6 Mart 2013 Çarşamba

Bu fotoğraf karesine hangi hayatlar sığdı ? .dunyabizim.com


Beşir Ayvazoğlu 1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi adıyla maruf Mehmed Akif hakkında bir kitap yayımladı. Yazar, kitabı üç bölüme ayırmış. Birinci  bölümde 1924 yılına, fotoğraftaki şairlerin gözünden genel bir bakış; ikinci bölümde fotoğraf dışında kalan, Mehmed Akif için önemli şahsiyetlerin incelemesi ve devrin siyasi, fikrî ve edebî meselelerin irdelenmesi; üçüncü bölümde ise Akif ve çevresindeki edebî şahsiyetlerin hüzünlü ve ızdıraplı hayatlarının son anlarını anlatıyor.


Kitabın en önemli özelliği, Mehmed Akif hakkında yapılmış çalışmalar içinde en özgün olanlardan biri olması. Kitap devrin edebî, fikrî şahsiyetlerinin Akif ile olan bağlantılarını ve o dönemde yaşanan olaylara bu şahsiyetlerin gözünden bakması bakımından önemli. Kitabın kapağındaki fotoğrafa bakılırsa birçok merhum şahsiyet görülür. Kim bu şahsiyetler? “Elhan-ı Şita” şairi Cenap Şahabettin “Makber” şairi Abdülhak Hamit, “Daüssıla” şairi Süleyman Nazif, Mithat Cemal Kuntay, Sergüzeşt yazarı Sami Paşazade Sezai ve Mehmed Akif Ersoy 

Fotoğraftaki bu insanlar nasıl bir araya geldi?

Kitabın konusu olan fotoğraf, aslında basit bir fotoğraf gibi görünse de kendisiyle ilgili ayrıntılarla birleşince, basitlikten çıkıyor ve gözümüzle görebileceğimiz 1924 yılının canlı tanığı oluyor sanki. Neden mi? İlk önce fotoğrafın çekildiği tarihe uzanalım: Yıl 1924. Akif, Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak gittiği Mısır’dan gelince bambaşka bir ülkeyle karşılaşıyor. Geldiğinde saltanat kaldırılmış ve cumhuriyet ilan edilmiştir. Yani ülke büyük ve belirsiz bir dönüşümün arifesinde. Bu durum, fotoğrafı bizim açımızdan önemli kılar.

Fotoğrafla ilgili başka bir dikkat noktası da şudur: Şahsiyetler… İlk bakışta fotoğraftaki insanların bir araya gelmesi çok zor gibi görünüyor. Çünkü hepsi o dönemde farklı fikirleri savunuyordu. Kimisi İslamcı, kimisi Batıcı, kimisi Türkçü ve  milliyetçiydi. Birbirine zıt görüşte olan insanlar nasıl olmuştu da bir araya gelmişti? Herhalde bunun cevabını bugünün düşünce yapısıyla anlamak ve anlatmak zor.

O zamanki aydınlar gerek ahlakî gerek fikrî gerek estetik gerekse de olgunluk itibariyle üst düzeyde insanlardı. Bu meziyetlerin onlarda olması böyle bir karenin, fotoğrafın ortaya çıkmasına sebep olabiliyordu. Düşünün ki “çok tutucu” ve “İslamcı” olarak bilinen Akif’in en yakın dostlarından biri ömrünün sonuna kadar içkiyi su gibi içen, içmediği zaman sıkılan, bunalan Süleyman Nazif’ti. Hatta Süleyman Nazif’e “kara gün dostu” derdi Mehmed Akif. Başka bir misal ise: Mehmed Akif Süleymaniye Kürsüsü’nde Cenap Şehabettin’e çok ağır eleştiride bulunmuştu. Bu olaydan sonra Süleyman Nazif, Cenap Şehabettin’e, Mehmed Akif’i nasıl affettiğini sorunca, Cenap da Nazif’e: “O bir Çanakkale şiiri daha yazsın, ondan sonra isterse on defa küfretsin.” demiştir. Bugünün düşünce kalıplarıyla onların arasındaki bu muhabbeti idrak etmek çok da kolay değildir.

Hepsi de hayatları boyunca çok sıkıntı yaşamış insanlar

Fotoğraftaki ayrıntılar çözüldükçe fotoğraf anlam kazanıyor. Fotoğraf Mithat Cemal’in evinde çekilmiş. Mithat Cemal, Mehmed Akif’in her şartta yanında olan bir dostu. Fotoğrafın çekildiği yer yani İstiklal Caddesi’ndeki apartman dairesi, kısa süre sonra Akif’in, davetlisi olarak Mısır’a gideceği Abbas Halim Paşa’ya ait. Düşünceleri, fikirleri, zevkleri hepsi birbirine benzeyen iki yakın dost…

Mısır Apartmanı’nın yöneticisi de Mehmed Akif‘in “Asım” kitabını kendisine ithaf ettiği Fuad Şemsi. Mehmed Akif’in Fuad Şemsi ile ilişkisi de çok ilgi çekicidir. Mehmed Akif de, Fuad Şemsi de çok zıt mizaçlı insanlar. Bir insanı ilk görüşte sevmedikleri zaman “Ben seni sevmedim” deyip bırakıp giden insanlar. Bu zor mizaçlı iki insan ilk karşılaşmalarında saatlerce muhabbet etmişler. Mehmed Akif sohbetten öyle zevk almış ki, yeleğine kadar çıkartmış. Mehmed Akif, sevdiği insanla sohbet ederken böyle yaparmış

Mısır Apartmanı ve Mithat Cemal’in dairesine dair diğer ilginç bir ayrıntı da şudur: Mehmed Akif 12 yıl sonra hasta olduğunda Fuad Şemsi’nin yardımı ve bakımıyla bu daireye geliyor ve son nefesini burada veriyor.

Fotoğraftaki insanlar birçok yönüyle birbirlerine benziyor. Hepsi de hayatları boyunca çok sıkıntı yaşamış insanlar. Her şair sıkıntı çekti, onları ortak yapan nokta buydu. Abdülhak Hamid ve Sami Paşazade saraylarda yetiştiler ancak sonraları neredeyse sürünecek hale geldiler. Hatta Abdulhak Hamid, Viyana sokaklarında o kadar acizdi ki ona bakanlar ondan iğreniyorlar ve onu dilenci yerine sayıyorlardı. Çilesini yazdığı bir şiirden sonra ona acınarak bir maaş bağlandı. Sonra geçimini onunla sağladı. Süleyman Nazif de maddi olarak çok sıkıntıdaydı. Faruk Nafiz bir defasında Süleyman Nazif’i görünce, bu yakın arkadaşının “şair-i azam” dediği Abdulhak Hamid ile benzerliğini ortaya koyuyor ve diyor ki: “Biri Viyana sokaklarında birisi de Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde aynı mahrumiyet ve ızdırap içinde sürükleniyor.

Bir fotoğraf bile bakmasını bilen için neler anlatıyor

Artık o fotoğraftaki  şahsiyetler için son gelmiştir. Artık yolun bittiği yerdedirler. Bütün sıkıntılar onları tüketmiş ve pes etmeye hazırdırlar. İlk önce, yaşadığı sıkıntıları atlatamayan ve deli gibi lügat çalışması yaparken hastalanan Cenap çıkar yolculuğa. Sonra cebinde sadece üç nikel kuruşla son nefesini veren ve cenaze masraflarını bile başkasının ödediği Süleyman Nazif… Daha sonra ağabeyleri ve Nazif’in ölmelerinin üzüntüsü ve hastalıklarla boğuşan Sami Paşazade Sezai çıktı yola.

Mehmed Akif ise Süleyman Nazif’in ölmesine çok üzülür. Mısır’dan özlediği, hasretini çektiği İstanbul’a gelişine -hasta da olsa- çok sevinir, Mısır Apartmanı’na gelir ve artık hastalık onu iyice mahvetmiştir. Onca sıkıntı, iftira, haksızlıktan sonra ve “Asım Nesli” bilincinin uyanması gayretiyle harcanan ömrün sonunda Mehmed Akif de yorulmuştur

Şair-i Azam” ise Sami Paşazade Sezai, Süleyman Nazif, Cenap Şehabettin gibi can dostlarının gidişiyle sıranın kendisine geldiğinin farkındadır. Cenazesi muhteşem bir kalabalıkla Zincirlikuyu Mezarlığı’nın “ilk ziyaretçisi” olarak defnedilir.

Fotoğraf karesinin çekilmesinin müsebbibi Mithat Cemal ise uzun yıllar sonra karısının ölümü ve tabii ki en yakın arkadaşlarından uzunca bir süre ayrı kalmanın üzüntüsüyle 1956’da dostlarının yanına gider.

Bir fotoğraf bile bakmasını bilen için neler anlatıyor. Bir fotoğraf görenler için bir devri, birçok önemli şahsiyeti anlamamız için adeta canlı bir şahit gibi karşımızda bize ışık tutuyor. Acaba bu fotoğraf o evde bir anın fotoğraf karesi mi yoksa o an ve o devrin şahidi canlı bir tarih sayfası mı?

Kaçımız dünya fotoğrafında beraber olduklarımızla aynı kaderi paylaşmaya, aynı yola revan olmaya hazırız?

Hiç yorum yok: