28 Şubat 2013 Perşembe

‘Devrimci cumhuriyet’-Cumhuriyet’in evrimi-Cumhuriyet için kaynakça-Taha Akyol


‘Devrimci cumhuriyet’
TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim 1923 Pazar gecesi, Meclis’ten çıkarken bazı arkadaşlarını arabasına alarak Çankaya Köşkü’ne geliyor: İsmet ve Kâzım (Özalp) Paşalarla, başbakanlıktan yeni istifa etmiş olan Fethi Okyar Bey...
Güvendiği milletvekillerinden Kemalettin Sami ve Halit Paşalarla Fuat ve Ruşen Eşref Beyler de davetliler.
Yukarıda gördüğünüz masanın etrafında gece yarısı yemeğe oturuyorlar. Tabii o zaman bu kadar konforlu değildi ama salon, şömine, masa, sandalyeler ve halı aynıdır. Gazi orada açıklıyor:

“Yarın cumhuriyeti ilan ediyoruz!”

Gazi, 29 Ekim Pazartesi günü yapılacak parti ve meclis toplantılarında herkesin nasıl hareket edeceğini planladıktan sonra İsmet Paşa’yla üst kattaki çalışma odasına çıkıyor, cumhuriyeti ilan etmek için yapılacak anayasa değişikliği önergesini yazdırıyor.
Yine Gazi’nin öncülüğünde hazırlanan 1921 Anayasası uzun müzakerelerle oluşturulmuştu. Şimdi neden böyle ani ve süratli hareket ediyordu?
Devrimci mi, liberal mi?
Saltanat 1 Kasım 1922’de Meclis’te ittifakla kaldırılmıştı. Saltanat isteyen yoktu. TBMM Reisi Mustafa Kemal ilk defa 22 Eylül 1923’te yaptığı açıklamada yeni anayasa çalışmalarının başladığını, Türkiye’nin “demokratik bir cumhuriyet olacağını ve bu cumhuriyetin hiçbir surette Batı cumhuriyetleri esaslarından farklı olmayacağını” belirttiğinde kimse bunu yadırgamamıştı.
Dönemin Vatan, Tanin, Tevhid-i Efkâr, İleri gibi gazetelerinde çıkan haberlere göre Meclis’te “iki eğilim” vardı:
* Reisicumhura geniş yetkiler verilmesini ve devlet başkanının aynı zamanda Meclis başkanlığı görevini sürdürmesini de savunanlar; Gazi ve Meclis çoğunluğu bu görüştedir.
* Reisicumhurun yetkilerinin sınırlı olmasını ve parti liderliğini bırakmasını savunanlar... Muhalifler bu görüştedir.
İki eğilimin de elbette tek reisicumhur adayı Gazi’dir.
Planlı kriz
Basında ‘nasıl bir cumhuriyet’ tartışmaları sürerken, 25 Ekim’de Meclis’te kritik bir gelişme oldu: Meclis İkinci Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı için CHP’nin Meclis Grubu’nda yapılan oylamayı Ga-zi’nin adayları kaybetti, muhalif Rauf (Orbay) ve Sabit (Sağıroğlu) Beyler seçildi!
Cumhuriyet’ten önceki ‘Meclis hükümeti sistemi’nde başbakanı ve bakanları Meclis seçerdi.
Muhalefet böyle güçlenmeye devam ederse muhalif bir başbakanı da seçebilirdi! Anayasa yapımı gündeme geldiğinde yetkisiz cumhurbaşkanı düşüncesi de Meclis’te ortaya çıkabilirdi!..
Gazi derhal kurmay dehasıyla bir kriz planladı: 26 Ekim’de Başvekil Fethi Bey’in ve bakanların istifalarını aldı. Meclis’te başbakan ve bakan seçilebilecek isimler Gazi’nin talimatıyla bu görevleri kabul etmediler, hükümet kurulamadı.
Başbakanı ve bakanları teker teker Meclis’in seçtiği sistemde istikrarlı hükümet kurulamayacağını bu şekilde gösteren Gazi, 28 Ekim akşamı, Çankaya’da yukarıda anlattığım toplantıyı yaptı. 29 Ekim Pazartesi sabahı, plana uygun olarak, hükümet krizine çözüm bulması için Meclis’e davet edildi. Çözüm, cumhuriyetin ilan edilmesi, başbakanı reisicumhurun atamasıydı. Bu şekilde ‘Meclis hükümeti sistemi’nden modern ‘kabine sistemi’ne geçilecekti.
Gazi’nin yetkileri!
Gazi’nin önergesinde, reisicumhur gerek gördüğünde Meclis’e başkanlık edecekti. Parti liderliğini bırakması gerekmeyecekti.
Önerge aynı gün parti grubunda kabul edildi. Sonra Anayasa Komisyonu’nda bir saat görüşüldü, metin yeniden yazıldı. O kadar süratli hareket edildi ki, 15 üyeli Anayasa Komisyonu dört eksikle toplanmıştı. Komisyon’da cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlanması yönünde görüş bildirenler olmuş fakat bu görüşler Meclis’e yansımamıştır.
Cumhuriyetin ilanı ve reisicumhur seçimi 158 milletvekilinin ittifakıyla oldu. Halbuki milletvekili sayısı 260 civarındaydı. Lord Kinross 100 kadar milletvekilinin cumhuriyetin ilanına katılmadığını yazar. Doğrusu, cumhuriyetin gündeme geleceğinden haberleri olmadığı için Meclis’te yoklardı. Bunların çoğu liberal cumhuriyet yanlısıydı.
Gazi’nin bu kurmayca planlamasıyla “devrimci cumhuriyet” kuruldu, “liberal cumhuriyet” yanlıları dışlandı. Pazartesi bu konuya devam edeceğim.
Cumhuriyet’in evrimi
1923 sonbaharında herkes, cumhuriyetin yeni bir anayasa tasarısı içinde gündeme geleceğini ve nasıl bir cumhuriyet olacağına Meclis’te tartışmalarla karar verileceğini düşünüyordu.
İki ana görüş vardı:
Gazi’nin büyük karizmasından güç alan Meclis çoğunluğu, onun deyimiyle “Halkı kendi halinde bırakırsak bir adım ileri gidemeyiz” diye düşünmekte, otoriter, tek partili, devrimci bir cumhuriyet öngörmektedir.
Muhalifler ise Milli Mücadele’deki demokrasi geleneğinin zaferden sonra da devam etmesini sağlayacak tarzda bir cumhuriyet istiyorlar.
Gerçekten, Mustafa Kemal, 19 Mart 1920 tarihli genelgesinde TBMM için yapılacak seçimlerde “her parti, zümre ve cemiyet tarafından aday gösterilmesinin caiz olduğunu” belirtmişti. Meclis’te her fikir dile getirilir, eleştiriler yapılırdı. Milli Mücadele’de birliği sağlayan, bu kapsayıcılık olmuştu.

‘Cumhuriyet düşmanı’
Bu anlamda bir demokrasi talebi böyle güçlü olduğu gibi önemli bir faktör daha vardı: Milli Mücadele sırasında yerel ve genel bazda yeni liderler yetişmişti. Bunlardan bugün bilinenler Rauf Bey, Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar gibi şahsiyetlerdir. Yeni rejimde bu kesimlerin yeri ne olacaktı?
Gazi, taktik bir hükümet krizi çıkararak ve Rauf Bey’le Karabekir gibi muhalif isimlerin Ankara’da bulunmadığı bir zamana denk getirerek aniden Cumhuriyet’i ilan etmekle bu kesimleri dışladı.
Onlar buna tepki gösterdiklerinde “Cumhuriyet düşmanı” diye suçlandılar. Programında “liberal” yazan Terakkiperver Fırka’yı (parti) kurdular, sert darbelerle kapatıldı.
Dönemin gerginliğiyle, Nutuk’ta bunlar hakkında öfkeli ifadeler vardır.
O zaman doğrunun bu otoriter siyaset olduğu düşünülmüştü. Fakat sonra İsmet İnönü, Terakkiperver’i kapatmakla hata ettiklerini söyleyecekti.
Evet, muhalif kitleler Terakkiperver vasıtasıyla sisteme entegre edilmiş olurdu, kapatılmasaydı.
Yine İnönü, Abdi İpekçi’ye yaptığı açıklamada, Nutuk’ta Cumhuriyet’in baş düşmanı gibi gösterilen liberal Rauf Bey hakkındaki suçlamaların “sarih delile istinat etmediğini, haksızlık payı bulunduğunu”, siyasi kavgalarda böyle suçlamaların yaşandığını da söyleyecekti.

Dışlayıcı parti modeli
Hiç şüphesiz devrimci Cumhuriyet Türkiye’nin çağdaşlaşmasında bir atılım dönemidir. Bana göre en büyük hizmeti, kadın eşitliğini de getiren hukuk devrimidir.
Ancak, otoriterliğin tabii sonucu olan “dışlayıcı” yönünü de görmeliyiz: ‘Zararlı’ saydığı geniş kesimleri ve onları temsil edebilecek aydınları dışlamış, partileri kapatmıştır. İnönü’nün deyimiyle “sindirmiş”tir.
Bu dışlayıcılığın bir örneği, Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra 1930’larda CHP’nin bölgedeki il örgütlerini kapatmış olmasıdır! Halbuki bugünkü düşüncemize göre, bölgede daha çok parti örgütü açmak, bölge insanının sisteme katılmasını sağlamaya çalışmak gerekirdi... 
Dahası, 1923 tarihli CHP tüzüğü demokratik olduğu halde, 1927 tüzüğü ile parti içi katılım bile ortadan kaldırılmıştır.
Tek Parti, otoriter politikasıyla kendi tabanını daraltmış, kendi dinamizmini dondurmuştu.
Bugün CHP’nin geniş kitlelere açılamayışında bu ‘genler’in rolü vardır, demokrasimizin bir ayağı altmış yıldır topaldır.

Uluslaşma ve parti
‘Uluslaşma’ ve ‘kurucu parti’ modellerini inceleyen siyaset bilimciler LaPalombara ve Weiner “dışlayıcı” (exclutionary) partilerin çatışmacı siyasi kültür yarattığını, katılımcı partilerin ise ulusal siyasi entegrasyonu kolaylaştırdığını göstermişlerdir. 
Katılımcı Hindistan Kongre Partisi’nden farklı olarak bizde ‘kurucu parti’nin böyle otoriter ve “dışlayıcı” olmasının yarattığı gerilimler o zaman “sindirilmiş”, fakat yıllar sonra patlak vermiştir; nicedir yaşıyoruz bunları.
Elbette Cumhuriyet’e modernleşme atılımları için şükran duyuyoruz. O zamanki şartlarda olabilecek bir demokrasiye ve siyasal katılmaya izin vermemiş olmasının yarattığı sorunları da görmeliyiz, cumhuriyetimizin demokrasi yönünde evrimi için.

Cumhuriyet için kaynakça
CUMHURİYET üzerine yazdıklarım konusunda pek çok okur mesajı aldım. Elbette eleştirenler de katılanlar da vardı. Fakat birçok okurum yazdıklarımın kaynaklarını sordu. Cumhuriyet tarihine ve Atatürk’e geniş açılardan bakabilmek için bugün bazı önemli kaynaklardan bahsedeceğim.
Önce metot meselesi; iki husus fevkâlade önemlidir:
- Atatürk’ün sözlerinden hareketle tarihe bakacaksak, ilk şart, Atatürk’ün o sözleri hangi dönemde, hangi şartlarda, nasıl bir politika izlerken söylediğine dikkat etmektir.
- Onun için, Tarık Zafer hocamızın belirttiği gibi, doğru metot, “Atatürk’ten olaylara değil, olaylardan Atatürk’e gitmek”tir.
Bu iki noktayı gözden kaçırırsak, Atatürk’ün şartları nasıl değerlendirdiğini, değişik sorunlar karşısında nasıl politikalar geliştirdiğini, düşünce tarzının nasıl bir seyir izlediğini anlayamayız.
Yapanların yazdıkları
Evvela tarihi yapanların yazdıkları önemlidir. Bunlardan birincisi şüphesiz Nutuk’tur. Ancak anlayarak okumak için ön bilgi gerekir. Mesela Nutuk’ta bugünkü nesillere hiçbir şey ifade etmeyen Celalettin Arif Bey’in eleştirisine sayfalar ayırmıştır. Buna yol açan olayları incelemeden Celalettin Arif gibi 1927’de bile önemi kalmamış birine niye sayfalar ayırdığını anlayamayız.
Nutuk’la birlikte İnönü’nün Sabahattin Selek’e anlattığı Hatıralar’ını, Kazım Karabekir’in yazdığı İstiklal Harbimiz’i, Rauf Orbay’ın Kandemir’e anlattığı Hatıralar’ını muhakkak okumak lazımdır. Olayların farklı açılardan nasıl gözüktüğünü anlamak için bu gereklidir. Ayrıca, İnönü, Atatürk ve arkadaşlarının göremediği dönemleri ve tecrübeleri yaşamıştır. Daha soğukkanlıdır ve yeni tecrübeleri gözeterek geçmişi anlatmıştır. Mesela, Atatürk’ün Rauf Bey ve Karabekir Paşa’ya yönelttiği suçlamalara katılmaz.
Yakın tarih konusunda birincil kaynak Meclis zabıtlarıdır. Benim cumhuriyet oylamasına ilişkin verdiğim rakamlar Meclis zabıtlarından alınmıştır.
Tarihi böyle mukayeseli okumak, günümüzün sorunlarına geniş ufuklu bakabilmemizi sağlar.

Araştırma eserleri
Şevket Süreyya’nın ve Andrew Mango’nun kitapları yaygın olarak bilinen değerli eserlerdir. Mango’nun kitabı daha ‘Batılı zihniyet’le yazılmıştır. 
Atatürk’ün fikir hayatı konusunda Şükrü Ha-nioğlu’nun Atatürk, An İntellectual Biography adlı eseri bu konuda tek akademik kitaptır. 
Tarihçiliğimizde çığır açmış olan hocalarımızın araştırmaları fevkâlade önemlidir: Tarık Zafer Tunaya, Mete Tunçay, Zafer Toprak, Ahmet Demirel ve Cemil Koçak...

Tarihçi Erik Zürcher’in makale ve kitaplarını ihmal etmemek gerekir.
CHP’nin doğu illerinde kendi örgütlerini kapatması konusunda, genç akademisyen Murat Turan’ın CHP’nin Doğu’da Teşkilatlanması, 1923-1950 adlı değerli eserini de tavsiye ederim.
Son olarak şunu da belirteyim: Yakın tarihimizi geniş ufuklu kavrayabilmek için modernleşme modelleri ve teorileri konusunda genel bir fikir sahibi olmak da gerekir. Bu açıdan modernleşme, uluslaşma ve kurucu parti tiplerinin rolü konusunda benim bildiğim en iyi iki eser, Huntington’ın Political Order in Changing Societies adlı kitabı ile, LaPalombara ve Joseph Weiner’in Political Parties and Political Development adlı kitabıdır.
Okumaya vaktimiz olmayabilir, ama bakış açımız geniş olmalı...


Hiç yorum yok: