23 Mart 2013 Cumartesi

Romanovların 400’üncü yılı-Romanovlardan bugüne Kırım-İlber Ortaylı


Romanovların 400’üncü yılı
Bu yıl Rusya’da bir takım kitleler huşu ile Romanovların 400’üncü taht yılını kutlayacaklar. Böyle olaylar, yaşanan müşterek tarihi anmak için bir vesiledir. Bizde de Türk-Rus tarihiyle ilgili bir iki konferans ve küçük toplantının yapılması gereklidir
Devlet-i Aliyye, Moskova Devleti’yle 1490’larda ilişki kurdu. Rusya’nın o zamanki savaş ve barış muhatabıKırım Hanlığı idi. Bir mümtaz eyaletin hükümdarları olan yani vasal statüdeki KırımHanları dış ilişkiler kurabiliyorlardı. Moskova sefirleri de Kırım’ın merkezi sayılabilecek Akmescit’te mukimdi. Kırım Hanlığı, Moskova Rusyası’na karşı Osmanlı Devleti’nin ilişkilerini yönetmeseler de yönelttiler. Moskoflara karşı müttefikleri Polonya’ydı. Devlet Giray Han’ın Moskova’yı kuşattığı hatta şehri tahrip ettiği biliniyor. Bu uzaktaki steplerin merkezini uzun boylu elde tutmak mümkün değildi. Devlet-i Aliyye, Rusya’yla ancak Romanovlar devrinde temasa geçmiştir. ViyanaMuhasarası’ndan sonra uzun süren savaşlar sırasında Rusya; Almanya, Polonya ve Venedik’in müttefikiydi.
1699 Karlofça Barışı’ndan sonra 1700 İstanbul Barışı’yla İstanbul’da bir elçilik kurdu. İlk büyükelçi, büyük yazar Lev Tolstoy’un büyük büyük dedesidir.
Pyotr Andreyevich Tolstoy, Petro’nun donanmasındaki ilk amirallerdendi. Yazdığı uzun raporlar (Rus arşivlerindeki) henüz değerlendirilmedi ama o dönemin Osmanlı tarzı için birinci derecede öneme haizdir.
Rusya tarihinin kutsal sayılan hanedanı Ruriklerdir. Ne var ki Korkunç Ivan öldükten sonra onun başmüşaviri aslen bir Tatar olan Boris Godunov tahtı gasp etti. Gaspedilen bu taht Rus tipi bir sahnelemeyle dolduruldu. Halk anarşiye düşen devletin içinden bir kurtarıcı aradı. Bunun da uzun bir saltanatı çok yakında bulunduğu Çar Korkunç Ivan’la birlikte götüren ve Rusya’yı tanıyan bir adam olması gerekliydi. Boris Godunov’un ilk işi Çar’ın reşit olmayan masum küçük oğlunu katletmek oldu. Küçük Çareviç Dimitri’nin Çar tarafından ortadan kaldırdığı söylentisi hemen yayıldı. Kutsal Hanedan Ruriklerin hanedanı böylelikle bitmişti.
İnanan, inanmayan
herkes Dimitri’ye katıldı
Ardından sahte bir Dimitri ortaya çıktı. Polonyalılar onu Boris’in elinden kurtulan hakiki Çareviç gibi allayıp pullayıp Rusya’nın üstüne saldılar, muhalif çoktu; inanan, inanmayan herkes Dimitri’ye katıldı ve Moskova düştü. Türkçe’ye de çevrilen Puşkin’in eseri “Boris Godunov” adlı dram okunursa, tiyatro, tarihi nasıl anlatıp yorumluyor canlı örneğiyle görülebilir. Polonya’nın ve sahte Dimitri’nin işgalindeki Moskova ve Rusya 13 yıllık bir fetret dönemi yaşadı. Rusya’yı yabancı istilasından Moskova halkı ve tüccarların reisi Kuzma Minin ve asilzadelerin önderi durumundaki Knez Dimitri Pojarski’nin öncülüğündeki bir isyanla kurtardılar.
Bu ülkenin tahtı hiç de istenen bir nimet değildi. Zemsky Sobor’un (yani bütün asilzadeler ve şehir temsilcilerinin meydana getirdiği büyük meclis) en sakin ve uyumlu üyesi Michael Romanov adeta yalvar yakar tahta çıkarıldı.
21 Şubat 1613, yeni Rusya tarihinin başlangıcıdır. Romanovlar tahta çıkışlarının 300’üncü yılını, 1913 Şubat’ında bayramlar, açılış törenleriyle oldukça kendilerinden emin en azından istikbale umutla bakan bir havada kutluyorlardı. Avrupa’nın üzerinde geniş bir harbin kara bulutları dolaşmaktaydı. Milletler nasıl bir yıkımın geleceğinin henüz farkında değillerdi, Rusya da değildi. Tarihçi Vernadsky savaşın sonunda demokrasinin geleceği kehanetinde bulunmuştu. Sosyal Revolüsyonerler ve Bolşevikler de haklı olarak umutlanıyorlardı. Bütün gayri Rus milletlerbağımsızlık umudu içindeydiler. Boş bir ümit... Mülteci bir tarih bilgini 1960’larda babama dert yandığında yanındaydım; “O çarlığı yıkmak için neler yaptık, arkasından gelecek kabusu ne bilelim!” Romanovlar Japon Savaşı’nın getirdiği hayal kırıklığı ve yenilginin utancını telafi ederiz diye düşünüyorlardı.
En pahalı bedeli
bu hanedan ödedi
1913 Rusya seçkinlerinin ve milliyetçilerin kutladığı bir yıldı. Dört yıl sonra koca imparatorluğun yere yıkacağı bir kavim yeni bir umutla Şubat İhtilali’ni yaptı. Romanov Hanedanı’nın sonu gelmişti. Çok geçmedi, devrilen Çar’ın iltica talebini kabul etmeyen Avrupalı müttefikler utanılacak bir olayı gözlediler; Çar ve ailesi, Yekaterinburg’da gaddarca kurşuna dizildi. “Yıkılan tahtlar ve devrilen taçlar” savaştan önce Rusya maliye nazırı Sergei Witte’nin kehanetiydi. O, Rusya’da savaşı istemeyen akıllı liberallerdendi. En pahalı bedeli Romanov Hanedanı ödedi. Efsane yayıldı; “Ruriklerin tahtı başkasına uğursuzluk getirir, Büyük Petro varisini kendisi cellata verdi, kızlarıyla hanedan aslında tükendi. Gelen Alman karışımı Rus çarların da hiçbiri yatağında ölmedi” dediler. Birinci Alexander’ın meçhul bir inzivaya çekildiği yazıldı. I. Nikola Kırım Savaşı üzerine fücceten gitti. II. Alexander suikastla gitti. III. Alexander ise aile uğradığı bir suikasttan zor kurtuldu ve olayın kalıntılarıyla ömrü tamamlandı. II. Nikola ve ailesinin akıbeti ise en korkuncu oldu. Romanovların bugünkü varisleri bile gurbette birbirleriyle didişmekle meşgul. Ortada tahtın varisi olduğunu iddia eden iki aile üyesi var.

Romanovlar Rusya’sı zengindi, savaşçıydı
Romanovlar Rusya’sı bir bakıma bir imparatorluktu, bir bakıma da Rusya Devleti’nin en ulusal biçimiydi. Devamlı kalkınan bir devletti, zengindi, savaşçıydı. Ama ülkenin sefaletini Hindistan’ın önderlerinden İsmaili mezhebinin lideri Aga Han bile esefle gözlemişti; “Hind’teki işçiler daha iyi durumda. Hiç değilse berbat fabrikalarından çıkıp temiz hava alabilirler. Rusya’nın soğuğunda bu dahi imkansız” diyor. Yenilgisinde ve zaferlerinde dahi bir yolsuzluk ve kitlelere karşı bir acımasızlık vardı.
Rusya bir bakıma Romanovlar devrinde muasır Avrupa medeniyetinin içine girdi. Bir yönüyle de el’an acımasız şartların sürdüğü bir Doğu devletiydi. Uzak Kafkasya’da ve Orta Asya’daki köylüler bile Rusya’nın milyonlarca serf statüsündeki köylüsünden daha iyiydi. Polonya ve Finlandiya gibi
ilhak edilen toprakların halkı ise yaşadıkları uygarlık düzeyi bakımından Rusya’nın hep önündeydiler.
18’inci asırdan itibaren Napolyon istilası ve Japonya Seferi hariç tutulursa Rusya’nın savaştığı başlıca devlet Osmanlı Türk İmparatorluğu’ydu. Rusya, Türk İmparatorluğu içindeki Slav kardeşleriyle Türk İmparatorluğu ise Rusya’daki Müslümanları ile uğraşıyordu. Tarihteki bu gerilimin aslında gelecekteki bir kültürel alışveriş ve sentez için işe yarayacağı açıktır.
Bu yıl Rusya’da devlet bir görev olarak ama birtakım kitleler ise huşu ile Romanovların 400’üncü taht yılını kutlayacaklar. Böyle olaylar yaşanan müşterek tarihi komşu devletler ve milletlerle birlikte anmak için bir vesiledir. Bizde de Türk-Rus tarihiyle ilgili bir-iki konferans ve küçük toplantının yapılması gereklidir.

Romanovlardan bugüne Kırım


Ticaret sihirli bir değnek. Karaman ordularından ve 100 binlerce kolonizatörden bile daha etkili. Son gezimde gördüm ki TürkiyeKırım ile imparatorluk devrinde dahi görülmeyen yoğun bir ilişki ağı içinde

O yalan, bu yalan ama fili yuttu bir yılan” derler; koca Rusya İmparatorluğu, Kırım yarımadası içine bütün kavimleri, dilleri ve âdetleri ile farklı dünyadan temsil edilen toplumsal sınıflar ile doluşmuş. Osmanlı camii, Tauridia valisi Voronzov’un İngiliz özentisi sarayı, Kırımlı Tatar mirzaların şark tipi evi, Rus valinin barok konağı, Tatar köylerinin Balkan Anadolu tipi damları, Alman yerleşimcilerin tuğla yapımı çiftlik evleri, herkesin farklı dini ve dili 19. asır Kırım’ının manzaralarını renklendirdi.
Avrupa gibi hareketli bir coğrafyada bile pek az ülkenin Kırım Yarımadası kadar renkli bir tarihi, etnik ve kültürel yapısı olabilir. Yaşanan tarih, küçük bir ülke için çok hareketli, büyük çatışmalarla doludur. Bu çatışmalar medeniyet tarihini de içerir.
Yeryüzü tarihinin bütün büyük imparatorlukları için Kırım Yarımadası önemli bir stratejik bölgedir. Yunan ilminin tarih ve coğrafyası orayla erkenden ilgilendi. Ahamanişler İranı için bilinen bir bölgeydi. Roma İmparatorluğu Kırım yani Hersones ve Tauridya üzerinden bütün kuzey bölgelerinin ticaretini elde tutardı. Yarımadanın güneyindeki birçok köy Miken kolonilerine kadar uzanan buluntularla doludur. Soyadını taşıdığım (Ortay) küçük şehrin dahi yanında özgün amfora koleksiyonları çıktı. Ceneviz kolonisi Kırım ve Kefe’yi Osmanlı kendine benzetmiş. Sonra Rusya dönemi başladı.

Kırım kıyıları çar ailesinin muhteşem saraylarıyla dolu. Bunlardan biri de Yalta Sarayı’dır.
II. Katherina’nın hayalleri fazla süslü ve teatraldi

Bazı bölgelerdeki isimleri, II. Katherina aydınlanma döneminin çok bilgili hükümdarı kılığında Kırım Yarımadası’ndaki şehirlere koydu. Mesela Kefe, Theodosia’ya çevrilmiştir. Aslında İtalyanların, Cenevizlilerin Caffa’sıdır ve orada yaşayan Ermeniler de aynı ismi kullanırlardı. Simferopolis (Akmescit), Livadya veya
III. Alexander’ın Massandra ve
II. Nikola’nın 1911’de mimar
N. Krasnov tarafından tersim edilen yazlık sarayının bulunduğu Oreanda gibi isimler sonradan yakıştırmadır. Sivastopol, Akyar’ın, Yevpatoria Gözleve’nin karşılığı olarak düşünülmüştür.Karadeniz kıyısında kurulan Odessa da uydurma isimlerdendir.
Kırım Yarımadası, Avusturya-Alman İmparatoru II. Joseph ile Katherina’nın yeni Grek İmparatorluğu kurmak için teatral gösteriler yaptıkları bölgeydi. Rusya ve Türkiye’nin müşterek tarihine bu tip bir Roma İmparatorluk hayalini ne eski Rurikler ve Romanovlar hanedanı ne de daha başkaları getirdi. Hakimiyeti bu şekilde biçimlendirenler evvela Çariçe Yelizaveta’nın (Büyük Petro’nun kızı) başbakanı Kont Münih’tir ve Büyük Petro’ya izafe edilen meşhur vasiyetname de aslında onun kaleme aldığı bir belgedir. II. Katherina’nın hayalleri ise fazla süslü ve teatraldi. Hatta II. Joseph ile yaptığı müşterek gezi sırasında Kırım’ı alan komutan Potemkin onların geçtiği yollara tiyatro dekoru olan evler yapmıştır. Bu tip göz boyamacılığa, sahte refah gösterilerine o devirden beri Potemkin Duvarı demek âdet olmuştur.
Kırım’ın bereketli toprağını işlemek için aslen Anhalt-Zerbst Dükalığı’nın prensesi olan Katherina bölgeye Alman kolonizatörler yerleştirdi. Bu Avrupa tarihinde Avusturyalı İmparatoriçe Maria Theresia’nın geliştirdiği modeldir. Tameşvar-Banat, Erdel, Bukovina gibi Avusturya topraklarına Süebyalı Alman çiftçileri yerleştirerek tarım ve hayvancılığı geliştirmişti. Katherina da Volga boyuna ve Kırım’a Alman yerleştirdi. Geleceğin sorunları da böyle çıktı.
19. yüzyılın Kırım’ında bir yanda Alman köyleri, bir yanda Kırım’ın Müslüman halkı, bir yanda gelip yerleştirilen ve ilginçtir ki zaman içinde yerli Tatarlara benzeyen ve onların dilini benimseyen Ruslar, yerli Kırımçak ve Karay Türk Yahudiler, Cenevizlilerden kalan İtalyanlar ziraatı ve zanaatı götürdü. En iyi bağcılık yapan ve şarap üzümünü yetiştirenler Müslümanlardı.
Atçılık tabii ki onların işiydi ve yarımadanın az miktardaki turunçgilleri ve zeytini de maalesef hiç kimsenin işi değildi, ağaçlar ziyan olup gitmiştir. Bütün Kırım kıyıları Çar ailesinin muhteşem sarayları Varanzov gibi bölgenin valisi soyluların sarayları kurdurdukları botanik alanlarıyla süslendi. Bugünün Yalta, Livadya, Suğdak gibi kıyıları maalesef zevksiz ve çevreyi bozan binalarla doluyor. 750 metre yüksekliğindeki Angara tepesinden (Angarski Perevol) bu manzaraları görmek mümkün.

Ukrayna’dan çıkan kerestenin yüzde 70’ini Türkiye alıyormuş

Yalta’da III. Alexander ve II. Nikola’nın kullandığı Yalta Sarayı, Rusya İmparatorluğu’nun en subtropik ikliminde kurulan hükümdar evi dense yeridir. Osmanlı padişahları her sene, Rus hükümdarları buraya geldiğinde mücavir ülke olduğu için “hoşgeldiniz”e hariciye nazırını veya başmabeyinciyi gönderirdi. Hesse Prensesi Alice son çarla daha veliahtken evlenmiş ve bu sarayın yanındaki küçük kilisede yeniden vaftiz olarak Alexandra adını almıştır. Son çarın buraya 1911 ve 1914’te ailesiyle dört yaz geldiği biliniyor. Mutlu sayfiye bu kadarmış. Ana imparatoriçe Maria Feodorovna iç savaşta çar ailesi ve aristokratlarla sığındığı bölgede oğlunun, gelinin ve torunlarının feci akıbetini bu sarayda öğrendi. Prens Yusupov onun ölümü istediğini ve bu nedenle yaklaşan Kızıl Ordu’dan kaçmak istemediğini belirtiyor.
Neticede çar ailesinin sığınmasını kabul etmeyen İngiltere, geride kalanlara Avrupa’ya iltica etmeleri için bir savaş gemisi gönderdi. Kırım’ın sahilleri Puşkin’den Çehov’a, Büyük Petro’dan son çara, Rusya tarihinin cereyan ettiği bir yerdir. Ve 1774’te resmen kaybedilmesine rağmen Türklerin dahi Kırım Savaşı’nda tekrar adaya çıktığı malum. 1853-56 Savaşı’nın şehitleri adına dikilen bir abide Sivastopol civarındaki bölgede yer alıyor.
Son gezimde bir daha gördüm; bugünün Türkiye’si, Kırım ve Ukrayna ile imparatorluk devrinde dahi görülmeyen yoğun bir ilişki ağı içinde. Mesela Ukrayna ormanlarının çıkardığı kerestenin yüzde 70’ini Türkiye yerinde alıyormuş, ticaret hacmi en aşağı 7-8 milyar doları buluyor deniyor. Her gün Sivastopol-İstanbul-Antalya seferleri var. Karadeniz’in kuzeyi yakında yaz sıcağında daha uygun bir tatil ortamı olabilecek gibi... Ticaret ve sanayi bir sihirli değnek. Karaman ordularından ve yüz binlerce kolonizatörden daha etkili bir değiştirici olabiliyor.

Seçkin bir kulüp: Cercle d’Orient
Cercle d’OrIent, İkinci Meşrutiyet dönemine ait ilk siyasi sosyal kulüp binasıdır. Avrupa’ya değilBritanya modeline istinaden kurulmuştur. Toplumun önde gelenlerinin toplanıp, fikir teatisi yapıp konferanslar dinleyecekleri bir yerdir. Rakipleri çıktı. Türk ocakları daha halka inen kuruluşlardır. Ve Türk-Alman Kulübü Çemberlitaş’ta bir bina da kurulmak istendi. Cercle d’Orient’ın tabii üyeleri arasında devrin sadrazamı gelirdi. Gerçekten seçkin bir kulüp olduğu, görevini büyük ölçüde yerine getirdiği, görüşmeler ve konferanslar tertiplendiği biliniyor. Siyasi tarihimizde önemle yer alacak görüşmeler yapıldığı malumdur. Kütüphanesi ve salonları itibarıyla dönemin zevkini yansıtır. Eskidi, demode oldu. Caddebostan’daki Büyük Kulüp onun yerini aldı. Niçin? Sosyolog gözüyle bakıp düşünmek gerekir. Ama ne olursa olsun bu tip bir tarihi mahfel böyle bir akıbeti hak etmiyor. Güya kulübün ön cephesi bırakılıyormuş. Sinema kısmı yıkılacak, AVM yapılacak. İnşaatın başladığını söylüyorlar. Cercle d’Orient üzerine en önemli anı Yusuf Ziya Ortaç’ın Akbaba’daki yazılarında bulunur.


Hiç yorum yok: