20 Mart 2013 Çarşamba

Savaş biraz da yağmadır- Avni Özgürel

İnsanlık tarihi dediği şey, içinde bilgi, sanat çardakları olan gül bahçesi değil.

İnsanlık tarihi dediği şey, içinde bilgi, sanat çardakları olan gül bahçesi değil. Günümüz medeniyetinin temelinde çokça haksızlık, fazlasıyla acı, bol bol kan ve ateş var. Yağma ise ahval-i adiye; yani sıradan. 

Tarihin büyük bölümünde yağma hem 'yasal' hem de 'galibin doğal hakkı' sayıldı. 
Hükümdarlar ve komutanlar savaş başlamadan önce askerlerini heveslendirmek için düşman saflarının gerisinde ne denli büyük zenginliklerin saklı olduğunu anlatırdı. Zaferin kazanılması halinde bunların tamamına sahip olacaklarına inandırılırdı askerler.

Pek çok kent aynı hevesi taşıyan ordular tarafından asırlar boyu defalarca fethedildi! Moğol, Çin, Hun ordularının Asya kıtasında, Roma ve Got ordularının Avrupa ve Kuzey Afrika'da kurdukları hâkimiyetin gerisinde sadece askeri üstünlükleri değil alabildiğine besledikleri sınırsız yağma vaatleri de vardı.

Roma tarihinden 

Tarihin kaydettiği en büyük kültür yağmacılığının kahramanıysa Sezar'dı. 
İskenderiye'yi fethettiğinde kentin Antik Atina Okulu'nun kutbu olan akademi ve kütüphaneyi tamamen yaktırdı. 

Roma ordularının ateşe verdiği 700 bin esere sahip olmasıyla ünlü kütüphanede dünyanın dört bir yanından taşınmış, akademi hocalarının bile ne alfabesine ne diline aşina olduğu kaynak eserler vardı. 

M.Ö. 2. yüzyılda başlayıp 1. yüzyılda sona eren Pön Savaşları da geride kan gölünden başka bir şey bırakmadı. Afrika kıtasının Sicilya'ya uzandığı noktada kurulmuş olan Kartaca'dan günümüze hiçbir şey kalmamış olması tesadüf değil. Roma orduları kuşatıp açlıkla karşı karşıya bıraktıkları şehir kendiliğinden teslim edilmeyip uzun sokak savaşları vermek zorunda bırakılınca Kartaca'yı tamamen yağmaladılar, sokak hayvanları dahil hiçbir canlı bırakmamak üzere katliam yaptılar. Yine de öfkeleri yatışmayınca Kartaca'yı tarihten silmek için aylar boyu uğraşıp şehri yıkıp arazisini sabanla sürdüler.

Roma'nın sonu da benzer şekilde geldi. Batı Gotları (Vizigotlar) 410 yılında komutanları Alarik'in liderliğinde Roma'yı ele geçirdiklerinde şehri baştan başa yağmaladılar. Alarik'in her birlik komutanını senatonun önüne kurdurduğu dev bir terazide tartıya çıkarıp kent halkına hayatlarının bağışlanması karşılığında ona ağırlığınca altın ve gümüş ödeme zorunluluğu getirdiği biliniyor. 
Doğu tarihinden

Türk devletlerinin tarihi de çok farklı değil. Ancak Türkler, Moğol kan dökücülüğünün eteğine varamazlar demek doğru. 

Moğol başkentine gelen herkesin 100 kilometrelik çember içinde savaşlarda öldürülen insanların cesetlerinden oluşturulmuş tepelerin arasından geçmek zorunda bırakıldıkları, bunun özellikle elçi heyetlerini etkilemek için yapıldığı söylenir. 

Kültüre saygı

Yabancıların bu dehşet koridorundan geçtikten sonra hangi duygularla huzura çıktıklarını tahmin etmek zor değil. Orta Asya'nın ve Türk tarihinin büyük hükümdarlarından Timur'un da İran'da bir savaşta kız kardeşinin öldürülmesi üzerine, kenti zaptettikten sonra intikam hırsıyla halkın tamamını kafalarını kestirmek suretiyle öldürtüp kelleleri kule şeklinde yığdırdığı bilinir. Ancak acımasızlığa ve mal yağmasına çok sık rastlanmış olmasına karşın Türk tarihinde kütüphanelere ve sanat eserlerine yönelik organize tek bir olay bulunmadığını kaydetmemiz gerek. Kayıtlara geçen tek vaka suikast topluluğu olan Haşhaşinlerin merkezi ve kalesi durumundaki Alamut'un yıkılması sırasında cemaatin lideri Hasan Sabbah'ın kaleme aldığı eserlerden bir kısmının imhasıdır.

Masal gibi dilden dile dolaşan ancak gerçekliği bilinmeyen bir başka iddia da Molla Kasım'ın Yunus Emre'nin şiirlerinin yazılı olduğu tomarları toplatıp imha etmeye kalktığı, ancak eline geçirdikleri arasında; "Yunus eğdir, eğri söz söyleme/ Sıgaya çeker bir Molla Kasım gelir" mısralarını okuyunca son derece pişman olduğudur.

Fatih Sultan Mehmet

Batılı kaynaklar İstanbul'un fethi sırasında Osmanlı ordusunun katliam yaptığını, yağmanın önünün alınamadığını yazıyor. Ancak bilinen, Fatih'in uzun süren kuşatmanın tereddütlere sebep olması yüzünden, komutanlardan gelen ve o ana kadar reddettiği öneriyi kabul ederek son saldırı öncesinde askere üç gün yağma izni verdiği. 

Padişahın şehir düştükten sonra birinci günün akşamı yağmayı yasakladığı ya da ganimet sayılacak mal bulunamayınca askerler arasında özellikle genç kadınlar yüzünden onları kimin esir alacağı konusunda çatışmalar çıktığı da söylenir. 

Bunun doğru olması mümkün. Zira Osmanlı hükümranlığına geçene kadar Bizans'ın kendi yöneticileri ve Latin istilacılar tarafından soyulduğu bir sır değil.

Hayli zengin olan Bizans'ın ardı ardına gelen savaşlarda tükenen servetinin
son kırıntılarının 1081'de 4. Haçlı Seferi sırasında şehri işgal eden Latinler tarafından yağmalandığı kesin. Ayasofya sütunlarını çevreleyen som altından kemerlerin Komnen hanedanı tarafından saray masraflarının karşılanması amacıyla söktürülüp yerlerine bakır levhaların konulduğunu bilmeyen Latinlerin plakaların para etmediğini anlayınca Patrikane'yi ve gözlerine kestirdikleri kiliseleri basıp her şeyi yakıp yıktıkları biliniyor.

Hiç yorum yok: