16 Şubat 2013 Cumartesi

Yusuf bin Hammer-Mehmed Niyazi


Sayın Akif Emre’nin “Viyana’da Tenha Bir Mezar” yazısını zevkle okudum. Zaten kaleme aldığı her konuyu seviyeli bir tarzda işliyor, okuyanın damağında tat bırakıyor. Hammer’in mezarı hakkında verdiği bilgiler doğrudur; fotoğraflarla da yazısını belgelemiştir.

Aziz dostum Senail Özkan’ın aslınsa sadık kalarak nefis bir üslupla tercüme ettiği “İstanbul ve Boğaziçi” kitabında Hammer, Çamlıca tepelerini, oraya nasıl çıkıldığını, kaynak sularını,  İstanbul’un diğer semtlerini resim çekercesine çok güzel anlatmıştır. Belli ki adım adım dolaşmış, ayrıntılarına varıncaya kadar not alıp yazmıştır. Wiedling’deki mezarı da aynen Emre’nin anlattığı gibidir. Emre, Hammer’in oryantalist olduğu için Osmanlı tarihiyle ilgili yazdıklarına soğuk ve önyargılı baktığını söylüyor; mezardaki İslamî şekli görünce, ayetleri ve “Ziyaretten murad, ancak duadır / Bugün bana ise, yarın sanadır.” Türkçe beyitini okuyunca, zihinsel savunma mekanizmalarının sona erdiğini, Osmanlı tarihine dair kaleme aldığı sayfaların ona açıldığını ifade ediyor. Bundan sonra yazacaklarımın sayın Akif Emre ile ilgisi yoktur; görüşlerine saygı duyuyor, Hammer’i  değerlendirmeme fırsat hazırladığı için de kendisine teşekkür ediyorum.


    Aslında Hammer’in Osmanlı tarihi hakkında yazdıklarıma dair kanaatlerimi belirtmek istiyordum; fakat bir vesile zuhur etmiyordu. Hammer Müslüman olmuş mu olmamış mı konularına girmek işim değil, o, Allah’la onun arasındadır. Benim gibi aciz bir kulun bu konuda hüküm vermesi imkansızdır. Ben yazdıklarının, değerlendirmelerinin peşindeyim.

    Goethe, Doğu-Batı Divanı’nda Hammer’i “çağın ihtiyacı”nın ne olduğunu fark eden bilgin olarak takdim eder. Goethe uzmanı olan Senail Özkan, Batı’nın dâhî evladının bu sözünü şöyle yorumluyor: “Şairler prensi doğru söylüyordu; gerçekten Hammer, çağın muhtaç olduğu hazinelerin Doğu’da olduğunu biliyordu; hatta bilmekten de öte bu evrensel değerlerin önemini pekala kavrıyordu.“ Hiç şüphesiz yorulmak bilmeyen bir araştırmacıdır. Doğu’nun üç anadili olan Türkçeyi, Arapçayı, Farsçayı çok iyi biliyordu; dil anahtarıyla girdiği kültür dünyalarında karşılaştığı hazineleri taşımak enerjisini tüketeceği yerde güçlendiriyordu. Bizdeki edebiyat uzmanlarının dahi pek çoğundan haberi olmadığını zannettiğim 2200 Osmanlı şairinin şiirlerini tercüme etmiştir. VI. ciltlik “Arap Edebiyatı Tarihi”’ni, “Fars Edebiyat Tarihi”ni kaleme almıştır. Yazarı, mütercimi ve sahibi olduğu Fundgruben des Orients (Şarkın Kültür Ambarı) dergisini VI. cilt halinde toplamıştır. Mütenebbi, Hafız, Baki gibi Şark’ın, belki de dünyanın en büyük şairlerinin divanlarını Almancaya nazmen tercüme etmesi bu dillere ne kadar hakim olduğunu göstermektedir. Yüksek seviyede bir sanat eserini tercüme etmek için sadece dil bilgisi yeterli değildir; o eserin boy attığı kültür iklimini de derinliğine bilmek gerekir. Bir dilin inceliklerini öğrenmenin, bir kültürün değerlerine hakim olmanın, insanın yıllarını alıp götüreceğini düşünürsek, Hammer’in döktüğü terleri biraz idrak edebiliriz. Tabii Hammer’in daha pek çok kitabı vardır; bizim burada üzerinde durmak istediğimiz eseri, on cilt olan ünlü “Osmanlı Tarihi”dir.

    Hammer’in kaleme aldığı söz konusu eseri sebep-sonuç ilişkisi bakımından, Batılı anlamda yazılmış ilk Osmanlı tarihidir. Daha önce yazılanların ise vakanüvistçe telif edildikleri kabul edilmektedir. Vakıa rahmetli İzzeddin  Şadan, Naima’nın yazdıklarının Hammer’inkinden çok üstün olduğunu söylerdi. Fakat biz de genel anlayışa uyarak Hammer’in kaleminden çıkanı, Batılı anlamda ilk Osmanlı tarihi kabul ediyoruz. Osmanlı’nın kuruluşundan, 1774 yılına kadar geçen dönemi anlatan bu eser Osmanlı tarihine dair bilgilerin, telakkilerin belkemiğini, esasını oluşturmuştur. Bizim için arz ettiği önem bakımından, kısmet olursa haftaya bu kitabını ele alıp inceleyeceğiz.


Yusuf bin Hammer-2
Son dönem tarihimizi Osmanlı Devleti temsil etmektedir. Devlet-i Aliyye’ye dair bilgilerimizin, kanaatlerimizin esasını Hammer’in “Osmanlı Tarihi” adlı eseri oluşturmaktadır.

Çünkü ondan sonra yazanlar onu esas almışlar; ya onunkine bir şeyler ilave ederek ya da bir şeyler çıkararak Osmanlı tarihi hakkında eserlerini meydana getirmişlerdir. Tarih şuurumuzun, son dönemle ilgili tarih bilgilerimizin kaynağı Hammer’dir. Şimdi kendime soruyorum; tarih şuurumuzdan memnun muyuz? Son dönem tarihimize ait bilgilerin ne kadarına inanıyoruz?

Ceddimiz bir tek Müslüman olmakla öğünürdü. Müslüman olduktan sonra kurdukları bütün devletler İslami esaslara dayanıyordu. Hayatlarını düzenlemeleri, dostlukları, düşmanlıkları temellerini hep bu kaynakta bulurdu. İslam’ın temel ilkelerinin arasında yer alan şu kuralın altı çizilmelidir; günahsız bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir. Hammer’den öğrendiğimize göre Osmanlı Devleti, devlet değil, bir mezbahanedir. Vatandaşına “Vediatullah”, yani “Allah’ın emaneti” diyen Osmanlı, o kafaları nasıl kesmiştir? Yoksa bizim öğrendiklerimizde mi sıkıntı var?

Tarih, milletin hafızasıdır. Tarihini bilmeyen veya yanlış bilen millet, zihin özürlüdür. Tarihimizi doğru bilmeliyiz ki, bastığımız yeri analiz, milletçe geleceğimizi inşa edebilelim. Bugünkü dağınıklığımızda, şuursuzluğumuzda, meselelerimizi tahlil edemeyişimizde, mantıklı düşünme yeteneğine sahip olamamamızda, tarihimizi yanlış bilmemizin payı yok mudur?

İngiliz tarihçi Arthur Sharaton, “Mimar Sinan Biyografisi” adlı eserinde Türk tarihiyle ilgilenen Avrupalı tarihçilerin biricik emellerinin Türkleri tarihlerinden koparmak olduğunu yazıyor. Sharaton’un hükmüne Hammer dahil mi, değil mi araştırmasını kesinlikle yapmalıyız; ancak ondan sonra Osmanlı tarihi üzerinde sağlıklı düşünebilir, içinde bulunduğumuz ortamı tahlil edebiliriz.

Hammer’in yazdıklarının baştan aşağı yanlış olduklarını söylemek istemiyorum. Zaten doğruluğuna dair güven telkin etmeseydi, etkili olması mümkün değildi. Fakat yeri gelince öyle şeyler yazmış ki, adeta zihinlere dinamit yerleştirmiş. İşte bütün mesele burada düğümlenmektedir. Bunları bilerek mi yapmıştır, yoksa safiyane yanlışlar mıdır? Her yanlışta maksat aramak vesveseden başka bir şey değildir; çünkü iş yapan yanlış yapar; ciltlerle yazan ne yapmaz ki?

Hammer’in yazdıklarına göre, Osman Gazi, amcası Dündar Bey’i öldürerek bey olmuştur. Dündar Bey, Osman Bey’in babası olan Ertuğrul Gazi’nin ağabeyidir. Osman Bey tahta çıktığı zaman Dündar Bey yaşasaydı, 116 yaşında olacaktı. O günün şartlarını, hele göçebe, meşakkatli Yörük hayatını düşünürsek, bir insanın bu kadar uzun süre yaşayabileceğine ihtimal veremeyiz. Yaşasa bile artık o, beylik için mücadeleden düşmüştür. Fakat bu mücadele Osmanlı tarihi bakımından son derece önemlidir. Daha devlet kurulurken temellerinin kan ve gözyaşı üzerine atılması dikkat çekici bir husustur.

Baştan üç Osmanlı padişahının okuryazar olmadığını Hammer yazıyor. Bilecik valiliğini bırakmak istediği büyük oğlu Alaattin’i okutması için Osman Gazi, Şeyh Edebali’ye medrese yaptırdı. Bilecik valisinin öğretimini düşünen Osman Gazi’nin, devletin başına geçecek oğlu Orhan’ı cahil bırakmasının mantığı olabilir mi? I. Kosova Savaşı’ndan bir akşam önce, güdülecek taktik ve stratejiyi tespit için padişahın çadırında Divan toplandı. Divan’ın dağılmasının ardından I. Murad dua eder. Sonra da Solakzade ve Sadeddin Efendiler’in rivayetlerine göre “Ab-ı ruy-ı Habib-i Ekrem için / Kerbela’da revan olan dem için / Şeb-i firkatte ağlayan göz için / Reb-i aşkında sürünen yüz için” diye başlayan uzun mersiyeyi gözyaşlarıyla ezbere okuduktan sonra sabaha kadar Kur’an-ı Kerim tilavet eder. Bu bilgiler ilk kaynaklarda bulunmaktadır. Hammer’in de bunları okumadan tarihini yazdığı düşünülemez. Okur yazar olmayan biri uzun mersiyeyi nasıl ezberleyecek, Kur’an-ı Kerim tilavet edecekti? Peki neden okur yazar olmadıklarına vurgu yapıyor? Bunun Türk devletlerini kuranların cahil, zorba insanlar olduklarını söylemekten başka anlamı var mı? Böyle insanların hukuka dayalı devlet değil, zorba devlet kuracaklarını ihsas ettirdiği çok açık. Tabii iş burada bitmiyor; haftaya kısmetse bazı örneklerini inceleyeceğiz.


Yusuf bin Hammer-3
İstanbul’un fethi, dünya tarihinin dönüm noktalarından biridir; iki sebepten insanlık için önemlidir.

Surları yıkan topların Avrupa’da yayılması derebeyliklerin sonunu getirmiş, devletleri hakim kılmıştır. Böylece medeniyetler kendine uygun ortam bulabilmişlerdir. İkinci sebebi ise İslam dünyasını tanıyan Bizanslı alimlerin İtalya’ya göçmeleridir. Biz Müslümanlar için de Peygamber Efendimiz’in hadislerinde zikredilmesiyle kutlu bir boyuta ulaşmaktadır. Hammer’den İstanbul’un fethini okuyanda eğer fındık kadar beyin varsa, bu fetih şerefinin Türklere, bilhassa II. Sultan Mehmet’e ait olmadığını teslim eder. Macar Urban, paraya tamah edip o topları dökmeseydi, Türkler İstanbul’u kesinlikle alamazdı. Bugün gerek bizde gerekse Batı’da Urban’ın rolü olabildiğine abartılmaktadır. Halbuki o zamanki kaynaklara hakim olan, Urban’ın sadece bir tane top döktüğünü, onun da deneme atışında parçalandığını, Urban’ın da o topun başında öldüğünü bilir. Topları döken Sarıca Muslihiddin’dir. Hammer’in niçin Urban’a vurgu yaptığının üzerinde düşünmeliyiz.

    İstanbul’u fetheden ordunun ne kadar vahşi olduğunu Hammer şöyle anlatıyor: “Constantinopel’in Fatihi Doğu’ya boyun eğdirmekle tehdit eden bu statüden dolayı korkunç bir şekilde öfkelenmiş ve bu yüzden son Kayzer Constantin’in kesik başını ayaklar önüne attırarak bir gün boyunca teşhir etmiştir. I. Constantin’in annesi Helene’nin statüsünü resmi ihtiram için yerleştirdi ve Agusteon Meydanı’na onun adını verdi ve o yerde son Constantin’in başı Constantinopel Fatihi’nin takdirine düçar oldu. Procopius’un dediği gibi, Justinian’ın imparatorluğun Doğulu düşmanlarına tehditkar ilerlemeleri yasaklayan atı, son Bizans Kayzeri’nin başını ayaklar altında çiğnemek durumunda kalıyordu. Öylesine bir alay etmedir ki, derinliği ancak, Doğulu Fatih’in zafer ordusuna şu sözlerle haykırdığı bilindiği zaman tam anlamıyla hissedilebilir; düşmanlarınızın kafalarını ayaklarınızın altında ezin!”

    Ziya Nur Aksun ise olayı şöyle anlatmaktadır: “Bu sırada mukavemet gruplarıyla beraber imparator da temizlenmiş ve öldürülmüştü. Erguvani pelerini olan Konstantin, Vasileuslara has ayakkabısından tanınarak teşhis edildi ve bir azap neferi, kesik başını ‘Şehrin Fatihi’ne getirdi. Fatih, vatanını müdafaa için ölen bu şerefli askerin cenazesine lüzumlu hürmeti gösterdi, merasimle defnettirdi.” Görüldüğü üzere aynı olayı anlatan bu iki metin arasındaki fark dehşetengizdir. Aksun’un metnini okuyan Avrupalı Hıristiyan, Fatih’e fazla kin duymaz; “Harp halidir” der geçer. Fakat Hammer’in metnini okuyan, Fatih’e ve Müslümanlara ebedi kin duymakta haksız mı? Bugün Batı’nın bize düşmanlıklarında bu metnin ve benzerlerinin etkisi yok diyebilir miyiz?

    Hammer, yazdıklarıyla sadece Hıristiyanlara kin tohumları ekmiyor, ümit vererek onları ayağa kaldırmak istiyor: “Yedikule zindanları da zincir seslerini ve zindan inlemelerini birinden diğerine intikal ettirir. Mahkûmların ahları ve inlemeleri ve asılanların hırıltıları yarım yüzyıldan beri burada yankılanmaktadır. Mamafih tıpkı hapishane gibi, ihtilal, değişim zamanına, kurtuluş ve hürriyet gününe hazır olmak lazımdır. Bizanslıların naklettikleri kadim bir kehanete göre duvarla örülmüş Altın Kapı’nın açılma zamanı bir daha gelecektir. Bununla birlikte Yedikule zindanları da açılacak ve hürriyet, zamanın altın kapısı sayesinde kan kulelerinin yontma taştan harabeleri üzerinden Eski ve Yeni Roma’nın yedi tepe üzerinde zafer geçişi yapacaktır.” (İstanbul ve Boğaziçi, s. 350-351)

    Kültür ve fikir adamı, aynı zamanda Hammer’in mütercimi Senail Özkan’ın Hammer hakkında hükmü şöyledir: “Hammer, İstanbul’u sevmiştir; İstanbul ve Boğaziçi’ni severek yazmıştır; ancak İstanbul’un fethini bir türlü hazmedememiştir. İnanılmaz bir Hıristiyan şuuruyla projektörlerini payitahttaki Bizans ve Hıristiyan eserlerine çevirmiş ve en önemsiz, en minik Hıristiyan eserleri bile parlak bir mücevher gibi sunmaya çalışmıştır.” (Türk Edebiyatı, sayı 456, s. 45)

    Hammer’in yazdıkları sadece bunlar değil, bunlara benzer yüzlerce örnek verilebilir. Bizimle ilgili yazdıklarının İslam ve Türk dünyasında ciddiye alınmasını ister. Çünkü asıl meselesi bizimledir. Çöküş dönemimizde yaşamıştır; fakat tarihi akışımızın ters dönmeyeceğini kim inkâr edebilir? Mezarını İslami üslupla yaptırması İslam dünyasındaki etkisini azaltır mı, çoğaltır mı? Müslüman olduğu halde bunları yazması Hıristiyanlardaki etkisini artırmaz mı? Unutmamak gerekir ki, büyük insanlar hayatlarını tahsis ettikleri gibi olanca varlıklarını da ideallerinden esirgemezler; hatta mezarlarını, ölülerini bile. Dayanaksız olmayan bu hükmüm ümid ederim ki sert ve haşin değildir.



Hiç yorum yok: