3 Mart 2013 Pazar

Osmanlı'da cezalandırma-Avni Özgürel


Osmanlı İmparatorluğu, hem Orta Asya'dan Anadolu'ya Türk kavimlerinin taşıyageldiği geleneksel cezaların bir kısmını uygulamada muhafaza etti...

Osmanlı İmparatorluğu, hem Orta Asya'dan Anadolu'ya Türk kavimlerinin taşıyageldiği geleneksel cezaların bir kısmını uygulamada muhafaza etti; hem de, gerek İslam hukukundan kaynaklanan, gerekse Bizans'tan ve Avrupa'dan esinlenen yeni ceza usullerini benimsedi.
Geleneksek düzen içerisinde göçerliğin tabii bir sonucu olarak 'hapishane' bulunmuyordu. Suçun cezası insaf dışında hiçbir kritere bağlı olmaksızın devlet erkini temsil eden hükümdar ya da tayin ettiği vezir/komutan tarafından verilirdi. 
Yarı yerleşik toplum düzenine geçildiğinde kalelerde zindanlar oluşturuldu ama buralar da günümüzdeki manasıyla cezaevi olmaktan ziyade siyasi rakipleri zapturapt altında tutmak için kullanılan mekânlardı.
Genelde suçlar hafif ve ağır olmak üzere iki kategoride değerlendirilir, hafif suçlara azar, kırbaç; ağır suçlara ağza taş doldurma, güneş altında bağlı bırakma, gözlere mil çekme, kızgın demirle dağlanma, yırtıcı kuşlara parçalatma, ateşte yakma, fillerin ayağı altında ezdirme ya da bedenini parçalara ayırma türünden cezalar verilirdi. 
Toprağa kan akıtmak
Yönetici sınıftan kişilerin kanının toprağa değmesi 'saygısızlık' kabul edildiği için onlar hakkında verilen cezalar genelde halıya sarılarak at sürüsünün ayaklarının altına atılmak suretiyle infaz edilirdi. Ama dünden bugüne yöntemleri değişmiş olsa da varlığını koruyan tek şey işkence oldu. Sarayda Baltacılar bölüğüne dahil cellatlar zümresi sadece ölüm cezalarının infazıyla değil işkence tatbikiyle de yükümlüydü. Bu amaçla kullanılan kerpeten, şiş benzeri aletler, şifre adı verilen ve deri yüzmede kullanılan jilet keskinliğindeki özel bıçaklar Topkapı Sarayı depolarında mevcut. İşkence, itiraf almak, bilgilenmek amacı dışında hakkında, 'işkence edilerek idam' kararı verilen hükümlüler için infazın da bir parçasıydı.
İslam hukukunda eziyetin yasaklanmış olması, esas olarak hürriyeti bağlayıcı ceza yerine bireylerin birbirlerine karşı işledikleri suçlarda ödeşme diyebileceğimiz kısas ve diyetin benimsenmiş olması; kamusal nitelikteki suçlara ise değnekle dövme, el kesme, recm ve ölüm cezalarının tatbiki işkenceyi ortadan kaldırmadı. Kısas ya da diyet haklı kişinin talebine bağlı olarak mal ve parayla karşılanabildiği gibi -ki Osmanlı'da buna kanlık deniliyordu suçlunun bir uzvunun kesilmesi şeklinde de uygulandı.
İmparatorluk asırları boyunca suç niteliğindeki değişimlere uyum 'tazir suçları'na verilen cezalarda görüldü. Burada önceden mahiyeti belirlenmemiş
suçlara tamamen kadıların takdirine bağlı olarak önceden tespit edilmemiş her türlü ceza verilebiliyordu. Bir kişinin affedilmesi ya da şeyhülislam fetvasıyla idamı mümkündü. Topluluk karşısında suçunu itiraf ve bir daha yapmayacağına dair yemin ettirme, kulak çekme, teşhir, mirastan yoksun bırakma, azarlama türünden cezalar sıkça uygulanıyordu. Tarih nadir de olsa suçluyu mağaraya kapatıp içine duman basarak öldürme, çuvala koyup denize atma, topun namlusuna sokup mermi gibi atma cezalarının uygulandığını kaydediyor. Bu cezaların bir kısmının sadece imparatorluğun Avrupa kıtasındaki topraklarında özellikle de Bosna'da uygulandığını kaydetmek gerek.
Tomruk Ağalığı
Siyasi suç yüklenen kişilere işkence de yapılsa boğdurulsa da bu olay saray duvarları ardında kalırken günümüzde İstanbul Valiliği'nin tam karşısında, bir dönem jandarmaya ait olan bina adi suçlarda 'işkencehane' olarak kullanıldı. 
Tomruk Dairesi resmiyette 'emniyet müdürlüğü' yani çavuşbaşılığa bağlı (Sonradan Deavi Nezareti oldu, yani Adliye Bakanlığı) nezarethaneye verilen addı. Suçlular buraya getirildiklerinde ayakları üzerine çeşitli boylarda sekiz-on delik açılmış tomruklardan baldır uzunluğuna uyan birinin içine sokulur ve kilitlenirdi. Dairede baş dışarda kalmak üzere vücudun bütünüyle içine sokulduğu tomruklar da vardı. 
Tomruk Dairesi kapatıldığında resmi binaların bahçe kapılarının arkasına dayanak konulan tomruklar üç-dört metre uzunluğunda 50 cm. çapında kütüklerdi. Suçlular itirafta bulunmaları halinde konuldukları cendereden kurtulabilir, aksi halde ölünceye kadar tomruğa tıkılı kalırlardı. 
İtirafçılar zindana gönderilirdi. Subaşılığa bağlı zindanlar o dönemde asesbaşılık denilen gardiyan teşkilatı tarafından muhafaza edilirdi. Tomruk cezası eskiden beri uygulanageldiği halde Tomruk Ağalığı'nın Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra ihdas edildiği biliniyor. Muhzır Ağalığı denilen kurum 1825'te resmen Tomruk Ağalığı adını aldı.
İşkence merkezinde tek yöntemin 'tomruğa kilitlemek' olduğu söylenemez elbette. Bu dairede işkencenin her türlüsünün yapıldığı su götürmez. Özellikle sanık sayısı fazlalaştığında 'tomruk boşaltma' amacıyla işkencelerin yoğunlaşıp şiddetlendiğine şüphe yoktu. Tomruk Ağası'nın yardımcılarına bağlı olarak yapılan işkencenin türüne göre görevlendirilmiş
kişiler vardı. Genelde 'solaklar' falakacı, dilsizler ve kapı kâhyaları 
'tomruk muhafızı'ydılar.

Hiç yorum yok: