4 Haziran 2012 Pazartesi

Ayasofya sadece bir mabed mi? -Prof. Nevzat Tarhan


Ayasofya’nın doğrudan camiye çevrilmesi çok hoş ve ideal fakat bugün radikal biçimde gerçekleşirse kaybedeceğimiz o kadar çok şey var ki?
Ayasofya’ya nereden baktığımıza göre konuyu algılamamız değişiyor. Ancak böyle bir bakışla Ayasofya’nın stratejik önemi anlaşılır.

İdeal bakış bilimin öngördüğü altı boyutlu bakıştır. Geçmiş, gelecek, güçlü yönler, zayıf yönler, fırsatlar, tehditler.

“Ben isterim siyaset ne yaparsa yapsın” düşüncesi muhtemel tehditleri görmeden bir savaşı başlatma talebidir.

Ayasofya’nın doğrudan camiye çevrilmesi çok hoş ve ideal fakat bugün radikal biçimde gerçekleşirse kaybedeceğimiz o kadar çok şey var ki?

Geçtiğimiz hafta Ayasofya konusunda aykırı olduğunu ve yanlış anlamalara sebebiyet vereceğini bilerek bir yazı yazdım.

Birçok dostumu şaşırttım ve hatta üzdüm. Özellikle Ayasofya’ya duygusal olarak bağlı olanları üzeceğimi biliyordum.

Bana tepki verenler iki gruptaydı. Yazıyı tam okumayanlar ve Medeniyetler İttifakı’na karşı olanlar.

Yazının hiçbir yerinde kilise olsun demediğim halde öyle yansıdı. Kubbeye haç konulsun, çan çalsın denilmedi ki. 

Sadece Ayasofya cami olduktan sonra eğer eski sahibini haftanın bir günü belirli şartlarda misafir etme esnekliğini gösterirsek insanlığın kazanacağı şeylerden söz ettim. Fatih’in bedduasını almayacak bir çözüm olarak gördüm. Yanılabilirim. İkna olursam da vazgeçerim.

Doğu insanı ve toplumu duygu temelli bir toplum… Düşünce temelli değiliz. Bu sebeple tarihte güçlü ve hakim olmadığımız dönemlerde Avrupa’nın hep oyuncağı olduk. Bugün aynı oyunun Ayasofya üzerinden oynanmakta olduğunun öncül emareleri var diye düşünüyorum.

Bu yıl hiçbir 29 Mayıs’ta olamayacak kadar çok Ayasofya tartışıldı.

Bakanlar Kurulunca Ayasofya için vakıf hukukuna göre vakıf senedine dönüş kararı alınamıyor.

Yargıya başvurulup hukuk hatasının düzeltilmesi ile ilgili girişimde bulunulamıyor.

Bu kadar basit çözüm varken neden gereken yapılamıyor?


Birinci bilgi; Ayasofya Hıristiyan ve Müslüman medeniyetleri üstünlük mücadelesinde “Psikolojik üstünlüğün sembolüdür.” Tıpkı Ezan-ı Muhammedi’nin veya başörtüsünün sembolik değeri gibidir ve stratejik değere sahip bir konudur. Bu sebeple pek çok rivayette vurgulanmıştır.

İkinci bilgi; İsrail Lobisi Müslüman ve Hıristiyan medeniyetlerini çatışma halinde tutarak güç dengesini kendi lehine kullanmak istemektedir. Bunun en büyük kanıtı 11 Eylül 2001 İkiz Kule Olayı’nın dünya savaş lobisi tarafından kurgulandığı gerçeğidir.

Üçüncü bilgi; Bütün dünyada İslamofobinin yükselmesi, İslam dininin şiddet ve istibdata izin verdiği algısının oluşması için her türlü propagandanın yürütülmesi gerçeği ve böylece Hak dine yönelecek batı insanının önünün kesilmesi sinsi planı.

Dördüncü bilgi; Batı’da yaşayan milyonlarca Müslüman’ın din ve vicdan özgürlüğünün batı toplumu tarafından reddedilmesi ve kimliğin baskıya tabi tutuluşunun yükselmesi gerçeği.

Algı yönetimi ve propaganda gücü bakımından batı dünyası ile eşit değiliz, ekonomik ve finansal olarak üstünlük bizde değildir. Bizim üstün tarafımız “Zamanı gelmiş Hak dinin fikirleri”dir ve insani bilgi ve sosyal sermaye üstünlüğümüzdür.

En büyük ihtiyacımız diyalogtur. Türkiye’de başörtüsü krizi bu diyalog sayesinde çözülme yoluna girmedi mi? Laik-Antilaik bloklaşması yapmak isteyenlerin oyunu bozulmadı mı?

Dünya’da Müslüman Hıristiyan bloklaşması yapmak isteyenlerin oyununa gelmemeliyiz. Medeniyetler diyaloğu güçlü ve sağlam fikir sahiplerinin lehine işler. 

Kültürel olaylarda da dayanak noktası ve hareket temeli korkularımız değil, ispatlanabilir fikirler ise diyalogdan korkulmaz.

Fikrine güvenen insan serbest tartışmadan korkmaz.

Güçlü ve zayıf yönlerimizi iyi biliyorsak doğru kararlar veririz. Önyargıları dağıtacak algı değişikliğine şiddetle ihtiyacımız varken Hıristiyan dünyasının damarına bastığımız zaman Medeniyetler diyalogunun zarar görmesi bir risk değil mi?

Osmanlı’nın son döneminde Anadolu’daki azınlıklara hak verilmesinin bir sebebi Hindistan Kuzey Afrika gibi işgal altındaki müslümanlara baskıyı önlemek değilmiydi. 

Şimdi batı dünyasında bir İslam toplumu oluşma potansiyeli varken ve batı dünyasında Müslüman kimlik baskıya uğramaya eğiliminde iken hoyratça davranmak akıl karı değil diye düşünüyorum.

Küresel 28 Şubatçılar Psikolojik Savaş gereği Ayasofya üzerinden bloklaşma yaparak dünya barışını umursamıyorlar diye düşünüyorum. İslamofobiyi yükseltecek medeniyetler  diyaloğunu riske atacak batı müslümanlarını zor durumda bırakacak çözümlerin riskini hatırlamak zorundayız.

Hal böyle iken duygu temelli değil düşünce temelli kararlar vermeliyiz. Bir verip on kazanan ziyanda değildir.

Hiç yorum yok: