Meğer o toplantı suikast içinmiş
İngiltere, İrlanda, Almanya, Fransa pasaportları taşıyan on bir kişi Dubai'ye gidiyor. Beş yıldızlı bir otele yerleşip tüm hazırlıklarını yapıyor. Kendilerine "hedef" olarak verilen kişiyi izliyor. Ekip içindeki tek kadın, oda görevlisi kıyafeti giyerek "öldürülecek" kişinin odasına giriyor. Diğerleri aynı katta yan odalara yerleşiyor. Beklemeye başlıyorlar. Hedef odasına girdiği anda elektrikli şokla etkisiz hale getiriliyor. Ardından boğuluyor ya da zehirleniyor. Bir gün önce Dubai'ye gelen ve öldürülen hedef, altı ay önce yine Dubai'de zehirleniyor ve son anda kurtarılıyor.
On bir kişilik suikast timini Dubai'ye götüren hedef, Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları'nın komutanlarından, yirmi yıldır Şam'da ikamet eden elli yaşında bir isim, Mahmud el Mebhuh. Avrupa koalisyon suikast timi görüntüsü veren ve ülkeleri dışında bir çok ülkenin pasaportuyla cinayetler işleyen ekip ise Mossad'a bağlı imha timlerinden biri.
Adları ve kullandıkları pasaportlar şöyle: Evan Dennings (İrlanda), Gail Folliard (İrlanda), James Leonard Clarke (İngiliz), Jonathan Louis Graham (İngiliz), Michael Bodenheimer (Alman), Paul John Keeley (İngiliz), Michael Lawrence Barney (İngiliz), Peter Elvinger (Fransız), Kevin Daveron (İrlanda), Melvyn Adam Mildiner (İngiliz), Stephen Daniel Hodes (İngiliz)...
Daha önce Kanada, Yeni Zelanda gibi ülkelerin pasaportlarını kullanan Mossad suikastçileriyle ilgili haberler, iddialar çıkmıştı ortaya. Avustralya'daki Yeni Zelanda Büyükelçiliği'nden pasaport alan bir Mossad mensubu, istenilen ülkeye gidip, belirlenen hedefi ortadan kaldırıyordu.
Şimdi, İngiltere, İrlanda, Almanya, Fransa, kendi pasaportlarıyla işlenen cinayetler yüzünden suçluluk hissediyor mu? Bu, İsrail istihbaratının istismar ettiği bir konu mu yoksa, o ülke istihbaratlarıyla işbirliğinin ürünü mü? Bu ülkeler, yıllardır devam eden konuyla ilgili bugüne kadar neden hiç önlem almaz, sorumlu tutulamaz? 20 Ocak'ta işlenen cinayetin soruşturmasında somut delillerin bulunmasına rağmen, söz konusu kişilerden hiç biri yakalanmayacak. İster Interpol arasın isterse başka ülkeler, yakalanmayacak.
Hatırlayın:
Geçtiğimiz yıl Temmuz ayında Avrupa sınırları içinde, Baltık Denizi'nden Atlas Okyanusu'na ve Afrika açıklarına uzanan sularda çok dikkat çekici bir istihbarat operasyonu olmuştu. Blackwater'ın merkez üssü Malta gemi siciline kayıtlı, mürettebatının tamamı Rus olan, 98 metre uzunluğunda bir yük gemisi, 20 Temmuz'da demirlediği Finlandiya'nın Pietarsaari limanından aldığı 1,3 milyon dolarlık "kereste" yükünü Cezayir'e götürmek için yola çıktıktan sonra kayboldu. M/S Arctic Sea adlı gemi yola çıktıktan üç gün sonra İsveç kıyılarında durduruldu. 24 Temmuz'da İsveç'in Öland ve Gotland adalarının arasında izlenen gemiden bir daha haber alınamadı. On iki kişi oldukları söylenen siyah giyinmiş, maskeli, kimliği belirsiz bazı insanlar gemiye çıktı. Mürettebatı etkisiz hale getirip bağladı. Kendilerinin narkotik polisi olduğunu söyleyen, kötü bir İngilizceyle konuşan kişiler, geminin bütün iletişim araçlarını tahrip edip cep telefonlarını topladılar ve arama yaptılar. Atlas Okyanusu'nda, Avrupa Birliği sularında tam bir korsanlık örneği yaşanıyordu. Sanki 17. yüzyıl korsanlık dönemi 21. yüzyıla taşınmıştı.
24 Temmuz'da kaybolan Arctic Sea 17 Ağustos'ta bulundu. Nerede? Senegal açıklarında. Batı Afrika kıyılarında. İsveç kıyılarında kaçırılan, el konulan gemi, İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz'i de geçip Batı Afrika'ya götürülmüş! Portekiz "benim kıyılarımdan geçmedi" açıklaması yapabiliyordu. Rusya'nın çıkardığı onca gürültüye rağmen hiçbir Avrupa ülkesi, hemen kıyılarında seyreden gemiyi fark etmemiş!
Dubai'deki suikastten önce bütün bölgede, özellikle de İran nükleer fizikçilerine yönelik suikastler ardı ardına gelmeye başlamıştı. ABD Başkanı Barack Obama, terör zanlılarını tutuklama yerine ortadan kaldırma talimatı verirken İsrail'in suikast operasyonlarına yeniden başladığı haberleri geliyordu. Şeyh Ahmet Yasin, Abdülaziz Rantisi gibi suikastler yeniden mi başlayacaktı? "Büyük Ortadoğu Suikastleri"nde yeni bir aşama mı başlatılıyordu?
Suikastten hemen sonra İsrail'de gizli bir toplantı yapıldı. 3 Şubat'ta burada, "Bu toplantı hiç de hayra alamet değil" başlığı altında dikkat çektiğimiz toplantı çok önemliydi. CIA Başkanı Leon Panitta ve üst düzey yöneticilerle Mossad Başkanı Meir Dagan ve tepe yöneticiler arasındaki gizli toplantıda, İran'a karşı alınacak "önlemler" tartışıldı. Sadece bunlar değil elbet.
Toplantıların daha özel konusu da vardı. İsrail Başbakanı Binjamin Netanyahu ile Savunma Bakanı Ehud Barak'ın da katılımıyla, Lübnan, Suriye ve Hamas'a yönelik planlar ele alındı. İran nükleer fizikçileri ve Duabi'de Hamas askeri yöneticisinin öldürülmesi ve bu toplantı, öteden beri endişe ettiğimiz suikast politikasının yeniden başlatıldığına işaret ediyor. "Bu toplantının sonuçları hiç de iyi olmayacak gibi..." demiştik o zaman, olmayacağı ortaya çıktı.
Böyle ülke ülke dolaşıp insan öldüren kaç tane daha tim var? Türkiye'ye dönük olarak da düşünmekte fayda var.
Çiftlik'teki görüşme: Suikasti Türkiye'den kimler biliyordu?
İsrail istihbarat timlerinin Avrupa ülkelerinin pasaportlarını kullanarak ülke ülke gezip suikastler düzenlemesi yeni bir şey değil. Dubai'de bir Hamas mensubuna 11 Mossad elemanının düzenlediği suikastte pasaportları kullanılan İngiltere, İrlanda, Fransa ve Almanya'dan tatminkar bir girişim gelmedi. Bu ülkelerden bazıları, İsrail istihbaratının kendi ülkelerini "zan altında bırakan" eylemlerine tepki göstermek yerine "pasaportlar sahte" diyerek olayı sahiplenmedi bile. "Yok, gerçek pasaport da verin bari" demekg eliyor insanın içinden.
Bu durum, bazı geçmiş örneklerin de etkisiyle, söz konusu ülke istihbarat teşkilatlarıyla İsrail istihbaratı arasında "ortak operasyon" endişesini doğuruyor. Sadece Avrupa ülkeleri için mi? Uluslararası örtülü operasyonlar, suikast operasyonları çoğu zaman tek bir ülke istihbaratının işi olmaz. 11 Eylül sonrası küresel düzeyde yürütülen suikastler, örtülü operasyonlar, gizli sorgu evleri gibi. CIA'nın gizli esir ticareti onlarca ülkeyle birlikte yapıldı. Hemen bütün Avrupa ülkeleri bu faaliyette yer aldı.
Dubai'deki suikast için de benzer iddialar var. Bazı bölge ülkelerinin İsrail istihbaratıyla işbirliği yapmış olabileceği öne sürülüyor. Bu durumda Avrupa ülkelerinden bölge ülkelerine uzanan bir suikast koalisyonu ihtimali öne çıkıyor gerçekten de. Ve bu, işlenen bir suikast için değil, gelecekte yaygın suikast operasyonlarının yapılabileceği ihtimalini barındırıyor. Bir örnek vereyim:
2004 yılının Mart ayında İsrail, Şeyh Ahmed Yasin'i sabah namazından çıkarken füze saldırısıyla şehit etti. O dönemde İsrail istihbaratı, bütün birimleriyle bölgede suikastler düzenliyor, belirlenen bir suikast stratejisi açıkça uygulanıyordu. Kimsenin dikkat etmediği bir gelişmeyi o zamanlar haber vermiştik. Şöyleydi:
Saldırıdan önce Ürdün Kralı Abdullah ile İsrail Başbakanı Ariel Şaron arasında hiç beklenmedik ve içeriği gizli tutulan bir görüşme yapıldı. Kral Abdullah, 16 Mart'ta Türkiye'ye geldi. 19 Mart'ta Şaron'un İsrail'in güneyindeki çiftlik evine giderek gizli bir görüşme yaptı. 22 Mart'ta ise Şeyh Yasin şehid edildi. Üçer gün arayla greçekleşen bu gelişmeler arasında nasıl bir bağlantı vardı?
Ürdün'ün de dahil olduğu "Türk-İsrail ekseni"nin güvenlik/istihbarat ortaklığı, Ürdün'ün Filistin kökenli nüfusunun kontrolünün zorluğu, Irak'ın bölünmesi ve Filistinlilerin Ürdün ile birleştirilmesi tartışmaları, ABD'nin bölgedeki üç müttefiki arasındaki terörle mücadele ortaklığı, Şeyh Yasin'in öldürülmesinin bölgedeki yol açacağı güvenlik sorunu ve daha bir çok sebep bir araya getirildiğinde, saldırının gizli tutulmasının mümkün olmadığı ortaya çıkıyordu. Öyleyse bölge ülkeleri, küresel işgalin uzantısı olarak yeni bir ön çalışmanın içinde mi yer alıyordu?
Uzun süredir Hamas'ın, Hizbullah'ın tasfiyesine yönelik sürecin başlatılması bekleniyordu çünkü. Tasfiye operasyonlarından önce suikastlerin gelmesi planlanmıştı. Bu güçlerin yok edilmesi Amerika ve İsrail için Irak'ın işgalini içeren projenin bir unsuru olarak görülüyordu. "Bu süreç başlatıldı mı?" diye sormuştuk o günlerde. Haklıymışız. Suikastlerden sonra Lübnan'a İsrail saldırısı gerçekleşti. Amaç Hizbullah'ın tasfiyesiydi. Ardından Gazze katliamı gerçekleşti. Amaç Hamas'ın tasfiyesiydi. Bu iki saldırıya da bazı bölge ülkeleri açıktan bazılarıyla gizlice destek verdi.
Peki, Şeyh Yasin suikastinden Ürdün'ün de, Türkiye'nin de, Mısır'ın da haberi olabilir miydi? Türkiye'de, iç iktidarı İsrail çıkarlarına göre ayarlayacak kadar gözü dönmüş bazı çevreler, böyle bir suikaste ortaklık etmiş olabilir miydi?
Şimdi benzer bir süreç başlıyor, yeni suikastler gelebilir. Öyleyse bu sefer, bazı kuryelerin yönlendirmelerine göre değil, gerçekçi bir şekilde bakalım yaşananlara...
Arafat'ı da böyle öldürmediler mi!
20 Ocak'ta Dubai'de işlenen bir cinayet, daha doğrusu istihbarat koalisyonunun örtülü operasyonuyla gerçekleştirilen suikast, bir yandan geçmişte olanlara yönelik ipuçları sunarken diğer yandan gelecekte bu bölgede daha neler yapılabileceğine, hangi güçler tarafından ne tür "ortak organizasyonlar"ın yapılacağına dair endişelerimizi artırıyor.
İsrail istihbarat mensuplarının, bizzat Başbakan Benjamin Netanyahu'nun talimatıyla, Batılı ülke vatandaşlarının pasaportları kullanılarak bir Hamas mensubunu öldürmesi üzerine başlayan tartışmalar devam ederken, pasaportları kullanılan ülkelerin bu suikastte rolleri olduğuna dair iddialar da güç kazanıyor. Daha ilk günden; İsrail istihbaratınının geçmişte de birçok ülkenin pasaportlarını kullandığını not etmiştik. Bu kadarla sınırlı değil, dünya genelinde yaygın istihbarat operasyonlarıyla, bize çok tuhaf gelen olaylara imza atıldığını da not edelim. İşte Dubai'de böyle bir "ortak çalışma" deşifre oldu.
CIA'nın insan kaçakçılığı yaptığı uçuşlarını hatırlayalım. En son geçtiğimiz hafta Polonya, CIA'nın ülke topraklarına işkence için esir taşıdığını, gizli cezaevi kurduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Oysa bu operasyonda, Avrupa Birliği ülkelelerinin büyük bölümü yer aldı. Tam 36 ülke ile CIA arasında yapılan gizli anlaşmalar yapıldı ve esir ticareti gerçekleştirildi, işkence üsleri kuruldu. Bu ortaklığın bu gün bile devam ettiğini hatırlatalım. Peki Türkiye'nin üstlendiği hiç mi rol yok? Bunu sorgulamayı hiçbir zaman ihmal etmeyeceğiz.
Suikaste dönelim: Dubai polisi, Mossad tarafından işlendiği iddia edilen Soğuk Savaş dönemini anımsatan suikastta, kurbanın öldürülmeden önce kas gevşetici kullanıldığını açıkladı.. Bu olay, kullanılan yöntemler yüzünden suikast olup olmadığı bile belirlenemeyen bazı örnekleri hatırlatıyor.
İngiltere, İrlanda, Fransa, Almanya ve Avustralya pasaportlarıyla Dubai'ye girip suikasti yapan Mossad timleri, dünyanın birçok bölgesinde benzer suikastler yaptılar. Bunu yaparken ABD ve İngiliz ishtihbaratından, Almanya ve Fransa'dan destek aldılar. Lübnan eski Devlet Başkanı Refik Hariri ve Pakistan eski Başbakanı Benazir Butto'nun öldürülmesi, bu ortak operasyonlar greçeği dikkate alınarak değerlendirilmeli.
Ama ben "örnekler"den bir başkasını hatırlatmak istiyorum. Yaser Arafat'ın ölümününü.. 2004 yılının Mart ayında Şeyh Ahmed Yasin'in sabah namazından çıkarken füze saldırısıyla şehid edilmesinin gizli kalan fazla yönü yoktu. Sadece; saldırıdan önce Ürdün Kralı ile İsrail Başbakanı Ariel Şaron arasında hiç beklenmedik ve içeriği gizli tutulan bir görüşme yapılmış, 19 Mart'ta Şaron'un İsrail'in güneyindeki çiftlik evine yapılan gizli görüşmeden hemen sonra, 22 Mart'ta ise Şeyh Yasin şehid edilmişti.
Ama Arafat'ın durumu farklı: Ölüm haberi tam 36 saat gizlendi. Filistin yönetiminin talebi üzerine 11 Kasım 2004'te Türkiye saatiyle sabah 04:30'da öldüğü açıklandı. Oysa Filistin lideri 7 Kasım'da ölmüştü. Sağlık durumu ve tedavisiyle ilgili çelişkiler soru işaretleriyle doluydu. Hastalığı teşhis edilemedi. Filistin halkının bir bölümü zehirlendiğine inanıyor. Bazı kaynaklar, Fransa'ya götürülmeden önce zehirlendiğini, kanına karışan bir zehrin yavaş yavaş etki ettiğini, sonra komaya soktuğunu ve öldürdüğünü iddia ediyordu. Tecrit edilen, ambargo altında bırakılan, karargahı basılıp korumaları kurşuna dizilen, günlerce güneş ışığından mahrum bırakılan, sürekli Ariel Şaron'un kendisini öldüreceğini düşünen ve bunu yakın çevresine anlatan Arafat, yavaş yavaş öldürüldü.
Ölümü hakkında 558 sayfalık rapor hazırlandı. Raporun içeriği hâlâ bilinmezken, hastalığına bir teşhis de konulamadı. Sadece "damarlarında yaygın pıhtılaşma" ifadesi kullanıldı. Teşhis gizlendi. Çünkü cenazesi kadar ölüm şekli de pazarlık konusuydu ve birçok ülkeyi rahatsız edecek cinstendi. Otopsisine izin verilmedi. Alelacele toprağa verildi. Çünkü gerçek ortaya çıkacaktı. Ölüm sebebini ABD, İsrail, Ürdün yönetimi, karısı ve ardından Devlet Başkanı olan Mahmud Abbas biliyordu. Tabii Fransız doktorlar da. Çünkü Paris'te öldü.
Arafat'ın ABD Başkanı George Bush'un onayı ile Şaron tarafından zehirlendiği elbette bir gün netleşecek. Bazı kaynaklar, ölüm kararının Şaron'la Bush arasında 2004'te yapılan bir telefon konuşmasında alındığını söylüyor.
25 yıl özel doktorluğunu yapan Dr. Eşref El Kurdi; "Eğer bir Müslüman belirsiz bir sebepten ölürse otopsi zorunludur. Bence Arafat ölümcül bir zehirle öldürüldü. Bunun için otopsi yapılmadı" diyordu. Son altı ayında Arafat'a çok sayıda AIDS testi yaptığını, hiçbir testin pozitif çıkmadığını, dudaklarındaki ve ellerindeki titreme dışında hiçbir sağlık problemi olmadığını, iddia edildiği gibi Parkinson hastası da olmadığını söyleyen El Kurdi, Arafat'ı ölümünden 16 gün önce gördüğünü, karısının yasağı nedeniyle uzak tutulduğunu aktardıktan sonra tespitlerini şöyle sıralıyor. "O an zehirlendiğini anladım. Yüzünde kırmızı parçacıklar vardı ve derisi metalik sarı renge bürünmüştü. Paris'e götürülmeden önce, Amman'da onu son kez canlı gördüğümde, vücut ağırlığının yarısını kaybetmişti. Kızıllıklar bütün yüzünü kaplamıştı ve sapsarıydı. Ramallah'ta zehirlendiğini ve yavaş yavaş öldüğünü söylemişti."
Bu detaylar ışığında, yakın çevremizdeki siyasi suikrastleri bir kez daha düşünelim. Suikastlerin hemen sonrasında gelişen olayları ve suikast yöntemlerini sorgulayalım. "Olağan ölüm"lerin bazılarının aslında hiç de "olağan" olmayabileceğini ihtimal dışı bırakmayalım. Sadece dünya genelinde değil, Türkiye'de, yakın geçmişte bazı ölümleri ve bu ölümlere ayarlı uzak hesapları algılama konusunda zihinlerimizi özgür bırakalım.
Maalesef, dünyada hiç de hoş olmayan böyle bir gelişmeler de yaşanıyor. Ve bunları, devletlerin istihbarat örgütleri planlayıp uyguluyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder