23 Eylül 2012 Pazar

Bilim dili - Muhsin Meriç


İngiliz Profesör John Bell, “Bilimin cevaplayamadığı sorulardan önce soramadığı sorular var”der.
Bilim, niçin bazı soruları sormaz? Bilim camiasının dizginleri hangi mihrakların elindedir? ‘Objektif’ bilim olabilir mi? Max Plank, “Hiçbir bilim adamı inanç ve ideolojisini iştigal ettiği bilimden soyutlayamaz” der.  Acaba sorulamayan o sorular bilimi ‘vahy’in hakikatlerine götüreceği için mi sorulamamıştır? Kâinatı anlatan bilimden niçin tüm tahsil hayatımız boyunca kâinâtın Yaratıcısı hakkında tek kelime duymayız? Kâinatta tek bir noktayı bile küllî ve ilâhî İrade hâricinde tutmayan İslâm, kîanata hiç müdahale etmeyen bir Allah inancını empoze eden bilim dilini kabul edebilir mi?
İşte bu tür soruları çok sorduğu ve yeni bir çığır açtığı için 1986 yılında, siyonistler tarafından şehid edilen Filistinli profösör İsmail Faruki ve İranlı profösör Seyyid Hüseyin Nasr’ın başını çektiği bir grup müslüman bilim adamı 30-40 seneye yakın bir zamandır, batıda “Bilimin İslamileştirilmesi” tezi üzerinde yoğun bir çalışma ve tartışma içerisindeler. Bu mevzu, Mustafa Armağan tarafından “İslam Bilimi Tartışmaları” adlı derleme bir kitapta yayınlandı. Yazar İdris Ferid de muhtelif yazılarında konuyu gündeme getirdi.
Bilimin İslamileştirilmesi tezini hararetle savunan Filistinli profösör İsmail Faruki şöyle diyor: İçinde yaşadığımız dönemde İslam ümmeti tehlikeli bir durumla karşı karşıyadır. Biz korkunç bir ikilemin boynuzlarına yakalanmış durumdayız. Ya “bilim”i alacak ve dinimizi ondan apayrı, öznel ve şahsi bir alana kapayacağız, ya da dinimizi düşünce ve hayatımızın temeli kılarak şerefyab olacak, buna karşılık “bilim” alanındaki zaafımızı ve onun sağlayacağı güçten yoksun kalmayı sürdüreceğiz. Bu, bence yanlış vazedilmiş bir ikilemdir. (İslam Bilimi Tartışmaları, s. 11)
Seküler Bilimi benimsemek, dini alanda bizi tehlikeye sokuyor. Bu tehlikeye düşmemek için bilimlerden uzak durmak ise dünyevi felaketle sonuçlanıyor. Bu durumda ne yapmalıyız?
Farukinin bu probleme getirdiği alternatif, “Bilginin İslamileştirilmesi” tezidir. Ümmetin içinde bulunduğu felaketlerden kurtulmasının başında sağlıklı bir eğitim faaliyeti gelir. Ve bunun yolu da, bugünkü modern bilimin seküler ve batılı yapısından arındırılmasıyla, İslamın tevhid anlayışına uygun bir bilim anlayışının ortaya koyulmasıyla mümkündür. Bu yapılabildiği takdirde, kendi iç bünyemizdeki sıkıntılardan kurtulabileceğimiz gibi, ümmetin insanlığa öncü olma özelliğini de yeniden canlandırabiliriz..
Faruki, bu düşüncesini, Uluslararası İslam Düşüncesi  Enstitüsü’nce 1982’de yayınlanan, “Bilginin İslamileştirilmesi” kitabında tafsilatla ele aldı. Faruki 11 merhalede ele aldığı batı bilimlerinin İslamileştirilmesini kısaca her iki bilimlere vakıf olunarak, tahlil ve eleştiriden geçirerek, diğer bilimlere İslami bir muhteva kazandırılması gerektiğini söylüyordu. (Bkz. Bilginin İslamileştirilmesi, Risale yayınları, 1986)
Farukinin bu teklifi pek çok Müslüman bilim adamı tarafından tartışıldı. Bu bilim adamları “Bilimin İslamileştirilmesi” tezine sıcak bakıyor, hatta hararetle taraftar oluyorlardı. Yalnız Farukinin teklif ettiği “bilginin İslamileştirilmesi” tezi, kuvvetli bir epistomolojik alt yapıdan mahrum olduğu için, bir tür “İslamın batılılaştırılması” olarak değerlendirildi ve tenkid edildi.
“Bilimin İslamileştirilmesi” tezi Seyyid Hüseyin Nasr, S. Nakib El-Attas, Ziyaüddin Serdar, Perviz Manzur, Münevver Ahmed Enis, İsmail R. Faruki, Riyaz Kirmani, Osman Bakar, Glyn Ford gibi pek çok Müslüman bilim adamı tarafından kabul edilmiştir. Fakat  hala üzerinde mutabakata varılmış, son şekli verilmiş belirgin bir şey de ortaya çıkmamıştır.
İslâmiyet, akla, fenne, ilme önem verir. Bilimle din çatışmaz. Ancak ateistlerin elinde oyuncak olan bir bilim anlayışının oyuncağı olmak da hiçbir Müslümana yakışmaz!

Hiç yorum yok: