İnançlı ile imanlı arasındaki fark
Özellikle Rönesans ve Aydınlanma çağında büyük keşiflere ve teknik gelişmelere imza atmış bilim adamlarından çoğunun gerçekte ATEİST oldukları hep söylenmiştir ama bu KESİNLİKLE doğru değildir. Başta Isaac Newton olmak üzere şu ünlü Charles Darwin de dâhil Ateist olarak yaftalanan bilim adamlarının neredeyse tamamı İnançlı kişilerdi. Onları Ateist ilan eden ise Yerleşik Kilise’nin liderleri idi. Bunlar kendi çıkarlarına uymayan, kendi uydurdukları Dogmaları, dolma niyetine yutmayan herkesi Ateist, Heretik, Din-Düşmanı ve Katli-Vacib olarak göstermişler ve kimisini yakmış kimisinin de derisini yüzmüşlerdir. Tek ve Mutlak Doğru’nun kendilerinde olduğunu öne sürerek bunları eleştiren Giordano Bruno gibi bir dâhiyi yakmışlar, Ene’l Hak gibi basit ve son tahlilde naif olan bir önermeyi ısrarla savundu diye Hallac-ı Mansur’un derisini yüzdürmüşlerdir. İyi de, İnançlı ama İmansız kabul edilebilecek olan bu insanlar ile onları ölüme ve idama gönderen İmanlı kişiler arasındaki temel ayrımlar nelerdi? Şimdi dört başlık altında bunlara değineyim:
• İnançlı kişi bu bir bilim adamı da olabilir, sıradan bir insan da olabilir; örneğin tüccar veya bezirgan gibi-esas itibarıyla, DÜŞÜNEBİLDİĞİ KADARINA İNANMAK İSTER.
İmanı esas almış olan kişi ise, İMAN ETTİĞİNİ DÜŞÜNÜR, GERİSİNİN İMANINI ZEDELEYECEĞİNİ VARSAYAR.
• İnançlı kişi, KUŞKUDAN VE AKILDAN YOLA ÇIKARAK GERÇEĞE ULAŞMAYA ÇALIŞIR, DOGMALARA İTİBAR ETMEZ.
İmanlı kişi ise, İRRASYONELDEN VEYA MUCİZEDEN YOLA ÇIKARAK BUNLARI DEĞİŞMEZ VE DEĞİŞTİRİLMESİ TEKLİF DAHİ EDİLEMEZ TANRI BUYRUĞU SAYILAN DOGMALAR HALİNE GETİRİR, AKLA VE KUŞKUYA YER TANIMAZ.
• İnançlı kişi, örneğin Pagan, İNSANI KAHRAMANLAŞTIRIP TANRI YAPMIŞTIR. (Bu tip insanlara THEI-OS ANER denirdi ve filozof Empedokles çağının Theios Aner’i idi; tıpkı ondan sonra yetişen Tyanalı Appoloni-us gibi.)
İmanlı kişi ise, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, TANRIYI İNSANLAŞTIRIP YERYÜZÜNE İNDİRMİŞ VE BURADA BİZLER GİBİ ZAVALLI VE CAHİLLERİN ARASINDA YAŞAMAYA MAHKÛM ETMİŞTİR. Yahudiler ise daha uyanık oldukları için gerçek Tanrı ELOHIM’i Rabbiler aracılığıyla adını değiştirterek durmaksızın karar ve fikir değiştiren, kıyım emirleri veren, gaddarlık yapan, bunalımlı ve çaresizlikten acınacak durumlara düşebilen İnsan suretindeki JAHWEH (Yahweh, YHWH, Yahwe, Yahveh, YHVH, Yahve, Wahvey, Jahvey, Jehovah, JHVH) haline getirmişlerdir. Hahamlar tarafından yazılmış olan Talmud’un anlattığı Baş Kahraman Jahweh ile Tevrat da adı geçen THEI-OS ANER birbirlerinden çok farklıdırlar, öyle ki Talmud’a göre, Tanrı Jahweh, çoğunluğu cahil olan hahamların yazdıkları Talmud’u okur, ne yasaklar koyduğunu bile bu kitaptan öğrenir.
• İnançlı kişi için başta Felsefe olmak üzere Bilim ve Hikmet (Wisdom=Hokma) en önemli fikir ve düşünce üretim araçları iken,
İmanlı kişi için Felsefe, Bilim ve Hikmet hiçbir zaman Din kadar değer taşımamıştır. Onlar için bağlayıcı ve aslolan kaynağı ve tarihselliği meçhul, kim ya da kimler tarafından, ne zaman, nerede ve hangi koşullarda, hangi amaçlara hizmet etmek amacıyla yazıldıkları bilinmeyen ama bunlara rağmen eli kılıçlı bir OTORİTE tarafından (örneğin İmparator Konstantin gibi biri) kutsandığı varsayılan Kitap(lar), örneğin Talmud ve Yeni Ahit, TEK DOĞRU KAYNAK KABUL EDİLİR.
Sözün özü:
Her İnançlı kişi mutlaka İmanlı olmak zorunda değildir. Buna geçmek istiyorsa, İMANA SIÇRAMA YAPMASI gerekir. (İmana sıçrama yapmak teknik bir terimdir. İngilizcesi, Leap of Faith olarak geçer.) Böyle bir sıçrama yapmadan da İnançlı olunabilir.
Örneğin ikinci bölümde anlatacağım Isaac Newton böyle bir bilim adamıydı. İnançlıydı ama Katolik Kilisesi’nin koyduğu Teslis (Trinity) Dogmasını asla kabul etmemiş ve böyle ZIRVA BİR İMAN MADDESİ (Article of Faith) olamaz diyerek bunu açıkça ve yazılı olarak reddetmişti. (s.14-16)
Taşlar Hakkında
Kadim Lithomancy (Taşlarla Kehanet), Okült’ün[1] bir dalıdır ve sadece inisyelere el verilerek aktarılan çok karmaşık bir öğretidir. İlkin belirli Chartlar[2] kullanılarak kişilerin Gemetria diye bilinen bir sistemle ölçümleri yapılır. Sonra kişilerin yaşamsal dönemlerine uygun taşlar matematiksel değerleri dikkate alınarak saptanır. En son olarak da kişinin hangi taşı hangi dönemde ve ne kadarlık bir süre için taşıması gerektiği anlatılır.
Kadim Lithomancy Osmanlı’da sadece Havass’a ait bir uğraştı ve Avam’a kesinlikle kapalıydı. Bu Mantic (kehanete ait) dalında seçilmiş 99 adet taş vardır. Nedir ki bu taşlar yeryüzünün ürettiği taşlar değil, uzaydan meteorlar ve diğer yollardan gelerek yeryüzünde yerleşmiş olan taşlardır. Bunlara kısaca Kozmik Taşlar denilir. Örneğin granit bir yeryüzü taşıdır ama demir cevheri ihtiva eden tüm taşlar Kozmik Taşlardır.[3] Bu 99 taşta kozmik enerji parçacıklarının bulunduğuna ve bunların da taşı canlı hale getirdiğine ve bu taşların yeryüzü taşlarından farklı olarak Ruh-Sahibi taşlar olduklarına inanılır.
Canlı taşlardan biri İnci’dir. Takan kişinin rengini alabilir ve kişiyle uyum sağlayamazsa İnci kendisini karartır. Canlı taş kabul edildiği için değerlidir ve bu nedenle Araplar arasında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Muhammed’e “Durri Yetim” (İnci, çok değerli yetim) deniliyordu. Bu taşlar aracılığıyla usta Lithomantistler kişilerin tüm yaşam haritalarını çıkartabilirler ve başta bunalım olmak üzere hemen her soydan ve boydan Ruhsal sorunlarını rahatlıkla çözümleyebilirler. Bu 99 taşın her birinde ayrı özellikler vardır, bunu da ekleyelim. Kabalist Hahamlar bu taşlardan bazılarını çalıştıkları yazı masalarının ardındaki raflarda sergileyerek kendilerini kötülüklerden koruduklarına inanırlar.
Ezoteristler ve Okültistler insanın kaynağının, ortaya çıkışının anası olarak Doğa’yı görüyorlardı. Onlara göre insanın yaradılışı Kozmik Enerji’nin dişi kabul edilen Doğa’yı döllemesiyle sağlanmıştı. Döllenen Doğa böylelikle kendisini tamamlayarak (Attainment) insanı ortaya çıkarmıştı. İlginçtir ki, Marks’ın yol arkadaşı F. Engels de Okültistlerin bu anlayışına çok uyan bir İnsanlık tanımı yapmıştı.
Engels’e göre de insan, Doğa’nın kendisini bütünleştirmesi, tamamlamasıyla ortaya çıkmıştı.
Gizli İlimlerle uğraşanlar için bu Kozmik Enerji, Tek ve Mutlak Ruh’tu. Tanrı ve Tannlar, işte bu Yüce
Ruh’un insanlar için görevlendirdiği varlıklardı, onun izini (enerjisini) taşıyorlardı ve insanları kötülüklerden koruyabiliyorlar ve/veya onların başarılı olmalarında aracılık yapabiliyorlardı.
Sözün burasında kısaca bir hususa değinmek gerekiyor.
Mancy dallarında sadece taşlar değil birçok başka nesne de araç olarak kullanılmıştır. Bunların arasında gündelik hayatta sıkça rastlanılan tavşanayağı, dört yapraklı yonca, uğurböceği, fil (heykeli) gibi değişik objeler vardır. Bunlar Charm adı altında toplanmışlardır ve günümüzde üniversitelerin bilimsel araştırmalarına konu olmaktadırlar. Örneğin, Köln Üniversitesi’nden Dr. Lysann Damisch’in başkanlığında 2008-2010 yılları arasında yürütülen bir araştırma bu tür Charm objeleri[4] taşıyan kişilerin diğerlerinden çok daha fazla şanslı olabildiklerini ortaya koymuştur. Aynı bilimsel araştırmaya göre burada aslolan Şans olayının kendisi değil kişinin bedensel ve ruhsal özelliklerine uygun olarak seçilmiş olan Charm objesinin kişinin üzerindeki etkisiydi. Şöyle söylersek, tıpkı tılsım ve muskalar gibi bu objeler de onları hazırlayan kişilerin Kozmik Enerjisini taşımakta ve verilen kişinin üzerinde ek bir enerji gücü sağlayarak o kişiyi başarıya götürebilmekteydi. Kişinin bu hazırlanmış objeyi almasıyla birlikte bedensel faaliyetlerinde bir hızlanma başlıyor ve kişi hem daha güçlü düşünür hem de daha güçlü davranır hale geliyordu.[5] Hemen belirtmekte yarar vardır ki, her önüne gelen Charm hazırlayamaz, şarlatanlara kimse kapılmasın, bu çok karmaşık ve uzun bir prosedürdür. (s.33-34)
Ezoterist
Tek-Tanncı Mutlak İmancı dinlerin gerçek âlimleri (örneğin Tasavvuf) Gizli İlimler konusunda Gıybet (geleceği bilmek) tartışması hariç, ağır eleştiriler yöneltmemiş tersine bu konulan anlayabilmek için Ezoterist ve Okültistler ile dostluklar kurmuşlar ve karşılıklı görüş alışverişlerinde bulunmuşlardır. Bu tür görüşmeler, özellikle de Ezoteristlerin öne sürdükleri bir tezin çerçevesinde yapılmıştır. Buna göre Gizli İlimlerle uğraşanlar için Tanrı algılaması bir DİN olarak değil ama bir İnanç-Sistematiğin gereği olarak Mevcut’tur. Ezoteristler için Tanrı (Yüce Ruh), -dikkat çok önemli- Kendi Kendisinin Delilidir (Hüccet). Başka delillere veya insanların getirdikleri delillere ihtiyacı yoktur. Bu nedenle de birilerinin kalkıp bas bas bağırarak, olmadık yasaklar, kurallar ve cezalar koyarak Tanrı’nın Varlığını kanıtlamaya kalkışmaları beyhudedir ve böylesi girişimler sadece siyasal ve maddi çıkarlar elde etmeye matuftur.
Eğer Okültizm sadece büyücülük, sihirbazlık, falcılık vb. gibi aşağılayıcı kelimelerle tanımlanırsa bunların en yetkin örnekleri gerçekte Mutlak İmancı Tek-Tanrıcılığın Kutsal kabul ederek imana zorladığı insanlara ezberlettiği metinlerde ve kitaplarda vardır. Yahudi Kutsal Kitaplarında Mosheau (Müslümanlara göre Peygamber, Yahudilere göre siyasetçi Musa) Firavun ile pazarlığını Büyü ve Sihir kullanarak yürütmüştür. Musa’nın Kızıl Deniz’i asasıyla ikiye bölüşü, bu nedenledir ki, Tanrı’nın bir Mucizesi değil onun Sihirbazlığının bir başarısıdır. Talmud’u yazan, çoğu cahil çoban veya satıcı olan Hahamlardan bazılarına göre nehir kenarlarında dolaşan dişi aslanların burunlarının üstünde 300 kötü cin saklanmaktadır!
İslamiyet’in Allah’ı adına konuşma, fetva verme, asıp kesme yetkisinin sadece kendisinde olduğunu düşünen birçok Hacı, Hocaefendi, Şıh, Mıh bozuntusu da öncekilerden aşağı kalır zırvalarla insanları korkutup mallarını, canlarını ve çokça da ırzlarını almazlık etmemişlerdir.
Ezoterist ve Okültistler için kendi yazdıkları kitapları Kutsamak gibi bir gelenek olmadığı için Ezoterizm’in Kutsal Metinleri ve Kitapları yoktur, olan metinlerde de bu tip yasaklar ve palavralar yoktur. İlk yüzyıl içinde İsa Mesih adı verilerek Paul ve Barnabas tarafından insanlara tanıtılan kişinin çok büyük bir Sihirbaz olduğuna, ölen insanları dirilttiğine inanılıyordu. Benzer şekilde Paul ve Barnabas gittikleri köy ve kasabalardan ya Büyücü oldukları gerekçesiyle kovuluyorlardı ya da “Bize Sihrinizi gösterirseniz sizleri dinleriz,” denilerek kente girmelerine izin veriliyordu. Masonlar için bu İsa Mesih denilen kişi Evrenin Yüce Mimarı (Ezoteristlerin Yüce Ruh’unun çarpıtılmış versiyonu) tarafından görevli olarak yeryüzüne gönderilmiş olan İLK MASONLARDAN biridir.[6]
Ezoterist ve Okültistlere saldırılar sadece Mutlak İmancı çevrelerden değil onlarla bu konuda omuz omuza giden bazı keskin Ateistlerden de gelmektedir. Şu adı ünlendirilmiş ama gerçekte doğru dürüst Ateist olmayı bile başaramamış olan Richard Dawkins FELAKETİNİ BİR KENARA BIRAKIRSAK, Ateist Manifestosu’nun yazan ve öncekine göre çok daha tutarlı tezlerle Tek-Tanrıcılığı eleştiren Michael Onfray de Gizli İlimlerle uğraşanların Ateist olmaktan korkan Mahcup Deistler olduklarını öne sürmektedir. Bu eleştirinin de hiçbir değeri ve anlamı yoktur, çünkü Ezoterist ve Okültistler için Ateistler ile tartışılacak bir Mutlak İman Sorunsalı yoktur. İşin aslı Ateist denilen kişi keskin muhalif gözükmek isteyen Reaksiyoner1dir. Çünkü Hıristiyanlığın Tanrısı’nı önce benimseyip sonra reddetmek zorunda kalmış olmak, onlarda bir tür aşağılık duygusu ve aldatılmışlık hissi uyandırmıştır ve kendilerini ihanete uğramış kişiler olarak görmekte ve çocukluklarında ve gençliklerinde İsa’ya duydukları sevgi ilerleyen yaşlarında nefrete dönüşünce garezle ona ve Kilise’ye saldırmaktadırlar. NİETZSCHE’NİN ÖLDÜRDÜĞÜ TANRI GERÇEKTE İSA MESİH DİYE TANITILAN KİLİSE’NİN TANITTIĞI RESİMLİ ROMAN KAHRAMANIYDI, UNUTULMASIN Kİ O DA BİR ZAMANLAR İSA’YA HAYRANDI.
Toparlarsak; Ezoteristler ve Okültistler Doğa’nin ve Kozmoz’un Göze Görünmeyen Yasalarını ve Sırlarını anlamaya ve çözmeye çalışan, bunların insanlığın yararına nasıl sunulabileceğini araştıran kişilerdir. Bu insanlar çocukluklarından itibaren ÖZEL YETENEKLERİ VE EĞİTİMLERİ OLAN KİŞİLERDİR. Bu tip özel eğitimleri ve yetenekleri olmayan hiç kimse Ezoterizm ve Okültizm ile uğraşmamalıdır, çünkü Gizli İlimler çok ama çok tehlikeli ve hassas konulardır. Kulaktan dolma sözlerle ve şarlatan hocaefendilerin delaletiyle bu işlere girmeye kalkışmış olan nice insan sonunda Akıl ve Ruh Hastalıkları hastanelerinde yaşamlarını noktalamışlar ya da hayatlarına son vermişlerdir. Bunlardan biri, üstelik de TBMM’de milletvekilliği yapmış bir kişi şarlatan bir üfürükçünün sözlerine kapılıp kendisini İSA MESİH ilan etmişti… Benden uyarması.
(s.38-39)
Dört unsurun fazla bilinmeyen bileşeni
Hermetizm esasta sembollere ve şifrelere dayalı bir akımdır. Antik dönemin DÖRT ARTI BİR (4+1) ilkesiyle tanımlanan bir yöntemi vardır. Buna göre tüm Doğa, Dört Element’ten kurulmuştur. Bunlar Hava, Su, Toprak ve Ateş’tir.
Sembolik ve metaforik (mecazi) olarak
Kuş betimlemesi (tanımı) (Özellikle de Kartal) Hava’yı ve Ruhlar Alemi’ni;
Balık, Su’yu ve Canlılığı (Soul);
Aslan, Toprağı ve Doğurganlığı;
Ejderha veya Yılan da Ateş ve Bilgi’yi simgelerler.
Balık, Su’yu ve Canlılığı (Soul);
Aslan, Toprağı ve Doğurganlığı;
Ejderha veya Yılan da Ateş ve Bilgi’yi simgelerler.
Bunlara tekabül eden Mancy dalları vardır.
Hava ve Ruhlar Âlemiyle temas için Necromansi,
Su ve Canlılık için Hidromansi,
Toprak ve Doğurganlık için Geomansi
Ateş ve Bilgi için de Pyromansi disiplinleri esas alınmıştır.
Su ve Canlılık için Hidromansi,
Toprak ve Doğurganlık için Geomansi
Ateş ve Bilgi için de Pyromansi disiplinleri esas alınmıştır.
Bu dörtlü sadece ve sadece o yukarda sözünü ettiğim ARTI BİR için çalışır. Hermetik öğretide ARTI BİR, İNSANDIR.
Hermetist inanca göre Yüce Ruh (Demiurge) İnsanı yaratmış ama MÜKEMMEL yapmamıştır. Mükemmeliyete ulaşabilmek insanoğluna bırakılmış bir keyfiyettir. İnsanoğlunun kendisini mükemmelleştirebilmesi için de Yüce Ruh onların arasından seçtiği bazı insanlara Hermetik Sırları aktarmıştır ve onlardan bu sırları kullanarak insanları mükemmelleştirmelerini istemiştir. Bu anlayışı hem Yahudi, hem Hıristiyan hem de İslami geleneklerde görmek ve izlemek olasıdır. Örneğin İslam’da Abdülkerim El Ceyri’nin (Cili) geliştirdiği İnsan-ı Kamil düşüncesi Batı’da Universal Man olarak özellikle de Bohme ve Burkhardt’ın eserlerinde ortaya çıkmıştır. Komünizm de bir ideoloji olarak bu Hermetik öğretiden etkilenmiş ve Komünizm’in nihai hedefinin Total Human (Tamamlanmış İnsan diyelim) olduğunu açıklamıştır.
İslami tarikatlardan Mühürdarlar diye bilinen Nakşibendîler de, insanın ancak Allah Teâlâ’nın isteğiyle mükemmeliyete erişebileceğini anlatır. Özellikle 1717′den sonra Mason kulüpleri de benzer bir görüşü işlemeye başlamış ve Masonluğun üyelerini Mükemmeliyet’e taşıyan bir örgütlenme olduğunu vurgulamıştır. Bu nedenle yeni Mason yapılan kişilere belirli bir taş verilir ve ondan bunu küp [7] haline getirerek cilalı ve parlak bir obje yapması istenir. (S.48-49)
Newton Gerçeğini A. ALTINDAL çıkardı
Girard’ın okunmamış çalışmasından dört yıl sonra hiç beklenmedik bir yayın yapıldı. 1985′te, Newton’un İncil’in şifrelerini çözmek amacıyla yazdığı notlardan oluşan, Prophecies of Daniel and the Apocalypse of St John adlı kitabı, ilk baskısından tam 212 yıl sonra Faksimile lüks bir baskıyla yayınlandı.[8]
Tarafımdan yönetilen ve Zurich’de faaliyet gösteren Modus Vivendi yayınevinin ilk kitabı olan Newton’un bu İncil analizleri, değişik bir şekilde yayına sokulduğu ve Üniversite izinlerine takılmadığı için çok ilgi gördü. Dünya basınında yer aldı. İngiliz Times gazetesinden tutun NZZ’ne[9] kadar birçok ciddi gazete ve dergide övgüler yayınlandı. Böylece Newton’un bu hiç bilinmeyen yönü, yaklaşık 220 yıl sonra entelektüel dünyanın dikkatine sunulmuş oldu. Bu yayınlarda ilginç bir övgü yer almıştı:
“Newton’un hiç bilinmeyen bu yönünü bize Aytun Altindal tanıttı. Bize kendi kültür-tarihimizi tanıttığı için ona teşekkür borçluyuz.”[10]
Newton’un fizikçi ve matematikçi olduğundan daha fazla Simyacı olduğunu söylediğim için Türkiye’de 1980′lerden başlayarak hakkımda yapılmadık tezvirat kalmadı. Nevzuhur delikanlıların ellerine kalem tutuşturup “Yaz oğlum, Altindal’ın kitaplarıyla ilgili bir fantezi de basalım” diyen yayın yönetmenlerinden tutun da. Turfanda Çengelköy Liberalleri’ne kadar Mason-Fason çetesine mensup akademisyenler tarafından adım neredeyse komplo teorisyenine çıkartıldı. Uçuk-kaçık kitaplar yazan, sansasyon meraklısı bir adammışım gibi tanıtıldım! Oysa tarafımdan yayınlanan bu kitap Newton üzerindeki Akademik Ambargoyu yıkmıştı; Avrupa’da bu kitaptan sonra son 25 yıl içinde Newton’un Gizli İlimlerle olan bağını inceleyen 144 kitap ve inceleme yayınlandı -ABD ve diğer ülkeler hariçtir. Merleau Ponty’den Stephen Hawking’e kadar pek çok felsefeci ve fizikçi, Newton’un Simyacılığı ile ilgili eserler verdiler. Bu bölümün sonuna 1985 sonrasından on kitaplık bir liste ekledim (dileyen bakar).
1989′da Oxford Üniversitesi, John Fauve, Raymond Flood, Michael Shortland ve Robin Wilson yönetiminde 13 felsefeci ve fizikçiden Newton’un Gizli İlimlerle olan bağlantısını inceleyen çalışmalar yapmalarını istedi ve bu makaleler Let Newton Be adlı bir kitap halinde yayınlandı. Bu kitapta yer alan Piyo Rattansi yazısında,
“Newton’un Alşimi ile olan derin bağlantısından söz etmek Üniversiteler için yüz kızartıcı sayılıyordu, şimdi durum değişti. Newton’un Antik Gizli Hikmet (Wisdom) bilgileriyle olan bağlantısı şaşırtıcı bir şekilde aydınlığa çıktı,” diye durumu özetledi.
Sir Isaac Newton’un kütüphanesinde 1752 kitap kayıtlıydı. Bunlardan 170′i doğrudan doğruya Okült, Simya ve Hermetizm’le bağlantılıydı. Kadim Kutsal Metinler ve bunlarla ilgili kitaplar da bir o kadardı. Newton’un kütüphanesindeki sadece 369 kitap Bilim kategorisindeydi.(s.72-73)
Newton’un kehanetleri
Newton’un Simyacılarla ve Gizli İlimler ile yakın ilişkileri olduğu Kral’a ihbar edilmiş ama Kral, 1504′te çıkartılan ve Simyacıların İdamla cezalandırmalarını öngören yasayı görmezlikten gelerek onu idam ettireceğine kendi Darphanesi’nin başına geçirterek çok yüklü bir maaşa bağlamıştır. Nedir ki, bu terfide 1540Tarda VIII. Henry döneminde bizzat Kral Henry’nin ve sonra da kızı Kraliçe I. Elizabeth’in Alşimistleri koruma politikası rol oynamış olabilir. Tarihçilere göre, VIII. Henry Hazine’de altın kalmayınca -ve borç batağına batınca- kendi zamanının ünlü Alşimistlerini kendi koyduğu yasağı çiğneyerek gizlice Saray’a sokmuş ve onlardan Yeşil Aslanı (Altın) üretmelerini istemişti. Bu işleri o dönemde Ripley adlı Alşimist yönetmişti. Onun kızı I. Elizabeth de gelmiş geçmiş en ünlü Alşimistler’den sayılan John Dee’yi kendisine başdanışman yapmıştı. Newton’u en çok etkilenmiş olan Okült ustalarından biri de John Dee olmuştu.[11]
Belirtmek gerekir ki, Newton Darphane’nin başına atandığında İngiltere Hazinesi’nde altın kalmamıştı ve onun döneminde İngiltere Hazinesi nasıl olduysa birdenbire hem borçları ödedi hem de altın stoklarıyla ünlendi. Newton, eldeki belgelere göre, ikinci yüzyıldan kalma bir Simya elyazma-sında anlatılan ve Simyacılar tarafından Kleopatra kod adıyla bilinen formülün şifrelerini çözmüştü ve arsenik kullanarak baz metalleri altına dönüştürebiliyordu. Bu dönemde Kral gibi Newton da olağanüstü bir zenginlik elde etmişti ki, bu da çok manidardır.
Newton’un doğumu sırasında İngiltere’de İç Savaş vardı ve hangi taraf kazanırsa yenilenin tüm taraftarlarını kadın, çocuk, yaşlı dinlemeden öldürüyordu. Newton’un ailesi İngiltere’de Katolikliği yeniden yerleştirmek isteyen Kral Charles’a karşı Parlamentarizmi savunan taraftaydılar. Bereket Newton’un doğum yerinin yakınındaki Edgehill’de Kral Charles durduruldu ve Newton’un köyü de katliamdan kurtuldu.[12] Bu nedenle Newton tüm yaşamı boyunca Katolik Kilisesi’ne şiddetle karşı çıkmıştı ve bu Kilise’nin en Kutsal Dogması olan Teslis’i asla kabul etmemişti. Bu Dogma’yı Kilise’nin insanları aldatıp, sömürmek amacıyla koyduğunu her fırsatta söylemiş ve yazmıştı.
Newton başta İmparator Konstantin olmak üzere İS. 325′te İznik’te toplanan I. Ekümenik Konsil’de alman kararların özgün Hıristiyanlığı ortadan kaldırdığı yerine Kilise’nin vahşi siyasetini koyduğu bir gelişme olarak görmüştü. Bu Konsil sırasında mahkûm edilen Arianus’u övmüş ve Newton’un çok ayrıntılı bir biyografisini yazan Michael VVhite’in 1997′de yayınlanan kitabı, The Last Sorcerer’da yazdığına göre, ömrü boyunca da bir Arianist olarak yaşamıştı. Arian, söz konusu Konsil’de İsa’nın Tanrı tarafından üstün erdemlerle ve bilgilerle donatılarak yeryüzünde insanları aydınlatması amacıyla gönderdiği bir Üstün İnsan (Theios Aner) olarak tanımlamıştı. Arianus‘a göre İsa, Tanrı’nın Oğlu değildi, Tanrı’nın oğlu olsa zaten Tanrı olamazdı. Oğlu olan bir Tanrı varsa bir de Tanrı’nın Gelini olması gerekiyordu. İsa, Arianus’a göre TAM bir insandı, acı çekmiş ve öldürülmüştü.[13] Newton’un kendi inanç dünyasında Arianus’un çizdiği bu İsa portresi, kendi karakterine de çok uyduğu için daima ön planda olmuştu.
İlginçtir ki, Newton da İsa Mesih de kendi misyonlarına -insanları aydınlatma- otuzlu yaşlarında başlamışlardı. Buna göre Newton’un ünlü tezleri ilk kez 33 yaşındayken 1675′te yayınlanmış ve dar ama etkili Cambridge çevresinde çok tartışılmıştı. İsa da o yaşlarda ilk vaazlarını vermeye başlamıştı; Newton da ilk ciddi akademik tartışmalarını aynı yaşta başlatmıştı ve tıpkı İsa gibi o da bu yıllarda ilk Hayranlarını ve Taraftarlarını edinmişti. Newton’un bu dönemi Ann’ı Mirabilis diye bilinir.
Yukarıda saydığım ve saymadığım gerekçelerle Newton kendisini, tıpkı İsa Mesih gibi, Astral bir güç tarafından yeryüzüne gönderildiği inancıyla yaşamıştı. Hatta 23 yaşındayken çıktığı geziler sırasında tanıştığı kişilerden öğrendiği Alşimi çalışmalarını gözlerden gizlemek için tüm Simyacılar gibi o da kendisine bir Anagram [14] yapmıştı. Newton’un seçtiği anagram Jeova Sanctus Unus idi. Bunun açılımı ise Latince, Isaacus Newtonuus idi ve One Holy God (Bir Kutsal Tanrı) anlamına geliyordu. Bu denli iddialı bir Anagram yazmak o güne kadar hiçbir Alşimist tarafından yapılmamıştı.
Newton tüm yaşamı boyunca gizliliğe çok düşkün olmuştu. Bu nedenle hiçbir zaman dost ve sırdaş edinme-mişti fakat yine de onun sırdaşı sayılabilecek iki unsurdan söz edilebilir. Bunlardan birincisi Clavis adını verdiği bir anı defteriydi. Newton aynı anda dokuz defter tutuyordu. Kimisine gözlem ve deneylerini, kimisine harcamaların -ki kuruşu kuruşuna yazmıştı- kimisine de Simya formüllerini yazıyordu. İşte Clavis de onun bu Sır defterlerinden biriydi. Newton’un niçin bu adı seçtiği belki de onun Simyacılık yanını en iyi gösteren delildir. Çünkü CLAVİS,[15] LATİNCEANAHTAR DEMEKTİ AMA SADECE SİMYACILARIN KULLANDIKLARI ÖZEL BİR DEYİMDİ. 16. yüzyılda Müslüman Simyacılar İbn Hayyam ve Cabir’in eserleri Latinceye çevrilmişti ve bu eserlerden Arapça İlm-i-Miftah (Anahtar/Şifreler İlmi) diye söz edilmişti. Bu ilim gizliydi ve sayılar ve harflerle bağlantılı şifreleri çözmekte kullanılıyordu.
Newton da sayıların ve harflerin sırlarıyla çok uğraşmıştı. Hatta İncil’de yer alan sayıların ve harflerin şifrelerini çözerek dünyayı bekleyen olayların bir kronolojisini çıkartmıştı. Buna göre;
1889′da Yahudilere, Filistin topraklarına “Geri Dönün” çağrısı yapılacaktı. Newton’un bu hesabı doğru çıktı.
Siyonistler 1889′da dünya Yahudilerinin Filistin’e geri dönmeleri gerektiği çağrısını yaptılar.
Yine Newton’a göre 1948′de İsa Yeniden doğacaktı. Sembolik anlamda bu da gerçekleşti, yaklaşık 2000 yıldır ölü olan İsrael Devleti yeniden canlandırıldı/ kuruldu (Yahudi olan İsa böylece yeniden doğdu).
Newton, 2370 yılına kadar da Hıristiyanlığın tamamen ortadan kalkacağını ve yerine bir Barış Dininin kurulacağını öngörmüştü!
Newton tarafından yazılan Danyal’ın kehanetlerini yorumladığı kitabında da 666 ve 1453 gibi sayıların çok ilginç şekilde şifreler olduklarını öne sürmüştü.
Newton’un sırdaşı sayılabilecek bir kişi vardı: Bu adam John Wickins’dir. Tam 30 yıl boyunca Newton’un gizli Simya laboratuarını o düzenlemiş ve korumuştu. 1677′de bu laboratuar yandığında Wickins orada değildi.
Newton’un biyografisini yazan tüm araştırmacılara göre Wickins çok esrarengiz bir adamdı. Belki de gizli bir örgütün üyesiydi ve Newton’u hem koruyordu hem de ona sadakatle hizmet ediyordu. Newton’un karşılaştığı tüm zorlukları hep bu adam çözümlemişti. Newton’un ölümünden kısa bir süre önce Wickins kayboldu. Daha sonra da hiç bulunamadı. Wickins’in oğlu babasının çok büyük sırlarla ortadan kaybolduğunu ve ellerinde Newton’la ilgili hiçbir belge bulunmadığını söyledi.
Newton takıntıları ve belki de Batıl diye nitelendirilebilecek inançları olan bir adamdı. Newton’da kırmızı rengine yönelik bir takıntı vardı. Eski bir Alşimist’in Boya ve Renk üretimi için yazdığı gizli formülleri çözerek elliye yakın değişik tonlarda Kırmızı, daha doğrusu Al (Crimson) boya üretmişti. Newton bu Alşimist’ten öğrendiği renkler ayrımını 1704′te yayınlanan ünlü kitabı Opticks’te bolca kullanmıştı.[16]
Batıl’a olan takıntısı ise mitolojik PAN ile bağlantılıdır. Newton bu insan başlı at benzeri mitolojik Tanrı’nın gerçekte Simyacıların PİRİ olduğuna inanıyordu.
Ölümünden sonra yapılan anıt mezarının üstüne kendi seçtiği birçok şifre ile birlikte PAN’ın da konmasını istemişti. İlginçtir ki, bu anıt-mezarda Newton’un Hıristiyan olduğunu Hıristiyan olduğunu gösteren hiçbir işaret yoktur. Mezar taşı Simya formülleriyle süslenmiştir. (s.78-82)
Yobaz-Cahil farkı
Türkiye’deki kavram kargaşası, sanıyorum, dünyada hiçbir ülkede yoktur. Türkiye’de hemen her konuda, her kavram üzerinde aklına gelen konuşur, tartışır. Dünyanın en kalabalık ve çok-dilli ülkelerinden Hindistan ve Çin’de bile bizde olduğu kadar kavram kargaşası yoktur. Türkiye’de birbirlerine karıştırılarak kullanılan kavramlardan ikisi Yobaz veCahildir. Bu iki kelime çokça bir ve aynı sayılarak kullanılır Türkiye’de.
Öncelikle belirtilmesi gerekir ki her Cahil (kişi) mutlaka Yobaz olmak zorunda değildir. Yobaz eğitimli de olabilir. Cahil eğitilebilir ama Yobaz eğitilemez. Yobaz eğitimli olduğu halde bilgisiz ama keskin kanaatlere (opinions) sahiptir. Hemen her konuda bu kanaatlerini dışa vurmak ihtiyacını duyar ve kendi bilgisizliğini çoğunlukla yanlış kullandığı kelimelerle açıkladığını sanır.
Ünlü Shelley’i anarak söylersek;
Yobaz, Malapropizm (kavramları bozma) yaparak görüşlerini haklı çıkartmaya çalışır.
Cahil böyle değildir. Bilim ve Bilgi’ye ulaşmak ister, başarır veya başaramaz bu ayndır ama içinde öğrenmek ve kendisini geliştirmek arzusu ve hevesi vardır.
Yobaz, Cahillerdeki bu isteği ve hevesi bildiği için bunu kullanmanın yollarını arar ve çoğunlukla da bulur ve Cahil’i kullanır.
Yobaz Radikal’dir. Hiçbir karşı-görüşü, anlatımı ve veriyi dikkate almaz, kendi ezberini tekrarlar durur.
Yobaz demagog ve mitomandır. Söylediği yalanları gerçek sanır. Eleştirileri dinlemez ve eleştirenleri eline geçirdiği ilk fırsatta en gaddar yollardan cezalandırarak kendisinin ne denli büyük olduğunu göstermeye çalışır. Başarılı olabilirse kendi bilgisizliğini yaygınlaştırabilir ve her tarihsel, toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel ve dinsel gerçeği çarpıtmaya başlar. Sonra ne mi olur?
Yobaz eğer devletin tepesine sıçrayabilmiş birisiyse vatanın parçalanmasına ve ulusun dağılmasına neden olur. Düşman ülkeler daima böyle Yobazların rakip devletin başına gelmesini sağlarlar. Böylelikle de rakip sayılan ve güçlü olan bir ülke kısa bir süre içinde paramparça edilebilir. Tüm gücünü yitirir.
Yobaz ise derhal kulvar değiştirir ve ülkesini yıkan ve insanlarını köleleştirenlerin emrinde olduğunu beyan eder ve bu kez de onların adına onlardan fazla Yobazlık etmeye başlar.
Ne var ki YOBAZLIK, SANILDIĞI GİBİ SADECE DİNCİLİĞE MAHSUS BİR OLGU DEĞİLDİR. Din adamı olup da Yobazlıkla mücadele etmiş pek çok âlim vardır.
Yobazlığın Dincilikle paralel giden bir boyutu vardır bu da İDEOLOJİK YOBAZLIKtır. Her İdeolojinin kendisine özgü bir terminolojisi vardır. İdeolojik Yobaz bu terminolojiyi bilmez ama yerli yersiz kullanır, bunun sayesinde kendisine yer açmaya çalışır. BU ANLAMDA HİTLER, STALİN, MAO, ENVER HOXA VE KİM İL SUNG ÖRNEK İDEOLOJİK YOBAZLARDIR.[17]
İdeolojik Yobaz İndirgemeci’dir (Reductionist). Her olayı aynı veri tabanına göre değerlendirir ve açıklar. Dogmatik ve saplantılıdır, kendine göre Gerçeklik olarak kabul ettiği şablonları her konuya uygular. Örneğin borular patlayıp da kentin suları kesilmişse bunu mutlaka Emperyalistler yapmıştır çünkü Kuzey Kore’de üretilen boru patlamaz. Veya üçkâğıtçı borsacılar bir araya gelerek New York Borsası’nı batırmışlar-sa bu mutlaka Komünist ajanların işidir, çünkü Kapitalistler üçkâğıtçılık yapmazlar.
Yobaz’ın bir toplumda gelebileceği en üst düzey Psikopatik Diktatörlük’tür. Hiçbir Cahil diktatör olamaz.
Yobazlığın bir alt ve üst sınırı yoktur ama Cahil için her konu sınırdır.
Yobaz her fırsatta yalanı ve kurnazlığı Aklın önüne koyar ve inandırabildiği herkesten kesin itaat bekler. Cahil’in birilerini kitlesel olarak ikna edebilmesi çok zordur çünkü ağzı laf yapamaz. Dinci
YOBAZ’IN PANZEHİRİ SANILDIĞI GİBİ BİLİMSELLİK DEĞİL, İDEOLOJİK YOBAZLIK’TIR. Hitler de Stalin de Enver Hoxa da İdeolojik Yobazlardı ve bunların ilk işi de rakip olarak gördükleri Dinsel Kurumları kısıtlamak ve ortadan kaldırmak olmuştu.
Örneğin Stalin, Sovyetler Birliği’nde yaklaşık 59.000 kiliseyi kapatıp papazları ya Sibirya’ya sürgüne yollamış ya da topluca öldürmüştü. Yobazlıkta alt ve üst sınır olmadığı için Arnavut Enver de tüm camileri ve Bektaşi dergâhlarını kapattı ve Anayasa’ya ‘Bu Devlet Ateisttir/ diye bir madde koydurdu. Stalin bile bunu yapmamıştı. Sovyet Anayasası’nda ‘Bu Devlet Ateisttir/ diye bir madde yoktu, ‘Devlet Ateizm’e olanak sağlar/ diye yuvarlak bir ibare vardı.
Cahil ve Yobaz arasındaki sayılan ve sayılmayan bunca farklılığa rağmen Yobaz ve Cahil daima aynı kulvarlarda koşarlar ve çok ilginçtir ki, birbirlerinden çok etkilenirler.
Yobaz, Cahil’in kısıtlı folklorik dilinde kerametler arar, Cahil ise ağzı çok laf yapan bu adamın beklediği Kurtarıcı -Mesih- olduğunu sanır (örnek, Hitler). Yobaz daima Cahiller’in sırtına binerek yükselir (örnek, Şeyh, Şıh, Hocaefendi, Ağa vs). Cahil ise ilginçtir ki, sırtındaki Yobaz’ı taşıdıkça kendisinin de önemli olduğunu sanır.
Şimdi Dinci Yobazlık ile İdeolojik Yobazlığın Bilim üzerindeki baskılarını gösteren az bilinen iki örnek olayı aktaracağım:
Örgütlü Dinin (Katolik Kilisesi), Bilimsel Düşünce ve Vicdan Özgürlüğü’ne ne denli tahammülsüz olduğunu gösteren bir örnekle, İdeolojik Yobazlığın Bilim’e karşı beslediği kin ve nefreti gösteren bir örnek. Hiç kuşkusuz bu örnekleri yüzlerce çoğaltmak mümkündür ama bu iki örnek konuyla ilgili yeterli bilgilendirmeyi yapacaklardır kanısındayım.
Johannes Kepler, fiziği bir bilim olarak Tanrı’nın Âlemlerine uygulayan bilim adamı olarak tanınmıştır. Onun geliştirdiği yöntemlerle o günlere değin hareketsiz ve sabit oldukları varsayılan gezegenlerin ve yıldızların gerçekte daimi bir hareket halinde olduklarını insanlık onun sayesinde öğrenmiştir. Katolik Kilisesi ise Dünya’nın tüm Evren’in merkezinde, hareketsiz ve sabit olarak durduğunu ve güneşin ve yıldızların dünyaya bağlı olarak oldukları yerde çakılı bulunduklarını öne sürüyordu (Çünkü Tanrı İsa Mesih dünyaya inmişti vs). Kilise’nin bu Dogması’na karşı çıkanları bekleyen akıbet yakılmaktı. Ama önce Danimarkalı Tycho Brahe, Kilise’nin bu görüşünü sarsacak bazı dolaylı açıklamalar yaptı sonra Galile ve Kepler sonra da Spinoza ve Newton yavaş yavaş bu yanlış bilgiyi silmeye başladılar. (s.110-113)
Kaynakça:
ALTINDAL Aytunç [Kitap]. – Bir Türk Casusunun Mektupları Batı’da Seküler Düşüncenin Gelişimine Katkı İstanbul-Alfa Yay. 1. Basım: Aralık 2010.
[1] Okült: Bilimsel yöntem dışındaki yollar ile “gizli” bilginin araştırılması demektir. Terim, Latince “gizlemek”, “saklamak” anlamına gelen “occulere”den türemiştir. Eski Yunandaki karşılığı ile Ezoteriktir.
Eski Yunan zamanlarındaki Pitagorasçılıktan, Platonculuktan, muthelif gnostik inançlardan İslamdaki Sufi felsefeye ve psikoloji kaynaklı pek çok yeni fikire kadar oldukça geniş bir bağlamı içine alır.
Astroloji, simya ve büyü gibi eski Yunan’dan modern zamanlara kadar bir şekilde bilim sayılmış olan tüm etkinlikler ve modern zamanlardaki duyum ötesi algı, hipnoz, telepati ve pirokinezi gibi parapsikoloji alanına giren ve bilimsel kuşku ile yaklaşılan olan araştırma alanları okült’ün – gizliciligin kapsamı içindedir
[2] Türkçeye Felekler İlmi diye çevrilebilir.
[3]Kuran’da demir cevherinin Allah Teâlâ tarafından yeryüzüne gönderildiği yazılıdır.
[4]Mesela at nalı ya da tavşan bacağı gibi.
[5] Bu araştırma 2010 yılının Temmuz ayında bir rapor halinde Almanca olarak yayınlandı.
[6] İsa’nın bir Mason yapılmadığı kalmıştı onu da Hıram Key adlı bir kitap yazan iki Mason tosuncuğu yapmışlar, bu kitaba bakılabilir.
[7] Küp, mükemmeliyetin sembolüdür.
[8] İlk baskısı 1733 tarihliydi ve sadece 100 adet basılmıştı. Kitap, Mason Locaları için hazırlanmıştı. Nevvton sağlığında bu kitabım yayınlamak istememişti. Ölümünden altı yıl sonra bir akrabası tarafından Limited Edition olarak bastırıldı. Aynı dönemde tahrifli iki baskısı daha yapıldı.
[9]Neue Züercher Zeitung gazetesi.
[10]Bu satırları niçin yazdım? Amaç kendime çiçek atmak değil. 1980′li yıllarda Türkiye nerelerdeydi ve Aydın-Akademisyen geçinen çevreler nelerle meşguldürler bir düşünün, lütfen!
[11]Diğerleri; Robert Fludd, Michael Maier, Paracelsus ve Tyanalı Apollonius.
[12]İncil’e göre İsa da benzer bir ölüm tehdidinin gölgesinde dünyaya gelmişti.
[13] Bugünkü Ortodoks ve Katolik İman maddesine göre Meryem, Tanrı’nın annesi ve Baba Tanrı’nın Eşi Theotokos’tur. Protestanlar içinse sıradan bir kadın, hatta fahişedir.
[14] Anagram, harflerdeki sayısal değerler ve sıralamalar dikkate alınarak hazırlanır ve çok karmaşık hesaplarla oluşturabilir.
[15] Günümüzde bazı bitkisel ilaçlarda bu kelime kullanılıyor.
[16]Günümüzdeki boya ve kozmetik sanayisinin ilk öncüleri de Simyacılardır, geçerken belirtmiş olayım.
[17]Şimdi Maocu gençler kızacaklar ama Kültür Devrimi yapıyorum diye beyin cerrahlarını maden ocaklarına, pirinç köylüsünü de Bilim Akademilerinin başına geçiren Mao, düpedüz İdeolojik Yobaz’dır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder