16 Şubat 2013 Cumartesi

Roman ve din-Mehmed Niyazi


Bizde roman yazılırken işin metafizik boyutunu hesaba katmak sadece dinin veya dinsizliğin propagandasını yapmak zannedilmiştir. Tabii bu, roman sanatını anlamamak, onu propaganda vasıtasına dönüştürmekten başka bir şey değildir.

Şiirde telkin mi tebliğ mi bulunmalı konusu tartışılmış, önemli olanın telkin olduğu, tebliğin şiiri öldürdüğü hükmüne haklı olarak varılmıştır. Zaten insan okurken aldığı hazda bu iki unsurun farkını derinden hisseder. Aynı şey roman için de geçerlidir. Romanda dinin ele alınması herhangi bir şekilde onun propagandasını yapmak için değildir; olaylar incelenirken, kahramanların ruh portreleri çizilirken, dinin hayata kattığı derinlik, insan şahsiyetinin ve vicdanının oluşmasındaki önemini göz önünde bulundurmaktır. Bazıları romanın Hıristiyanlıktaki günah çıkartılırken yapılan itiraflardan doğduğunu iddia ederek, romanın Hıristiyanlığa has bir sanat ürünü olduğunu belirtmektedirler. Hatta meseleyi burada noktalamayıp daha ileriye götürerek, dinimizde böyle bir şeyin olmamasının romanımızı güdük bıraktığı kanaatini de ileriye sürerler. Belki bu iddia romanın tarihinde çıkış sebebi olarak doğrudur; fakat romanın seviyesini etkileyici bir unsur olarak görmek kesinlikle mümkün değildir.


İslamiyet’te günah çıkarma yoktur; fakat her toplumda olduğu gibi İslam toplumundaki olaylarda da insan şahsiyetinin damgası vardır; şahsiyeti yönlendiren en güçlü faktör vicdandır. Şahsiyet ve vicdanın teşekkülünde büyük payın dine ait olduğunu kim inkar edebilir? Dolayısıyla seviyeli bir romancı kişilerin dini telakkilerini devamlı göz önünde bulundurmalıdır. Aksi takdirde olayların ve kahramanların gerçek yüzünü ortaya sermesi kabil değildir. Dine gözlerini kapayan romancı için hayat sığlaşır; olaylar mahiyetini kaybederek ruhsuzlaşır, kahramanları kuklalardan ibaret olur. Günah çıkarma ise dinin hayattaki yerini azaltır; ana katilini bile ferahlatır. “Günah işlediysem, dinimin emrine uyarak hayatta sırdaşım olan papaza itiraf ettim, kurtuldum.” düşüncesi roman bakımından bir zaaftır. Halbuki kurtulunamayan günahlar insanın vicdanına demir atarlar; şahsı yönlendirirler. Böylece de romancının malzemesini günışığına çıkarırlar.

Romancılar, sadece olayları akıcı bir üslupla anlattıkları için büyük değildirler. Ele aldıkları hayat çok boyutlu, derinliği olan bir varlık alemidir. Kahramanlarının ruh dünyasına girdikleri, sıradan insanların görmediklerini gördükleri, kişileri o olaylara nelerin sevk ettiklerinin altını çizdikleri için büyüktürler. Bir insanı analiz etmekte din en güvenilir araçtır. Bizdeki romancıların çoğu dini gericilik telakki ettiklerinden o dünyaya gözlerini kapamışlardır. Halbuki dindar olmak başka şey, bir sanatkarın dinden yararlanması başka şeydir.

Bizdeki romanlarda dini hayat hepten göz ardı edilmedi; ama sıkıntı dine peşin hükümle, ideolojik yaklaşmaktan kaynaklanmaktadır. Mesela Yakup Kadri  “Nur Baba” romanında ele aldığı Bektaşi şeyhinin ruh ve inanç dünyasına girip onun gözünden olayları ve insanları değerlendirseydi, sanat dünyamıza önemli bir açılım getirebilirdi. Fakat o, dönemin resmi görüşüne uyarak, ele aldığı Şeyh Efendi’yi karikatürize etmeyi ilke edindi. Yakup Kadri bize Şeyh Efendi’yi anlatmadı; kendisinin nasıl bir Şeyh tahayyül ettiğini ortaya koydu.

Samiha Ayverdi ise iyi niyetle bize “Mesihpaşa İmamı”nın portresini çizmiştir. Bu romanda değerli yazarımız metafizik derinliğin ve yokluğun insana, hayata neler kazandırıp kaybettirdiğinden ziyade Müslümanların meselelerini ele almıştır. Tasavvuf anlayışıyla İslami telakkiyi sergileyen bu eserde insanı ve hayatı anlamakta aşk çok önemli bir vasıtadır. İslamiyet’i sadece ibadetten ibaret sanan sınırlı bilgili insanlarla, gönül ehli olanları karşılaştırarak bize aradaki farkı göstermektedir. Yazarımız her şeyden mahrum bırakılmış Müslümanların nasıl olduklarını ve nasıl olmaları lazım geldiğini anlatmaktadır. Bu bakımdan ciddi bir merhaledir.

Hiç yorum yok: