THKP-C'nin kayıp halkası: Yüzbaşı İlyas Aydın
Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmelerinin 40. Yılında 12 Mart darbesine yol açan karanlık olaylar tartışılıyor. 1971'de THKP-C tarafından kaçırılan İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'u öldürdüğü iddia edilen Hava Yüzbaşı İlyas Aydın'ın akıbeti hala merak konusu.
Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmeleriyle ilgili bir belgeselde konuşan bir gazeteci İlyas Aydın'dan söz ediyordu.
Döneme tanıklık eden gazeteci, İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'un öldürülmesi olayına adı karışan İlyas Aydın'ın fotoğrafları yayımlandığı halde esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolduğuna dikkat çekiyordu.
Mahir Çayan'ların kurduğu THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi üyesi) İlyas Aydın, Hava Kuvvetleri'nde yüzbaşıydı.
THKP-C'nin ordu içerisindeki bağlantıların kilit ismi Çayan'ın kayınbiraderi Yüzbaşı Orhan Savaşçı'ydı.
İlyas Aydın da Orhan Savaşcı kanalıyla THKP-C ile ilişkilendirilmişti.
'9 Mart' darbe girişimi akamete uğrayıp 12 Mart darbesi gerçekleştikten sonra Mahir Çayan ve arkadaşları kendi başlarına yola devam etme kararı almışlardı.
Tutuklu arkadaşlarının serbest bırakılmasını sağlamak için İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'u kaçırmışlardı.
Tarihler 17 Mayıs 1971'i gösteriyordu.
Güvenlik güçleri 23 Mayıs günü, Nişantaşı'nda bir daireye baskın yaptıklarında Elrom'un cesediyle karşılaştılar.
Failler ise ortadan kaybolmuşlardı.
İLYAS AYDIN ÖLDÜRMÜŞ!
Mahir Çayan ve arkadaşı Hüseyin Cevahir bilahere bir evde kıstırılmışlardı.
Cevahir çatışmada hayatını kaybetmiş, Çayan ise yaralı olarak ele geçirilmişti.
Çayan savcılığa verdiği ifadede Elrom'u kendisinin öldürdüğünü söylemişti.
Mahkemede ise Elrom'u öldürenin kim olduğunu bilmediğini söylemiş, daha sonra da İlyas Aydın'ın ismini vermişti.
Jandarma erleri mahkemede Mahir Çayan'a ait bir pusula ele geçirmişti.
Ulaş Bardakçı'ya verilmek istenen pusulada 'Elrom'u İlyas Aydın öldürdü' yazıyordu.
Mahkemede sanıklardan Necati Sağır ise çelişkili bir ifade vermişti.
Sağır, Elrom'un öldürülmesi sırasında İlyas Aydın'la aynı evde kaldığını ve Elrom'un öldüğünü de radyodan duyduklarını söylemişti.
Ulaş Bardakçı sert bir tepki göstererek 'Necati Sağır yalan söylüyor' diyerek tepki göstermişti.
Necati Sağır daha sonra ifadesini değiştirecekti.
Mahir Çayan, Elrom'u İlyas Aydın'ın öldürdüğünü Hüseyin Cevahir'in kendisine söylediğini iddia etmişti.
İlyas Aydın firardaydı, Cevahir ise hayatta değildi.
THKP-C'nin kurucularından Yusuf Küpeli de İlyas Aydın'ın Elrom'un katili olarak lanse edilmesini tuhaf karşılamıştı.
Bakın ne diyor:
'Elrom'u öldürmüş olan kişiye, 'Neden İlyas'ın adını verdin?, Gerçekten o mu öldürdü yoksa ajan mı demek istedin?' diye sordum. Yanıtı, 'hayır o öldürmedi, ajan da demek istemedim, sadece yurt dışında olduğunu sandım!' oldu. 'Peki yakalansa idi ne olacaktı?', diye soruyu sürdürdüğümde, yanıtı, 'ifade değiştirecektim!' oldu...'
Turhan Feyizoğlu'nun 'Mahir' kitabında yer alan bir bilgiye göre ise Mahir Çayan arkadaşı Oktay Etiman'a şunları söylemişti:
'İlyas Aydın'la MİT bağlantı kurmuş. MİT İlyas'a ajanlık önermiş. Kabul etmesini, bize de istihbarat getirmesini istedim.'
Rivayetler farklı farklıydı.
Oğuzhan Müftüoğlu'nun söylediği gibi İlyas Aydın olayı THKP-C'nin MİT'le ilişkisi konusundaki söylemlere malzeme oluşturmuştu.
ÇOK KARMAŞIK BİR OLAY
İlyas Aydın İstanbul'dan kaçarak Ankara'ya gelmişti ve subay arkadaşlarının evinde saklanıyordu.
Mahir Çayan, Oğuzhan Müftüoğlu'ndan Aydın'ın saklandığı evin basılabileceğini, bu yüzden Aydın'ın oradan alınıp güvenli bir yerde saklanmasını istemişti.
Oğuzhan Müftüoüğlu ve Koray Doğan, İlyas Aydın'ı bularak Keçiören'de bir arkadaşlarının evine bırakmışlardı.
Mahir Çayan ve arkadaşları Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçtıktan sonra İlyas Aydın'la yakından ilgilenmişlerdi.
'Bitmeyen yolculuk' kitabında Adnan Bostancıoğlu, Oğuzhan Müftüoğlu'na 'Mahir'in hassasiyeti niye? Yani sizi polisin karakol kurması muhtemel bir eve gönderecek kadar' diye sormuştu.
Müftüoğlu şöyle cevap vermişti:
'Onu bilemiyorum. İlyas Aydın olayı çok karmaşık bir olay, ben de tam olarak çözebilmiş değilim. Biraz da o yüzden anlatıyorum. Mesela Ulaş'ın öldürüldüğü günün ertesinde Keçiören'deki arkadaşların yanına gitmiştim. Arkadaşlar Ulaş'ın ölümünü öğrendiklerinde İlyas Aydın'ın ağladığını, daha sonra da oradan çıkıp gittiğini ve bir daha geri dönmediğini söylediler, kaçmış yani... Ben Mahir'lerin kaldığı yere geldiğimde olayı anlatınca, Mahir hiç duraksamadan 'Ajan' dedi. Alkaya'yla Veyis'e söylendi ve 'Nasıl kaçırdılarsa gitsinler yakalayıp getirsinler!' dedi. Ben doğrusu çok şaşırdım. Mahir'e, 'Sen adama şimdi ajan diyorsun ama o zaman beni niye öyle birini kurtarmak için , karakol ihtimali olan eve gönderdin' diye
sordum. İlyas'ın Ulaş'ın ölümünü duyunca ağladığını anlattım. 'Ajan olsa ağlar mı' diye sordum. Ertuğrul (Kürkçü) da 'asıl ajanlar ağlar' diye Türk filmi gibi bir laf etmişti. Halimiz çok hoştu doğrusu.'
Oğuzhan Müftüoğlu'na göre Mahir Çayan baştan itibaren İlyas Aydın'dan şüpheleniyordu. Ama emin olamamıştı. Polisle de MİT'le de ilişkisi olduğunu biliyorlar. İkili çalıştığını düşünüyorlar ama esas kime çalıştığını bilemiyorlar. O konuda tereddütlüyken, bu kaçma olayını düşününce ajan olduğu kanaatine ulaşmıştı Mahir Çayan.
'ASLANLI MERDİVENDE GÖRDÜM'
Müftüoğlu, Mahir Çayan'la görüştükten sonra bir kez daha İlyas Aydın'ı görmüştü.
Müftoğlu arkadaşı Koray Doğan ile buluşmaya gidiyordu.
Genelkurmay binasının önünden taksiyle geçerken İlyas Aydın'ı görmüştü.
İlyas Aydın, aslanlı merdivenlerin önünde bekliyordu.
Koray Doğan da aynı gün polis tarafından vurularak öldürülmüştü.
Müftoğlu yakalandıktan sonra cezaevinden dışarıdaki arkadaşlarına Aydın'ın ajan olduğunu duyurmuştu.
'İlyas Aydın ajan. Koray Doğan, onu Genelkurmaydan çıkarken görmüş' diye haber göndermişti.
İlyas Aydın'ı görenin kendisi olduğunu saklamıştı.
Bir süre sonra 'Cumhuriyet' gazetesinden Mustafa Ekmekçi, 'Koray Doğan, İlyas Aydın'ı Genelkurmay'dan çıkarken gördüğü için mi öldürülmüş' diye sormuştu köşesinde.
TAKMA ADI PRENSES
İlyas Aydın'ın takma adı 'Prenses' idi.
Müftüoğlu Emniyet'te sorgulanırken polislere 'Herkesi soruyorsunuz niye Prensesi hiç sormuyorsunuz' demişti.
Tepkilerini öğrenmek için ' O ajan değil mi' diye sormuştu.
Polis müdürü, 'Ulan, bu komünistler hem adama Prenses diyorlar hem ajan' diye söylenmişti...
Adnan Bostancıoğlu, Müftüoğlu'na İlyas Aydın hakkındaki kanaatini sormuş ve şu cevabı almıştı:
'İkili oynayan biri olduğu açık. Birileri adına çalıştığı da. Bizim yakalanmamızdan sonra Malatya yöresine gidiyor. Malatya yöresindeki devrimcileri örgütlüyor.'
Müftüoğlu sonrasını şöyle anlatıyordu:
'Oradan Filistin'e gidiyor. Birileriyle ilişki kurup Filistin'e geçiyor. Filistin'de Teslim Töre ve arkadaşları onu yakalıyor, bir eve hapsediyorlar. Gülten Çayan'a haber veriyorlar. Gülten Çayan Paris'ten geliyor. Sorgulanıyor. Teslim Töre'nin bana anlattığına gore adam ajan olduğunu kabul ediyor. Galiba oralarda öldürülmüş. Öyle söylendi. 12 Mart sonrasında Uğur Mumcu, 'İlyas Aydın nerede?' diye yazıp durmuştu, oysa bütün bunları o da biliyordu.'
Kafası karışmıştı Müftoğlu'nun, 'Bir yandan da düşünüyorum; buna rağmen Malatya'da, Filistin'de ne işi vardı. Sadece kendisi değil, onun bağlı olduğu varsaydığımız kurum açısından da soru işareti var. Deşifre olmuş bir eleman niye böyle kullanılsın' diyordu.
EYMÜR BİLE ÇÖZEMEMİŞ!
Kafası karışan sadece Müftoğlu değildi.
O dönemde THKP-C'yle yakından ilgilenen MİT eski mensubu Mehmet Eymür de anılarında şöyle diyecekti:
'Yüzbaşı İlyas Aydın'ın da Kızıldere'ye geldiğini ve baskından önce oradan ayrıldığını öğrenmiştik. Sonradan Ertuğrul Kürkçü ve İlyas Aydın'ın MİT ajanı olduğu iddiaları yayılmaya başladı. Her ikisinin de MİT'le bir alakası olmadığını biliyorum. Ancak İlyas Aydın, benim için de bir şüphedir. MİT değil ama herhangi başka bir örgütün THKP-C İçindeki ajanı olabilirdi.'
Hakikaten esrarengiz bir adamdı İlyas Aydın.
Oğuzhan Müftoğlu bakın ne diyor:
'Aslında İlyas Aydın olayını en iyi bilmesi gereken kişi Yüzbaşı Orhan Savaşçı'dır. İstanbul'da THKP-C davasında yargılandığımız sırada ona da İlyas Aydın'ın MİT görevlisi olup olmadığını sormuştum. O da bana 'MİT nasıl bir örgüt?' diye bir soru sormaktan öteye bir şey söylememişti.'
THKP-C çevresine göre İlyas Aydın, Filistin kamplarında sorgulanarak öldürülmüştü.
Aydın'ın öldürülüp öldürülmediği sorusu daha sonraları Teslim Töre'ye de, Gülten Çayan'a da sorulmadı, sorulduysa da biz bilmiyoruz.
İlyas Aydın ajan mıydı, kime çalışıyordu?
Öldürülmüş müydü yoksa öldürüldüğü söylentisi mi çıkarılmıştı?
Hiç mi bir akrabası, eşi dostu yoktu İlyas Aydın'ın?
Hiç merak etmemişler miydi?
Darbe hükümeti Elrom'un kaçırılacağını biliyordu!
İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'un kaçırılacağını '12 Mart'ın ara rejim hükümeti önceden haber almıştı.
Ama bu bilgi bir işe yaramadı.
'Dev-Genç' liderlerinden Harun Karadeniz anılarında 1971'de Maltepe Askeri Cezaevi'nde yatarken tanık olduğu bir anekdota şöyle yer vermişti:
'Koğuştaki gençler CIA'dan ve MİT'ten bahsediyorlar ve onları küçümsüyorlardı. (27 Mayıs 1960 hareketinin önde gelen isimlerinden Milli Birlik Komitesi üyesi) İrfan Solmazer, 'Çocuklar siz MİT'i pek kenara atmayın, bu işler sizin bildiğiniz gibi değil' dedi. Gençlerin umursamaz tavrını görünce Solmazer sinirleniyor, 'Siz biliyor musunuz ki, Elrom'un kaçırılacağını hükümet sekiz gün önceden biliyordu.' Gençler pek ihtimal vermediler.'
İrfan Solmazer'in destekleyen bir açıklama da yıllar sonra dönemin Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş'tan gelmişti.
Koçaş da anılarında dönemin İçişleri Bakanı Hamdi Ömeroğlu ile arasında geçen bir konuşmayı aktarmıştı.
Ömeroğlu Koçaş'a 'Asıl suçlu İstanbul Emniyeti'dir. 10-15 gün evvel, Emniyet Genel Müdürlüğü, konsolosun kaçırılma ihtimalini tesbit etti. Kendilerine emir vermiş olmamıza rağmen nasıl önlenemez bu iş anlamıyorum' demişti.
Koçaş, 'Ne diyorsun Ömeroğlu, siz biliyor muydunuz bunu?' diyerek karşılık vermişti.
Ömeroğlu ise şu cevabı vermişti:
'Maalesef, evet. Buna rağmen nasıl oldu anlayamıyorum. Yarın öğreneceğiz. Nedenini İstanbul'dan sorduk.'
İstanbul Emniyetinden iki polis şefi 'ihmal'den ötürü bir süre görevlerinden uzaklaştırılmışlardı.
Tuhaf işlerdi bunlar.
İsrailliler İlyas Aydın'ın öldüğüne inanmamışlar!
'Zaman' gazetesinden Fuat Akyol'un 1999'da yaptığı bir dosya haberde esrarengiz Hava Yüzbaşı İlyas Aydın'la ilgili önemli bir bilgi yer alıyordu.
Buna göre, MİT, 15 Aralık 1971 tarihinde bir yazı göndermişti.
'Şam ve Hama'de bulunan ve Sıkıyönetim Komutanlıkları'nca aranan Anarşistler' başlıklı yazıda Yüzbaşı İlyas Aydın'ın da 'Mithat' takma adıyla faaliyet gösterdiği belirtiliyordu.
Hama'deki kampta 6 ve 12 kişiden müteşekkil iki grubun eğitim gördüğü, 6 kişilik grubu İlyas Aydın'ın yönettiği ifade ediliyordu.
MİT'in yazısında 'Anarşistler Türkiye ile zaman zaman haberleşmekte ve Şam'daki Türk sefareti ile temas imkanları aramaktadırlar' ibaresi de yer alıyordu.
İlginç bir bilgiydi bu.
İlyas Aydın'ın 'ajan' olduğu gerekçesiyle Türkiyeli devrimciler tarafından Filistin kamplarında infaz edildiği genel kabul gören bir iddiaydı.
İlyas Aydın gerçekten öldürülmüş müydü, hala bir sır.
16 Temmuz 1982 tarihli 'Milliyet' gazetesinde Özgen Acar imzasıyla Lübnan'ın Sayda şehrinden gönderilen bir haber yer almıştı.
Haberin başlığı şöyleydi:
'İsrail askeri sözcüsü Yarbay Zochi Milliyet'e açıkladı: İsrail ajanları Elrom'un katili Aydın'ın peşinde.'
Habere göre İsrail askeri sözcüsü Samuel Zochi, Elrom'un öldürülmesi olayına karışan bir Türk teröristin Lübnan'da olduğunu saptadıklarını, sözkonusu kişinin ellerindeki tutsaklar arasında olabileceğini söylemişti.
Aynı haberde İlyas Aydın'ın ölmediği, İsrailli ajanlardan kurtulabilmek için böyle bir söylenti çıkarıldığı iddia ediliyordu.
İddiaya göre ise Aydın Suriye'de öldürülmüştü.
Haberde İsrail askeri sözcüsünün, İsraillilerin Elrom olayına karışan hangi şahsı aradıklarını söylemediği de ifade ediliyordu.
Haberin arkası gelmedi ve İlyas Aydın Olayı bir kez daha karanlığa gömüldü.
Sol'u resmen yemlemişler..
Türkiye'de neden doğru dürüst bir sol teşekkül etmedi? Her zaman sorulan bir soru bu.
Sol, 27 Mayıs darbesinden sonra bambaşka bir nitelik kazandı.
Oysa Osmanlı sosyalistleri, komünistleri Marksist terminolojiye daha vakıftılar. Faaliyet alanları da yeni teşekkül eden işçi zümreleriydi.
Türkiye Komünist Partisi Cumhuriyet döneminde doğal olarak yeraltına kaydı.
Marksist Sol, 1960'larda darbeciliğin, cuntacılığın rüzgarına kapıldı. Sol'u Sol bağlamdan koparan ittifaklar gerçekleşti.
Öyle ki TİP gibi 'yumuşak' bir parti bile darbeciliğe meyletmediği için suçlandı, vs.
Can Dündar Milliyet'te 'Vehbi Koç neler yaşadı?' başlıklı bir dizi yayımlıyor.
Dizinin dünkü bölümünde Koç'un 1960'larda TİP'li Sadun Aren'le görüşmesi Milli Emniyet'in takibine yakalanmış.
Koç için de bir dosya tutulmuş..
Dosyada Koç'un sosyalistlerle münasebetleri yer alıyormuş.
1966'da Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, Koç'a 'Vehbi Bey, Milli Emniyet senin için dosya tutmuş. Şimdi Faruk Sükan'ın elinde.. Bir uğrasan da konuşsan' falan demiş.
Koç, hemen İçişleri Bakanı Faruk Sükan'dan randevu almış.
Görüşmede Koç'un, Sadun Aren'le ilişkisi, yanısıra solcu gazetelere verdiği ilanlar gündeme gelmiş..
Koç, Başbakan Demirel'e de gitmiş..
Aren'le TİP'in ithalatı, ihracatı, sanayii ve bankacılığı devletleştireceği şeklindeki seçim beyannamesi üzerinde konuştuklarını söylemiş.
TİP 1965 seçimlerinde Meclis'e girmişti.. Aren de TİP'ten milletvekili seçilmişti.
Demirel, Koç'u 'safını belirle Vehbi Bey' diye ikaz da etmiş.
Haa bu arada, Merhum Koç da az değilmiş..
Meğer o da işadamlarıyla ilgili istihbarat yaptırırmış.
O da hangi işadamının, hangi gazeteye, ne kadar ilan verdiğini gizlice araştırmış. Elindeki listeyi de Sükan'ın önüne koymuş..
Listeyi gören Sükan şaşkınlıktan az kalsın küçük dilini yutacakmış..
Öyle isimler varmış ki, 'Vay anasını yahu!!!' olmuş Sükan..
Tabii o isimler kimler, kime ne kadar para aktarmışlar, sır.
Sükan 'Vehbi Bey bundan sonra senin en büyük müdafaacın ben olacağım' diyerek uğurlamış Koç'u..
Ee burada bitmiyor tabii.
Başbakan Demirel üç adamını göndererek Koç'tan AP'ye maddi destek istemiş..
Madem solculara 'özel sektörü desteklemeleri' karşılığında ilan yağdırıyor, o halde liberal ekonomi taraftarı AP'ye, hem de iktidara gelmişken niye vermesin ki..
'Seve seve' verir. Sevmese de verecek, eli mahkum..
Vehbi Koç ile solcuların, sosyalistlerin görüşmelerinde anormallik yok. Anormallik, marksistlerin, sosyalistlerin Koç başta olmak üzere burjuva işadamlarıyla gizlice iş pişirmeleri..
Sonra da sol söylemin içerisine 'kapitalist' içerikler sızdırmaları..
Das Kapital'in kapağını bile açmayan zavallı sosyalistler 'sızdırmayı' nasıl anlasın?
Ulusal Demokratik Cephe dersin, Milli Demokratik Devrim dersin, Milli Burjuvazi dersin, olur biter.
9 Martçı solcuların yayın organlarına da banka reklamları sağlamışlardı..
Niye sol yok diyoruz ya, işte bundan.
Lamı cimi yok abicim..
Yem'lemişler işte.
1 Mayıs ve sol şiddetin kutsallığı
1 Mayıs 1977'de Taksim'deki “kanlı sahne”de rol alan bazı sol fraksiyonlara mensup olanlar üzerlerine toz kondurmuyorlar.
“1 Mayıs'ı derin devlet sahneye koydu” demek yetiyor bunlar için.
Halil Berktay çıkıp “bu solun kendi rezilliği” diyerek 1 Mayıs 1977'nin üzerindeki “derin devlet” şalını indirince bir kıyamet kopuverdi.
“Taraf” gazetesi yazarlarından Ümit Kıvanç ve arkasından Nabi Yağcı gazetenin 1 Mayıs 1977'ye ilişkin yaklaşımını protesto ederek istifalarını verdiler.
Berktay, 1977'de Mao'cu “Aydınlık” grubunun önde gelen isimlerinden.
Nabi Yağcı da Sovyetler Birliği güdümündeki illegal “Türkiye Komünist Partisi”nin eski liderlerinden.
Türkiye bir yüzleşme sürecinden geçerken 'Sol'un kendini bu yüzleşmeden muaf tutması sağlıklı değil.
***
Bir televizyon programında konuşan Gülay Göktürk de Berktay'ın açıklamasını destekledi.
Göktürk de “Aydınlık” grubunun önde gelen isimleri arasındaydı.
1 Mayıs mitinginin “Maocu gruplar” ve “Sovyetler Birliği yanlısı gruplar” arasında bir çatışmaya sahne olduğu konusunda kimsenin şüphesi yok.
İhtilaf, 'derin devlet'in bu sol içi çatışmaya müdahale edip etmediği konusunda çıkıyor.
Bir görüşe göre 'derin devlet' Taksim Meydanı'nın etrafına ve kalabalıklar arasına yerleştirdiği ajanlarıyla bu lokal bir çatışmayı katliama dönüştürdü.
Berktay'ın seslendirdiği diğer görüşe göre ise 1 Mayıs 1977 sol grupların kendi iç çatışmalarının ürünüdür.
Eğer 'derin devlet'in parmağı aranacaksa çatışmaya katılan sol gruplar içerisinde aramak gerekecektir.
Gülay Göktürk de zaten bu mealde birşeyler söyledi.
***
Konu sadece 1 Mayıs olsaydı, belki bu tartışma bir yerlere bağlanabilirdi..
Oysa Taksim sol içi şiddetin sahnelendiği tek mekan değil.
Sadece sol fraksiyonlar arasında değil, aynı örgütün kendi içinde de sıklıkla infazlara başvurulduğu biliniyor.
Cezaevlerinde, dışarda, orada burada sol örgütlerin kendi militanlarına yönelik infazlara ilişkin yüzlerce örnek var.
PKK da kendisini sol bir ideolojiye dayandırdığı için, kendi içinde gerçekleştirdiği infazları da bu şiddet kültürünün içinde görmek gerekiyor.
Türkiye örneğindeki Sol içindeki şiddet ve infaz kültürünün kökleri konusunda esaslı bir özeleştiri yapılamadı.
Bazı sol grupların topluma sert darbeler indirmeyi amaçlayan darbeci çevrelerle çok kolay şekilde bütünleşmelerinde de bu şiddet kültürünün/kültünün payı yok mudur?
Yoksa 'sol şiddet' bir tabu mudur, bir kutsallığı mı vardır?
Bu yüzden mi 1 Mayıs 1977'de gerçekte ne olduğunu öğrenmemizi istemiyorlar?
Yıldıray Oğur'un Ümit Kıvanç'a hatırlattığı gibi sol “hiç yanlışsız, hep mağdur” pozisyonunda mıdır?
Darbeye kurban edildiler
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan 12 Mart 1971'deki askeri muhtıranın ardından gelen ara rejim hükümetleri döneminde idam edilmişti.
“12 Mart”ı coşkuyla alkışlayan Sol çevreler, CHP'li Nihat Erim'in başbakanlığı döneminde başlatılan “Balyoz harekatı”ndan sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı.
Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesi ise büyük bir travmaya sebebiyet vermişti.
Hiç kuşkusuz, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesi siyasi bir karardır.
“Kemalist sol darbe geliyor merak etmeyin” diyerek gençleri kışkırtanlar ise cezasız kaldılar.
Zira yüzüstü bırakılan kemalist-sol cuntanın içerisinde 12 Mart Muhtırası'na imza atanlar da yer alıyordu.
Sözde hukuk, devrimci gençleri ezmiş ama kemalist sol cunta içerisindeki üstlerine ilişememişti.
İşin açıkçası, cinayet işlemedikleri halde Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı kurban edilmişti.
CHP lideri İsmet İnönü idamlar konusunda CHP Grubu'nu bağlayıcı bir karar almamış, milletvekillerini serbest bırakmıştı. İdam kararlarına el kaldıranlar Adalet Partililer kadar, o gün Meclis'e gelmeye cesaret edemeyen CHP'liler de sorumlu değil midirler?
BÇG'nin 'devrimci' tayfaları
“28 Şubat” post-modern darbesinin savunucuları kendilerini “anti-Amerikancı” göstermeye bayılıyorlar.
O dönemde 28 Şubat kararlarnı yetersiz bulup, “devrim mahkemeleri kurulsun” diyen 'devrimciler' gördük.
Aralarından Refah Partisi'nin kapatılması için dilekçe veren teorisyenler bile çıkmıştı.
28 Şubat goygoyculuğunun önde gidenleriydi..
Bukalemun gibiydiler...
Bir bakıyordunuz “sosyalist” oluyorlar, bir bakıyordunuz “PKK'lılara ağabeylik” yapıyorlar, bir bakıyordunuz “Kemalistliğe” geçiveriyorlardı.
Hangi kıbleye namaza duruyorlar, belli değildi.
Org. Güven Erkaya, “Bu kez silahsız kuvvetler halletsin” demişti ya..
“Emir ve görüşlerinize hazırız komutanım” diyerek ilk selam çakanlar bunlardı.
Kaptan Köşkü'nde BÇG'nin yer aldığı 28 Şubat gemisinde gönüllü tayfalık etmişlerdi.
“27 Mayıs” ve “12 Mart” darbelerinde de tayfa rolü oynamışlardı.
İnsan şu soruyu sormadan geçemiyor:
“Gerçekte kimsiniz siz?”
***
Cengiz Çandar'ın Neşe Düzel'e anlattığına göre..
28 Şubat MGK toplantısından iki hafta sonra ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 7. katında bir toplantı gerçekleşmiş.
Amerika'nın en İsrail yanlısı çekirdeğinden adamlar katılmış toplantıya..
“Ne olacak şu Türkiye'nin hali” diye dertleşmişler..
Toplantıdan çıkan genel eğilim, “Doğrudan askerî bir darbe olmadan bu hükümet gitmeli” şeklindeymiş.
Burada bir parantez açalım.
Şubat 1996'da imzalanan Türkiye-İsrail askeri anlaşmasının mimarlarından birisi Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir idi.
Refah Partisi'nden bu anlaşmaya son verileceği şeklinde açıklamalar gelmişti.
Koalisyon Hükümeti'nin büyük ortağı Refah Partisi anlaşmaya son verememişti ama Amerika ve İsrail açısından bir güvensizlik zuhur etmişti.
Erbakan Hoca, suyu bulandırmıştı bir kere.
***
2000 yılında Çandar, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz'e “Refah-Yol'un gitmesini neden istediniz” diye sormuş.
O da şöyle cevap vermiş:
“Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerde yazılı olmayan bir kod vardır. Erbakan bu kodu bozdu. Amerika, ne yapacağı kestirilemeyen, kontrol edilemeyen müttefikten hoşlanmaz.”
Başbakan Erbakan'ın ilk dış gezisini, kendisine yapma dendiği halde İran'dan başlatması, ikinci gezisini Mısır, Libya ve Nijerya'ya yapması tuz biber ekmiş yaraya.
Çevik Bir'in Amerika'daki israil lobisiyle ve İsrail askeri sanayileriyle yakın ilişkilerine atıfta bulunan Çandar şöyle konuşmuş:
“Türk Silahlı Kuvvetleri ile İsrail establisment'ı ve Amerika'daki İsrail yanlısı çekirdek kadrolar arasındaki çok yoğun ve yakın ilişkiyi görmeden 28 Şubat'ı anlayamayız.”
Sözde devrimci tayfaların görmezlikten geldikleri “28 Şubat”ın hakikatlerinden birisidir bu.
Bir taraftan “kahrolsun Amerika” derken, diğer taraftan ABD'nin, İsrail'in ekmeğine bal ve tereyağ sürmüşler.
Aynı soruyu tekrar edeceğim, “Kimsiniz siz yahu?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder