21 Ocak 2013 Pazartesi

Modern zamanların Sykes-Picot’su-Taha Kılınç


Modern zamanların Sykes-Picot’su


Lise tarih kitaplarında, öğrencilerin akıllarını karıştırmaktan başka işe yaramaz görünen onlarca anlaşmadan biridir Sykes-Picot. Oysa sonuçları itibariyle günümüze kadar uzanan, ilginç, bugün için derslerle dolu bir anlaşmadır. 

İngiltere'nin, bataklığa gömüldüğü Ortadoğu'dan yüzünün akıyla ve en az zararla çıkabilmesi için aranan çareler bağlamında, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı'ya karşı destekleri karşılığında, Filistin ve çevresi, Büyük Haşimi Krallığı kurmaları vaadiyle Şerif Hüseyin ve çocuklarına söz verilmişti. 

Şerif Hüseyin ile oğulları Faysal, Abdullah, Ali ve Zeyd, cansiperane bir şekilde Arap yarımadasında Osmanlı ordusuna karşı dövüşürken, 1916 baharında, İngiltere ve Fransa el altından gizli bir anlaşmaya daha imza atıyordu. İngiltere adına Sir Mark Sykes, Fransa adına da François Georges-Picot taraf oldukları için tarihe Sykes-Picot adıyla geçen anlaşmaya göre İngiltere, Araplara vermiş olduğu bütün sözlerden vazgeçiyor, Fransa'yı da Ortadoğu topraklarının ortaklarından biri haline getiriyordu. Anlaşma ayrıca Rusya'ya da bölgede hak tanıyor, böylece Osmanlı'nın parçalanmış topraklarının paylaşımında Rusya'nın onayı alınıyordu. 

Araplar 'hak edişleri' için çarpışmaya devam ederken, Rusya'da meydana gelen 1917 Bolşevik Devrimi, gizli anlaşmanın ortaya çıkmasını da beraberinde getirdi. Çünkü Lenin yönetiminin ilk uluslar arası icraatlarından biri, anlaşmayı dünya kamuoyuyla paylaşmak oldu. 

Sonrası çabuk ilerleyen tanıdık bir film gibi geldi: Balfour Deklarasyonu, Arap halklarının Osmanlı'dan kopuşu, ardından Filistin'de İngiliz manda yönetimi ve İsrail'in kuruluşu… 

Bundan neredeyse tam 100 yıl önce imzalanan Sykes-Picot Anlaşması, daha sonra açıklandığında, Ortadoğu halklarında nasıl hoşnutsuzluklara yol açmışsa, bugün, teknolojinin nimetleri sayesinde hızlı ve gürültülü bir şekilde ortaya çıkan başka gizli şeyler benzer hoşnutsuzluklara yol açıyor. "Diplomasinin 11 Eylül'ü" olarak isimlendirilen Wikileaks belgeleri, tam da böyle bir olgu. 

Wikileaks tarafından açıklanan belgelerin içeriğindeki bazı noktalar, diplomasinin görünmeyen yüzünü açık etmesi bakımından modern zamanların Sykes-Picot'su olarak adlandırmaya değer. Özellikle Amerikan büyükelçilerinin, görev yaptıkları ve hükümetlerinin resmen dost göründüğü ülkelerin liderleriyle ilgili değerlendirmeleri dikkat çekici. Yine Amerikan büyükelçilerine adeta ajanlık misyonunun yüklendiği sonucunu veren bölümler oldukça çarpıcı. 

Araplarla İran arasındaki ilişkinin ne kadar gerilimli olduğu, belgelerin ortaya koyduğu bir başka gerçek. Körfez ülkelerinin liderlerinin "İran'ı vurun" diye Amerika'ya adeta yalvardıklarının ortaya çıkması, hakikaten şaşırtıcı bir tablo oluşturuyor. Bölgeyi izleyenlerin hep fark ettikleri, ama ilk defa en resmi ağızlardan işittikleri bir talep bu. 

Wikileaks'in kamuoyuyla paylaştığı belgeler arasında, ABD'nin Ankara Büyükelçisi James Franklin Jeffrey'nin Türkiye hakkında hazırladığı notlar da bulunuyor. Notlarda, Ahmet Davutoğlu'nun teorisyenliğini yaptığı dış politika, "Neo-Osmanlıcılık" olarak isimlendirilmiş. Bu, Davutoğlu ve AK Parti hükümetinin her fırsatta reddettiği bir tanımlama. Bunun dışında genel çerçeve, Türkçe de bilen seçkin bir Amerikalı diplomatın değil de, medyayı düzenli şekilde takip eden heyecanlı bir okuyucunun yüzeysel değerlendirmelerini andırıyor. Doğrusu, bir Amerikan büyükelçisinden tarihsel perspektiflere ciddi ve tutarlı atıflar, sosyolojik gözlemler beklenirdi. 

Türkiye-Suriye ilişkilerine değindiği paragrafta, ilginç bir şey de yapmış Jeffrey, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in adını Bashir (Beşir) şeklinde yazmış. Bu, sözgelimi Hüsnü Mübarek'e Hasan Mübarek demek gibi bir şey. Bu yazım yanlışı, Büyükelçi'nin, Ortadoğu'ya dair bilgi kaynakları konusunda soru işaretlerine yol açıyor. 

Amerika tam olarak ne yapıyor? Ya da ne yaptığının gerçekten farkında mı? 

Herhalde Wikileaks'ın ortaya döktüğü belgelerin sordurduğu esas soru bu. Amerikan dış politikasını hangi parametrelerin yönlendirdiği hakkında akıl karıştırıcı doneler sunan söz konusu belgeler, Amerika'yı, Ortadoğu'da yerini aldığı İngiltere'den daha kötü vasıflarla tarihe geçirecek, onu 'kötülüklerin anası' olarak lanse edenlere epey somut malzeme sağlayacak gibi görünüyor. 

İngiltere, geçmişte "Arap halklarına yaptığı haksızlıklar" ve birbirine düşman milletlere verdiği çelişkili vaatlerle sadece Ortadoğu'da değil, dünyanın birçok yerinde zor durumlara düşmüştü. Bir zamanların 'Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk'u Britanya'nın, pek çok sömürgesinden adeta arkasına bakmadan kaçmak durumunda kalması bu yüzdendi. 

Ortadoğu'nun Arap halkları, İkinci Dünya Savaşı'yla birlikte bölgeye ihtişamlı bir giriş yapan Amerika Birleşik Devletleri'ni bağırlarına basarken, İngiltere'nin kendilerine çok büyük haksızlıklar yaptığını düşünüyor, kırık kalplerini ancak Amerikan başkanlarının şefkatli ellerinin tamir edebileceğini umuyorlardı. 

Gelinen noktada ABD'nin Ortadoğu'da İngiltere'den daha kalıcı ve parçalayıcı izler bırakmaya başladığı görülüyor. İsrail'e kayıtsız-şartsız teslim olmuş görüntüsü veren Amerikan diplomasisinin, bölge halkının hassasiyetleri arasında seçici davranmak başta olmak üzere, İngiltere'nin vaktiyle yaptığı bütün hataları aynen tekrarlaması ise düşündürücü. 

Vaktiyle İngiltere'yi Ortadoğu'da tutunmaya zorlayan iki ana neden vardı: Sömürgelerine giden yolun güvenliği ve petrol. Şimdi ABD için de iki ana neden var bölgede illa bulunmak için: İsrail'in güvenliği ve petrol. 

Wikileaks belgeleri, Amerika'nın Ortadoğu'daki amaçlarını gerçekleştirmesi için hayati destek sunan Arap müttefiklerinde epey sarsıntıya yol açmış olmalı. Arap hükümetleri, herhalde şimdi 'daha başka' nelerin olduğunun merak ve korkusu içindedirler. 

Bakalım Amerikan diplomasisi, ortaya çıkan belgelerle ilgili herhangi bir açıklama yapacak mı, yoksa ebedi hamisi bulunduğu İsrail gibi, itham edildiği şeyleri laf kalabalığına getirip unutturmayı mı seçecek? 

Hiç yorum yok: