4 Haziran 2012 Pazartesi

Mollalar, İranlıları neden kısırlaştırdı?-Kemal Özer


Doğum kontrolü hareketinin kurumsallaşmasının, Siyonizm’in kurumsallaşması ile aynı döneme denk gelmesi oldukça manidâr!
Doğum kontrolü ilk olarak İngiliz iktisatçısı ve papaz Thomas Robert Malthus’un 1798'deki Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme (An Essay on the Principle of Population) çalışmasıyla başlar.


Malthus, nüfusun geometrik bir şekilde artarken, yiyecek arzının aritmetik bir şekilde artacağı ve bu durumun kitlesel açlığa yol açacağı öngörüsü ile dünya nüfusunun azaltılması fikrinin de sahibi. 



Malthus’un fikrinden hareketle ‘Amerikan Soy Arıtım Derneği’ kurulur. Bu sıralarda, yani 12 Haziran 1915’de -halen Rockefeller ailesinin başındaki kişi olan- ‘David Rockefeller’ doğar. 


David, daha 1928’de genç bir delikanlı iken, babası ‘John D. Rockefeller’ tarafından ‘Sosyal Hijyen ve Doğum Kontrol Bürosu’nun başına getirilir. 


Hitler’in iktidarıyla, -kendileri de birer Almanya asıllı Siyonist aile olmalarına karşın- David, kendini tümüyle ‘soy arıtım projesi’ne adamaya karar verir. 1952’de ise 1,4 milyon dolarlık bir kaynakla, kendisine ait Nüfus Konseyi’ni kurar. 


Akıl hocası Malthus, danışmanı ise ‘Demokrasi, sıradanlığı arttırıp, mükemmel insan türlerini azaltmaktadır’ tezinin sahibi Prof Frank Fetter’dir. 


Nüfus Konseyi’nin başına, başkan Eisnehower’ın Dışişleri Bakanı ve Rockefeller Vakfı sekreteri John Foster Dulles getirilir. 


‘Soy arıtım projesi’, Nüfus Konseyi’nin oluşumuyla geri plana düşürülerek, yerine ‘aile planlaması ve nüfus kontrolü’ terimleri kullanılmaya başlanır. Bu yeni söylem sayesinde, eski ırkçı söylemler, yerini politik terimlere bırakacaktır. 


Nüfus Konseyi’nden sonra ise Uluslararası Planlı Aile Federasyonu (IPPF)’nu kurarlar. 
Dünyanın artan nüfusu ‘Mobil’ başta olmak üzere, çok sayıda enerji şirketinin de sahibi olan Rocekfeller’i iyice endişelendirir. 


Çünkü, ‘nüfus artması’ ‘nüfuzun azalmana’ yani kaynakların bölüşülmesine neden olacaktır. 

Amaçlarını gerçekleştirmek için, ABD istihbarat birimleri dâhil her türlü imkânı kullanmaktan geri durmazlar. ‘Barış için gıda’ (P.L.480 programı) yani ABD yardımları için yeni bir ön koşul getirilir. Bu ön koşul; Rockefeller’in nüfus kontrol programına dâhil olmak ve Amerikan yatırımcılarına ülkelerin kapılarını açmak...


Rockefeller Vakfı gelirlerinin bir kısmını, ‘gebelik engelleyici çözümleri’ne ayırır. Hedef ülkelerden, proje ortakları bulunur. Türkiye’den, Koç ailesi gibi bir ortak bularak, yapılanları birer sosyal sorumluluk projesi gibi lanse ederler.


Rockefeller’in çalışanı Hermann Muller, amaçlarını “bir gün uygun hammaddeler kullanarak, tamamen yeni bir insan yaratmak” olarak tarif eder. 


Nüfus Konseyi Başkanı Ostoborn ise; bir sperm bankası kurarak, kendi belirledikleri kimselerden elde edecekleri spermler ile gen devrimi ve kendi tasarladıkları bir insan tipi  yapmayı hedeflediklerini belirtiyor. 


Rockefeller’in Nüfus Konseyi, her fırsatta dünya nüfusunun fazlalığından ve siyah nüfusun korkutucu boyutlarda arttığından dem vurarak, uluslararası bir doğum kontrol programı baskısı uygular.  


İlk dönemlerde bu fikir, bir gün devletlerin de resmi politikası olabileceğini tahmin edemeyenlerce gülünç bulunup, küçümsense de, proje başta ABD’nin himayesi ile başarıdan başarıya koşar.


Konsey, sitesinde amacını; ‘insanların yaşam kalitesini artırmak ve bireylerin her yerde kendi potansiyellerini geliştirmek için yardımcı olmak olarak açıklıyor.
Aile planlaması’ adıyla yürüttükleri derin ve kapsamlı proje de ‘üreme sağlığı’ kavramı en büyük maskeleri. 

Sezaryen (Halen Türkiye’de, her iki çocuktan biri sezaryenle doğuyor. Sezaryenle doğum yapan kadınlar, yeniden gebe kalmaları durumunda hayati riskleri olduğu iddia edilerek korkutuluyorlar. Oysa bütün bunlar, kirli planın palavraları)
Kürtaj (Beklenmeyen veya arzulanmayan gebeliklerde ise anne adayının hayati riskleri pahasına, acımasızca uygulanıyor)

Doğum kontrol hapları (Uzun süre halka ücretsiz dağıtıldı.)
Katkı maddeleri (60 binden fazla katkı maddesinin ezici çoğunluğunun yan etkileri bilinmediği gibi, bu yöndeki bağımsız çalışma sayısı da son derece yetersiz)

Aşılar (Domuz gribi açısı başta olmak üzere, pek çok aşı maalesef bu amaçla kullanıldı)
İlaçlar (Epicyte şirketi, Eylül 2001’de yaptığı basın toplantısında; “Gebeliği engelleyen Mısır ürettik. Sperm öldürücülü antikorlar üreten mısırlarla dolu bir seramız var!” Bazı ünlü ilaç üreticileri, bu firma ile işbirliğine gidip, bu ürünleri ilaçlarında kullanmak için, gebelik engelleyici proje ortaklığı kurarlar. Hangi ilaçların kısırlaştırıcı etkisi var, kimse bilmiyor.)
Bazı kadın pedleri (Türk Jinekoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Bülent Tıraş, önceki gün yaptığı açıklamada; ‘genital bölgeye deodorant sıkılmasında ve kokulu pedler kullanılmasında, en büyük tehlikelerden birinin kısırlık’ olduğunu, ayrıca bu ürünleri kullanan kadınlardan, erkeklere bulaşan vajinal enfeksiyonların, sperm canlılığını etkileyerek kısırlığa yol açabildiğini söylüyor.)


Prezervatif (Türkiye’de, -batıdaki her helâda ücretsiz dağıtıldığı gibi- yaygınlaştırılması için bir süre büyük kampanyalar düzenlendi ve ücretsiz dağıtıldı) 


Bunların iki amacı vardı. Birincisi ‘kısırlaştırmak’, ikincisi ise Mevdudi merhumun ‘İslam Nazarında Doğum Kontrolü’ adlı eserinde belirttiğine göre ‘fuhşu artırmak.’ Korunma yöntemlerinin gelişmesi, fuhuş faaliyetlerinde onlarca kat artış meydana getirir.
İster meşru, isterse gayri meşru ilişkilerde gebelik engelleyici ilaç, alet ve malzemeler, özellikle batıda ilköğretim okullarına varana dek, çok sayıda ortamda açık ve gizli olarak ücretsiz dağıtılır. 


Projenin hedef ülkelerinden biri de, hiç kuşkusuz Türkiye’dir. Türkiye’de ‘Marshall yardımları’ kapsamında ilk olarak ücretsiz süt tozu, un, yağ dağıtılır, halen olduğu üzere aşılar yapılır. 


1975 yılında Türkiye'de yaklaşık yüzde 2 olan kısırlık;
2004'de yüzde 10,
2005'de yüzde 15
2009'da yüzde 25'ler civarına çıkar.



Yine, 1970’li yıllarda 125 milyon dolayında olan sperm sayıları, 2010’lara gelindiğinde 5 kat azalarak 20-25 milyona geriler.


Başbakan Erdoğan, birkaç yıldır gençlerden sürekli ‘3 çocuk’ istiyor. Çünkü iki nesil önce 7-10 çocuğu olan insanların çocuklarının 3-5 çocuğu, torunlarının ise 1-2 çocuğu olmuş. Böyle devam etmesi durumunda, bir sonraki nesilde çocuk sayısı 1 düzeylerine gerileyecek. 
Oysa ölümleri de dâhil ettiğimizde, ortalama 2,2 çocuktan az doğum demek, genç nüfusu kaybettiğimiz gibi nüfuzumuz hızla azalacak demektir. Ülkelerin nüfuzu, nüfuslarıyla direkt ilişkili. Obama, geçtiğimiz günlerde sadece nüfusunu gerekçe göstererek -önemli nüfuza sahip  olmamasına karşın- Hindistan’ın, BM güvenlik konseyine daimi üye olarak alınabileceğini söyledi.


Bazı Müslümanlar da, dünyanın, bu nüfusu beslemeyeceği yalanına inanmışlar. Hâlbuki bu, Siyonistlerin teori ve iddiasıydı. “Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hud Suresi 6) “O nankörler, Allah’ı bırakıp, onlar için göklerden ve yerden hiçbir rızka sahip olmayan ve buna güçleri de yetmeyen şeylere tapıyorlar.” (Nahl Suresi 73) “Nice canlı -mahlûk- vardır ki -onlar- rızıklarını taşıyamazlar. Onlara da, size de Allah rızık verir. O, hakkıyla işitendir, bilendir.” (Ankebut Suresi 60) “Allah’ın, rızkı dilediğine yayıp genişletmekte ve -dilediğine- daraltmakta olduğunu görmediler mi? Elbette bunda, inanan bir toplum için ibretler vardır.” (Rum Suresi 37, Ankebut Suresi 62, Sebe Suresi 36)
Hadi çekinmeden söyleyin! Gerçekten rızık endişesi çekiyor musunuz, çekmiyor musunuz? Yoksa sizde mi dünya nüfusu artarsa, insanlar açlıktan ölür diyenlerden siniz? 
Bakın, Başkan Keneddy ne diyor: “Bütün depolarımız ağzına kadar ürünle dolu olduğu halde, her on Amerikalının birinin yetecek kadar gıdası yok. Beslenme gereksinimlerinin üçte ikisine bile sahip değiller.” (16 Mart 1961, Kongre konuşması


Ya bugün? Aynı Amerika’da zenginlik onlarca kat artmış, buna mukabil yeterli ve sağlıklı gıdaya erişebilen Amerikalıların sayısı, dünya ortalamasının hâlâ çok altında. Dünyanın ağzı açık hayranlıkla izlediği ülkenin insanlarının hâli bu! Oysa bize bu sorunun, Afrika’da olduğunu söylemiyorlar mı? Neden acaba? 


Dünyada daha keşfedilmemiş sayısız nimet olduğu halde, Allah’ın vaadini unutup, ‘dünya şu kadar insanı besleyemez’ diye düşünüyorsunuz? Sahi gaybtan haber mi alıyorsunuz ya da ‘Allah’ın bu kadar insanı beslemeye güç yetiremeyeceği’ gibi sapkın bir düşünceye mi sahipsiniz? Bu, Allah’a güvenmemek değilse nedir? “Allah’a karşı nasıl olur da nankörlük yaparsınız?” (Bakara Suresi 28) “Siz ancak, Allah’ı bırakıp birtakım şeylere tapıyorsunuz -ve onlara bağlılık gösterileri yapıyorsunuz-. Bunun için de birtakım yalan -ve bahaneler- uyduruyorsunuz. Şüphesiz, Allah’tan başka taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. O halde rızkı Allah katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz ancak O’na döndürüleceksiniz.” (Ankebut Suresi Ayet 17)


Batılıların, bu konuda ayakta alkışladıkları İran’a gelince…


İran ve Tayland, bu nüfus planlamasında dünyanın en başarılı iki örneği olarak gösteriliyor.
Bugün Tayland’ın nüfus artışı yüzde 0,8…


İran ise, nüfus artışını yüzde 4’den 1’lere kadar düşürmüş. Nasıl mı?
Humeyni 1979’da devrimini yaptığında, Şah’ın nüfus kontrol politikası yürürlüktedir. 1980-89 arasında süren İran-Irak Savaşı sürecinde, Şah politikalarından vazgeçilir. Ayrıca, kadınları daha fazla çocuk yapmaya zorlar. Bu süreçte artış, yüzde 4,4’leri geçer. 


Aradan 10 yıl geçer ancak politikalar yüzde 100 değişir. Bu kez aileleri küçültme politikası başlatılır. Eğitim ve kültür bakanlıkları ile İran medyasına büyük bir görev yüklenir. Yeterince başarılı olunamayınca ‘din adamları’ devreye girer. 


Önce kadınları çocuk yapmaya zorlayan mollalar, bu kez çocuk yapmamaya zorlar. Doğum kontrolü için ne gerekiyorsa, ücretsiz sağlanır. Bununla da yetinmeyen İran, erkeklerini resmen kısırlaştırmayı kabul eden ilk Müslüman ülke olur. (Lester R Brown-Dünyayı nasıl Tükettik? s34


Evlilik cüzdanı alabilmek’, gebelik önleme ve aile planlaması için iki günlük kurs şartına bağlanır.


1994’e gelindiğinde, nüfus artışı Çin’in seviyesine kadar indirilir. İran’a antipati duyanlara müjde(!) Papa, tüm Hıristiyan dünyasına ‘çok çocuk çağrısı yaparken, İran; 2004 itibariyle kısır erkeklerin en çok olduğu ülkeler listesinin en üstünlerinde ve nüfusu en az artan listeler sıralamasında da birinci sıraya çıkmayı başarır.


Neden biliyor musunuz? Çünkü çok nüfus, rejimler için korkucudur. ‘Kontrol edebileceğin kadar nüfus’ İran’a yutturulan lanetlik haplardan biri. Gerçi, İran rejimi de bunda büyük bir çıkar görmekte.


Türkiye’ye dönecek olursak; bir yanda iş, askerlik, kariyer, tam teşekküllü ev ihtiyaçlarının giderilmesi, güzelliklerinin bozulması endişesiyle çocuk yapmayan kadınlar ve erkekler, diğer yanda ise yaşları kırkı geçmiş hâlâ dengini arayan insanlar…


Herkesi ablukaya almış olan stres, nesepsiz gıdalar, lüks tüketimler, obezite, yaygın ve salgın hastalıklar, ulu orta satılan kısırlaştırıcı soya ve mısırlar, aşı kampanyaları, artan kondom kullanımı, pedler, parfümler, tarım kimyasalları, baz istasyonları ve cep telefonları, notebooklar, RF cihazlar, mağaza ve kurum kişilerine konulan kontrol cihazları… Sizin, çocuk ve torun sevmenizi engelleyen, saymakla bitirilemeyecek kadar neden…


Başımıza gelenler kendi yapıp ettiklerimiz…
Bir düşünsenize Firavun, Musalardan kurtulmak isterken, Musa kendi elinde büyüyordu. Allah c.c. isterse, günümüzün Firavunî güçleri ve Karunî düzenlerinin içinde, Musalar ve İbrahimler yetiştirir. Ancak, bizim bunu hak etmemiz şartıyla…

Hiç yorum yok: