19. yüzyılın sonlarında meydana gelen kolera salgınları aynı zamanda siyasi çekişme konusu da olmuş, Avrupalılar salgın yayılmasın diye haccı yasaklatmaya kalkmışlardı.
Haiti'de çıkan 2.591 kişinin ölümüne yol açan kolera salgını, insanlık tarihinin önemli salgın hastalıklarından birisini bir kez daha hatırlattı. İnsanlık yüzyıllarca kolera, çiçek, frengi ve veba gibi salgın hastalıklarla mücadele etti. Bunların çoğu insanlığın azmi karşısında yenildi ve ortadan kalktı.
19. yüzyılın sonlarında Osmanlı topraklarında da kolera salgınları yaşanmış ve bu konuda hem sağlık alanında hem de siyasi sahada büyük mücadele verilmişti. Gülden Sarıyıldız "Hicaz Karantina Teşkilatı" ve Mesut Ayar "Osmanlı Devleti'nde Kolera" isimli arşivlere dayanan önemli araştırmalarında kolera salgınlarını ve alınan önlemleri teferruatlı olarak anlatırlar.
Kolera İstanbul'da
Osmanlı topraklarında kolera ilk defa 1822'de görüldü. İstanbul'daki ilk kolera salgını ise 1831'de meydana geldi. 1893-1894 yıllarında meydana gelen ve 246 gün süren salgında 1537 kişi hayatını kaybetti. 1895'te İstanbul daha hazırlıklıydı. Bu salgında 194 kişi hayatını kaybetti.
İkinci Abdülhamid kolera konusunda titiz bir tutum sergilemiş ve yetkilileri ciddi önlemler almaya çağırmıştı. Padişahın verdiği emirler Sıhhiye Meclisi ve Hıfzısıhha-i Umumi Komisyonu'nun aldığı kararların başlangıç noktası oldu. Sultan, kolera konusunda diğer devletlerin aldığı kararları takip ederek, sağlık hizmetlilerini sık sık uyarmıştı. İkinci Abdülhamid salgınla o kadar yakından ilgiliydi ki hekimlerin tedavi yöntemlerinde bir sıra dışılık gördüğünde işin araştırılmasını istiyordu.
Belediye daireleri bünyesinde merkezler, nöbet eczaneleri ve özel kolera hastaneleri oluşturuldu. Koleranın yayılmasındaki en büyük etkenin kirli su olduğunu bilen yetkililer, İstanbul'un içme suyu kaynaklarını ıslah etmek için büyük çaba gösterdiler. İstanbul'un değişik yerlerindeki fakir barakalar ortadan kaldırılmaya uğraşıldı. Bekâr odaları ve hanlardaki nüfus seyrekleştirildi. İşsiz güçsüz şehirde dolaşanlar İstanbul dışına çıkarıldı.
Hastalığın yayılmasının önlenmesi için karantina uygulamasına büyük önem verildi. Hastalığın İstanbul'dan diğer bölgelere yayılmaması için Tuzla, Mimar Sinan ve Çatalca'da tefahhuzhaneler, yani karantina merkezleri kuruldu. Kolera salgını devlete finansal açıdan ciddi bir yük getirmesine rağmen Osmanlı yönetimi bütün imkânlarını kullanmaktan kaçınmadı.
Haccı yasaklayın
Kolera salgınının bir başka boyutu ise siyasiydi. Hastalığın kaynağının Hindistan olduğu 1851'den itibaren bilinmesine rağmen Batılılar, Hicaz bölgesini salgının kaynaklarından biri olarak gösterdiler. Osmanlı yönetimini hastalığın yayılmasıyla ilgili önlem almamakla suçladılar. Avrupalılar özellikle Hristiyanlar'ın girmesine izin verilmeyen Hicaz'da kolerayı bahane ederek kendilerinin faal olacağı uygulamalara girmek istediler. Basra Körfezi'nde nüfuzlarını artırmak için de aynı yolu izlediler.
Osmanlı yönetimi, dış müdahalelere karşı Hicaz ve Kızıldeniz'de durumunu kuvvetlendirmek için Kızıldeniz'in Osmanlı sahillerinde karantinalar teşkil etti. 1893'te Hicaz'da meydana gelen kolera salgınının büyüklüğü dikkatleri Mekke'ye yöneltti. Avrupalılar, Mekke'de hac esnasında sağlığın muhafazası ve Basra Körfezi'nde hastalığın yayılmaması için 1894'te İkinci Paris Milletlerarası Sıhhiye Konferansı'nı düzenlediler. Bu konferans sonucunda sözde dünya sağlığını korumak için Batılılar'ın hacca müdahale arzusunda oldukları ortaya çıktı. Haccın yasaklanmasını bile istemişlerdi. Konferansa katılan Osmanlı delegesi Turhan Paşa "Haccın İslâm dininin önemli bir rüknü olduğu ve hiç kimseye kısıtlama getirilemeyeceğini" söyleyerek, bu teklifi kabul etmedi.
İkinci Abdülhamid de Avrupalılar'ın bu manevralarına karşı sıkı bir dış politika takip ederek, Osmanlı İmparatorluğu'nu dış baskılardan kurtarmak için büyük bir mücadele verdi. Osmanlı Devleti Hicaz üzerindeki hukukunu korumak ve inisiyatifini kaybetmemek için Hicaz'da sıhhî ıslahat yapacağını vadetti. 1895'te Mekke Sıhhiye İdaresi kuruldu. Yapılan çalışmalarla Avrupalılar Hicaz'dan uzak tutuldu.
KOLERANIN VATANI HİNDİSTAN
Kolera, insan vücudunda aşırı sıvı ve tuz kaybına yol açan incebağırsak enfeksiyonudur. Bakteri vücuda kirli su ve besin maddeleri yoluyla girer. Güneydoğu Asya'da yoğun olarak görülmüştür. Koleranın kaynağı 19. yüzyılda Hindistan'ın bir parçası olan Bangladeş'ti. Ganj Nehri'nde yıkanarak günahlarından kurtulduklarına inanan milyonlarca Hintli hastalığın yayılmasına sebep oluyordu. Hastalığın kaynağı Hindistan'dı ama hastalığı dünyaya yayanlar sömürgeci İngilizler'di.
1817'ye kadar mahalli salgınlara yol açan kolera 1830'dan sonra Avrupa'da büyük salgınlara sebep oldu. Rusya'da 1892-1894 yılları arasındaki salgında 800 binden fazla insan, Hindistan'da 1898-1907 yılları arasındaki salgında ise 370 binden fazla insan hayatını kaybetti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder