Darbe planı, terör ihalesi ve o şüphe!
200 bin kişinin toplama kamplarına alınması, onlarca gazetecinin tutuklanması, onlarcasıyla işbirliği yapılması, Cuma namazında camilerin bombalanması, uçakların düşürülmesi, yurtseverler ve hainler listesine göre sokakların bölünmesi, ülkenin kışlaya döndürülmesi, cunta yönetimi kurulması, Türkiye'nin dünyaya kapatılması gibi dehşet verici planlar içeren Balyoz Darbe Planı'nın terör üzerinden gerçekleştirilecek olması üzerinde özellikle durulmalı.
Hatırlarsınız, Hudson toplantıları adıyla kamuoyuna sızan darbe senaryolarında da Taksim'de elli kişinin öldürüleceği bombalama, yargı mensuplarına suikastler içeren bir senaryo vardı. O plan için de, beyin fırtınası denmişti. Şimdi Balyoz Darbe planı için de, bir tür eğitim çalışması olduğu iddia ediliyor.
Nedense bütün iktidar hesapları terör saldırıları üzerinden planlanıyor. Sadece darbeler mi, ülkeler terör üzerinden işgal ediliyor, iç savaşlar terör üzerinden çıkarılıyor. Terörün küreselleştirilmesi, ABD'den Türkiye'ye kadar, devlet iktidarı ve küresel iktidar hesapları yapan derin çevrelerin en başarılı olduğu alan. Bütün kaos planları terörden geçiyor. Devletlerin, meşru güçlerin küresel düzeyde mücadele ettikleri varsayılan terör örgütleri, ne gariptir ki, bu güçlerin önünü açıyor, elini kolaylaştırıyor, onların planlarına göre alan çalışmaları yapıyor, hedefleri vuruyor, istikrarsızlık yaratıyor.
Yıllardır anlatmaya çalıştığımız temel mesele budur. Küresel ve yerel terör, büyük oranda, devlet iktidarından besleniyor. Uluslar arası organizasyonlardan ve sermayeden besleniyor. Büyük oyunların alt unsurları onlar. Terör bir ihaledir, bu ihale devletler, istihbarat örgütleri, sermaye çevreleri, devlet içindeki iktidar grupları tarafından açılıyor. Dev bir sektördür ve yüz milyarlarca dolarların döndüğü kayıt dışı kaynaklarla finanse ediliyor.
Balyoz Darbe Planı'nın uygulama bölümünde El Kaide ve PKK'nın büyükşehirlerde özellikle İstanbul'da eş zamanlı büyük saldırıları öngörülmüş. Düğmeye bu saldırılar sonrası basılacak, kaos üzerine olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetim ilan edilecekmiş. Gerçekten de bu cümle 2003 yılının Kasım ayındaki HSBC, İngiliz konsolosluğu ve Sinagog saldırılarını hatırlatmıyor mu? İki aşamalı bir El Kaide operasyonu olarak kayda geçen bu saldırılarla, darbe planı arasında bir bağlantı olabilir mi? Böyle bir bağlantı kurulabilirse, darbe planları yapanlarla PKK saldırıları, El Kaide arasındaki ilişki nasıl tanımlanabilir? Bir terör ihalesiyle mi karşı karşıya mı kaldık? Bağlantı kurulamaz ise, böylesine kapsamlı ve rafine bir dehşet planı uygulamak isteyenlerin, bütün çabalarını PKK ve EL Kaide saldırılarına endekslemelerini nasıl anlayacağız?
Bu, basit bir soru değil. Soğuk Savaş'tan sonra, dünyanın her bölgesinde tanık olduğumuz işgaller, iç savaşlar, siyasi suikastler, darbe planları, milyonlarca kişilik terör zanlısı listeleri, on milyonlarca insanın fişlenmesi-dinlenmesi, sayısız insanın işkenceden geçirilmesi, esir ticareti gibi gelişmelerin hepsinin açıklaması bu bağlantıda. Bugünlerde Yemen, böyle bir senaryonun kurbanı olarak öne çıkıyor. Bazı ülke istihbarat örgütlerinin eğittiği, beslediği terör grupları üzerinden işgal senaryosu uygulanıyor.
Türkiye, 1996-97'den beri, Türk-İsrail ekseni kurulduğundan beri bu denklemin içinde. Denklem, sadece küresel düzeyde terörle mücadeleyle sınırlı değil. Türkiye'nin iç siyasi yapısını da "terörle mücadele çağı"nın gereklerine göre dizayn edilmesini içeriyor. 2003 yılından bu yana, bütün darbe planlarının temelinde bu gerçek var. İçerideki darbe senaryolarıyla, küresel terörle mücadele doktrininin mimarlarının talepleri arasındaki bağlantı şaşırtıcı gelmiyor mu? Son zamanlarda, "Türkiye yoldan çıkıyor" zırvalarını dillendirenlerle bu çevrelerin bağlantıları neden sorgulanmaz?
Büyük bir aldatmaca var ortada. Merkezi güçlerin ürettiği, beslediği terör üzerinden dünya genelinde ve elbette Türkiye'de, örtülü operasyonlar yapılıyor, güç ve iktidar belli merkezlerin tekeline verilmek isteniyor. 11 Eylül sonrası AB'nin tuttuğu terör istatistiklerinden neden vazgeçildi? Çünkü istatistik, her yıl terörün azaldığını gösteriyordu bu da küresel söylemle örtüşmüyordu.
FBI'in raporlarına bakalım. ABD'de, 1980-2005 tarihleri arasında meydana gelen terör saldırılarının yüzde 94'ünün Müslümanlarla hiçbir ilgisi yok. Saldırıların yüzde 42'sini Latin kökenliler yapmış. Yüzde 24'ünü sol gruplar, yüzde 5'ini komünist gruplar, yüzde 7'sini Yahudi gruplar yapmış. Bu tarihlerde meydana gelen saldırıların sadece yüzde 6'sı Müslümanlarla bağlantılı. Yüzde 16 ise, "diğerleri" olarak geçiyor.
Hal böyleyken, hem ABD'de, hem dünyada neden İslamcı terör paranoyası beslenir ve devletler bu tehdide göre pozisyon alır? Hal böyle iken, Türkiye'den bütün darbeler, neden İslamcı tehdit'e göre planlanır? İçeride bu çevrelere, söz konusu planları hazırlatanlar, apaçık ortada değil mi? Bütün darbe planlarında bu çevrelerin elinin olduğunu görmüyor muyuz? Neden bu darbecilerle dışarıdaki malum çevreler arasındaki bağlantı sorgulanmaz?
Şimdi; teröre kimin ihtiyacı varmış, kimler tarafından besleniyormuş, kimler terör ihaleleri açıyormuş, kimler bu tehlike üzerinden dehşet planları yapıyormuş bir kez daha düşünelim. Düşünelim de; 21. yüzyılın en büyük yalanının kitlelerin zihinlerini nasıl rehin aldığını, bütün kirli işlerin bu zihin bulanıklığı sayesinde yapılabildiğini artık görelim.
Project Camelot: Bir başka darbe planı...
|
Añadir leyenda |
Dün, Türkiye'nin siyasi geçmişinde örneği olmayan bir operasyona tanık olduk.. Darbe senaryolarında adı geçen, bir zamanlar Türkiye'nin kaderine hükmeden, dokunulamayan, dokunulmaya cesaret edilemeyen isimler, birer birer gözaltına alındı. Türkiye, darbeler tarihinin sonunu getirmeye çalışırken kaos üzerinden küresel askeri yönetim arayışına girenler aynı dönemde benzer senaryolar yapıyorlardı.
Türkiye'de kaosa yatırım yapanlar içerideki her türlü farklılığı çatışmaya dönüştürmek isterken, küresel kaos senaristleri yeni savaşlar üzerinden korku senaryoları yazıyorlardı. İki senaryoyu yazanların da argümanları, yöntemleri, araçları ne kadar da birbirine benziyor. Uygulanacak senaryo aynı, varılacak hedef aynı. Biri Türkiye'de amacına ulaşacak diğeri küresel ölçekte. Senaryo gerçekleşirse biri Türkiye'yi yönetecek diğeri dünyayı. Önce Türkiye'ye bakalım.
200 bin kişi toplama kamplarına götürülecekti. Onlarca gazeteci tutuklanacak, Cuma namazında Beyazıt ve Fatih camileri bombalanacak, uçaklar düşürülecek, yurtseverler ve hainler listesine göre sokaklar bölünecek, ülke kışlaya çevrilecek, cunta kendi hükümetini kuracaktı. Ardından nasıl bir Türkiye, nasıl bir ekonomi, nasıl bir dış politika, nasıl bir iç siyasi dizayn isteniyorsa uygulamaya geçilecekti. Belki Türkiye'nin onlarca yılı heba edilecekti. Bütün bunlar, "Balyoz Güvenlik Harekat Planı" adı altında "Çarşaf", "Sakal", "Oraj", "Suga" adı verilen planlara göre yapılacaktı. Bu senaryo 5-7 Mart 2003 yılına aitti. O günden bu yana, özellikle 2005-2006 yıllarındaki planlar, hazırlıklar henüz ortaya çıkarılmadı bile.
Bütün senaryolar terör üzerinden, terör söylemi üzerinden, etnik ve mezhepsel ayrışma üzerinden tezgahlanacaktı. Ülkcülerle Aleviler çatıştırılacak, İslamcı terör paranoyası üzerinden kitleler korkutulacak, Türk-Kürt ayrışması beslenecek, kaos ve korku ortamı yaratılacak ve ardından planın uygulamasına geçilecekti. "Taksime bomba ve elli ölü" ve yargı mensuplarına suikast gibi benzer kaos senaryolarının tartışıldığı Hudson toplantılarıyla örtüşen planların hepsi "beyin fırtınası"ydı, "dış düşman"a karşı sanal tatbikatlardı! Ancak iddialar oldukça ciddi olmalı ki, dün, Cumhuriyet tarihinde tanık olmadığımız gelişmeler yaşadık.
Emekli paşalara kadar, bir zamanların dokunulmazları teker teker gözaltına alındı. Eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, eski 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ergin Saygun (Başbakan Erdoğan-ABD Başkanı George Bush arasında yapılan ünlü 5 Kasım 2007 görüşmesine eşlik etmişti.), eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, Emekli Korgeneral Yavuz Yalçın, Emekli Korgeneral Engin Alan, Emekli Korgeneral Ayhan Taş, E. Korgeneral Mustafa Çalış, Eski Kuzey Deniz Saha Komutanı Feyyaz Öğütçü, Eski Kuzey Deniz Saha Komutanı Lütfi Sancar, Emekli Tümamiral Özer Karabulut ve albaylar... Türkiye bu kadarını tahmin edemezdi. İddialar ortada... Gözaltına alınanlar ortada.. Türkiye'yi saran iktidar çatışması ortada... Kimin ne kadar suçlu olduğunu ya da suçsuz olduğunu zamanla öğreneceğiz.
Ama bu kurgu çok önemli. Her türlü yöntem kullanılarak kaos yaratılacak, siyasi iktidar gözden düşürülecek, ardından askeri yönetim kurulacak... Bütün darbeler kaosa yatırım yapar, kaosu besler, kaos ortamının oluşmasını bekler. Tabi başarısız olunca bu bir sanal tatbikat olur, beyin fırtınası olur.
Ama söz konusu kurgu Türkiye ile sınırlı değil, bütün dünyayı saracak ölçüde de geliştirilmiş. Benzer bir senaryo, beyin fırtınası ya da sanal tatbikat üzerinde çalışılmış. İsrail-İran savaşı kaos için kullanılacak, küresel ölçekte kargaşa ve korku yaratılacak, insanlığın ağır bedel ödeyeceği bu dönemin ardından beyaz adamın, Anglo-Sakson'ların yeni dünyası kurulacak. Bu dünyanın sahibi biziz kavgası bu! İngiltere ve ABD'de askeri çevreler, nükleer ve biyolojik savaşı da içine alacak ölçüde bir çeşit Üçüncü Dünya Savaşı planlamışlar. Şöyle:
İsrail, nükleer çalışmalarına son vermek için İran'a saldıracak. İran ya da Çin, nükleer karşılık vermek için provoke edilecek. Karşılıklı saldırıdan hemen sonra ateşkes sağlanacak. Ancak dünya korku ve kaosa sürüklenecek. Bu korku kullanılarak Batı ülkelerinde kitleler üzerinde askeri denetim kurulacak.
Ateşkes döneminde örtülü biyolojik saldırılar gerçekleşecek. Saldırılar yoğun olarak Çin'e yönelecek ardından Batı ülkelerine yayılacak. Örtülü biyolojik saldırı nükleer saldırıları beraberinde getirecek. İşte bu "Gerçek savaş" dünya nüfusunun önemli bölümünü yok edecek. Finans çevreleri ve merkez iktidar çevrelerinin medya üzerinden yürüteceği psikolojik operasyon ile başlatılacak savaşın hedefi şu:
Yeni bir dünya kurulacak. Öyle kaotik bir ortam oluşacak ki, kitleler, totaliter yönetime razı olacak, sıkıyönetim ve olağanüstü yasalar devreye sokulacak, bazı ülkeler kendilerini bir daha toparlayamayacak. Afrika, Asya ve Güney Amerika'nın, dünyanın geleceği üzerinde söz söyleme gücü kalmayacak. İşte o zaman beyaz adam, Anglo-Sakson dünya yeni bir düzen kuracak. Bir çeşit küresel askeri düzen olacak bu. Finans çevrelerinin ve merkez iktidar çevrelerinin kontrolünde küresel ölçekte bir totaliter yönetim şekillenecek. "Tek dünya devleti" dedikleri bu olsa gerek...
Senaryonun adı "Project Camelot"..
Siz buna ister beyin fırtınası deyin, ister sanal tatbikat deyin isterseniz gerçek... Küresel siyasi kriz, ekonomik kriz, büyük çöküş endişesi bazı çevrelere her türlü çılgınlığı düşünme fırsatı veriyor. Üstelik bu ırkçı sapkınlık gerçek bir kriz üzerinden, İran-İsrail savaşı üzerinden düşünülebiliyor! Biri kaosu kullanarak, her türlü zaafı istismar ederek, terörü kullanarak bir askeri Türkiye yönetimi kurmaya çalışırken, diğeri aynı yöntemleri kullanarak bir dünya yönetimi kurmak istiyor. İkisi de her türlü ürkütücü, korkutucu, çılgınlık ölçeğinde yöntemleri kullanmaktan çekinmiyor. En azından bunu düşünmekten...
Ne kadar tanıdık, değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder