Allah” dedi. Dört yüz yıldan sonra çıkıp
ümmet olacak; nice yıllar dolaşıp halka yol gösterecek; on dört bin âlim
kendisine hizmet eyleyecek (ben Ahmed Yesevî) dokuz ay ve dokuz günde
yere düştüm ve dokuz saat duramadım, göğe uçtum; Arş ve Kürsü
derecesini varıp kucakladım. Arş üstünde namaz kılıp dizimi büktüm.
Dileğimi söyleyip, Hakk’a bakıp gözyaşı döktüm.
Bir yaşımda ruhlar bana pay verdi; iki yaşımda peygamberler
gelip gördü; üç yaşımda kırklar gelip halimi sordu; dört yaşımda Hak
Mustafa hurma verdi; nice günahkâra yol gösterdim, yola girdi; nereye
varsam Hızır Babam bana yoldaş oldu. Yedi yaşımda Arslan Babam beni
arayıp buldu. Sekizimde sekiz yandan yol açıldı; hikmet söyle diye başıma
nurlar saçıldı; Allah’a hamdolsun Pir-i kâmil Hak Mustafa mey içirdi
(Hikmet 2).
On sekiz yaşımda Kırklar ile şarap içtim; Hak Mustafa’nın güzelliklerini
gördüm. Yirmi yaşımda Allah’a hamdolsun pir hizmetini tamamladım
(Hikmet 3). Yirmi sekiz yaşımda âşık oldum (Hikmet 4). Otuz bir
yaşımda Hızır Baba’m mey içirdi. Otuz üç yaşımda saki olup mey sundum.
Otuz altı yaşımda kemal sahibi oldum; Hak Mustafa bana cemalini
gösterdi (Hikmet 5). Altmış üç yaşımda ‘Kul yere gir’ diye bir çağrı geldi;
nefsimi Hû kılıcı ile kırıp teptim; ondan sonra cananımı arayıp buldum;
ölmeden önce can vermenin derdini çektim (Hikmet 7). Pazartesi günü
sabah erken Mustafa’ya matem tutup yere girdim (Hikmet 8). Altmış üç
yaşında yere girmek sünnet oldu” (Hikmet 10).
Ahmed Yesevî, vefat edene kadar hayatını sürdürdüğü yer altındaki
menzilinde mazhar olduğu ilahî manevi ikramları 8. hikmetinde
dile getirir:
“Yer altına girdiğimde kendimden geçtim. Gözümü açınca Mustafa’yı
hazır gördüm. Hak Mustafa ruhu gelip imam oldu. Yer altındaki
bütün varlıklar köle oldu. Çok ağladım Hak Mustafa müjde verdi.”
‘Kıyamette yolunu kaybedersen yol göstereyim; evladım deyip
elini tutup cennete girdireyim; sözünü işitince şevkim arttı; ‘Ümmet’ dedi,
içim dışım nura battı; nurunu salıp Hak cemalini gösterdi (Hikmet 8).
9. Hz. Muhammed’in Divan-ı Hikmet’te Geçen İsimleri:
Hz. Muhammed’in, Divan-ı Hikmet’te geçen isim ve unvanları kullanım sıklığına göre aşağıdaki gibi sıralanmaktadır:
Muhammed: Hikmet 8(3), 10(2), 36(10), 36(11), 40(24), 41(21), 42, 81, 104, 112(4),
115 = 79 kez.
Mustafa: Hikmet 1, 2, 8(21), 9, 10(2), 16, 18(2), 23, 38(4), 80(5), 88, 99, 124, 136, 142
= 44 kez.
Pir-i mugan Hak Mustafa bî-şek biling: Hikmet 2 = 1 kez.
Pir-i mugan: Hikmet 1(2), 2(2), 5, 6, 12, 13, 15, 17, 19, 21(2) 26, 41, 51, 59(2), 60, 63,
64, 69, 91, 95(4), 108, 123, 124, 128(2), 137 = 34 kez.
Hak Mustafa: Hikmet 1(2), 2(6), 3, 4, 5, 8(2), 18, 38(2), 46(3), 49(3), 60, 67, 79, 80,
86, 88, 102 = 29 kez.
Resûl: Hikmet 1(2), 10, 12, 38(10), 43, 46, 51, 67, 79, 80(2), 88(2), 89, 90, 92, 112, 136,
142 = 29 kez.
Mustafa Muhammed: Hikmet 39(17) = 17 kez.
Muhammed Mustafa: Hikmet 18, 37(9), Münacat = 11 kez.
Hak Resûl: Hikmet 9, 18, 19, 26(2), 42, 44, 80(2), 81, 119 = 11 kez.
Resûlullah: Hikmet 9, 37, 80(2), 86(3), 112, Münacat = 9 kez.
Peygamber: Hikmet 18, 46(2), 60, 80, 100, Münacat = 7 kez.
Habib: 80(2), 112 = 3 kez.
Hazret: Hikmet 41, 80(2) = 3 kez.
Server: Hikmet 40, 60, 80 = 3 kez.
Ahmed: Hikmet 8, 117 = 2 kez.
Rehber: Hikmet 40, 60 = 2 kez.
Âlem fahrı: Hikmet 99 = 1 kez.
Asl-ı vücud-ı âdem: Hikmet 39 = 1 kez.
Habib-i Halık: Hikmet 39 = 1 kez.
Hâdi: Hikmet 60 = 1 kez.
Hâdiyü’l-müdıllin: Hikmet 39 = 1 kez.
Hak bendesi: Hikmet 26 = 1 kez.
Hatemü’n-nebiyyin: Hikmet 39 = 1 kez.
Hülasa-yı halayık: Hikmet 39 = 1 kez.
Kamer-i bağ-ı kevneyn: Hikmet 39 = 1 kez
Kurret ayneyn: Hikmet 39 = 1 kez.
Müddessir: Hikmet 39 = 1 kez.
Mürsel ü nebi-yi hatem: Hikmet 39 = 1 kez.
Rahmeten li’l-âlemin: Hikmet 80 = 1 kez.
Resûl Mustafa: Hikmet 90 = 1 kez.
Seyyidü’l-mürselin: Hikmet 39 = 1 kez.
Sultan: Hikmet 8 = 1 kez.
Tuba-yı kabe kavseyn: Hikmet 39 = 1 kez.
Sonuç
Bu yazımızda Türk kültür coğrafyasının önemli şahsiyetlerinden
olan Hoca Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet adlı eserinde yansıyan Hz.
Muhammed sevgisini göstermeye çalıştık. Eserini incelediğimizde
Ahmed Yesevî’nin, kalbi yanık bir Allah âşığı olduğu kadar,
Habibullah’ın da muhibbi olduğunu gördük. Bu sevgi o kadar derindir ki
63 yaşından sonra yeryüzünde dolaşmayı O’nun sünnetine aykırı görmüş,
o yaştan sonraki ömrünü yer altında geçirmiştir. Duygunun dili
olan şiirin duygusal iklimine pek de yakışan bu peygamber sevgisini başkaca
yorum katmadan günümüz Türkçesi ile aktarmaya çalıştık.
Ahmed Yesevî Hikmet’lerinde O’na ümmet olmanın, sünnetine
uymaktan geçtiğini ısrarla vurgulamıştır. Mevlid yazarı Süleyman Çelebi’nin:
Tıfl iken Ol der idi kim ümmeti
Sen kocaldın terk edersin sünneti
diyerek dile getirdiği vefasızlığa düşmemek hususundaki ciddi ikazlara
Yesevî’nin Hikmet’lerinde sık sık karşılaşmaktayız. Hz. Muhammed’e
duyulan sevginin ayrılmaz bir parçası olarak O’nun dört halifesine, âl ve
ashabına karşı saygı ve sevginin engin tezahürlerine Dîvân-ı Hikmet’te
rastlamaktayız.
Dipnotlar
* Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde 07–08 Mart 2009 tarihinde yapılan Uluslararası Kültür
Coğrafyamızda Hz. Muhammed Sempozyumu’nda bildiri olarak sunulmuştur
1 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız: Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, TDV. Yay. Ankara, 2000. Saffet Sancaklı, Hadislerde Fakirlik ve Zenginlik Problemi, Elif Yay. İstanbul, 2004.
2 “Yalancı ümmetimden değildir” bu ibarenin geçtiği her hangi bir hadise rastlanmamıştır. Ancak el-
Muvattâ, 19'da "...mümin kezzab olur mu? (Peygamber) Dedi: Hayır.." hadisi yer almaktadır
Kaynakça
Aclûnî, İsmail B. Muhammed. (1351), Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs, Beyrut.
Bice, Hayati. (1993), Hoca Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, TDV. Yay, Ankara.
Eraslan, Kemal. (1983), Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler, KTB. Yay, Ankara.
Köprülü, Fuat. (1991), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, DİB. Yay, 7. Baskı, Ankara.
http://www.diyanet.gov.tr/kuran/default.asp (20.08.2009).
http://www.divanihikmet.net/ (20.08.2009).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder