7 Ağustos 2013 Çarşamba

Evde başka dışarıda başka biri-Mustafa Ulusoy

Evde başka dışarıda başka biri

Kadına ve çocuklarına, duymaktan en nefret ettiğiniz cümle nedir, diye sorsanız, hiç duraksamaksızın şu cevabı verirler: “Kocan/baban ne iyi adam, çok kısmetlisiniz valla.” Ne garip değil mi? İnsan en yakını hakkında güzel şeyler söylenmesinden nefret eder mi? Eder.
Kadın hayatın anlamını çözdü ama yıllardır aynı yastığa baş koyduğu kocasını bir türlü çözemedi. Hiçbir anlam veremiyor adamın neden öyle davrandığına. Kocasının taban tabana zıt iki farklı kişiliğini gördükçe daha da içerliyor yıllar geçtikçe. Diğer kişiliğini hiç görmemiş olsaydı, belki razı olacaktı, ‘kocam böyle bir adam işte, idare edeyim’ diyecekti.

Adam eve adımını atar atmaz bir ciddiyet abidesi kesiliyor. Yol kesen, baş kesen sanırsınız sanki. Aile fertlerine sert mi sert, haşin mi haşin, soğuk mu soğuk. Sanırsınız ki diplomatik bir görüşmeyi yürüten bir diplomat. Suratında milim mimik yok. Üst üste estetik cerrahın bıçağının altında yatmış insanların o ifadesiz yüzünü andırıyor suratı.
Çocukları sanki el çocukları
Adam evde konuşmuyor, gülmüyor. Yok konuşmuyor demeyelim buna, sadece bağırarak konuşuyor. Asi, sert, agresif olmak için ufak bir kıvılcım yetiyor. Bütün tahammülünü kapının eşiğinde bırakıp öyle giriyor kapıdan. En ufak bir aksiliğe, sese, gürültüye tahammülü yok. Çocukları sanki el çocukları, birer yabancı. Şöyle üstünkörü bir selam veriyor, sonra suspus.
Delikanlı, odasına çekilmiş ağladı ağlayacak. “Keşke,” diye içerliyor içinden, “keşke babam el çocuklarına davrandığı gibi davransa bize de”. Daha geçen akşam eve misafirliğe gelen yeğenlerine babasının ilgisini, alâkasını düşündükçe içine bir sızı düşüyor. Uzun uzun sohbet etti onlarla, espriler yaptı, geçmiş hayatından bahis açtı. Bir ihtiyaçları olup olmadığını sordu. Yeğeninin bir işi için hemen arkadaşını aradı telefonla, sıkı sıkı yeğenimle ilgilen diye tembih etti. Delikanlı neredeyse ağlayacaktı o an. Onun staj işi için kılını bile kıpırdatmamıştı babası.
Kadının yıllar içinde şaşkınlığı giderek katlanıyor. İşim var, diyerek doğumuna gelmeyen adam, üç hafta önce gecenin üçünde bir arkadaşının karısının acil ameliyatı için koşturup durmuştu. Gecenin üçünde kendisi acile gitmesi gerekecek bir hastalığı olsa, yataktan burnundan soluyarak kalkar, hastaneye götürdüğüne adamı bin pişman ederek geri dönerlerdi. Hasta kadının iyileşip de kendini telefonla arayarak, “Kocan da o gece eşime çok yardımcı olmuş, Allah razı olsun ondan, ne iyi bir kocan var valla, çok kısmetli bir kadınsın” demesi yok muydu? Sinirinden telefonu kadının suratına kapatmak istemişti. Kadına kocasının gerçek kişiliğinin öyle olmadığını nasıl anlatsındı ki? Adamın evdeki haline kimseyi inandıramamıştı da. Annesine bile. Yok kızım sen abartıyorsun, demişti annesi.
Adam, aile fertlerine ne kadar soğuk, ne kadar sert, haşin, ne kadar ilgisizse, dışarıdaki insanlara karşı bambaşka biri olup çıkıyor. Sanki bir iyilik meleği. Aman bir görseniz, nazik mi nazik, kibar mı kibar, yardımsever mi yardımsever.
Evde konuşmayan gülmeyen adam, eve birileri geldiğinde veya dışarıda bir topluluğa girdiğinde konuşkan kesiliyor birden. Espriler havada uçuşuyor. Ortamın neşe kaynağı oluyor adam. Gözlerinin içi gülüyor, etrafına mutluluklar saçıyor.
“Baban ne kadar şeker bir adam,” demişti bir keresinde kızın evine ders çalışmaya gelen arkadaşları.
“Ya, ne demezsin” demişti de arkadaşları ne kadar nankörsün der gibi bakmışlardı. Bu yüzden kimseye babasını anlatmak istemezdi, çünkü inanmazlardı. Bir keresinde sırf insanları inandırmak için babasının evdeki hallerini videoya bile çekmek istemişti.
Adam, niye böyle?
Adam, gerçekten yardımsever, gerçekten merhametli, gerçekten nazik, kibar biri mi?
Bir insanın gerçek kişiliğinin en yakınlarıyla kurduğu ilişkiyle açığa çıktığına inanırım hep. Başta eşi ve çocukları, anne babası, kardeşleri ile kurduğu ilişki biçimi onun “sahte kişiliği” ile değil, gerçek kişiliğiyle kurduğu ilişkidir çünkü. Yakınlarımızla olan ilişkide “mış” gibi yapamayız, kendimizi saklayamayız.
 En yakınlarına değil de dışarıya iyi davranan insanların sorunu kanaatimce iyiliği, iyi bir iş yapmak için, ya da O’nun rızasını kazanmak için değil de takdir ve övgü kazanmak için yapmalarıdır. Peşinde oldukları şey iyiliğin kendisi değil, iyi biri olarak tanınmaktır. Amaç başkasına iyilik yapmanın kendisi değil, iyi bir insan olarak övülmek, adından öyle söz ettirmektir. Amaç iyi bir insan olmak değil, iyi bir insan gibi görünmektir.
 ‘El iyisi olma’, çoğunlukla erkeklerde görülen bir hal olsa da sadece onlara münhasır değil elbette. Kocasının çok sevdiği bir yemeği yapmaktan imtina edip de eve misafir geliyor diye sofralar donatan kadınlar, dışarıya çıkarken süslenip püslenip kocasının yanında dağınık, pasaklı olan bir kadın da bu sorunun kadın versiyonuna birer örnektir.
 Kainatın En Değerli Varlığı’nın (sas) şu sözü kimin hayırlı bir insan olduğunun mükemmel bir ölçütünü vermektedir bize: “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı iyi davrananızdır.”
 İnanın, sadece bu sözü hayata geçirmekle bile birçok evlilik sorunu ortadan kalkar. Ve sayısız kadının/erkeğin ve çocuğun kırık kalbi onarılır.

Ders çalışamıyorum diyorsanız

İlkbahar geldi, havalar ısındı. Bir odaya tıkılıp ders çalışmak nefse zor geliyor. Masa başına oturursunuz, beş dakika geçmez kalkarsınız, bu sefer vicdan azabı çekersiniz. Yine oturur, yine kalkarsınız. Biraz TV seyredeyim sonra devam edeyim, dersiniz. Ya da canınız sıkılır bir arkadaşınızı ararsınız iki çift laf edeyim, diyerek. Dikkatiniz dağılır.
Size önerim: Doğruca kütüphaneye gidin. Ders çalışırken nefsin gemlenebileceği en ideal mekandır kütüphane.

Libido sentiendi, libido sciendi, libido dominandi

Baştan sona okusam da, ara ara elime alıp bazı bölümlerini tekrar tekrar okuduğum Düşünceler kitabında (Kaknüs Yayınları) Blaise Pascal üç tür şehvetten söz ediyor.
 “Dünyada mevcut ne varsa hepsi, şehvetin tutsağıdır; bedenin şehvetine tutsak, gözlerin şehvetine tutsak, ya da gururun şehvetine tutsak. Libido sentiendi, libido sciendi, libido dominandi. Duyumsama şehveti, bilme şehveti, hükmetme şehveti. Aciz olan, bu üç ateş ırmağı tarafından sulanmış olmaktan ziyade, susuzluktan kurumuş Allah’ın belası topraktır. Mutlu olanlar bu ırmakların haricinde olanlardır. Mutlu olanlar, ne bu ırmaklara dalanlar, ne de bu ırmağın suyundan alıp götürenler değil; ayakta dikilip durmadan ama oturarak, düşük ve emniyetli bir konumda, hareketsiz bir şekilde sabırla bu ırmağın haricinde kalanlardır.”

Hiç yorum yok: