DÎVÂNÜ LÜGATİ’T-TÜRK VE UYGURLAR
Ahmet B. ERCİLASUN-Prof. Dr., Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi,
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi
e-mail: bercilasun@yahoo.com
ÖZET
Bu yazıda Türk tarihinde önemli bir yeri bulunan
ve alfabeleriyle, meydana getirdikleri telif ve tercüme
eserleriyle Türk dili ve kültürünün en önde gelen
boylarından olan Uygur Türklerinin tarihî macerası,
Çinlilerle ilişkileri, diğer Türk boylarıyla münasebeti,
Türklük içindeki yeri Dîvânü Lügati’t-Türk’ün verileri de
göz önünde tutularak ele alınmıştır.
770‟li yıllar… Ordu Balık‟taki Uygur Kağanlığı tahtında
Bögü Kağan oturmaktadır. 751‟deki Talas savaşında yenilen, başta An
Lu-şan isyanı olmak üzere art arda gelen isyanlarla sarsılan Çin, ancak
Uygurların müdahaleleriyle isyanlardan kurtulabilmiştir. Çinliler her
yıl 100.000 top ipeği Uygurlara vergi olarak vermektedirler. O
zamanki Çin tarihi Tang-şu, “Tang hazineleri bomboş iken ve saray
memurları maaşlarını alamazken” Uygurlara her yıl 100.000 top ipek
verildiği kaydını düşmüştür.
İş bununla da bitmiyordu. Uygurlar Çin pazarına da
alışmışlardı. Bahar ve yaz aylarında Çangan‟daki Çin pazarı
Uygurlarla doludur. Bir at veriyorlar; 40 top ipekli alıyorlar. Zaman
zaman kızıp şehrin kapılarına hücum ediyorlar. İmparator elçiler
gönderip Uygurları güçlükle sakinleştirebiliyor. Temmuz ayında
Çangan‟dan çıkıp Uygur ülkesine dönüyorlar. Kaynaklar 773
Temmuz‟unda 1000‟den fazla arabanın çeşitli eşyalar ve ipeklilerle
dolu olarak Orhun‟a döndüğünü kaydediyor. Bu, Uygurların uluslar
arası pazarlardaki rolünü gösteren çok eski bir tablodur. Aynı
tarihlerde Çin‟de kalıp Çin elbiseleri giymeye alışan Uygurlar da
vardır.
30 yıl kadar sonra… 800‟lerin başlarındayız. Uygur
Kağanlığı‟nda Ediz hanedanından Alp Ulug Bilge oturmaktadır.
Yayının vınlamasıyla ünlenmiş olan Alp Ulug Bilge. Yenisey
boylarındaki Kırgızlar üzerine öyle bir sefer düzenlemiş ki 400.000
kişilik Kırgız ordusu perişan olmuş.Vadiler, terk edilmiş at ve ölülerle
dolmuş. Kırgızların savaş meydanında bıraktığı silahlar dağ gibi
yığılmış. Bu, Türklerin çok eskiden beri sürüp gelen alışılagelmiş
manzaralarından biridir. Türkler yine birbirlerini kırmışlardır.
20 yıl kadar sonra, 821 yılına ait bir gözlem. Bir Müslüman
Arap seyyahının, Uygur Kağanlığı başkenti Ordu Balık‟ta gördükleri.
Ordu Balık çok büyük bir şehirdir. Bağdat, Şam, Semerkant gibi
Şehirleri görmüş olan bir gezginin ifadesidir bu. Ordu Balık‟ın
etrafında ekilmiş tarlalar ve bahçeler uzanıp gitmektedir. Halk
zenginleşmiştir ve refah içinde yaşamaktadır. Fakat halkın çoğu
“Zındık”tır; yani Mani dinine mensuptur. Uygurların 17 boyu vardır
ve her boyun bir başbuğu. Her başbuğun da 13.000 kişilik ordusu
bulunmaktadır. Kağanın ordusu ise 12.000 kişiliktir. Orduda kadın
askerler de vardır. Ordunun toplam sayısı 233.000‟dir. Bu da çağdaş
bir kaynağın Uygur ülkesindeki ihtişam ve refahı gösteren tablosudur.
18-19 yıl sonra manzara değişecektir. Yine bildik bir sebep
yüzünden. Türkler arası kavga ve savaşlar. Vezir Kürebir ayaklanmış;
Alp Külüg Bilge Kağan ise üzüntüsünden intihar etmiştir. Kağanlık
tahtına Kazar Tigin oturtulmuştur. Kaynakların verdiği somut bilgiler
böyle. Türk hafızasına kazınan efsane ise Kutlu Dağ‟ın parçalandığını
ve elin yurdun “kut”unun gittiğini söylüyor. Kaynaklar manzarayı
tasvire devam ediyor. Kış gelince müthiş bir yut olmuştur. Hayvanlar
kırılmış; halk kıtlık içinde perişan olmuş. Başka bir komutan, Külüg
Baga, kendisinin bulunmadığı bir sırada vezirin isyan etmesine ve
kağanın değiştirilmesine öfkelenmiştir. Kırgın ve kıtlığın yanı sıra
ülkede müthiş bir siyasi kargaşa hüküm sürmektedir. Öfkeli Külüg
Baga Kırgız ülkesine gitmiş, orada yeni iktidara karşı hazırlıklara
başlamıştır. Kırgızlar zaten geçmiş yılların hıncı içindedirler. Külüg
Baga 100.000 Kırgız atlısının başında Ordu Balık‟a girer; Uygurlar
katliamdan geçirilir; şehir yakılıp yıkılır. Efsaneye göre kurtlar kuşlar
ve bütün hayvanlar göç, göç!... diye bağırmaktadırlar.
Kâşgarlı Mahmud‟dan 250-300 yıl kadar önce Orhun
vadisinde ve genellikle bozkır bölgesinde yaşayan Uygurların umumi
manzarası ve yaşadıkları tarihî macera kısaca böyle. Kâşgarlı onları
Doğu Türkistan‟da buluyor. Oraya ne zaman gelmişler? 840‟taki
katliam üzerine bozkırdaki Uygurların göç ettiği kesindir. 13 boy
güneye, 15 boy güney-batıya göçmüş. Güneye göçenler Kansu Uygur
Hanlığı‟nı, güney-batıya göçenler Hoço (Turfan) Uygur Hanlığı‟nı
kurmuşlar.
Genellikle Uygurların 840‟taki bu göç olayıyla Doğu
Türkistan‟a geldikleri kabul edilir. Aslında çok daha önceden Doğu
Türkistan‟a Uygur yerleşmeleri vardır. Bunlardan biri 697 yılında,
Kapgan Kağan zamanındadır. Onun baskısıyla bir kısım Uygur
“bozkırı geçerek Kan-su yöresine” yerleşmişti (Ş. Tekin 1976: 10).
Doğu Türkistan‟ın önemli bir kısmı daha 750‟lerde Uygurların eline
geçmişti. 779‟da Tibetliler Beş Balık‟ı almşlar; ancak 800 civarında
Alp Ulug Bilge Kağan Kuça, Karaşar, Turfan bölgelerini Tibetlilerden
geri almıştı (Ercilasun 2004: 225). Bu tarihî olaylar, Doğu Türkistan,
Bozkır Uygur Kağanlığı‟nın elindeyken de bölgeye Uygurların
yerleştiğini göstermektedir.
Aslında Uygurlar 6. yüzyılın ikinci yarısıyla 7. yüzyılın
başlarında Tie-le/Tölis birliği içindeydiler ve Çin kaynaklarında Weiho olarak anılıyorlardı. Ondan önce de Kao-çe/Kanglı birliği
içindeydiler ve o zaman Yuan-hu olarak anılıyorlardı. Kao-çe‟ler daha
“481‟de Tanrı Dağları‟nın güneydoğu etekleri ve Turfan‟a”
gelmişlerdi. Görüldüğü gibi Uygurlar çok eskiden beri Doğu
Türkistan‟da mevcutturlar. 840‟taki göç hareketiyle nüfus bakımından
bölgede üstün duruma geldiler.
Kaşgarlı Mahmud dönemine gelince.Kansu Uygur devleti Kaşgarlı‟nın daha gençlik yıllarında,
1028-1036 arasında Tangutların hâkimiyeti altına girmişti. Hoço
Uygurları ise başlangıçta Hami‟den Kaşgar‟a kadar, aşağı yukarı
bugünkü Doğu Türkistan toprakları üzerinde hâkimdi. Ancak 11. asrın
ortalarında Karahanlı-Uygur sınırının Yukarı İli‟nin doğusunda, daha
güneyde ise Kuça civarında olduğunu tahmin edebiliriz. Ila‟nın (İli
nehrinin) sınır olduğunu, Kaşgarlı‟daki Uygurlarla ilgili ünlü şiirden
anlayabiliriz:
Kimi içre oldurup
Ila suwın keçtimiz;
Uygur tapa başlanıp
Mınglak ilin açtımız. (Atalay III 1941: 235)
Hem Tarım maddesinde (Atalay I 1940: 396), hem de Küsen
maddesinde (Atalay I 1940: 404) Kuça‟nın “Uygur sınırı” olduğu
kayıtlıdır.
Bugünkü Uygurların belirlenmesi açısından bu kayıtlar
önemlidir. Kaşgarlı‟daki bu kayıtlara göre Uygurlar, batıda Kuça‟ya
kadar geliyor. Kaşgar, Yarkent, Aksu gibi şehirler ise Karahanlıların
elinde. Bu sınır bize açıkça gösteriyor ki bugünkü Uygur kavramıyla
Kaşgarlı zamanındaki Uygur kavramı birbiriyle örtüşmüyor.
Bilindiği gibi bugünkü Uygur terimi, Sovyetler döneminde
ortaya çıkmıştır. 1921 yılında Taşkent‟te toplanan ve Batı
Türkistan‟da yaşayan Doğu Türkistanlılardan bir grup aydının
katıldığı “Uygur Entelektüeller Konferansı”nda, Doğu Türkistan‟daki
yerleşik Türklere Uygur adının verilmesi kabul edilmiştir. “Bu ad
1935 yılına kadar Doğu Türkistan‟a girmemiş, bu tarihe gelinceye
kadar Doğu Türkistan şehir ve köy Türkleri kendilerine Müslüman
Türk” demişlerdir. “Dr. Sun Yat Sen (dahi) „Üç Halk Prensibi‟ adlı
eserinde „Müslüman Türk‟ tabirini kullanmıştır… 1934‟te başlayan
Rus-Çin müşterek idaresi sırasında Ürümçi‟de sözde bir konferans
tertip edilmiş ve adı geçen Taşkent kararı kabul ettirilmiştir.” (Buğra
1964: 98). Bu kararlardan ve bunların uygulanmasından dolayı Uygur
deyince bugün Kaşgarlıları da Yarkentlileri de anlıyoruz. Oysa
Kaşgarlı Mahmud zamanında bunlar Karahanlı tebaasıydı ve
Müslümandı; büyük bir ihtimalle de o zamanki Uygur boyundan
değildiler. Karluk, Yağma, Çigil, Toxsı boylarından birine veya
birkaçına mensup olmalıydılar. Ancak 20. yüzyıl başlarındaki yeni
adlandırmayla onlara da Uygur diyoruz
Konuyu biraz daha açalım. Bugünkü Uygurların bir kısmı
Kaşgarlı zamanında Karahanlı tebaası ve Müslüman idiler ve onlara o
zaman Uygur denmiyordu. Bugünkü Uygurların diğer kısmı, yani
Kuça ve doğusunda kalanlar, daha kuzeyde de İli‟nin doğusunda
kalanlar Hoço Uygur Hanlığı tebaası ve Budist idiler. Kaşgarlı‟da
Uygur denilenler bunlardır. Bir de daha doğuda Tangutlara tâbi olan
Budist Uygurlar vardı. Bu duruma göre Kaşgarlı‟nın Tat dediği, kâfir
dediği ve aleyhlerinde ağır şiirler naklettiği Uygurlar, bugünkü
Uygurların ancak bir kısmıdır. Onlara kâfir diyen de Kaşgar‟daki
Karahanlılardır ki bugün onlar da Uygur adını taşımaktadır.
Dolayısıyla bugünkü Uygurların, aleyhlerinde nakledilen şiirlere
rağmen Kaşgarlı‟ya, Dîvânü Lügati‟t-Türk‟e ve aynı dönemdeki
Kutadgu Bilig‟e sahip çıkmalarında şaşılacak bir şey yoktur. Ancak
Karahanlıların torunlarının bir kısmı bugün Uygur olarak anılıyorsa,
bir kısmının da Özbek, Kırgız vb olarak anıldığını unutmamak
gerektir.
Konuyla ilgili olarak birkaç noktaya daha temas etmemiz
lazımdır.
Birinci nokta Karahanlı sülalesinin mensup olduğu boy
meselesidir. Bilindiği gibi bu meselede iki görüş vardır: Karluk ve
Yağma görüşü. Pritsak, Kafesoğlu, Golden gibi tarihçiler Karluk
görüşünü kabul ederler. Barthold, Togan, Reşat Genç gibi tarihçiler
ise Karahanlı hanedanının Yağmalardan olduğu ve Yağmalar
üzerinden Dokuz Oğuzlara yani Uygurlara dayandığı kanaatindedirler.
Başlıca dayanakları, Hudûdü‟l-Âlem‟de geçen, Yağmaların
“hükümdarları Tokuzguz hükümdarları ailesindendir.” (şeşen 1998:
63) kaydıdır. Bilindiği gibi o zamanki İslam kaynakları Uygurlara
Toguz Guz demekte idiler. Mücmelü‟t-Tevârîh‟teki “Yağma
padişahına Buğra Han derler.” (şeşen 1998: 35) kaydı da önemlidir.
Çünkü Reşat Genç‟in de dediği gibi Karahanlılardan başka hiçbir
Türk devletinde hükümdarların Buğra Han unvanını kullandıkları
görülmemiştir (Genç 2002: 695).
Yağma görüşünü kabul edersek Karahanlı hükümdarlarının
Uygurlardan geldiğini de kabul etmiş oluruz. Eğer Kâşgarlı‟nın da
Karahanlı hükümdar sülalesine mensup olduğu görüşü doğru ise
bizzat Mahmud da Uygur hükümdar sülalesinden geliyor demektir.
Tabii ki Kâşgarlı zamanında hanedana ve Yağma boyuna Uygur
denmiyordu; Yağmalar artık müstakil bir boydu. Çin kaynakları
Dokuz Oğuzların dokuz boyu ile onların başındaki Uygurların dokuz
boyunu sayar (Ercilasun 2004: 221-222). Bunların bir kısmı Köktürk
yazılı metinlerde de Türkçe söylenişleriyle geçer. On sekiz boyun
hiçbiri Yağma adını taşımamaktadır. Ancak ben Uygurların kağan
uruğu olan Yağlakar‟ın Yağma ile aynı olabileceğini düşünüyorum
(Ercilasun 2004: 292).
Ġkinci nokta, KâĢgarlı‟nın Uygur yazısıyla ilgili kaydıdır.
Eserinin başında Kâşgarlı Uygur harflerinin listesini vermiştir.
Listedeki her harfin altında Arap harfli karşılığı da vardır. İlgi çekici
olan husus, alfabeyi Uygur adıyla değil Türk adıyla vermesidir. şöyle
diyor: “Bütün Türk dillerinde kullanılan harfler on sekizdir. Türk
yazısı bu harflerle yazılır.” (Atalay I 1940: 8). Bu kayıttan anlıyoruz
ki Uygur yazısı, Türk yazısı olarak umumileşmiştir ve Müslüman olan
Türklerin de yazısı 1070‟lerde hâlâ Uygur yazısıdır. Uygurların bu
yazıyı kullandığını Kâşgarlı ayrıca ve özellikle belirtmiştir:
“(Uygurlar) -kitabın baş tarafında bildirdiğim üzere- 24 harften ibaret
olan Türk yazısını kullanırlar. Kitaplarını, mektuplarını onunla
yazarlar. Bundan başka Uygurların ve Çinlilerin ayrı bir yazıları daha
vardır. Defterlerini, senetlerini bununla yazarlar. Bu yazıyı Müslüman
olmayan Uygurlarla Çinlilerden başkası okuyamaz. Söylediklerim
şehir halkıdır.” (Atalay I 1940: 29). Defterlerin ve senetlerin yazıldığı
ikinci yazı Çin yazısı olmalıdır.
Yukarıdaki sözlerden önceki kayıt da önemlidir. Kaşgarlı
şöyle demektedir: “Uygurların öztürkçe bir dilleri olduğu gibi, kendi
aralarında konuştukları zaman ayrı bir ağız dahi kullanırlar.” (Atalay I
1940: 29).
DLT‟de Uygurlarla ilgili diğer bir nokta, Türkmen ve Uygur
maddelerinde verilen efsanevi bilgidir. Türkmen maddesinde şu
destanı anlatılırken İskender‟in önünden çekilen şu‟nun Hocend
vadisinden doğuya doğru gittiği bölüm şöyledir: “Hakan şu, Çin‟e
gitmişti. Zülkarneyn (İskender) de onu takip etti. Zülkarneyn, Uygur
yakınlarında hakana yakİlaşınca hakan, ona doğru bir öncü birliği
gönderdi. Zülkarneyn de hakana doğru bir öncü birliği gönderdi.
Geceleyin vuruştular; Zülkarneyn hakan ile barş yaparak Uygur
şehirlerini kurdu. Bir müddet burada kaldı. Hakan şu, çekilen
Zülkarneyn‟in izini takip ederek Balasagun‟a kadar geri döndü. Kendi
adıyla, „şu‟ olarak adlandırılan bu şehri kurdu. Oraya bir tılsım
bağlanmasını emretti. Bugün bile leylekler bu şehrin karşısına kadar
gelir, fakat şehrin ötesine asla geçmezler. O tılsım o günden bugüne
kadar kalmıştır.”(Ercilasun 2007: 455).
Uygur maddesinde de şöyle deniyor: “ Uygur: Beş şehirli bir
vilayetin adı. Zülkarneyn Türk hakanı ile barıştıktan sonra bu şehirleri
yaptırmıştır. Bana, Muhammed Çakır Tonka Han oğlu Nizamettin
İsrafil Toğan Tekin babasından hikâye ederek der ki: Zülkarneyn
Uygur illerine geldiğinde Türk hakanı ona dört bin kişi göndermiş;
tulgalarına takılan kanatlar şahin kanatları imiş. Bunlar öne ok attıkları
gibi arkaya da ok atarlarmış. Zülkarneyn bunlara şaşakalmış ve înân
xûz hûrend demiş. „Bunlar kendi kendilerine geçinirler, başkasının
yiyeceğine muhtaç olmazlar; çünkü bunların elinden av kurtulmaz,
istedikleri zaman avlayıp yiyebilirler‟ demek istemiş ve bu vilayete
Xuzxur adı verilmiş. Bu vilayette beş şehir vardır. Vilayetin halkı en
katı kâfirlerdir, son derece atıcıdırlar. Zülkarneyn‟in yaptırmış olduğu
Sülmi, Koçu, Canbalık, Yengibalık adındaki şehirlerdir.”(Ercilasun
2007: 456).
Bu efsanevi rivayetlerden birkaç sonuç çıkmaktadır.
1.Şu destanındaki hükümdar Şu, Uygurların efsanevi
atasıdır. Uygurlar, Şu‟nun İskender‟e gönderdiği 4000 atlıdan
türemiştir.
2. Destanın başında şu‟nun Hocend vadisinde oturduğu
belirtilmiştir. Destana göre, İskender gelince Altay Dağları‟na doğru
çekilmiştir; Oğuzlar ise Hocend‟de kalmışlardır. Demek ki destana
göre Uygurlar Altay Dağları civarına gelmeden önce Hocend
vadisinde Oğuzlarla beraber yaşıyorlarmış.
3. Destana göre Uygurların adını İskender koymuş: Xuzxur.
Bu isim de Farsçada “kendi kendilerine geçinirler” demekmiş.
Elbette yukarıda verilen etimoloji bir halk etimolojisidir ve
ilmî bir değeri yoktur.İskender‟in Uygurlara Farsça bir isim vermesi
zaten düşünülemez. Ancak destandaki “tulgalarına takılan kanatlar
şahin kanatları imiş” kaydı önemlidir. Çünkü Çin kaynakları da
Uygur‟un Çince söylenişi olan Huey-ho‟nun anlamını “şahin gibi
dönerler ve dalarlar” şeklinde vermektedir. Bence Uygur adının anlam
ve etimolojisi buradan hareketle ortaya konulmaya çalışılmalıdır.
KAYNAKÇA
ATALAY Besim (1940-1941): Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi I-III,
TDK, Ankara.
BUĞRA M. E. (1964): “Doğu Türkistan‟a Dair”, Türk Kültürü, Sayı:
21 (Temmuz 1964), TKAE, Ankara.
ERCİLASUN Ahmet B. (2004): Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk
Dili Tarihi, Akçağ Yay., Ankara.
ERCİLASUN Ahmet B. (2007): Makaleler – Dil-Destan-TarihEdebiyat (Hazırlayan: Ekrem Arıkoğlu), Akçağ Yay.,
Ankara.
GENÇ Reşat (2002): “Karahanlı Tarihi”, Genel Türk Tarihi 2,
Ankara.
ŞEşEN Ramazan (1998): İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve
Türk Ülkeleri, TKAE, Ankara.
TEKİN Şinasi (1976): Uygurca Metinler II. Maytrısimit, Atatürk
Üniversitesi Yay., Ankara.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder