13 Temmuz 2012 Cuma

Fransa'nın Cezayir'i İşgali - Mehmet HALEOĞLU

Oruç Reis ve kardeşi Barbaros Hayreddin tarafından ele geçirilen Cezayir, Kanunî Sultan Süleyman'ın talebiyle Barbaros'un Osmanlı deniz kuvvetlerinin Kaptan-ı Deryası olması üzerine Osmanlı idaresine girmiştir. "Garp Ocakları" adı verilen Trablusgarp, Tunus ve Cezayir idarî bakımdan farklı bir statüye tâbi idi. Her ne kadar Barbaros'un kurduğu teşkilât büyük değişikliklere uğramadıysa da Cezayir, Osmanlı hâkimiyeti altında kaldığı üç asır boyunca dört farklı dönem geçirmiştir. Cezayir; 1518?1587 yılları arasında Osmanlı'nın tayin ettiği beylerbeyiler tarafından idare olunmuş, 1587?1659 yılları arasında büyük güce ulaşan valilerin gücünü sınırlandırmak için görev süreleri 3 yıla indirilmiş, 1659?1671 yılları arasında ocak ağaları tarafından idare olunmuş, nihayet 1671'den 1830 yılına kadar da"dayı" adı verilen idareciler tarafından yönetilmiştir. 

Cezayir valileri genellikle müstakil hükümdarlar gibi hareket etmişlerdir. Zenginliğin ve gücün menşe'i donanma ve Akdeniz'deki korsanlık faaliyetleri olduğu için, gemi reisleri oldukça büyük nüfuza sahiptiler. İlk zamanlarda dayılar do-nanmadaki reisler tarafından seçilirken, daha sonra Cezayir'deki Yeniçeri Ocağı hâkimiyeti ele alarak dayıları tayin etmeye muvaffak oldu. Osmanlı padişahının, reisler veya ocağın tercihlerini genelde kabul ederek onlara gönderdiği hil'at ve fermanla bu seçim resmiyet kazanmaktaydı. Teşrifatta Cezayir valileri Rumeli beylerbeyine denk sayılırdı. Cezayir idarecileri Avrupa devletleri ile münasebetlerini diledikleri gibi düzenlemeye, savaş ve barış yapmaya salâhiyetli idiler. Ocaktaki ağalar ve askerler Anadolu'dan buraya gelmişlerdi. Cezayir'in "dayı" adı verilen son beylerbeyi İzmirli Hüseyin Paşa idi.

1897 yılında Fransızlar, Cezayir dayılarından önemli miktarda borç para ve hububat almışlar; ancak ödeme vakti geldiği hâlde parayı bin bir entrika ile vermeye yanaşmamışlardı. Bu sırada Osmanlı Devleti "Vak'a-i Hayriyye" adı verilen hâdiseyle Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmış, yerine kurduğu askeri teşkilât ise tam oturmadığı için zayıf bir duruma düşmüştü. İngiliz ve Rusların Yunanlıları isyana teşvik etmesiyle başlayan süreç, bu devletlerin Akdeniz'de daha etkili bir rol üstlenmelerini sağlamıştı. Durumun aleyhine geliştiğini gören Fransa bir fırsat kollamaktaydı. Borç meselesini halli için Fransa konsolosu ile görüşen Hüseyin Paşa'nın bir ara hiddetlenerek elindeki yelpazesini konsolosun suratına vurması Fransa'ya istediği fırsatı verdi. Fransa hâdiseyi büyüterek dayının konsolostan özür dilemesini Osmanlı'dan istedi. Bâb-ı Âli, meselenin ciddiyetini anlayarak Paşa'ya özür dilemesi emrini verdi ise de, Hüseyin Paşa bunu kabul etmedi. Fransızlar Cezayir şehrini ablukaya alarak gemi giriş ve çıkışlarını engelledi. Zenginliğinin bütün kaynağı gemi ticareti olan Cezayir üç sene bu ablukaya direndi. Paşa yine de pes etmeyince, Fransızlar 14 Haziran 1830 tarihinde liman çevresine 30 bin civarında asker çıkararak şehri bombalamaya başladı. 21 gün dayanabilen Hüseyin Paşa, 5 Temmuz 1830'da teslim olmak mecburiyetinde kaldı.

Bâb-ı Âli, Fransa'nın Cezayir'i işgalini protesto ederek Çengeloğlu Tahir Paşa komutasında bir donanmayı Cezayir sularına gönderdi ise de, Fransa'nın tehdidi üzerine donanma geri dönmek zorunda kaldı. Bu sırada devletin içeride ve dışarıda yaşadığı sıkıntılar Cezayir'in kurtarılmasına imkân vermediğinden, bu işgal sessizce kabul edilmiş oldu. Fransızlar kısa zamanda Cezayir'i işgale etti. Buradaki Türklerin mukavemeti fazla sürmedi. Yerli halkın ve özellikle Emir Abdülkadir'in direnişi uzun yıllar devam etmiş, bu zaman içerisinde Fransızlar direnişi kırabilmek için insanlık tarihinin en büyük vahşetlerini Cezayir'de sergilemekten çekinmemişlerdir. 

Hiç yorum yok: